Translate

13 Aralık 2018 Perşembe

Suçlamak sorumluluk almaktan kolaydır.
1. Hayatındaki herhangi bir şeyi değiştirmek istediğinde bakacağın tek bir yer var: kendi için.
"İçine baktığında, bunu sevgiyle yap."
2. Her şeyi kontrolünüz altında tutamazsınız
Elbetteki olan her şeyden haberiniz olmadığı için, onları kontrol edemezsiniz. Dünyaya emredebileceğinizi düşünmek egosal bir hatadır. Şu anda dünyada neler olduğunun çoğunu egonuz göremediğine göre, sizin için en iyisine egonuzun karar vermesine izin vermek hiç de bilgece olmaz. Seçim sizin elinizde, ama kontrol değil. Ne deneyimlemeyi tercih edeceğinize karar vermek için bilinçli zihninizi kullanabilirsiniz, ama onu ifade edip edemeyeceğinizi ya da bunu nasıl ve ne zaman yapacağınızı kendi haline bırakmalısınız. Teslimiyet anahtardır.
3. Yolunuza her ne çıkarsa onu iyileştirebilirsiniz.
Yaşamınızda önünüze çıkan her şey, oraya nasıl geldiğine bakmaksızın, iyileştirmek içindir, çünkü şu anda sizin radarınızdadır. Buradaki varsayım, eğer onu hissedebiliyorsanız, onu iyileştirebilirsiniz de. Eğer onu bir başkasında görebiliyorsanız ve bu sizi rahatsız ediyorsa, o zaman iyileştirmek için oradadır demektir. Ya da Oprah'ın bir keresinde söylemiş olduu gibi, "Eğer onu farkedebiliorsanız, ona sahpsinizdir." Onun neden hayatınızda olduğuna ya da oraya nasıl geldiğine dair hiçbir fikriniz olmayabilir, ama artık farkında olduğunuza göre, onu serbest bırakabilirsinz. Karşılaştığınız şeyleri ne kadar iyileştirirseniz, tercih ettiklerinizi ifade etmede o kadar net olursunuz, zira başka şeyleri kullanmak için gereken enerjiyi serbest bırakmış olursunuz.
4. Tüm deneyimlerinizden %100 sorumlusunuz.
Hayatınızda başınıza gelenler sizin suçunuz değildir, ama sizin sorumluluğunuzdadır. Kişisel sorumluluk kavramı söylediğiniz, yaptığınız ya da düşündüğünüzün ötesindedir. Hayatınızda yer alan diğer herkesin dediklerini, yaptıklarını ve düşündüklerini de içerir. Yaşamınıza meydana gelen her şeyin sorumluluğunu tamamen alırsanız, o zaman herhangi bir kişi bir sorunu su yüzüne çıkardığında, o sizin de sorununuz olur. Bu üçüncü ilkeye bağlanır, yani yolunuza çıkan her şeyi iyileştirebilirsiniz. Kısacası, şu anki gerçeğiniz için hiç kimseyi ya da hiçbir şeyi suçlayamazsınız. Tüm yapabileceğiniz onun sorumluluğunu almak, yani onu kabul etmek, ona sahip çıkmak ve onu sevmektir. Karşılaştığınız şeyleri ne kadar çok iyileştirirseniz kaynak ile o kadar uyumlu olursunuz.
5. Sıfır limite iletiniz "seni seviyorum" cümlesini söylemektir.
Sizi her şeyin ötesindeki huzura, iyieştirmeden ifade etmeye götürecek bilet sadece "seni seviyorum" cümlesidir. Bu cümleyi Tanrı'ya söylemek içinizdeki her şeyi temizler ve böylece şu anın mucizesini yaşayabilirsiniz: sıfır limiti. Amaç her şeyi sevmek. Fazla kiloyu, bağımlılığı, sorunlu çocuğu ya da komuyu, eşi sevin; hepsini sevin. Sevgi sıkışıp kalmış enerjiyi değiştirir ve serbest bırakır. "Seni seviyorum" demek Tanrıyı deneyimleme dileğinizin gerçekleşmesidir.
6. İlham niyetten daha önemlidir.
Niyet zihnin oyuncağıdır;esinlenme Tanrı'dan bir bildirimdir. Bir an gelir, yalvarmak ve beklemek yerine teslim eder ve dinlemeye başlarsınız. Niyet egonun sınırlı görüşünü temel alarak hayatı kontrol etmeye çalışmaktır; esinlenme ise Tanrı'dan gelen mesajı almak ve buna göre hareket etmektir. Niyetler işe yarar ve sonuç verir; esinlenme ise işe yarar ve mucizeler getirir. Hangisini tercih edersiniz?''

11 Aralık 2018 Salı

Başak taneleriyiz
  • Hayata geldiğimiz yer ile gelmek istediğimiz yer arasında geçiyor ömrümüz.Seçtiğimiz her şey için,başka bir şeyden vazgeçmemiz gerekiyor.Bazılarımız şartlara şekil veriyor,bazılarımıza da şartlar şekil veriyor.Keşkelerle yaşayacak kadar uzun değil ömür.Bizi hayattan alan,hayata katarken eksilten her şeyi protesto ediyorum ve diyorum ki biz bu dünyaya tesadüf gelmedik...O zaman neden tesadüfmüş gibi yaşayalım. Bahşedilen akılı niye mutluluk, huzur yolunda tüketmeyelim ki ! Neden sanki...
  • İnsanlar başlarına kötü bir şey geldiğinde ben bunu hak etmedim derler..Bence hayat ,bu insanlarla aynı fikirde değildir.Hayat iyilerden çok güçlüleri sever.Güç doğada vardır.İyilik ve kötülük tamamen insan aklının ürünüdür.
  • İyi insan olmak araç değil amaçtır. İyi insan olmak başına kötü bir şey gelmeyeceği anlamına gelmez. İyi insan olmanın ödülü zaten iyi insan olmuş olmaktır. Başımıza gelen kötü sonuçlar için kötü insan olma şartı yok. Neden ben diye sorarken kendimize, iyiliğe güvenmek güzel ama ona dayandırmak akıllıca değildir. Başımıza gelenlerin ne olduğuyla değil, içimizde olanların ne olduğu ile ilgilidir. Önemli olan bakış açımızı ve hayatı kendimize borçlandıran inançlardan zihinlerimizi temizlemek. İnsan kendini en iyi eylemleriyle ele verir. Goethe'nin dediği gibi ''İnandığı gibi yaşamayan, yaşadığı gibi inanır''
  • Hayatımızda ne olursa olsun ne yaşamış olursak olalım kendi ilkelerimiz, değer yargılarımız olsun.
  • Kafa karışıklığı tüm kötülüklerin anasıdır. İnsanı içten içe yer. Hayatla aramıza tel örgüler çeker. Bunun için zihnimizi düzenleyip, yargılarımızı periyodik olarak gözden geçirmek bize akıl yollarını açar. Ve kalbimiz, kalbimizde kirlenir onu da ışığa çıkarıp ara bir temiz hava aldırmak gerekir. Her fikre açık olalım ama kalbimize sadece seçtiklerimizi alalım. Hırslar, egolar kalbimizi katılaştırmasın hiç bir şeyin bizim gül bahçemizi tarumar etmesine izin vermeyelim. Hep ebru tekneleri olsun. Canı cana çağıran sevgiyle buluşturan edeple yoğuran.
  • Hayat içinde seçimini kullanıp hayatı hoyratça kullanan insanlara mutluluğumuzu törpüleme fırsatı vermeyelim. Hayat gel beni al demez. İçimize ışık verelim yeter. Köklerimiz içimizde. Ve biz, hepimiz hayatın içinde başak taneleriyiz.
  • Olcay Kasımoğlu.
Sana Hayat Veren’i fark et...
İnsan özgür doğar, sonra kalıpların içine alınır.
Mülkiyetin değer kazandığı kapitalist düzende, mülkiyete sahip olanlar,olmayanların üzerin de adaletsiz yöntemlerle kendilerine bağımlı kılarlar.
Bu tarz insanlar, bilim ve eğitimi özel mülkiyetli sistemin eline vererek maddi ve ahlakı gelişmeyi, kendi tekelinin dışında oluşmasına izin vermezler.
Buda yetkili mercilerin sözsüz ve sorgusuz bir insan topluluğu yaratılması amacına hizmet eder.
Aslında bunlar birbirine bağlıdır. Dünya üzerinde herşeyin bir karşıtı vardır.
Biz buna karşıtların mücadelesi diyoruz. Bütün değişimlerin kaynağı da budur. Dünyayı doğru yorumlamaya başladığımız andan itibaren, sırlara nail olmanın ve değişimlerin dünya üzerindeki gücünü ve nedenlerini kavradığımızda, nicel birikimler nitel sıçramalara neden olacaktır...
Ve Uyuyan Bilinç;
toplum olaylarına duyarlı değildir, ben merkezcilik ve bencillik hakimdir. ''Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın'' onun için en uygun baş slogandır yada anlamının doğurdu gibi duyarsız, insancıl olmayan yaklaşımlar içerisinde kendi dünyasını haklı kılmaya çalışır.
Böyle bir bakış açısına hoş görü beklemek, sağlıklı bir insan beklentisi değildir.
Oysa eylemlerinden sorumlu bir varlık olmak, bir kişinin ne yapması gerektiğini belirlemeyi de içermektedir ki, bu da bilgi sahibi olmayı, güdüler üzerinde düşünmeyi gerekli kılar.
''Mesela şimdi bir nefes al ve etrafındaki beş nesneyi fark et. Bir nefes daha al ve etrafındaki beş sesi duy. Tolstoy’un dediği gibi, ‘Tek bir zaman var, o da şimdi. Kudret sahibi olduğumuz yegâne zaman bu’. Duygu ve düşüncelerini kabullen ve anda ol. Değerlerinle rabıtada ol ve eyleme geç. İnsanın ruhuyla, etrafıyla ve an’la rabıtada olması; dünyaya katılması ve hayatın her anının doluluğunu takdir edebilmesi demektir. O halde hayatın ve nefesinin hakkını ver. Her nefesi bir ilahi bağış olarak coşkuyla içine al. En derinlerdeki hücreleri bile şenlendirecek kadar. Ve usul usul bırak onu...''
Sana Hayat Veren’i fark et...
Bırak, ışık girsin içeri...

Olcay Kasımoğlu
Aşırı kıskançlık ”bencilliktir” içinde sevgi yeşermez.


”Kıskançlık, hem başkalarının sahip olduğuna sahip olma isteği, hem de sahip olduğunu, başkasına kaptırma korkusu, bir ilişkinin veya bir kişinin yitirileceği endişesidir.”
Her duygu gibi, kontrollü ve dengeli olduğu sürece zararlı olmaz.
Kontrol edilmediği takdirde ”haset gibi” düşmanca bir duyguya dönüşür.

” Seven kıskanır” cümlesi çoğu zaman ilişkilerdeki sorunları örtbas etmek için kullanılsa da ilişkilerin bitmesine, cinayetlere kadar gidebilecek vahim sonuçlara neden olabilir.
Aşırı kıskanç kişi, sevgilisini, eşini devamlı kontrol ederek takip eder, onun yaşantısına sınırlar koyar ve üzerinde bir baskı oluşturur. Böyle yapınca da onu kaybetmeyeceğini düşünür.
Oysa sağlıklı birliktelikler ”tehditle, şantajla, korkuyla,baskıyla değil” sevgiyle, güvenle, önemsemek ve değer vermekle devam eder.

Kıskançlık sonucu yapılan hareketlere baktığımızda ürpermemek elde değil.
Eşini kıskandığı için bıçaklayanlar, öldürenler, yüzüne kezzap dökenler, karşı cinsle konuşmasına izin vermeyenler, baskıyla, tehditle, şiddetle, hayatı hem kendisine hem de sevdiğine zehir edenler o kadar çok ki yaşamın içerisinde.
Seviyorum deyip nara atanlar, attığı narayı unutup sevgi adına sevgiyi yerde sürükleyenler o kadar çok ki hayatımızda.

Peki, bu kadar çok seviyorum diyen bir insan, neden kıskançlık adı altında sevgiyi yerlerde sürükler.
Değersizlik, mutsuzluk, çaresizlik hissi, kendine güven eksikliği,
takıntılar, saplantılar ve egonun baskın çıktığı her yerde; kıskançlık devreye giriyor ”bilinci” bencilliğine köle oluyor.
Kaldı ki kıskançlığın cinsiyeti de yoktur, iyi bir gözlem, ilgiyle, özenle beslenen her ilişki sağlıklıdır.
İnsanlar, içinde bulunduğu toplumun yarattığı ilişki kurallarına göre de kıskanmayı öğrenir.
Özellikle ebeveynlerini rol model olarak alan çocuklar ”karşı cinsle ilişkilerinde” gördükleri, işittikleri üzerinden yaşama yürüyeceklerdir.
Çok önemli bir konu;sıkça öğretiler arasında yer alması gereken yaşam iksirleri. Bugün gelinen noktada en büyük aklın bilim olduğu,bilimin de insan duygularının coşmasıyla ortaya çıktığı bellidir. Neredeyse eşsiz,mükemmel bir donanıma sahip insan,duygularını tımar ettikçe,yağmur gibi yağan büyük uygarlık, insan tecrübelerine yaslandıkça; en yoğun duyguları,en şiddetli kalp atışları bile zarafetin, nezaketin, felsefenin dimdik duruşu içinde , "seviyorum", "ölüyorum" dediği insanı, ortaya çıkan BÜYÜK DEĞERİ korumak,kollamak, üzerine titremek için kılı kırk yarar... Bu sanatsal iş,zahmetli olmaktan öte ustaların keski, çekiç, testere sesleri gibi, yok etmek için değil var etmek içindir... Etkileyici, hassas ve yaşama davet edici...

İnsan ilişkilerinin en önemli ayağı diyebilirim. Kendini bulamayan bir çok insan; ilişkilerinde maalesef bu sorunu çok ciddi bir şekilde yaşıyor. Kendi içerisinde ki fırtınaları, kuruntuları, vesveseleri, öz benliğin yetersizliğini ve bencilliğin zehrini bir türlü terbiye edemiyor.
 Kıskanmak başka bir coğrafya bizim ülkemizde.
Bir de toplumun değerleri, kültürü, gelenekleri de biçimlendiriyor kıskançlığı.
O topluma ait kültürel birikimlerin bir parçası haline geliyor.
Kıskançlık üzerine şarkılar söylenir, filmler çekilir. Sonunda öyle abuk subuk, öyle şablon hikâyeler ve ilişki biçimleri çıkar ki ortaya; sorgulamayan, anlamaya çaılşmayan toplumlara “seven kıskanır” diye pazarlanır.
Oysa yaşamı anlamak ve insanca yaşamak isteyen her insan mutlaka belli birikime sahip olmalıdır.
Birikim yollarından aklımıza ilk gelenler gözlemek, dinlemek, okumak ve yaşamaktır. Bu dört ana unsur birbirlerini tamamlayıcı etkiye sahiptirler.
Bunları deneyimleyen ve eyleme geçiren her insan bir değerdir ve yaşamın parçasıdır.
Hürriyetin ve değer verilmenin saadetini hiç bir şeye değişmeyen ''aklı ve vicadanı hür insanlar'' haset duygularla yaşamlarını kabusa çevirmezler. Daha ''ÖZGÜN VE ÖZGÜR'' birliktelikler kurarak, yaşamı ve yaşam içerisinde ki sevdiklerini ve kendilerini mutlu ederler..

10 Aralık 2018 Pazartesi

Küçüğüm daha çok küçüğüm

Duymak, işitmek yetmez; anlamak için dinlemeliyiz.
Öylesine değil; aklımızla, kalbimizle, vicdanımızla dinlemek !
Dinlemesini bilen insan; sorunların tespiti ve çözümünde daha az hata yapar. Dinleyerek daha iyi gözlemler yapar, farklı bakış açıları edinir.
Ön yargıdan uzak objektif kararlar verebilir, problemlere yeni çözüm yolları bulabilir.
İnsan kendi iç sesini dinlediği zaman, başkalarının sesine de derinlik kazandırır, empati yeteneğini geliştirir.
Başkalarının duygu ve düşüncelerine, kim olduğuna ve neler yaşadığına daha derinlemesine yaklaşır.
Kendimizi dinlediğimizde güçlü ve zayıf yanlarımızı keşif ederiz, böylece başkalarının da artı ve eksilerine yaklaşım tarzımız değişir.
Daha insanı bakış açıları kazanırız.
Dinlemek öze inmektir, bakılan ama görünmeyenlere dokunmaktır.
Karşımızda ki insanlara gönül gözüyle dokunduğumuzda biz onun en yakını oluruz.
İnsanların duygularını anlamak kendimize olan güveni artırdığı kadar başkalarının da bize güven duymasına neden olur.
İlişkilerin kırılganlığını ve insanlar açısından taşıdığı önemi anladığımız zaman daha dikkatli ve özverili oluruz.
Başkalarının duygularını örselemeden onları anlamaya çalışırız.
Kendimize ve başkalarına kulak verdiğimiz zaman evrende bizi dinler, bizimle iş birliğine girer.
Yankısı bulmuş sesin, gelip yüreğimizde bizimle buluşmasından kim mutlu olmaz ki!
Yeter ki bir kez olsun

Topraktan,
Ateşten ve demirden
Mavi eller tırpan olsun zulme
Hiç bir şey insandan daha önemli değil
Çağımızın güvensizliğine karşı durabilmemizi sağlayacak yöntemler bulmak, içimizde ki güç merkezini ortaya çıkarmak gerekiyor.
Bunun içinde; inandığımız, güven duyabileceğimiz değer ve amaçlara ulaşabilmemizi sağlayacak içsel bütünlüğün, kültürle yaşama dokunmuş bilincin, mücadele ruhuyla beslenmiş cesaretin, kendini bulmuş benliğimizin ”özgür ve özgün” olması gerekiyor.
Ne güzel demiş;
Kadın inci gibidir Isabel. Bazen senelerce, bazen de bir ömür boyu bir istiridyenin içinde saklar kendini. Fakat bir kez gün ışığı gördü mü çabucak unutur geçmişini. Geçmişte ne kadar saklanmışsa o kadar seyredilmek ister; ne kadar kapalı kalmışsa o kadar açığa çıkmak ister. İşte o an çıkıp geldiğinde artık ona kimse mani olamaz. Kendi bile...
İnsan bir şeye gerçekten gereksinim duyuyor ve istiyorsa, bunu ona sağlayan şey rastlantı değildir; kendi içindeki istek ve zorunluluk onu çekip, istediği her ne ise ona doğru götürmüştür.
Aslında, dışımızda gördüğümüz şeyler de içimizdekilerin aynısıdır.
Bu gerçeğe bu kadar aykırı bir yaşam sürmemizin nedeni, kendi dışımızda ki her şeyi gerçek sayıp, içimizde ki dünyaya söz hakkı vermememizdir.
Oysa insan bir kez işin bilincine vardı mı, çoğunluğun izlediği yolu seçmesi diye bir şey söz konusu olamaz. O zaman bunu kader, yazgı diye de kabul etmez. Yeter ki bir kez olsun içinde ki dinamiklerle yaşamını buluştursun.

Olcay Kasımoğlu
HAYIR DİYEBİLMEK İNSANCA BİR HAKTIR

Neden bazı insanlar, hayır demekte zorlanırlar?
Hayır diyebilmek neden bu kadar önemlidir?
İnsanlarla bir arada yaşamak için işbirliği ve dayanışma yapmak önemlidir. Bunun için, evet ve hayırların bir seçiciliği ve dengesi olmalıdır.
Başkalarını gücendirmeyelim derken, kendi kendimizi gücendirmeye başlarız. Doğru bildiğimiz şeylere bile sahip çıkamaz, kendi ilkelerimizden ödün vermeye başlarız. Hayatın her boyutunda, bize gerekli olan denge unsuru, burada da karşımıza çıkıyor böylece.
İnsanın, kendi özünde ki benliği özümsemesi, olaylar ve sorunlar karşısında takındığı tutum ve davranışla kendini belli eder.
Herkes aynı koşul ve imkanlarda yetişmiyor, farklı aile yapılarında büyüyor, farklı davranış kalıplarına sahip bireyler olarak yetişiyor. Olayları algılama, anlamlandırma ve olaylar karşısında takındığımız tutum ve davranışlarda, bu farklılıklar çerçevesinde şekilleniyor.
Bu farklılıkların bize kattıkları doğrultusunda; bize söyleneni, gördüğümüz ve algıladığımız kadarıyla yapabiliyoruz.
İnsan zamanla oluşur, tıpkı nehirler gibi. Çağlayan bir şelale mi, yoksa cılız bir dere mi olacak, bunu zaman gösterir? Bunu da, yetiştiği aile ortamı, yaşadıkları, içinde bulunduğu sosyal ve toplumsal kimlikler karşısındaki tutumları belirliyor.
Hayır demek, diğer anlamıyla ret etme hakkını kullanmak, öğretilmiş davranışları kırmak, inanmadığımız, onaylamadığımız düşüncelerin arkasında olmamak demektir. Kendi kararlarımıza güvenmek bağımsızlaşmanın bir gereğidir aynı zamanda.

7 Aralık 2018 Cuma

 Yenilere yer açmak
O adam sokakları ev, ağaçları çatı, gökyüzünü yorganı yapan inceliki adam.
Bilmem şimdi ne yapar, uzun uykulu bir düşte mi yoksa?
Başarı ve doğru karar iki insanı sevmez. O'nu hak etmeyenleri ve ona henüz hazır olmayanları.
Başarı, kendisinin efendisi olanların onunla olmayı hak ettiğini düşünür.
Bir karar aldığımızda önce içimize dönmeli, kendi içimize yürümeliyiz. Aynanın karşısına geçip gözlerimizin içine bakmalıyız. Vereceğimiz kararda hem aklımızın hem de yüreğimizin onayını almalıyız. Hem gece aklıyla hem gündüz aklıyla düşünmeliyiz.
Temiz havada yürüyerek kendi iç dünyamıza yürüyüşler yapmalıyız. Hayata başladığımız yeri, bizi olduğumuz yere getirdiği süreci. Bunları iyi analız etmeliyiz. Kendi korkularımızla yüzleşmeliyiz. Kişi kendi iç güçlerini davet etmeli. Korku yetersiz hazırlıktan doğar.
Napolyon’un dediği gibi ''Cesurlar hiç korkmayan değil, korkuya rağmen yapılması gerekeni yapanlardır'' Korksan da aldığın kararın arkasında olacaksın. Önce aldığın karara sen inanacaksın. Kendinin inanmadığı bir şeye başkaları asla inanmaz. Ne olursa olsun kişi kendi iç dünyasını disipline edecek. Kendini kontrol edemediği sürece başarılı olamaz.
Nedir bu iç denge? İnsanlar birçok alışkanlıklarını beraberinde taşırlar. Geçmişte kendilerine acı veren başarısızlıkları, gelenekleri, birçok şey sabotajlara neden olur. Keşkeler, acabalar bu liste uzar gider. Bu aynen şuna benzer Maymunu ormandan alabilirsin ama maymunun içinden ormanı alamazsın.
 O zaman bu iç sabotajları olumluya nasıl çevirebiliriz. Atabildiğimizi atıp, atamadıklarımızı da aklın başköşesine değil de, beynin arşiv odasına bırakmalıyız. Ancak o zaman yenilere yer açabiliriz...
Olcay kasımoğlu
İnsan kendini sabırla yontmalı.

Bir şeyler var hala içimizde diri tutmaya çalıştığımız
Alamayacakları ve dokunmayacakları bir şeyler...
 Geçmişe dair yaşanmış ne varsa geleceğe gölge etmemeli yoksa çıkmaz sokaklar çıkar hep karşına. Kendi kanatlarıyla uçmaya karar veren her insanın bir başarı projesi olmalı. Hayat nehir üzerine köprü kurmaya benzer. Akan her şeyden faydalanmakta, faydalanmamak ta bu projeyi hayatımıza nasıl konsantre ettiğimizle yakından ilgilidir.
Hayat her zaman eylemi ödüllendirir. Kartal resimlerine baktığımızda bir kanadında zeytin dalı diğerinde ok vardır ''Barışı severiz ama gerektiğinde savaşırız'' Hayatta barış içinde yaşamak için bile savaşı kazanacak kadar güçlü, inançlı olmalıyız. Yüreğimizle inanmalıyız. Başarı insana miras kalmaz. Çoğu insan buna inanmaz ama başarı herkese eşit mesafededir.
Her koşul kendi başarı öyküsünü yazar. Nefes alınan her yerde başarı çıkabilir. İnsan parası kadar zengindir ama kendisi kadar başarılıdır. Yaşadığımız talihsizlikleri, şansızlıkları, yanlışları başkalarına yükleyerek hayatta başarılı olamayız, içimizdeki bizi mutlu kılamayız. İçimizdeki biz, herkese yalan söyleyebilir ama kendine asla. Bunu yanında başarı her zaman mutluluk vermez ama mutsuzluğa yardım eder. Büyük başarı kalpten gelir, beynimizde büyür sonra hayatın içine akar. 
Hayattan değil, hayatımıza gem vuran zincirleri kırdığımız gün içimizdeki o insanı insanlaştıran, paylaştıran, çoğaltan özdeki değerli olma bilinciyle tanıştığımız gündür. Birde yaşanan hayal kırıklıklarını yorumlama şeklimiz çok önemlidir.İnsanlar başlarına kötü bir şey geldiğinde ben bunu hak etmedim derler..Bence hayat ,bu insanlarla aynı fikirde değildir.Hayat iyilerden çok güçlüleri sever.Güç doğada vardır.İyilik ve kötülük tamamen insan aklının ürünüdür.
Hayat insana vaatte bulunmaz.
İyi insan olmak araç değil amaçtır. İyi insan olmak başına kötü bir şey gelmeyeceği anlamına gelmez. İyi insan olmanın ödülü zaten iyi insan olmuş olmaktır. Başımıza gelen kötü sonuçlar için kötü insan olma şartı yok. Neden ben diye sorarken kendimize, iyiliğe güvenmek güzel ama ona dayandırmak akıllıca değildir. Başımıza gelenlerin ne olduğuyla değil, içimizde olanların ne olduğu ile ilgilidir. Önemli olan bakış açımızı ve hayatı kendimize borçlandıran inançlardan zihinlerimizi temizlemek. İnsan kendini en iyi eylemleriyle ele verir. Goethe'nin dediği gibi ''İnandığı gibi yaşamayan, yaşadığı gibi inanır''Hayatımızda ne olursa olsun ne yaşamış olursak olalım kendi ilkelerimiz, değer yargılarımız olsun.
Kafa karışıklığı tüm kötülüklerin anasıdır. İnsanı içten içe yer. Hayatla aramıza tel örgüler çeker. Bunu için zihnimizi düzenleyip, yargılarımızı periyodik olarak gözden geçirmek bize akıl yollarını açar. Ve kalbimiz, kalbimizde kirlenir onu da ışığa çıkarıp ara bir temiz hava aldırmak gerekir. Her fikre açık olalım ama kalbimize sadece seçtiklerimizi alalım. Hırslar, egolar kalbimizi katılaştırmasın, hiç bir şeyin bizim gül bahçemizi tarumar etmesine izin vermeyelim. Hep ebru tekneleri olsun. Canı cana çağıran sevgiyle buluşturan edeple yoğuran.Canlar cananı bulsun. Hiç-kimsenin gözünde acı gözyaşı olmasın.
Olcay Kasımoğlu

Fotoğraf / Martin Martin Rak Photography
Kendini Bilmek

İnsan kaynaklı sorunların temelinde insanın kendini bilmemesi yatar.
İnsanın kendini bilmesi, aynı zamanda varoluşun getirdiği insan gereksinimlerinin en temel belirleyicisidir.
İnsanın kendini bilme ve tanıma yolculuğu aynı zamanda kişinin kendi iç sesiyle mücadeleye girmesi ve kendini bağımlı kılan bir çok şeyden kurtulması demektir.
Altı’ncı yüzyılda yaşayan ve halkın kendini tanrılaştırdığı Yedi Bilge arasında yer alan Spartalı Khilon tarafından ilk kez Delfi’deki Apollon Tapınağı’na yazılmıştır bu sözler: “Kendini Bil.”
İlk bakışta ''Kendini bil'' farklı bir ifade gibi gelir insana. Oysa her insanın içinde bir çok parçanın bulunduğu ve bu parçalardan hangisini daha çok kullanılması gerektiğinin çoğu zaman farkına varmayız. . Bu nedenle kendini tanıma bir yerde bu parçaları anlama, güçlü ve zayıf yanlarının farkına varma uğraşıdır.
Kendini tanımak, öncelikle insanın iç dünyasıyla, başka bir deyişle kendisiyle iletişime geçmesidir.
“Ne olduklarını bilmeyenler, ne dediklerini de bilmezler.”
Paul Valery
İnsanoğlunun kendi dışındaki dünyayı anlamlandırabilmesi için önce kendini bilmesi gerekmektedir.
Ancak o zaman bütün varlıkların anlamı ve amacı konusunda derinlikli bir bakış açısına sahip olur.
Kendini bilmek aynı zamanda, insanlarla güçlü iletişim kurmayı sağlıyor ve olayların, dünyanın farkında olup bunları doğru değerlendirme bilgeliği katıyor. Çünkü, insan tek başına medeniyet ve kültür oluşturamaz.
Bunun yanında, kendini bilmeyen insan, herşeyi bildiğini sanır, bilmediği konularda ahkam kesilir.
Sokrates: ''Bildiğim tek bir şey var, o da hiçbir şey bilmediğimdir'' derken, aslında hayatın anlamıyla ilgili sağlam bir kavrayıştan bahseder.
Kendini bilen insanın akılla bağlantılı bir eylemi vardır. Kendine özgü bir canlı olmanın da ötesine geçerek insanca yaşama anlam katar buda haddini bilme, bilgi sahibi olma ve yürekliliktir. Bu olumlu özelliklerin varlığıyla belli bir zihinsel olgunluğa erişince insan, sahip olunan bilgileri anlamlı ve sağlıklı kullanma, yaşamı doğru ve anlamlı bir şekilde yorumlayabilme bilgeliğine de ulaşmış oluyor. Hayatın anlamına da derinlikli bir bakış açısı kazandırıyor.
Kendini bilmenin yaratacağı bilgeliği anlatan Fars dörtlüğünde ki derinliği görmemek mümkün mü ?
''- ki, bilmiyor ama biliyor bilmediğini; çocuktur, onu eğitin/yetiştirin.
- ki, bilmiyor ama bilmiyor bilmediğini; cahildir, ondan uzak durun.
- ki, biliyor ama bilmiyor bildiğini; uykudadır, onu uyandırın.
- ki, biliyor ama biliyor bildiğini; bilge kişidir, onu izleyin.''
Dünyanın en büyük temel sorununun, insanın kendini bilmemesinden kaynaklanan bilgisizlikten ve bilgiye duyulan ilgisizlikten kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Bunun yanında, 21. yüzyıl insanın en büyük sorunu ekosistemin çökmesine neden olacak, kontrolsüz teknolojinin yine kendini bilmeyen insanın elleriyle, insanin doğayla ilişkisinin bozulmasına aynı zamanda insanın insanla olan ilişkisini de olumsuz yönde etkilenmesine neden olmaktadır.
Bunun yanında, bencil, kibirli ve daha çok sahip olmak arzusu insanın kendini bilmesinin önüne geçti.
Savaşları, çatışmaları, ayrımları çıkaran insandır. Silahları, bombaları üreten, mayınları döşeyen de insan. Hükmeden, sömüren, zulmeden, haksızlık yapan da insan.
Bizler, kimliği sadece insan olanlar; okuyacağız, düşüneceğiz ve düşüncelerimizi aktarmaya çalışacağız. Kendini bilmeye, bulmaya, yetiştirmeye çalışacağız. İnsanlık olarak amacımız; aydın, çağdaş, düşünen, sorgulayan, aklını kullanan, sevgi dolu, alçak gönüllü, çalışkan, erdemli birer birey olmaktır.
Yunus Emre'nin dizelerinde hayat bulan ''Kendini Bilmek'' deki hikmetin güzelliğine hayran olmamak mümkün mü?
''İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır''
''İnsan niçin okur? Hem kendi, hem de başkalarının “hakkı”nı bilmek için. Yani “kul hakkını ve sınırlarını” bilmek için. Bu, Tanrı’nın da insanlardan isteğidir. Gönül dünyasında da, toplum yaşayışında da düzen ve huzur böyle sağlanacaktır. İnsan okuyor ama “hak-hukuk” bilmiyorsa, kul hakkı yiyorsa her şey boştur. Kuru, işlevsiz bilgi yüklemesidir yapılanlar.''
Kendini bilmeyen, hatta aramayan kişi, yaşamını da boşa geçirmiş, eserini verememiş ve kendini gerçekleştirememiştir. İnsanın hayattaki en büyük başarısı kendini bilmesidir.

Olcay Kasımoğlu

6 Aralık 2018 Perşembe

Seçeneklerdir çoğaltan hayatı.
''Bazı insanlar yaşamları boyunca hiçbir şeye tam olarak sahip çıkamazlar. Hiç bir şeyi çelişkiye düşmeden kucaklayamazlar.
Hep yaşamın kıyısında düşecek gibi hayata eğreti tutunurlar. Uzaklaştıklarında bütün hayatın ellerinde son bulacağı duygusuna öylesine sarılmışlardır ki sanki bu duygudan uzaklaşınca bütün hayat onlardan uzaklaşıp yok olacak''

Önceki yazımız da şiddetin ikizi çocuklar derken, şiddetin boyutlarından bahsetmiştik.
Maalesef şiddetin boyutları azımsanmayacak kadar ciddi boyutlardadır ve ilginç olan şiddetin belli bir boyutu yok aksine görünen perdelerin arkası çok can yakıyor.

• Öyle ki okumuş cahillerimizin yaptığı şiddet, insanı ürkütüyor bunlar sadece öğretim çocukları olmuşlardır, davranışlarında eğitimi göremezsiniz. Diplomalı cahiller, okumamışlardan daha zordur, asarlar, keserler… Bildikleri en iyi yol ben bilirimdir.
Egoları tavandır. Bu insanlar, evliliklerinde isteklerini yaptırmaya çalışırlar, engelle karşılaştıklarında en basit ve kolay yola(dayağa) başvururlar.

• Bir evliliğin en önemli ve can alıcı noktası, eşin nasıl bir kişilik yapısına sahip olduğunun bilinmesidir.

• Bunu bilmek inanın birçok kapıyı nasıl açacağımız konusunda bize yol gösterici olacaktır. Kişilik yapısını bildiğinde o yapıya ters bir davranışın geri dönüşümünü tahmin etmek her akıllı insanın bileceği bir şeydir. Bu da en başından birçok olumsuz olayları yaşamadan sonucunu tahmin etme bakışı kazandırır.

• Bir de kadınların en çok yaptıkları ve hevesli oldukları bir şey var: ben bu adamı değiştiririm. Bu beraberinde hayal kırıklıkları getirir. Biz bir yetişkinle evleniyoruz, çocukla değil.
Kendi kişilik yapısına saygı bekleyen bir insan dış müdahaleyi kabul eder mi? Oysa ortak paydada buluşmak, paylaşmak olduktan sonra beraber büyümenin, hayata akmanın kime ne zararı olabilir ki ? Buda hayat bilinciyle birlikte sevgi bilincine ulaşmış olgun bir insanla mümkün olabilir. Yoksa istediğin gibi bir birey yaratmak evlilikte sadece kişilik çatışmalarına yol açar.
O zaman seçimlerimizi yaparken o kişideki beğeniler üzerine yapalım kendi mumyamızı yaratmak için değil.

• Tabi erkeklerde nasıl olsa değişmez, etliye sütlüye karışmaz tamda aileme göre, anneme de benziyor. Tamda burada başlar erkeğin kafasındaki kadın modeli. Oysa aynı çatı altında almadılar toplamlarını. O bir birey, insan, sonra eş, anne.. Kurmayın birileri üzerine seçimlerinizi. Tamamen kendi öz iradenizle, beyninizle, yüreğinizle seçimlerinizi yapın.
Bırakın birileri üzülecekse üzülsün, hiç değilse başından üzülürler emin olun kötü sonlardan daha kötü değildir. İnsanlar değişimle gelişir. Kişinin tamamen kendi dünya görüşüyle alakalıdır. Herkes kendi penceresinin rengini kendi yaratır.

Bir yerde görmediklerine kapalı olmak onları geliştirmeyen bir korumacılık duvarı örer oysaki en küçük bir dalgada en çabuk savrulanlarda bu kıyılarda tutunmaya çalışanlar ve kıyıyı terk etmeyenlerdir
Buradan itibaren muhtelif şekillerde anne babalarında evliliğe yaptıkları çeşitli etkiler vardır.
Kadın evlilikte umduklarını bulmadığında baba kapısı çalınır. Ailesi adetlere göre hayır der; yeni ailesi bunaltır; kocası anlamaz; derken bir de çocuk gelir. Hamilelik sıkıntıları doğum ve loğusalık psikozları eşliğinde daha da berbatlaşır. Hele bazı yerlerdeki inanışlardaki gibi bu zor anlarda kız tarafı değil de erkek tarafı aktifse genç anneyi, erkek, aile töreleri adetleri icabı karşı gelemez, karısını koruyamaz ya da kendi kişiliği de eşini itaate zorlar. 

Ev içi şiddet uzar gider... Birde karısını seven onu haklı bulan ama ailesine ses çıkaramayan erkekler vardır. Arada kalan erkek ne yapacağını şaşırır. Mutsuzdur hiç bir tarafı kırmak istemez. Anne-baba ''karı köylü'', karısından pısırık damgası yer. Ne kadar kötü bir psikolojidir, insanlar içinde insansız kalmak…
Birde aşırı seven veren koruyan anne ve babalar vardır. Eğer dozu aşılırsa buda başka türlü sıkıntılara neden olur. Bu bağlar tıpkı bir insanı sararak öldüren sarmaşıklar gibidir; kimse kendisi olamaz, gelişemez, Bu aşırı korumacılık bağı, sevdiğimiz insanı da bizi de kısıtlayan, gelişmekten-mutlu olmaktan alıkoyan, bizi aşağıda tutan bir "hal" içine sokar.

Kim olursak olalım ne olursak olalım bir yerlerde bize umut kapısı varsa onu fark edelim.
O farkındalık ışığını asla yok etmeyelim. Uğruna savaş verdiğimiz yeni bir yaşamın kapılarını açan o ışıkları içeriye alalım. Asla bir yerler de size umut ile parıldayan insanların size sunduğu farkındalık ışığını yok etmeyin, aksine onu fark edin. 

Göreceksiniz; uğruna savaş verdiğiniz bu farklı yaşam biçimi; sizi yeni bir sabahın ardında, yeni insanlar ve yeni olay biçimi ile karşılayacaktır. Geç kaldığınız, zamanın içinde ki yaşamı fark edin… Hayat bize verilen en büyük armağandır. O armağana sıkıca sarılalım. 

Yanlış bir seçimin bedeli bir ömre esir düşmemeli, yaşam cesur ve mücadelecileri sever.
Değişikliklerden korkan, cesaretsiz kişiler her zaman insanı duyguları kendi içlerinde ve işlerine geldiği gibi özensiz yaşayacaklardır.

Olcay Kasımoğlu
ARAYIŞ…
Uzun bir yazı ama sorgulayan ve ne aradığını bilmek isteyen insanların mutlaka okuması gereken bir yazı. Paylaşarak daha sakin bir zamanınızda ama mutlaka okumanızı tavsiye ederim.
...
''Hayat bir arayıştır, sürekli bir arayış, ümitsiz bir arayış; arayanın ne aradığını bilmediği bir arayış. Aramak için çok derin bir içgüdü var, ama insan ne aradığını bilmiyor. Ve öyle bir zihin durumu var ki, eline geçen şey ne olursa olsun, seni tatmin etmiyor. Hayal kırıklığı insanın kaderiymiş gibi görünüyor; çünkü ulaştığın şey, ona ulaştığın anda anlamsızlaşıyor. Yeniden aramaya başlıyorsun....
Bir şey elde etsen de etmesen de, arayış devam ediyor. Neyin var neyin yok, hiç önemli değil, çünkü arayış her durumda sürüyor. Fakirler arayışta, zenginler arayışta, hastalar arayışta, iyiler arayışta, güçlüler arayışta, güçsüzler arayışta, aptallar arayışta, bilgeler arayışta ve kimse tam olarak ne aradığını bilmiyor.
Bu arayışın ne olduğu ve neden orda olduğu anlaşılmalı. Öyle görünüyor ki, insanın varlığında, insanın zihninde bir boşluk var. İnsan bilincinin yapısında bir delik, bir kara delik var sanki. İçine sürekli bir şeyler atıyorsun ve hepsi kayboluyor. Sanki hiçbir şey onu dolduramıyor, hiçbir şey doyumu yaklaştırmıyor. Çok ateşli bir arayış bu. Bu dünyada arıyorsun, öbür dünyada arıyorsun. Bazen parada arıyorsun, bazen güçte, prestijde, bazen Tanrı’da, coşkuda, sevgide, meditasyonda, duada; ama arayış devam ediyor. İnsan adeta aramaktan hasta olmuş durumda.
Ama arayış şimdi ve burada olmana izin vermiyor, çünkü arayış seni sürekli başka bir yere yönlendiriyor. Arayış bir yansıma, arayış bir arzu; ihtiyaç duyduğun şeyin başka bir yerde olduğu fikri, onun var olduğu ama başka bir yerde olduğu, şimdi burada olmadığı fikri. Kesinlikle var, ama şimdi değil, burada değil. Orada, başka bir zamanda; asla şimdi, burada değil. Seni didiklemeye devam ediyor, itip kakmaya devam ediyor. Seni daha da delirtiyor, çılgına çeviriyor. Ve asla tatmin olmuyor.
Sanıyorsun ki anahtar parada, prestijde, saygınlıkta. Ama sonra saygın, güçlü insanlara bakıyorsun, onlar da arıyor. Çok zengin insanlar görüyorsun, hayatlarının sonuna kadar aramaya devam ediyorlar. O zaman zenginlik de işe yaramıyor, güç de. Arayış, elinde ne olursa olsun, devam ediyor.
Arayış başka bir şey için olmalı. Bu isimler, bu etiketler, para, güç, prestij sadece zihnini tatmin etmek için. Sadece bir şey aradığını hissetmen için ordalar. Ama o şey hâlâ tarif edilemiyor; tuhaf bir duygu.
Gerçek arayan için? Biraz uyanmış ve farkında olan için ilk gerekli şey, arayışı tanımlamak, ne olduğunun keskin bir tanımını yapmak, hayal dünyasından çıkarmak, derin bir uyanıklıkta onunla karşılaşmak, içine bakmak, onunla yüzleşmektir. Hemen bir dönüşüm başlayacak. Arayışını tanımlamaya başlarsan, arayışa olan ilgini kaybetmeye başlayacaksın. Ne kadar tanımlarsan, o kadar azalacak. Ne olduğunu net olarak bildiğin anda, birden yok olacak. O sadece sen dikkatli olmadığında var.
Tekrarlanmasına izin ver: Arayış, sadece uykuda olduğun zaman var. Arayış, sadece uyanık olmadığında var; arayış sadece farkında olmaman halinde var. Arayışa farkında olmamak yol açıyor.
Duyularımızın hepsi dışa dönük. Gözler dışa açılıyor, eller, bacaklar dışa doğru hareket ediyor, kulaklar dışarıdaki sesleri dinliyor. Sahip olduğun her şey dışa doğru açılıyor; beş duyu dışa dönük. Aramaya oradan başlıyorsun; gördüğün, hissettiğin, dokunduğun şeylerden. Duyuların ışığı dışa çevrili ve arayan ise içerde.
Bu ikiliğin anlaşılması gerekiyor. Arayan içerde ama ışık dışarıda olduğundan, arayan hırslı bir şekilde dışarıda tatmin edecek bir şey bulmak amacıyla harekete geçiyor. Hiçbir zaman bulunmayacak. Hiçbir zaman bulunmadı. Şeylerin doğası gereği bulunması mümkün değil çünkü eğer arayanı aramıyorsan, bütün arayışın anlamsız. Eğer kim olduğunu anlamazsan, arayışın boşuna; çünkü arayanı tanımıyorsun. Arayanı tanımıyorsan, doğru boyutta, doğru yönde aramayı nasıl başarabilirsin? Mümkün değil. Her şeyden önce, ilk adımlar atılmalı.
Bu iki şey çok önemli: Birincisi, amacının ne olduğunu çok net olarak kendine ifade et. Karanlıkta oraya buraya çarparak dolaşmaya devam etme. Amacına odakla dikkatini: Ne arıyorsun? Çünkü bazen bir şeyi isterken başka bir şey ararsın, bu durumda bulmayı başarsan bile tatmin olmazsın. Başarmış insanları hiç gördün mü? Daha büyük bir yenilgiye hiç rastlamış mıydın? ‘Başarı başarıyı getirir’ diye bir söz vardır. Kesinlikle yanlış. Başarı kadar büyük bir başarısızlık yoktur. O cümleyi aptal insanlar uydurmuş olmalı. Tekrarlıyorum: Başarı kadar büyük bir başarısızlık yoktur.
Söylendiğine göre Büyük İskender dünyanın hâkimi olduğu gün, odasının kapılarını kapamış ve ağlamaya başlamış. Bu gerçekten oldu mu bilmem ama eğer biraz bile akıllı idiyse, olmuş olmalı. Komutanları bundan çok rahatsız olmuşlar:
Ne olmuştu? İskender’in ağladığını daha önce hiç kimse görmemişti. O türden bir adam değildi; büyük bir savaşçıydı. Onu büyük sıkıntıların içinde görmüşlerdi; hayatının tehlikede olduğu durumlarda, ölümün kapıda olduğu anlarda ve gözünden tek damla yaş geldiği görülmemişti. Umutsuz bir anında hiç görülmemişti. Şimdi ne olmaktaydı peki, başardığı anda, tam dünyanın hâkimi olmuşken?
Kapısını çaldılar, içeri girip sordular: “Niye böylesiniz? Niye çocuk gibi ağlıyorsunuz?”
Cevap verdi: “Başardığım anda, şu anda, bunun yenilgi olduğunu biliyorum. Şimdi görü- yorum ki, dünyayı ele geçirme saçmalığına giriştiğim anda nerdeysem, şimdi de tam olarak oradayım. Ve bunu şimdi anladım, çünkü ele geçirecek başka yer kalmadı. Yoksa yoluma devam ederdim, daha öteleri de fethetmeye çıkardım. Şimdi ele geçirecek yer kalmadı, yapacak bir şey yok ve bir anda kendi üzerime düştüm.”
Başaran adam, sonunda kendiyle tek başına kalır ve sonra cehennem azabı çeker çünkü bütün hayatını boşa harcamıştır. Aramış, aramış, elindeki her şeyi ortaya dökmüştür.
Şimdi başarılıdır ama kalbi boştur, ruhu anlamsızdır, huzur yoktur, mutluluk gelmemiştir.
İşte, ilk bilinecek şey bu; tam olarak ne aradığın. Bu konuda ısrarlıyım; çünkü arayışının hedefine gözlerini ne kadar odaklarsan, hedef de o kadar gözden kaybolur. Gözlerin tam olarak sabitlendiğinde, aniden, aranacak hiçbir şey yoktur; o anda gözlerin kendine doğru yönelmeye başlar. Arayışın hiçbir hedefi olmadığında, bütün hedefler kaybolduğunda, boşluk vardır. Dönüşüm, içe dönüş, o boşluğun içindedir. Birden kendine bakmaya başlarsın. Şimdi arayacak hiçbir şey yoktur. Ve bu arayanın kim olduğunu bilmek için de yepyeni bir arzu yükselmektedir.
Arayacak bir şey olduğunda, bu dünyanın adamısın. Arayacak bir şey olmadığında, senin için “Bu arayan kim?” sorusu önemli olduğunda, işte o zaman dindar bir adamsın. Ben dünya adamıyla din adamını böyle tanımlıyorum. Eğer hâlâ bir şey arıyorsan? Belki öbür hayatında, öbür kıyıda, cennette, hiç fark etmez? Hâlâ dünya adamısın. Eğer tüm arayışın bittiyse ve birden bilinecek tek bir şey olduğunu anladıysan? “Benim içimdeki arayan kim? Bu aramak isteyen enerji ne? Kimim ben?” ? Orada dönüşüm vardır. Bütün değerler birden değişir. İçe doğru hareket etmeye başlarsın.
İçe doğru girmeye başlayınca... Önce çok karanlıktır; Rabia haklı, çok çok karanlık. Çünkü hayatlar boyu içeriye hiç girmedin, gözlerin hep dışa odaklanmıştı. Hiç fark ettin mi? Bazen sokaktan içeri girdiğinde, dışarıda da hava çok güneşliyse, evin içi çok karanlık görünür; çünkü gözler dışarıdaki ışığa göre odaklanmıştı. Işık çok olduğunda gözbebekleri küçülür. Karanlıkta gözbebekleri açılır; karanlıkta daha geniş bir merceğe ihtiyaç vardır. Işıktayken daha küçük bir mercek de iş görür. Kamera böyle çalışır, gözler de; kamera, insan gözü model alınarak icat edilmiştir.
Dışarıdan içeriye ilk girdiğinde, ev karanlık görünür. Biraz oturup beklersen, karanlık yavaş yavaş kaybolur. Daha fazla ışık var şimdi, gözler uyum sağladı. Hayatlar boyu parlak güneşte, dışarıda, dünyada dolaştın. O yüzden de içeri girmeyi ve gözlerini alıştırmayı unuttun. Meditasyon da sadece bu işte; görme yeteneğinin, gözlerin uyumlu hale gelmesi.
Hindistan’da buna üçüncü göz denir. Bu bir yerlerde duran gerçek bir göz değil, sadece bir uyum sağlama, görüşün tam olarak yeniden ayarlanması. Yavaş yavaş karanlık kaybolur. Hafif bir ışık seçilmeye başlar. İçeri bakmaya devam edersen? Bu biraz zaman alır giderek, yavaş yavaş çok güzel bir ışık hissetmeye başlarsın. Güneş gibi saldırgan bir ışık değildir bu, ay ışığına daha çok benzer. Parlamaz, göz kamaştırmaz, serindir. Kızgın değildir, şefkatlidir, teskin edicidir.
Yavaş yavaş, içerdeki ışığa alışınca, görürsün ki ışığın kaynağı sensin. Aranan, arayandır. O zaman hazinenin kendi içinde olduğunu görürsün; tek sorun onu dışarıda aramandı. Onu dışarıda arıyordun ve her zaman senin içindeydi. Her zaman burada, senin içinde oldu. Sadece yanlış tarafta arıyordun, o kadar…''
OSHO
Aşınmak gerek öğrenmek için...
''ah... doğmanın dizginlenemez ânı 
hep çocuk kalmanın imkânsızlığı 
sürekli ertelediğimiz varoluş tatmini 
yetişkin olmanın incinen duyarlığı 
efendi ya da köle olmaya namzet manasız arzu 
ah... 
mekânın kuşatmasını esas alan yenilgi...

Rüzgar saçlarını karıştırdı.Başını evet anlamında salladığını gördüm.
“Senin için bin tane olsa yakalarım” dediğimi duydum.Sonra döndüm koşmaya başladım.Yalnızca bir gülümsemeydi hepsi bu.Her şeyi düzeltmiş değildi.Belli belirsiz bir tebessüm.Minicik bir şey.Ormandaki bir yaprak;ansızın havalanan bir kuşun kıpırdattığı bir yaprak.
Ama kollarımı ardına kadar açıp onu kucaklayacağım.Bağrıma basacağım.Çünkü bahar gelince,karların tek tek,tane tane eridiğini biliyorum;belki de ilk kar tanesinin eriyişine tanık oldum.
Koştum.Peşinde avaz çığlık bir çocuk sürüsü,deliler gibi koşan,yetişkin bir erkek.Ama umurumda bile değil.Yüzümü kamçılayan rüzgara karşı,dudaklarımda Pençer Vadisi kadar geniş bir tebessüm,koştum.''
Uçurtma Avcısı - Khaled Hosseını

Kitaplarım, yine baş ucumda yerini almıştı. Daha seçici ve titiz seçimler yapıyordum, kendimi beslemeliydim. Beni yolumdan şaşıracak, enerjimi zehirleyecek, umudumu ve direncimi kıracak hiçbir şeyin ruhuma, bedenime sızmasına izin vermeyecektim.
Sevgiyle yaşamak ve sevgi için yaşamak dururken, bir insan, ömrünün sonuna ya da zaman onu azat edinceye kadar kendi koyduğu korkularla, endişelerle neden mutsuz yaşasın ki !
Kendi varlığımın sınırlarını fark edip, kendi egomu söndürerek, diğer varlıklarla, doğanın sesine, ritmine, müziğine, yüreğimin sesiyle katılmak istiyordum.
Görmeden bakan, duymadan dinleyen, hissetmeden dokunan, düşünmeden konuşan insanlardan uzaklaşarak;
Tabiatın en küçük kımıldanışlarını sezerek, hayatın sarsılmaz bir mantık ile akıp gidişini seyrederek, herkesten daha çok ,daha kuvvetli yaşadığımı, bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurduğumu bilerek yaşamak istiyordum...
(Simurg Olmak Zamanı

4 Aralık 2018 Salı

Gel öpeyim avuç içinden...
Kendimi çaresiz hissettiğim anlarda aşkı düşünürüm. Çünkü bizi kurtaran, her şeyi değiştiren, olanaksızı olanaklı, çirkini güzel, kabul edilir olmayanı kabul edilir yapan aşktır...

.Hala maddiyata inanmıyorum,parayı sevmiyorum. Bazen hala kuşlar konabiliyor kalbime, onları ürkütmüyorum. Neyse sevgi demiştik.

"Zekasız sevgi olamaz köleliği yaratır; sevgisiz zeka olamaz diktatörlüğü yaratır. "
Krishnamurti
Sahi, sevgi neydi?..
Her şeyi kendi içinde görmek ve kendini her şeyde görmenin adıymış sevgi… Sonsuzlukmuş, bencil olmamakmış…
Kayıtsız, şartsız ona güvenmekmiş bir de… Nedensizce ve delicesine özlemekmiş, onun yokluğunda… İliklerine kadar duymak, tırnaklarına kadar hissetmekmiş sevgi…
Hayatın anlamı diyorlar ona; yalnız insanların değil, tüm canlıların yaşama sebebiymiş… Öyle bir etkisi varmış ki sevginin, “sen ordan bir ‘canım’ dersin, benim kalbim kaburgalarımın altına sığmaz burada” sözünü hissettirebiliyormuş…
Kalp mi insana “sev” diyen, yoksa yalnızlık mı körükleyen?.. Sahi nedir sevmek, bir muma ateş olmak mı, yoksa yanan ateşe dokunmak mı?..
Şems-i Tebrizi, “Sevmeyene karınca yük, sevene filler karınca / Dağı bile taşır insan aşık olunca, inanınca” diyor… Küçük İskender’e göre ise, birini gerçekten sevdin mi; yaşı, ne kadar uzakta olduğu, boyu, kilosu sadece lanet birer sayıymış… Özdemir Erdoğan şarkısında, “Sevgi anlaşmak değildir, nedensiz de sevilir / Bazen küçük bir an için ömür bile verilir” diye anlatıyor sevgiyi…
Halil Cibran, “Sevgi bir şey istemez, tamamlanmaktan başka” diyor… Mevlana, “Sevgi karanlık bir tünelde yakılan mum ışığı gibidir; size yolunuzu gösterir ama uzakta ne olduğunu söylemez” diyor.
Fuzuli’ye sormuşlar, “Sevmek mi daha güzeldir, sevilmek mi?” diye; “Sevmek” demiş.. “Çünkü, sevildiğinden hiçbir zaman emin olamazsın”… Nazım Hikmet, “Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim. Aklıma gelişini seveyim. Ne güzel de darma duman ediyorsun beni” diyor dizelerinde…
Dostoyevski der ki: “Sevmek, güzel birinde aşkı aramak değil; o kişide bilmediğin bir zamanın beklenmedik bir anında kendini bulmaktır.” Can Yücel, “Tabaklarda kalan son kırıntılar gibiydi sana olan sevgim. Sen beni hep bıraktın, bense hep arkandan ağladım” diyor…
Ağlamak için zamanınızın, ağlayacak kimsenizin olmadığı hayatlarda ise sevmek bu denli arsızca, bu denli çok, bu kadar coşkulu yaşanmıyor. Hayata dişlilerin dokunduğu yerden başlarken, çok şey istemedim ben… Aynı büyüklerden bir şey istememek gerektiğini öğreten çocukluğum gibi, hayat da kendisinden çok şey istemememi fısıldadı kulağıma. Öyle kızarak, emir verir gibi değil. Görmüş geçirmiş biri gibi kolunu omzuma atıp söyledi. Yani kızmadım, korkmadım, üzülmedim. Samimi bir haldi hayatla aramdaki muhabbet.
Azın/çoğun ne olduğunu öğrendim zamanla. Neye nasıl bakarsan, azlığı-çokluğu bakışının belirlediğini gördüm. Çok sevginin, sözler, hediyeler, maskeler, yapmacık tavırlar olmadığını; utanan bir çift göz olduğunu gösterdi.  Yanında olmanın değil, yolunu gözlemenin ayrı bir sevgi olduğunu anladım. Çok sevgi istemedim. Çünkü sevginin azı – çoğu olmadığını beni her zaman aynı şekilde seven annem gösterdi. 
İnsanlardan dürüstlük istedim. Çok değil, biraz. Meğer dürüstlüğün azı daha betermiş; bunun beni taşımayacak bir dala tutunmak olduğunu da defalarca düşerek öğrendim.
Az söz ile çok şey anlatmaya çalıştım. Çok söz ile az şey anlatmaya çalıştım. Gördüm ki söylenen sözün azı çoğu fark etmiyor. Söylemek istediğimi gözlerimden okuyanları gördüm. Hatta söylemeyi akıl edemediklerimi bile okuyanları. Çok şey anlatmak isteyip de tek kelime anlatamadıklarım da oldu, hem de çok.
Şimdi ise şairin dediği gibi, çocuk değilim artık; büyüdüm. Biraz yorgun, biraz kırgınım yine de… Giden yolunu, kalan yerini bilsin sadece…
Sevgisiz olmaz elbet… Ne kadarına yetiyorsa yüreğin, o kadar sevmelisin. Onurlu olmalı gelişler. Asil ve olgun… Omuzların dik, alnın açık tüm kalbinle gelmelisin. Ne kadarına yetiyorsa yüreğin, yettiği kadar sevmelisin. Aklını başından alacak kadar değil, aklı başında olacak kadar sevmelisin.
Senden çok onun ihtiyacı olan bir şeyi ona vermişsen, bu bir hediyedir. Ondan çok senin ihtiyacın olan bir şeyi ona vermişsen, işte bu sevgidir.
Tıpkı Cengiz Aytmatov’un ünlü eseri Selvi Boylum Al Yazmalım’ın unutulmaz repliğindeki gibi, sevgi ne demekti?.. Sevgi iyilikti, şefkatti, dostluktu…
Sevgi emekti...''

28 Kasım 2018 Çarşamba

ARINDIRMAK KENDİMİZİ

Kaç yanım yaralı
Kaç yanım dilsiz bilemem
Düşüncelerim kendi sürgünlüğünde ürkek
İçimde sıvışık bir yürek çarpıntısı
Kor mu yuttuğum bir yudum su mu
Yoksa bıçak mı saplanan kalbime
İçimde yırtılmış titrek bir ruh
Korunaksız kabuğu incecik bir ten
Küllenip sönüyor sessiz çığlıklarla
Güneşten kopma barışçıl bir umutla
Bölüşerek suskunluğu kızıl erguvanlarla
Tutunuyorum yaşamın eteklerine

İnsanı ve yaşamı anlamlı kılmak önce kendimizi arındırmakla başlar
İnsan doğduğu yeri seçme hakkına sahip değil, kaldı ki dünyaya gelirken ne cinsiyetini ne adını ne dilini, nede dinini seçme hakkına sahip değil.
Yaşamla birlikte her şey kendine bir yol bulurken, insan öğretileri çoğu zaman düşüncenin önüne bir ağ örer. Kimi kendide bulamadığını ulaşılmaz ilan eder yada tam tersi sahip olduğu şeyler üzerinden mutlak hakimiyet ilan eder.
Dünyanın uydusu ve efendisi gibi davranır, her şey ötekidir ve yaşam hakkı onun belirlediği sınırlar ve çerçeve içerisindedir.
Hal böyleyken unutulur başka yerler, diyarlar, nefesler.
Oysa; hepimiz hem öğretmen, hem de öğrenci değil miyiz bu hayatta !
Bazen başkalarının hatalarından, bazen de deneyimlerinden çok değerli hediyeler bulabiliriz. O diğer denilenler, bizim kendimizi tanıma ve gelişme yolumuzda önemli birer yol gösterici olabilir.
Evren bize diğer insanlar vasıtasıyla ayna tutuyor. Eğer bu sürece farkındalıkla katılırsak, gerek kendimize gerek evrene önemli bir katkı sağlayabiliriz.
Yaşadığımız süreç içinde dünya üstünde anlamlı bir değişiklik yapmak istiyorsak, ışığımızın herkes tarafından görülebilmesi için, etrafımıza ördüğümüz o kocaman duvarları yıkalım. Tüm kalbimizle yaşamı olumlamayı öğrenirsek, başkalarının buna sabırsızlıkla cevap verdiğini deneyimleyeceğiz.
Yaşamın ”en olumlu ve doğal amacı” kaynaktan almayı ve yaşamın süreçlerine neşeyle katılarak kaynağa vermeyi öğrenmektir.
Buda başka yaşamları anlamamıza, ön yargıları törpülememize, sağlıksız öğretilere karşı duruş ve tavır almamıza yardım eder. Daha sevgi dolu, anlayışlı, ne istediğini bilen hoşgörülü bireyler yetişir.
Sevgi ve anlayış dolu yüreklerin, her yere yansıdığı bir dünya, kime huzur vermez ki !

artık kimseler yüreğinden ağlamıyor göze
sevginin bakışları mıhlandı çorak yüreklere
yalnızlık giyindi üşüten hoyrat rüzgarları
gülüşler gamzesiz
can bitkin
yürek tutsak
dil umutsuz
ısıtmıyor içimizi
köreldik yüreğimizin sesine
oyuncular arsız
seyirci umarsız
sevincin çığlıkları kısık
kuşatıldı içtenliğin kaleleri
artık buyur etmiyor evren sinesine
şefkat uyuşuk
kindarlık sinsi ateş
sanat
bilim
soysuzun tezgahında tutsak
gülüşlerin içine puştluk düşmüş
pervasızlar hakka zalim
bekleyiş çaresiz
o yanardağ misali yürekler ürkek
suskunluk kanıksanmış
cehalet azgın
kalabalıklar içinde sevdalar dalsız
uykular düşsüz kara kuru
sabahları solgun
akşamı yılgın yorgun
hain bir çağdır yaşadığımız
umutsuzum demeye dilim varmıyor
can lime lime dökülüyor
döküldükçe içimdeki ses bağırıyor
ne olursa olsun
yine umut
yine sevgi

Adalet herkes içindir.

"okuyanlar, okuduklarını bize söyleyenler
kitap sayfalarını haşur huşur çevirenler
kırmızı ve siyah mürekkebin ve resimlerin sırrını çözenler
işte onlardır bize önderlik eden
rehberlik eden, yol gösterenler"
Devlet, vatandaşına; yasaların yürürlüğü ve koruyuculuğu hakkında olsun, çıkan kanun,yasa ve tüzükler hakkında olsun, vatandaşını basın yoluyla bilgilendirmek zorundadır.
Bunun içinde; düşünce ve ifade özgürlüğünü, basın özgürlüğünü, halkın haber alma hakkını, bilgi edinme hakkını, söz, eylem ve örgütlenme özgürlüğünü, sendikal hak ve özgürlüklerini güvence altına alarak vatandaşına, sorma ve sorgulama hakkını verir.
Ahmet Selçuk İlhan, şiirinde soruyor, yok mu koşulsuz bir yürek ?
''Yorgun çürümüş yalanlardan
Suya yazılmış yazılardan
Üzerindeki yıllanmış tozlardan
Ve gündelik yaz- bozlardan
Üç günlük aşklar
Keyifli mekanlar
Yemek tarifleri
Gece kulüpleri
Ziyafetler
Kıyafetler
Rezaletler
Ve en acısı
Faili meçhul cinayetler
Katil kim
Suçlu kim
Günahkar kim
Yok mu bu izi sürecek bir yürek''
Demokrasi ile yönetilen ülkeler vatandaşına bu sosyal adalet anlayışını sunar.
Haber alma ve yorumlama hakkına saygı duyar bu bilinçle hareket eder...
Olcay Kasımoğlu