Translate

17 Kasım 2018 Cumartesi

Sevdim tenimle ruhumla sevdim

.../Sızlar bazı yaralar/ Usul usul döver insan yüreğini/ Göğsümde bir sevda kelebeği / Sızlar, küskün suskun/ hasreti yüreğimi çınlatır.../

''Çok şey vardı anlatılacak,
o yüzden sustum.
Birini söylesem diğeri yarım kalacaktı
Sen duydun mu sustuklarımı?''


Düşüncenin ve düşüncenin tortusu olan korkuların hegemonyasından kurtulup 'sadece sevme' nin akışına kapılmak gerek.
Nasıl, gelmeyeceğini bildiğini beklemen bilgelik sevgin ise, geleceğini bildiğini beklemen de , sevginin kendisidir...


Kanatlan Sevgiye♥
hayat yorgunu kirpiklerden
müebbete hüküm giymiş gibi
sevdayı kalbinde unutanlar
sağırdırlar
kördürler sevdaya
bilmezler
kısacık bir ömrün sığınağında
bin yıla sığmayacak kadar
içimizden sevda geçtiğini
oysa
elleri aşk denizine taş atarken
ellerinde deryalar
sular
ağaçlar görürüm
varsın bilmesin mevsimler
yıllar
ömürler
bin yıla sığmayacak kadar
içimden sen geçtiğini
bir yol bulmalıyız derken
aşkın
umudun
en masum en hilesiz haliyle
yüreği kendi kabından taşacak kadar
billur ışıkda görünen sevgili
katıksız sevincin düşünde
kırmızı güller yedireyim parmaklarına
kalbimin en derin yerinden
buğulu bir atlastan
katıksız sevincin düşünü göreyim
yükümüzü sıcaklar taşısın derken
hangi sıcak demetinde kırıldı düşlerimiz
söyle
söyle de bileyim
bileyimde en güzel bahtı sunayım sana
saymıyorum artık
kalabalıklar içerisinde yağan yağmurun
yanaklarımıza bıraktığı hazin damlaları
ister gel
ister gelme
ben çoktan unuttum kalbimi göğüs kafesinde
yüreğinin tamamını yedirmeye hazırsan
bir lafa tamah etmeden
gül yüzünü göm göğsüme
orada
ihlal ve iflah olmaz sevdalar var
kendi derinliğine akan bir ırmak gibi
yaşama tüten çiçekler gibi
tut ömrümün dallarından
yaşam sağanağında
tomurcuklara durmuş ekin olalım
dolaşma kaybedilen zamanlarda
göğünde kartalların
turnaların süzüldüğü
yazgısı türkülere yoldaş bir atlastan geldim
gerçek mutluluk kanattır
kanatlan sevgiye
mavilere dolanmış gökyüzü kadar cesurum
Sözü süz de söyle...

Kalbin ışıktan rüyası içinde
bahçeler dolusu ahenkle 
kasırgalara dayanmışım 
rüzgarla mı yıkılacağım...
Kalbime sürtünen bu ayrılık telaşı
saçlarında savrulan bu sarı laleler
o ta içten gülen gözlerinde bu yaşta neyin nesi ?
Bu ayrılıklar bu hasretler olmasın hiç
Bu selamsız sabahlar, gün kıyımları
 üzerime körüklenen yağmursuz bulutlar
vatansız kötülükler, yürüyor üstüme yürüyor...
Başka çaren var mı yüreğim söyle ?
El aleme karşı ayakta kalacaksın.


Asıl yalnızlık bambaşka bir şeydir...
Anlamsızlaşır bir sürü şey ve bir sürü şey de fena halde anlam kazanır. Sen donmakla yanmak arasın da biçare.
Toparlanmak için ne kadar gün ışığı lazımsa dağılmak için azıcık karanlık yeter.
Yeter ki İçimizdeki umutların dalları budakları kırık olmasın.
Ne olursa olsun düşünceler içerisinde kırılır yalnızlık, kim bilir belki de sadece aradığımız üşümeyen bir yalnızlıktır ve üşütmeyen yürekler...

Dünyada her şey kendi ederini er veya geç bulur, kim ne ederse kendine eder...
Nasıl dünya faniyse acılarda fanıdır, bir yanımız baharsa diğer yanımızın kış olması ürkütmesin...
Her şeye rağmen, varsın sadece zaman vefasız olsun, herkesin payına düşen, akan giden bir kadran üzerinde hayatla sözleşmesini bitiren, zaman değimlidir zaten(!)

Kalanlardan yanayım

İnsanlar vardır
Ömrümüzden gelip geçerler
Kimileri masal tadında kalarak
Kimileri silinmeyecek izler bırakarak,
Yorgun ömre giderler

Kimileri de
Suskunluğumuz da
Bir ırmağa dökülürken sessizce
Hiç eyvallah etmeden hasrete vurgun ömre
Aşkını hazana yar edip
Ardına bakmadan meçhule giderler

İnsanlar vardır
Kirpiklerimizden doğmuş hüznü
Göz uçlarına alarak
Rüzgarlara fısıldarlar
Avucumdan yüreğine bıraktığım
Sıcaklığın hatırına
Sıyırıp üstünden at riya elbisesini

Yaşama tüten çiçekler gibi
Ben kalanlardan yanayım
Bir eli tutup bırakmayanların cesaretini
Kalbi bir yudum su
Bir dilim ekmek olanı
Kalanların sadakatini, sabrını severim... 


Olcay KASIMOĞLU
Korkarak Hiç Bir Zafer Kazanılamaz


İnsan yaşadıkça; sır yerkürenin içinde ki mananın sırrına tam muaffak olamasa da, bir çok şeyi doğru yerden görmeyi ''ÖĞRENİYOR'' sonunda !
Yaşadıkça; yaşamın içine aktıkça, içinde ki öz söyleşir, gönül penceresi açar kapılarını.
Zamanla birlikte; sorular doğruysa hangi duvar yıkılmaz, hangi gönül penceresinden tülü kaldırmaz !
İnsanların içinde; iyiler ve kötüler olduğunu, her insanin içinde,
iyilik ve kötülük bulunduğunu görürsün.
Bu ikilemi, kişinin nasıl yontabildiğini ve hangısını öne çıkarabildiğini etkileşime geçtikçe, yaşadıkça anlarsın.
Sonra insan tenini o tenin altında bir ruh bulunduğunu, ruhun tenin üstünde olduğunu görürsün.
Aydınlanmanın yollarını ararsın; görürsün ki aydınlanmadan, karanlığın yırtılmayacağını görürsün.
Birlikte yaşamanın önemli olduğunu, bunun için ''bölüşmeyi,hakkaniyeti,sosyal adaleti'' öğrenmenin yaşı olmadığını ve insanca yaşamak için elzem olduğunu öğrenirsin.

İnsanların; kendilerine rağmen, gidecek yol bulabildiklerini görür, şaşırırsın.
Kalıplar içinde düşünmenin, düşünce boyutlarını nasıl örselediğinin farkına varırsın...
Gerçeklerin; kimine göre gerçek, kimine göre değil bunu öğrenirsin.

Baktığın yerle, durduğun yer arasında nasıl ince ayarlar olduğunu anlarsın.
Senin doğrunla benim doğrumun, aynı evren de, farklı olabileceğinin şaşkınlığını yaşarsın.
Kapalı pencerelerin ardından hayata bakmakla, gökyüzünde uçan bir kuşun bakışıyla bakmanın farkına, farkındalığına yaşadıkça varırsın.

İnsanın insana üstünlüğü nedir diyen sorular içerisinde bulursun kendini.
Sonra; üstünlüğün kıstaslarında kendine bir yol bulmaya çalışırsın, kendi yüzünü aynada görmeye başlarsın, gördüğün seni yanıltmaz, kendine aydın, kendine adıl kendine insaflı olmayı öğrenirsin.
Kendine yolculuklar başlar...olgunlukla birlikte, kendine saygısı olmayanın yanında saygı aramazsın, mücadele etmekle, gereksiz kavgaları birbirinden ayırırsın...Ve sabrın,değenler için bir mücevher olduğunu, gereksizlere harcandığında ise yerini keşkelere bıraktığını anlarsın....

Vicdan sahibi olmak, vefa...bunlar var ise diğerleri zaten eşlik eder...farkına varırsın.
Namusun ''insan vicdanı'' olduğunu anlarsın ve yalanın ocağı olmadığını, iyiliğe duran hiç bir yerde yeşermediğini VE sevmenin yazılı hiç bir kuralı olmadığını, sevmenin yaşamanın ruh kapısı olduğunu anlarsın.
Anlarsın ''CESARET'' edip yaşamadan, hiç bir gerçekliğin farkına tam olarak varamazsın....
Olcay KASIMOĞLU
''Küçük Prens''  bir kitap isminden çok ötelere taşıyan gizemli bir sesleniş gibi. 
Zaten okuduktan sonra bize bıraktığı tat  sevginin insana kattığı enginliği, düşsel yolculuklarımızı, hayal gücünün zenginliğini, bakış açısının insana kazandırdığı derinlikleri çok güzel anlatmış. Yıllar sonra hadi şöyle bir arılayayım dedim, dememle  içine çekti, bana da eyvallah demek düştü.

Kimimizin geç tanıştığı kimimizin ise tekrar tekrar okuyup başucundan ayırmadığı bir kitap Küçük Prens. Antoine de Saint-Exupéry’in muhteşem eseri, her okuyucuda, her okuyuşta farklı bir algı yaratan yetişkinlere armağan edilmiş bir çocuk kitabı olsa da  her defasında bize düşen payı alıyoruz. 
Özellikle bazı bölümleri var ki iyi bir okursanız ve okuduğunuzu sorgulama ve yeniden ben bu işin neresindeyim deme gibi bir merakınız varsa okumak keyifli. Ben keyif aldım.

Özellikle bu bölümler beni içine çekti.
 “Kendini yargılamak, bir başkasını yargılamaktan çok daha zordur. Eğer kendini iyi bir şekilde yargılamayı başarırsan bu, senin gerçek bir bilge olduğunu gösterir.”
Başkalarını değil kendini yargıla!
. “Eğer kelebekleri tanımak istiyorsak bir kaç tırtıla katlanmak gerekir.”
Hiçbir şey kolay kazanılmaz.
 “Sahibi olmayan bir elmas bulursan, o elmas senindir. Sahibi olmayan bir ada bulursan, o ada senindir. Bir buluş yaparsan patentini alırsın, buluş senin olur. Madem ki yıldızlara sahip olmak benden önce kimsenin aklına gelmedi, yıldızlar benimdir.”
Hayal etmek parayla değildir.
 “Çölü güzelleştiren bir yerlerde bir kuyu saklıyor olmasıdır.”
Bakış açımızı değiştirirsek, her şeyin güzel yanını keşfedebiliriz.
 “İnsanların artık anlamaya zamanları yok. Dükkânlardan her istediklerini satın alıyorlar. Ama dostluk satılan bir dükkân olmadığı için dostları yok artık. Eğer dost istiyorsan beni evcilleştir.”
İnsanları tanı, onlara şans ver…
 “Aynı saatte gelmen daha iyi olur,” dedi tilki. “Örneğin sen öğleden sonra dörtte geleceksen, ben saat üçte mutlu olmaya başlarım. Mutluluğum her dakika artar. Saat dörtte artık sevinçten ve meraktan deli gibi olurum. Ne kadar mutlu olduğumu görmüş olursun. Ama herhangi bir zamanda gelirsen yüreğim saat kaçta senin için çarpacağını bilemez.”
İnsanın belli alışkanlıkları olmalı…
 “Peki insanlar nerde?” dedi Küçük Prens. “İnsan kendisini çölde çok yalnız hissediyor.” “İnsanların içinde de öyle hissedersin” dedi yılan. “Arada pek fark yoktur.”
İnsanlarla birlikteyken bile yalnız kalabilirsin.
“İnsan gerçekleri sadece kalbiyle görebilir. En temel şeyi gözler göremez.”
Bazen duygularımızla hareket etmemiz gerekebilir.
 “Hiçbir şey mükemmel değildir.”
Tıpkı bizim gibi…
“Ve geceleri gökyüzüne bakarsın. Her şeyin çok küçük olduğu gezegenimin yerini gösteremem sana. Belki böylesi daha iyi. Yıldızım senin için herhangi bir yıldız olsun. Böylece gökyüzündeki bütün yıldızlara bakmayı seveceksin… Hepsi senin dostların olacak.”
Bazen birisinin nerede olduğunu bilmeden onu sevmeye devam etmek yeterlidir…
Ve bazen;
İnsan bazen bir damlayken bir nehire karışır sonra denizden denize karışır... 

Olcay Kasımoğlu



Sonsuza dek çiçek açmaya yeminliyiz



Yüzlerde, yüreklerde maskeler; her şeyi zehirliyor, gülüşlerin içine puştluk düşmüş. 
Yalan, hiç bilmediğin kadar yalan ''sesler çığırtkan'' geceye pusu kuruyor, ışıktan duyguları alıyor.
Aşkı yılışık, çıkarlara yenik umut ''insanı'' ucuz kılıyor...
Sevginin, hoşgörünün yerine; sahtekarlığı katık ediyor.

Dünya ''sığmıyor insana'' kanun hükmünde savaşlar, ihanetler,sefil doymazlık ''insan sığmıyor'' insana...
O yanardağ misali yürekler ürkek, suskunluk kanıksanmış, cehalet azgın.
Kalabalıklar içinde sevdalar dalsız, sabahları solgun, akşamı yılgın yorgun...
Umut kimsesiz; gülüşlerin içine ''puştluk düşmüş'' içtenliğin güven ateşi, zalimler otağını seçmiş.
Terbiye edilmemiş nefis ''zincirlerden azat edilmiş'' ulu orta, meydanı kendine biliyor.
Bir başkasının yıkımı, çaresizliği bir diğerinin yaşam sevinci oluyorsa, yaşamdan; düşlerin tılsımı yolundu artık.
Kimseler ''yüreğinden ağlamıyor göze'' sevginin bakışları mıhlandı çorak yüreklere...
Gülüşler gamzesiz, soluk, ısıtmıyor içimizi, can bitkin ''yürek tutsak, dil umutsuz'' köreldik yüreğimizin sesine.
Seyirci umarsız; sevincin çığlıkları kısık, buyur etmiyor evren sinesine.
Ne bilsin; yüreğinde ''incelik barındırmayanlar '' içtenliğin kaleleri kuşatıldı; şefkat uyuşuk, ihanet kol geziyor, kindarlık sinsi ateş. İlim, bilim, soysuzun tezgahında tutsak.


Küresel ısınmanın, küresel ekonominin, emperyalist politikaların bedelini, yine insanlık ödedi, ödüyor...
Çıkarların konuşulduğu samimiyetsiz zirvelere hiç gerek yok, durdurun silah fabrikalarını, kaldırın sınırları yeter...

Ne için savaş neden? Bu soruyu sorup durmalı insanlık bu gün, bir dönem sömürge imparatorlukları başka ülkelerin kaynaklarını tüketmek için savaştılar, bir dönem fetihçi imparatorluklar sınırlarını genişletme hırsıyla yaktılar, yıktılar. Ulus devletler kendileri dışında kalan etnik grupların farklılığına tahammül edemeyip, tekil varlıklarını sürdürmek için saldılar ordularını.
 Sonuç mu? Kadınlar öldü, çocuklar, anne karnında bebekler, erkekler, gencecik ordu üniformalı erkekler. Hayvanlar, kediler, kuşlar, böcekler, ağaçlar ve de her türden bitki..
Söz ve eylem kardeştir, sözlerden öteye gitmeyen her şey benimde ruhumu sıkıyor..
Bunca ihanet bunca yakan, yıkan varken, biz yinede yüreklerde sonsuza dek çiçek açmaya yeminliyiz.

 Olcay Kasımoğlu

14 Kasım 2018 Çarşamba


Ne geriye akar hayat ne de dün ile vakit kaybeder.
Bu hep böyledir. Ve sevgi kendi derinliğini bilmez ayrılık vakti gelip çatana kadar.
Bazen içimden, küçük bir anı alıp, karşılığında bütün hayatımı veresim gelir...
Ve bu aynalar pazarından payımıza düşeni almaya geldik.
İyi ki varsın şiir söyleminin içtenliğiyle..
İçimi,
Hiçimi....
Niçinimi
Bir şiirle  değiştiriyorum....

Ne güzel demiş Yılmaz Odabaşı;
''Hiçbir Ağıt Yokluğuna Denk Değil
Bazen hiç gelmeyecek biri de beklenir;
o bir düştür yazgına, soluğuna eklenir…-
Geçtiğim yerlerde büyük yangınlar vardı.
Bu yüzden bu hayat bana küllerden emanet kaldı.
Hep iflah olmaz bir beddua gibi yaşadım.
Hiçbir düş ömrüme denk düşmedi.
Şimdi hiçbir ağıt yokluğuna denk değil.
Denizi özleyen bir kumsal gibi hasretim sana.
Kal dersen kalırım. Git dersen
yine kalırım… Kalırım sana her zaman.
Birak taşısın ikimizi kalbimdeki bu liman.
Sen, uzak bir liman şehrinde kalan sesim
ve hiçbir rüzgârın boğmaya yetmeyeceği
nefesimsin. Ben senin uzak, ıssız gemilerinim.
Ben senin anlamın, ben senin şiirinim.
Hep iflah olmaz bir beddua gibi yaşadım.
Hiçbir düş ömrüme denk düşmedi.
Şimdi hiçbir ağıt yokluğuna denk değil.
Sonra kaldım yokluğuna üstelik erken;
günler biten aşklar gibi can çekişip geçerken.
Geçtiğim yerlerde büyük yangınlar vardı.
Bu yüzden bu hayat bana küllerden emanet kaldı.
Şimdi sen düşümü de öksüz bıraktım.
“Düştü tetiği yüreğimin yığıldım kaldım.”
Herkes kendine gider bir gelen olmayınca;
ömür bir nefeste yiter gönül tutunmayınca…''
Olcay Kasımoğlu
.


Yaşam ölüm arası oyundur
İnsanlar, doğuştan getirdikleri ırk, cinsiyet vb. bireysel biyolojik
farklılıkların yanında, toplum olarak tarihsel gelişim sürecinde kazandıkları pek çok kültürel farklılıklara da sahip bulunmaktadırlar.
Söz konusu farklılıklar, tarih boyunca insanlar arasında eşitsizlik ve toplumlar arasında
çatışma sebebi olarak değerlendirilmiştir. Oysa ulaştığımız uygarlık düzeyi
çerçevesinden olaylara baktığımız zaman, farklılıkların birer ayrılık ve çatışma
sebebi değil, aksine zenginlik, paylaşma ve bütünleşme vesilesi ol
abilecekleri kolayca görülebilmektedir.
Günümüzün küresel iletişim ağları aracılığıyla bireysel ve toplumsal farklılıklar giderek azalmakla birlikte, her zaman varlığını devam ettirecek farklılıklar da bulunacaktır. Yani giderek benzeşen kültürler, bu kültürlere ait topluluklar  ve bireyler arasında her zaman bazı farklılıklar olmaya devam edecektir.
''Lübnan asıllı Amerikalı felsefe yazarı,
Yıllar boyu kendisine yurt olan kentten ayrıllırken, Ermiş'ten geride bıraktığı halka hitap etmesi istenir.Kent halkı ona aşk, evlilik,suç ölüm,güzellik daha bir çok konuda sorular yöneltir.
Aldıkları karşılık, hoşgörü ve sevginin biçimlendirdiği insan yaşamı üzerine öğütlerdir.
Haklıyla haksızın,suçluya suçsuzun aslında aynı insan olduğun bir yaşamdır bu...''

Olcay Kasımoğlu
YAŞASIN SANAT, SANAT SEN HEP YAŞA..!

İnsan; yenilenmek, gelişmek ve bütünlenmek için sanata sığınır, öze değmiyorsa, ne işe yarar sanat ?
Sanat, sonsuz dokunuşlar ve istikrar istiyor.
İnsanın ruhuyla dokundunduğu her şey; bilince yepyeni oyun taktikleri öğretebilir.
Kitap kokusunun, insan kalabalığının, ayak seslerinin iç içe geçtiği bu kitap cennetinde, yaşamın ortak nabzı yine sanat ve sanatı anlamlı kılan insan faktörüydü.
Hepsi değerli, hepsi yaşama dair bir anlam ve mana peşinde. Sorgulayan bilinç, anlam katan sevgi iç içe geçmişti. Stantları küçük evlere benzettim ve bu evlerin bahçelerinde kitaplar harman yerine dönmüş. Kimi okuyucu sadece seyrediyor, kimi kokluyor, kimide dokunup bir önü bir arkayı çevirip, gözleriyle süzüp yerine koyuyor. Kimide hem dokunuyor, hem kokluyor, hemde alıp koynuna koyuyor, söyleşeceğiz seninle der gibi, kendi bahçesi için tomurcuklanmış kitapları alıyor.
Bu kadar yoğunluk ve şamata içerisinde, herkes bir ahenge içinde, kalpler aynı amaç için çarpıyor. Ne savaş çığırtkanlıkları atılıyor, ne şehrin göbeğine beton dökme planları yapılıyor, nede politikanın çığırtkan ayak sesleri duyuluyor, kitap kokusu burnumuza sırnaşıyor.
Bilgi ve eylem, insanı değiştiren iki temel araçtır. Ne sırf bilgi, ne de sırf eylemle köklü bir değişim gerçekleştirilemez.
Üreten insanların saygısını ve başkalarındaki “En iyiyi bulabilmek” ve dünyayı olduğundan biraz daha iyi bırakarak terk etmek, sırf siz yaşadınız diye bir insanın daha rahat soluk almış olduğunu bilmek… İşte, başarmış olmak budur.
Neye inanıyorsak oradayız, neyi seçiyorsak onu yaşıyoruz.
Neyin ne olduğunu anlamak, insanı besler.
Toplumdan haberdar olmazsanız, bi haber haber yaşarsınız.
Sanatın bütün dalları evrenseldir. Açalım pencerelerimizi: girsin içeri aydınlanmanın ışığı.
Yaşama değer katan sanat, hep öncü olmuş ve farkındalık yaratmıştır. Yaşamın; aydınlık,güzel ve düzenli bir nitelik taşıyabilmesi için bu dünyaya; edebiyatla, şiirlerle,resimle tutunmak ne hoş..
TÜYAP görevini yaptı, şimdi sıra okurda..İ
İnsan insana tutunarak yaşar. İnsan, insanla çoğalır..

Olcay Kasımoğlu

13 Kasım 2018 Salı

                             YAŞAMAK

Yaşamak verilen cennet hediyesi gibi
Güzellik aşılayan,berekete duran
Yaşamak mutluluktur tadına varmayı bil
Yaşamak bir rüyaysa rüyanın içinde açan bir gül oluver
Yaşamak bedel ödemekse ödenen herşeye rağmen aldığım nefes kadarsın demeyi bil
Yaşamak bir görevse görevin icrasını bil
Yaşamak bir saklambaç oyununa düşmekse oyunun ebesi olmayı bil.
Yaşamak bir hazineyse hazineye minneti bil
Yaşamak sevgilinin bir gülüşüne bir ömür devirmekse deviren canan olmayı bil
Yaşamak hayata verilen bir sözse ona sözünde durmayı bil
Gerçekleri ancak sonunda, dört mevsimi gördükten sonra görürsünüz.
Eğer kışın vazgeçersen ilkbaharın nimetinden olursun, yazın güzelliğinden ve sonbaharın bütünlüğünden de. Bir mevsimin acısının, diğer güzel mevsimleri parçalamasına izin vermeyin.
Hayatınızı bir mevsim (bir dönem) yüzünden yargılamayın.Her şey sonunda ederini buluyor ama er ama geç...
Olcay Kasımoğlu
ŞİDDETİN COĞRAFYASINDA ÇOCUK OLMAK
Şiddet, bir insanın bir başka insana, isteği dışında fiziksel, sözel ya da cinsel olarak tahrip edici güç uygulamasıdır.
Şiddet, yetişkinlerin ruh sağlığını ciddi biçimde tahrip ederken, çocuğun boyutları açısından bakıldığında, baş edilebilmesi çok daha zor bir olaydır.
Dünya onlar için yeterince büyük ve zor iken, şiddet onların yaşama uyumlarını daha da güçleştirir.
Şiddet yaşanan ortamlarda çocukların gelişimsel ve duygusal ihtiyaçları çoğu zaman unutulur,karşılanamaz.
Şiddet gören veya şiddet uygulayan kişiler çocuklarına kör olurlar.
Çoğu zaman( bu çok acıdır ki) ebeveynler çocuklarına kendi çaresizlik ve umutsuzluk duygularını geçirirler, güven hislerini veremezler hatta çoğu zaman kavgalarının tanığı olarak çocuklarını gösterirler.
O çocuklar ki her kavgada biraz daha yok olurlar.
İçlerindeki o kocaman sevgi deryaları sevgili ebeveyinleri tarafından ıstılaya uğrar.
Öyle çok korkarlar ki başlarına çektikleri yorganlar yetmez onları saklamaya. Yüzleri o öpülesi yüzleri avuçlarının arasında kapanır.
Aile içi şiddetin çocuklar üzerinde birçok etkisi olur.
Küçük yaşlardaki çocuklar yaşananlara anlam vermekte zorlanırlar ve kendilerinin bir hata yaptığına inanmaya başlarlar.
Bu da onlarda suçluluk duygularının oluşmasına neden olur, hayata korkak başlarlar.
Şiddete maruz kalanın kendine bakacak durumu yoksa, bilinci ve algısı gelişmemişse, çocuklarını o şiddet ortamının dışında nasıl tutabilir ki?
En hazını de şiddetin ikizi çocuklardır.
En büyük yarayı geleceğin babaları,anneleri alır.
Boyutları azımsanmayacak kadar önemli toplumsal bir sorundur.

Olcay KASIMOĞLU
PARANIN ESARETİ
Paran kadar adamsın' 'diyen bir zihniyetin, insan olma çabası ne kadar adil olabilir ki ?
Benjamin Franklin/ ne güzel demiş;
'' Paranın satın alacağından değil, paranın satın alacağı insanlardan korkunuz''
Parayı yeryüzünde ''saltanat'' olarak görenler, özgürlüğün gerçek mutluluk, cesaretin de özgürlük olduğunu bilemediklerinden, savsaklama ile korkaklık arasında gidip gelirler.
Paraya Baş eğen insanlar; büyük saygı göstermeye ve korkuya daha açıktırlar.
Yüzyıllar boyunca paranın gücüne itaat eden toplumlar da, itaat alışkanlık haline geldiğinden, hak aramayı, vicdanı unuturlar...
Parası olmayan, yada az olanlar onların gözünde yaşamın defolularıdır, inanmışlardır ''paran kadar insansın'' soytarılığına.
Artık günümüz dünyasında; halkın basit çıkarlarına göre siyaset yapmak, rüşvet, yeteneksiz insanların önemli mevkilere getirilmesi, tutarsızlıklar, paranın satın aldığı ekmek kapıları ''emeği itibarsızlaştırmıştır''
Emek ve sabır iyi birer öğretmenken maalesef parayı araç olmaktan uzaklaştıran zihniyetin elinde yaşamın amacı haline gelmiştir.
Burada gelecek üzerine kaygılı olan akıl, huzursuzdur.
Bu nedenle insanlarda sürü psikolojisiyle birlikte kolaycı yaşamın erdemsiz tüyoları yaratılarak ''akıl'' devre dışı bırakılmaya çalışılmaktadır.
Paraya tutsak, paraya kul insanlar kendileri için dönen her çarkı, her şeyi mubah sayarlar.
Saydığı yerde; hayatın anlamını kavramak, sorgulamak en büyük suç sayılmıştır.
Eğer kavrayış yoksa, bilgi de bir işe yaramaz..
Her şeyi parayla satın alabileceğine inanmış insanların hali, rüzgarın bulutları önüne katması gibidir.
Savrulurlar, bir diyardan diğer diyara, çarpa çarpa, kanata kanata...
Tarihe bakarsak toplumlar dönem dönem bu olguları yaşamışlar uzak ve yakın geçmişte.
Uzak geçmişte günümüzden dört bin yıl önce Mısır Firavunu İkinci Ramses demiş ki :yeni nesli anlayamıyorum ,böyle giderse sonumuz kötü olacak...Yakın tarihimizde yüzyıl önce bizde Osmanlı İmparatorluğun son dönemlerinde romanlara şiirlere konu olmuş her türlü kokuşmuş topluluktan yepyeni medeni toplum yaratılmıştı...Şimdi yine erdem, emek ,üretim,hak , ,adaletten hızla uzaklaşıp kokuşmanın sonuna koşuyoruz.

Olcay KASIMOĞLU
Özgüven yaşama enerji verir

Özgüven önemli bir kişisel özelliktir; yaşamla baş etmemizi ve sorunlarla gerçekçi bir şekilde mücadele etmemizi, zorluklara dayanmamızı kolaylaştırır.
Özgüven ise; yaşamın önemli zorlukları ile başa çıkma gücüne sahip, mutlu olmaya layık bir kişi olma deneyimidir, insana güç verir, yaşama isteğini güçlü kılar, pozitif enerjiyle dolarsın.
Etrafındaki insanlarla kolay iletişime geçersin. İnsanlarla iletişiminde açık, anlaşılır ve güven veren bir kişilik profili çizersin.

Yaşama özgüvenli bir şekilde yaklaşmak, bize yeni ufuklar açar, bakış açımızı, kendimizi günceller. Bunun yanında özgüveni kesinlikle aşırı bir güven duygusuyla örselememek gerekir zira aşırı öz güven diğer insanları tedirgin eder, kişininde olaylara objektif olmasını engelleyebilir. Bu nedenle özgüven çok önemli olduğu kadar eylemlerinde adıl olmakta, insan ilişkilerinde doğru kullanmakta o kadar önemlidir.
Özgüven özellikle; daha önce hiç yapmadığımız bir işle karşılaştığımızda, özellikle karar vermemiz, inisiyatif almamız veya yeni insanları işin içine katmamız gereken durumlarda önem kazanır. Öz güveni kesinlikle hırslarımıza yem etmemeliyiz.
Devreye, özgüveni örseleyen aşırı hırslar girerse; sınırlarımız olduğunu kabul etmek istemeyiz, yeteneklerimiz hakkında gerçekçi olmayan düşüncelere kapılırız. Üzerimize aşırı iş yükü alırız, böylece her zaman iyi iş yapamayız. Her şeyin iyisini kendimizin bildiğini düşünürsek, önerileri göz ardı ederiz, bize yardım etmek isteyenleri de genellikle reddederiz. 

Oysa hırslardan, egolardan, bencillikten arınmış bir özgüven duru akan bir nehire benzer. En iyi için çaba göstereceğimizi ve kabul edilebilir bir sonuç ortaya koyacağımızı bilerek işleri ele alırız. Bir işi yapamadığımızda mazeret üretmek yerine yeniden denemeye başlarız. İlk seferinde tümüyle doğru olarak anlamadığımız ya da yapamadığımız bir işin dünyanın sonu anlamına gelmediğini biliriz. Hatalarımızı dert etmek yerine onlardan ders almasını becerebiliriz. Bir çok durumla ve sorunla daha iyi baş edebiliriz.
Bazen de hiç olmadık anlarda olmadık yerlerde karşımıza çıkan olaylar, kişiler bizim kendimize olan özgüvenimizi tehdit eder, kendimizi çıplak hissetmemize neden olurlar. Böyle durumlarda kendimize olan özgüven duygumuzun neden etkilendiğini doğru ve açık bir şekilde kendimize teyit ettirirsek bu olumsuz koşulları lehimize çevirebiliriz.

Özgüven bir kişilik özelliğiyse, karşımızda ki insanlar, koşullar bizi bu konuda ne kadar etkileyebilir. Bu tamamen kişinin kendini nasıl hazırladığı ve nasıl gördüğü ile ilgilidir.
Özgüven gelip giden, azalıp artan bir duygudur. Yaşam koşullarının getirmiş olduğu bazı durumlarda duygu değişimleri yaşayabiliriz. Bazen kendimizi başka birinin karşısında güçsüz hissedebiliriz, yada bir acı karşısında duygusal tepkiler gösterebiliriz bu bizi öz güven duygusundan alı koymaz sadece her kesin farklılıkları olabileceği gibi özgüveni olan insanlarında bazı olaylar karşısında insanı tepkiler verebileceklerinin en güzel nişanesidir.

Bunun için fazlaca endişelenmeyin, onlara takılıp kalmayın.
Özgüven; geliştirilebilir, girişken olmak öğrenebilir, fikirlerimizi daha sesli ifade edebiliriz, yeter ki cesaretli olup, hata yapmaktan korkmayalım. Başarısızlıkların birer ders olduğunu ya da başarı yolunda küçük molalar olduğunu düşünelim. Elde ettiğiniz her başarıyla özgüveninizin arttığını ve yaşamın nasıl sevilesi, yaşanılası olduğunu gördükçe o özgüven duygunuza bir kez daha sarılıp yaşamın içine akacaksınız...
olcay kasımoğlu
Acı da insanı eğitir.
üzülme
herkesin tenine açtığı
hüzünler var..
varlığından haber veren
biz ki
olur mu tene hüzün derdik
anlamazdık başkalarının acılarını
kaldır yüzünü yerden...
gözlerinin içine bak sevdiklerinin
bir sen değilsin tene çizilen
barışamadığımız nice hüzünler var
varlığımızdan haber veren...
Acı duygusu, hepimizin bildiği gibi çok hakim ve etkili bir duygudur. En önemli etkisi de insanı çevresinden soyutlayarak kendisine döndürmesidir. Hayatında acı yaşamamış insanların acı üzerine konuşabileceği her sözün sözde olacağına inanırım,sözde kalan yüreğe düşmeyen,hissedilmeyen.
Acıyı yaşayan insan, bencilliğini doruk noktasında yaşar. Düşünün bir kere; elinizi bıçak kesti o an kaçımız çevremize bakıpta acaba başka birininde eline battı mı diye aklımızdan geçiririz. Bu soruya kesinlikle %99 umuz hayır der. Bu durumda çevremizde var olan her şeyi unuturuz bir anda tüm evren kendi etrafımızda dönmeye başlar. Önemli olan o an biziz hiçbir şeyin anlamı ,önemi yoktur. Aslında ruhsal acılarında fiziksel acılardan bir farkı yoktur sadece oluş şekli farklıdır.

Sevdiğimiz birini kaybettiğimizde, başkalarının varlığını geçicide olsa unuturuz, başkalarının acılarını hatırlamayız, İsyan ederiz ve çoğu zaman neden ben diye serzenişlerde bulunuruz. O an için başkalarının çektiği acı umurumuzda olmaz, aslında çok aykırı bir durum değildir insanın kendini, yalnız, çaresiz hissetmesi bu son derece insanca bir duygudur, insanın kendini kendine kapatması. Sonuçta zamanla her şey olması gerektiği role tekrar döner, açılır gözlerin, sana değen acıdan sonra, başka bir incelik, duyarlılık kazandırmıştır yaşamaın başk bir boyutu. İnsanların yaşadığı acilara derin bakma boyutu, anlama ve hissetme rarklılılığı. İnsanların acılarına artık yabancı değilsindir. Sana dokunan o duyguyla tanışmış olman sana farklı bakış açıları kazandırmıştır. Yaşamın her anının aynı olamayacağını ve bir süreliğinede olsa bir insanın, diğer insanın acısını paylaşabileceğini, acısı yüreğe değen her insan zamanla öğrenir.
Ne kadar bencilliğimizin içine gömülmüş olursak olalım, insan olmanın bencillik kadar büyük bir diğer gerçeği devreye giriverir. “Vicdan”… Böyle bir acı anında her şeye rağmen başka birisini bu acıdan korumayı düşünebilecek tek yaratık da yine insandır. Bu da diğer yönüdür insanın hiç kuşkusuz.
Acı çektiğimiz anları unutamayız, ve o anlara geri dönmemek için her defasında daha iyisi için çaba gösteririz. Bunun adı büyümek de olabilir, olgunlaşmak da..
Yılmaz Güney'in sevdiğim bir sözü ile özetleyeyim; Acılar vardır, gelir geçer, acılar vardır, deler geçer, acılar vardır, birikir enerji olur kendini yok etmeye yönelir.

Bu kişiye bağlı bir olgu bence, yani olgunlaşa bildiği gibi aksine hamken dahada hamlaşabilir, Olgunluğa erebilmesi için öncelikle farkındalık bilincinde olmalı, geçmişi ile yaşadığı an arasındaki bağı kurabilmeli ki, ne idim ne oldum bilincine varabilsin. Şimdi acı mevzusunuda buraya bağlarsak, eğerki çektiği acılar karşısında, mutluluğun kıymetini anlayabiliyorsa, ders çıkarabiliyorsa ve burdanda sahip olduklarıyla olmadıkları kıyaslamasında kendini iyi ve kıymetli hissedebiliyorsa olgunlaşa biliyordur, haa yok tam tersi, bunada zaten hamdın ,halada hamsın demek lazım.

Acıdan öğrenilecek çok şey vardır bence..Ama her insan elmas değildir ki yontula bilsin..Bazıları acıyla tuz-buz olur, bazıları duyarsızlaşıp acı verene dönüşür...
Tabiki olgunlaşmak sadece acı çekmekle olmaz, olmamalı. Acıyla tanışmak acıyı yaşamak insanları eğitir doğrudur ama tek başına yaşam olgunluğu için elzem değildir.

Ders alabiliyorsak yaşadığımız şeylerden o zaman olgunlaşırız..Bunu acı- tatlı diye sınıflamak yersiz..ancak ikisinide birlikte yaşarsan olgunlaşırsın..Ne yani hayatta hiç mi gülmeyeceksin?
Bu yüzden güldüğün zamanda sana ders veren, seni çocukça düşüncelerinden çekip olgunca düşündürmeye sevk eden, kısacası güldürürken olgunlaştıran bir çok film, kitap, tiyatro var bu hayatta...
Lütfen sevdiklerinize, çocuklarınıza sadece acıyla olgunlaşır insanlar demeyin. Aksi takdirde hepsi mazoşist, hepsi pesimist olgun olacaklar..
Yaşadığı, üzerinde bulunduğu dünyanın ağırlığını hissedip, bir köşede fazlaca olgunlaşıp çürüyecekler..Bunu hiçbirimiz istemeyiz, olmasında zaten...Acıyla tanışmak acıyı yaşamak insanları eğitir doğrudur ama tek başına yaşam olgunluğu için elzem değildir.
olcay kasımoğlu
Neden yalan söyleriz

İnsan neden yalan söyler? Neden buna ihtiyaç duyar ?
Hepimiz, yalanın kötü bir şey olduğunu öğrenmişizdir buna rağmen hepimiz hayatımızda mutlaka bu yola başvurmuşuzdur.
Bazen çok güçsüz kalırız sorumluluk yüklenmemek için yalandan bir şeyler söyleriz. Egomuzu tatmin etmek, acizliğimizi saklamak adına, sevdiklerimizden acı olayları saklamak adına yalan söyleriz…
İnsanlar, yalan ve yalancılık üzerine bir çok görüş ileri sürer, yalanın ne kadar kötü olduğu anlatılır bu konuda örnekler verilir.
Sahi yalan nedir, neden yalan söyleriz?
Karşımızda ki insana, bilerek ve gerçeğe aykırı olarak söylediğimiz her söz bir aldatmaca değilmidir?

Böyle bir dürtünün içinde olmak sadece çıkar amaçlımı kullanılır yoksa içinde başka dürtüler varmıdır ?
Mesela; eğlenme, intikam, kötülük yapma isteği listeyi uzatmak mümkün. Bunların hepsi kişinin içsel dürtüleri tarafından tetiklenir.
Korktuğumuz için yalan söyleriz, başımızdan savmak için yalan söyleriz, köşeye sıkıştığımızı hissettiğimizde yalan söyleriz.
Yalan söylemek ve doğruyu söylememek arasında çok ince bir çizgi var.
Doğru söylediğimizde doğacak sonuçların etkileri, karşılayabileceğimiz kadar hafif değildir.
Şuna yürekten inanıyorum; doğru olanı kabul ettiğimizde kendimizle ilgili eksik bir yönümüzün açığa çıkacak olması, yalanı savunma mekanizması olarak kullanmamıza neden olabilir. Yalanın olduğu, yaşandığı bir dünyada kendin olarak kalmak, yalan söylememek gerçekten zor lakin imkansız değil, bunların da bir bedeli var. Doğru olduğunda ve eyleme geçirdiğinde önünde zorlu bir süreç başlar, kendinden çok yalan söyleyen insanlarla mücadele edersin, yalanın doğurduğu sonuçlar seninde yaşamını dolaylı etkiler. 

Doğru olmak o kadar da basit bir tercih değildir. Doğru söylediğimiz de doğacak sonuçların etkileri, karşılayabileceğimiz kadar hafif de değildir.
Doğru olmak her durumda ve olay karşısında olanı olduğu gibi ifşa etmek sorumluluğunu gerektirir. Doğru oldukça, doğruları savundukça toplumda her zaman güvenilir ve istenen insan olman, yalan söyleyen için seni potansiyel tehlike yapar. Sen onun için bir engelsin ve yok edilmen gerekir o ne kadar yalansa senin o kadar doğru olman onu yolundan alı koyabilir. Doğru olmak emek ister, sabır ister.
İnsanlaşmak, derinliğine aydınlanmak demektir, yalan ise kolaydır emek istemez, sabır istemez hep yolları kısa, kolaydır, zayıf ve mağdur insanların acılarından faydalanmaya açıktır, yüzsüzdür, erdemli olmadığı içinde her yol onun için mubahtır.
Bazen uğranılan haksızlıklar sonucu birikmiş öfke de yalanın nedeni olabilir. Bazen de yalana neden olan zihin karışıklığıdır.

İkili ilişkilerde sık sık yalan söyleniyor olmasının nedeni genellikle çıkarlar için kullanılan en doğru yöntemin yalan olduğunu tecrübe etmiş olmakla birlikte en kolay yol olduğu için maalesef en sıkta başvurulan iletişim tarzı olmuştur. Söyle kurtul, ne kadar basit değil mi !
Düşünsenize ; etrafımızdaki herkes bunu yapıyorsa ya da doğruluk konusunda edinmiş olduğumuz hassasiyet ilişkilerimizi zorlaştırmaya başlıyorsa, yalnız kalmaktan korktuğumuz için geliştirilmiş bir alışkanlığa dönüşmüş olabilir yalanlarımız.
Aslında yalan söylemekten çok yalan söyleten durumları incelememiz gerekir. Bir insan neden yalana ihtiyaç duymak zorunda bırakılır bunu da sorgulamamız gerekir. Biri bize yalan söylediğinde oturup bunu düşünmemiz gerekir. Onu, "neden yalan söylemek zorunda bıraktığımızı"...
Elbette bize yalan söylendiğinde kendimizi kötü hisseder ve tek suçlunun yalan söyleyen kişi olduğuna yürekten inanırız. Ama çoğu zaman bu doğru değildir.
Kişilerin özel alanlarını ihlal etmemek gerekiyor. Söylemek istemediği bir konuda ısrar edersen, susma hakkını elinden alıyorsun o zamanda zorla söylettiğiniz sözcükler ürkütülmüş gerçekler halini alır, sizde azmettiren olursunuz ne kadar düşündürücü bir sonuç değil mi!
Bazen sırf kendi merakımızdan dolayı insanları zor durumlarda bırakıyoruz.
“Bilimsel olmayan merak maraz doğurur” Evet hayatımızda yalanlar olmasın, yalan söylememek için kullandığımız susma hakkı da ihlal edilmesin bu çok önemli...
İnsanlar yalan söylemek zorunda kaldıkları insanlardan uzak durmak isterler, buda zamanla köprülerin yıkılmasına ve aşılmaz duvarların oluşmasına neden olur.

Her ne olursa olsun yalanın mazereti, yalanı meşru yapmıyor.
Yunus Emre’nin şu sözünü severim; derler ki ''ey yunus, ormanda başka ağaç yok mu hep dosdoğru odunlar getirmedesin'' soran Taptuk emredir ve Yunus Emre derki bu kapıdan odununda eğrisi giremez...Bu kadar, kalben inandığın gibi yaşarsın...

Yalanın gücü doğrunun güçsüzlüğünden değildir. Yalanın olduğu yer bataklık gibidir, inandıkça içine çeker. Doğru yalnızdır, çamurla sıvanamaz.
Yalanın geleneği var, takipçisi var, kolayına kaçmanın emeksiz sığınağı var. Oya senin doğrunun her gün emeğe durması var, her gün doğan gün gibi arınması gerek.
Doğru bilenmeli, sınava çekilmeli, yenilmeyen doğru yenmiş sayılmaz ki !
Yalana karşı, içinde sabrı işleye işleye, emeği bileye bileye…

Olcay Kasımoğlu

12 Kasım 2018 Pazartesi


Ne mutlu gönlünde kin barınamayana

Sevelim, sevilelim
Herkesin elbisesi kendi boyuna göre...
Bireyin hiç öfkelenmemesi değil, kişiye duygu ve düşüncelerini doğru ifade etmesine yardım etmek esas olmalı.
Bu kontrolsüz gücü dizginleyebilme insanın kendini kontrol etmesiyle, erdemle olur.
Erdem ve bilgi ise insanı doğru yola ulaştırır.
''Sağlıklı toplumlar kişilerle değil kişilikli insanlardan oluşur''' denilirken boşa söylenmemiş...
.
Ne olursak olalım, toplumda kin ve öfke tohumlarını eken değil, yaşamı olumlayan insanlardan olalım.
Gülmek ve sevmek kadar çoğaltan, paylaştıran, bencillikten uzaklaştıran başka bir duygu var mı?

Yaşadıkça Öğreniyorsun 
Yaşadıkça, yaşamın içine aktıkça, içinde ki öz söyleşir, gönül penceresi, açar kapılarını. Zamanla birlikte; sorular doğruysa hangi duvar yıkılmaz, hangi gönül penceresinden tülü kaldırmaz !
İnsanların içinde, iyiler ve kötüler olduğunu, her insanin içinde,
iyilik ve kötülük bulunduğunu görürsün. Bu ikilemi kişinin nasıl yontabildiğini ve hangisini öne çıkarabildiğini etkileşime geçtikçe, yaşadıkça anlarsın.
Sonra insan tenini o tenin altında bir ruh bulunduğunu, ruhun tenin üstünde olduğunu görürsün. Aydınlanmanın yollarını ararsın, görürsün ki
aydınlanmadan, karanlığın yırtılmaya-cağını görürsün.
Birlikte yaşamanın önemli olduğunu, bunun için bölüşmeyi,hakkaniyeti,sosyal adaleti öğrenmenin yaşı olmadığını ve insanca yaşamak için elzem olduğunu öğrenirsin.
İnsanların, kendilerine rağmen, gidecek yol bulabildiklerini görür, şaşırırsın.
Asıl cesaretin, birlikte yaşamayı becerebilmekte olduğunu görürsün.
Kalıplar içinde düşünmenin, düşünce boyutlarını nasıl örselediğinin farkına varırsın...
Gerçeklerin; kimine göre gerçek, kimine göre değil bunu öğrenirsin. Baktığın yerle, durduğun yer arasında nasıl ince ayarlar olduğunu anlarsın.

Senin doğrunla, benim doğrumun, aynı evren de, farklı olabileceğinin şaşkınlığını yaşarsın.
Kapalı pencerenin ardından, hayata bakmakla, gökyüzünde uçan bir kuşun bakışıyla bakmanın farkına, farkındalığına yaşadıkça varırsın.

İnsanın insana üstünlüğü nedir diye sorular içerisinde bulursun kendini.
Sonra; üstünlüğün kıstaslarında kendine bir yol bulmaya çalışırsın, kendi yüzünü aynada görmeye başlarsın, gördüğün seni yanıltmaz, kendine aydın,kendine adıl kendine insaflı olmayı öğrenirsin.
Kendine yolculuklar başlar, olgunlukla birlikte kendine  üstünlük vicdan sahibi olmak, o varsa diğerleri zaten eşlik eder,farkına varırsın.
Namuslu olmanın bacak arası olmadığını, namusun vicdanın olduğunu anlarsın.
Yalanın ocağı olmadığını,  iyiliğe duran hiç bir yerde yeşermediğini. yaşamın ölüme gebe olduğunu bilip, asıl ölümün nefesliyken yaşandığını görürsün.
Ve sevmenin yazılı hiç bir kuralı olmadığını, sevmenin yaşamanın ruh kapısı olduğunu anlarsın

Soluğum
Rüzgarlar da derlenirken
Yürek sızıma karıştırma ikiliği
Aklımı alma can evimden
Dilden
Zandan
Şüpheden
Temiz göze
Yüz binlerce yıllık
Yol var derken
Az söylemiş olurum
Bilmez misin
Cahillik
Aklın tutulması
Vicdanın viranesidir
Oysa
Vefa adamı
İncelikler bahçesinin gülistanı
Yüzündeki maskesini
Çoktan yere tükürmüş bir savaşçı
Öpülesi, sevilesi bir alnı vardır
Var git yoluna
Yürek sızıma karıştırma ikiliği
Aklımı alma can evimden
Temiz göze
Önce ak alın lazım...

Olcay KASIMOĞLU



Çözümü olan her sorun küçük sorundur.


Yaşamımız boyunca hepimizin yaşadığı sorunlar olmuştur, çözümsüz görünen, bizi yaşamın bitim noktasına getiren...
Oysa belli bir zaman sonra aslında hiçbir şeyin durağan olmadığının, acının, sevincin, kederin zamanla yer değiştirdiğine kendimiz şahit olur ve deriz ki aman Allah'ım ben nasıl bu kadar dayanabildim yada ne kadar mutluymuşum da kıymetini bilmemişim.
Bu ve bunun gibi bir çok şeye hayatımızın belirli dönemlerinde zaman, kendimizi şahit kılar.
Aslında ölüm dışındaki tüm sorunlar küçüktür!
Bunu gerçekten büyük ve çözümü zor problemlerle karşılaştığımız zaman anlarız.
Telafisi imkansız tek şey var: oda ölüm.
Yaşıyorsak sorun yok! Nasılsa çözeriz, nasılsa bir telafisi olur ama iyi ama kötü.
Önemli olan problemlerin üstesinde gelebilmek, hayata olumlu yaklaşmak ve umudumuzun tükendiği anlarda bile yeniden umutlanmak, olumlu yaklaşmak, umut insana moral verir, yaşama gücü verir, en kötü olaylara bile olumlu bakış açıları geliştirir.
Hayat birilerine, birilerinin sırtına dayanarak kendini sana adil kılmaz, kendi kanatlarıyla uçmanın bedelini bir dönem için ödemeyen insanlar, kendi kafeslerinde kalmanın, kendi farkındalığının yaşamamanın bedelini bir ömür boyu öderler…
Bizler yaşamımızı kolaylaştırmak adına öyle kurallar, öyle ilkeler koyar ve kabul ederiz ki sonuçlar sebepleri unutturur ve kaderimiz olur.
Bunlar genellikle biri söylediği için inandığımız ve asla üzerinde düşünme ve araştırma zahmetinde bulunmadığımız şeylerdir.
Yöresel adetler, gelenekler, töreler, dinler, felsefeler, efsaneler, hepsi dogmatik inanç biçimleri olarak bizi yönetiyor. Kan davaları, dinsel ritüeller ve daha birçok şey.
Bir deli Kuyuya bir taş atıyor, kırk akıllı çıkarmaya çalışıyoruz.
Biz aklı hep cebimizde saklıyoruz.
Düşünmek ve araştırmak ve daha iyisini ortaya çıkarmak yerine, bir başkasının düşündüğüne, hazırladığına ve ortaya çıkardığına peşin kabul veriyor ve üzerine atlıyoruz..
Hayata olumlu bakan insan, olumlu bakıştan üreyen umut ve cesaretle, daha cesur ve sevgi dolu oluyor.

Olcay KASIMOĞLU

Yaşamak sanatına çevirin yüreğimi

''Bir salkım söğüde su verir gibi
Öyle içten
Öyle derin...''

Her şeyin bir bedeli var derken şarkılar...değmez mi ''yaşamın'' yaşamak gibi bir anlamı varken, yaşamı kucaklamaya, kendin için, herkes için iyi bir şeyler yapmaya ve direngen bir umutla sevgiye sarılmaya, değmez mi?
Sevelim, sevilelim herkesin elbisesi kendi boyuna !

Hayatın her zaman planlandığı gibi olmasında ısrar etmeyip, yüreğimizi o anda “olanlara” açık tutmak düşüncesi de olmalı,düşüncelerimizde. Yoksa bir su çatlağı gibi, bizde gün gelir bir yerlerimizden sızarız.
Hayat her zaman istediğimiz gibi gitmez; virajları vardır, dipleri yaşarsın, üst katlarda alt katlarda dolaşırsın.
Bütün mesele bunları nasıl karşılayıp, yaşamımıza nasıl uyarladığımız ve o anın gerçeğini ne kadar kabul edebildiğimizdir.

Bunun içinde; ruhsal olgunluk, cesaret ve kendine inanmak çok önemli.
Hayat umduğunuz gibi gitmediğinde iç motorlarımızı çalıştırıp, ben ne yapabilirim, bana düşen ne, nasıl başa çıkabilirim ?
Yoksa ben bittim, lanet olsun, neden ben gibi serzenişlerin hiç kimseye faydası yok.
Hayat hiç kimseyi kayırmaz, torpil yapmaz.
Yaşamın içinde, hayatın her zaman aynı çizgide gitmeyeceği bilincine sahip olduğumuzda perspektifimiz derinleşir.
Hayat daha anlaşılır olur, her şeyine rağmen.
Aç gözlülükten uzak; esir olmadım,hiç kimse tutsak edemedi beni.
Olur da bir gün, merdivensiz kuyulara düşersem ''içimdeki'' görmek isteyenlerin gördüğü, satılık olmayan, değer biçilemeyen, elden ele geçmeyen, takası yapılmayan, içinde güzel şiirler okunabilen, en güzel ve en zor olanını "YAŞAMAK" sanatına dönüştüren yüreğimi çıkarın gün ışığın yeter..

Olcay Kasımoğlu