Translate

4 Aralık 2018 Salı

Gel öpeyim avuç içinden...
Kendimi çaresiz hissettiğim anlarda aşkı düşünürüm. Çünkü bizi kurtaran, her şeyi değiştiren, olanaksızı olanaklı, çirkini güzel, kabul edilir olmayanı kabul edilir yapan aşktır...

.Hala maddiyata inanmıyorum,parayı sevmiyorum. Bazen hala kuşlar konabiliyor kalbime, onları ürkütmüyorum. Neyse sevgi demiştik.

"Zekasız sevgi olamaz köleliği yaratır; sevgisiz zeka olamaz diktatörlüğü yaratır. "
Krishnamurti
Sahi, sevgi neydi?..
Her şeyi kendi içinde görmek ve kendini her şeyde görmenin adıymış sevgi… Sonsuzlukmuş, bencil olmamakmış…
Kayıtsız, şartsız ona güvenmekmiş bir de… Nedensizce ve delicesine özlemekmiş, onun yokluğunda… İliklerine kadar duymak, tırnaklarına kadar hissetmekmiş sevgi…
Hayatın anlamı diyorlar ona; yalnız insanların değil, tüm canlıların yaşama sebebiymiş… Öyle bir etkisi varmış ki sevginin, “sen ordan bir ‘canım’ dersin, benim kalbim kaburgalarımın altına sığmaz burada” sözünü hissettirebiliyormuş…
Kalp mi insana “sev” diyen, yoksa yalnızlık mı körükleyen?.. Sahi nedir sevmek, bir muma ateş olmak mı, yoksa yanan ateşe dokunmak mı?..
Şems-i Tebrizi, “Sevmeyene karınca yük, sevene filler karınca / Dağı bile taşır insan aşık olunca, inanınca” diyor… Küçük İskender’e göre ise, birini gerçekten sevdin mi; yaşı, ne kadar uzakta olduğu, boyu, kilosu sadece lanet birer sayıymış… Özdemir Erdoğan şarkısında, “Sevgi anlaşmak değildir, nedensiz de sevilir / Bazen küçük bir an için ömür bile verilir” diye anlatıyor sevgiyi…
Halil Cibran, “Sevgi bir şey istemez, tamamlanmaktan başka” diyor… Mevlana, “Sevgi karanlık bir tünelde yakılan mum ışığı gibidir; size yolunuzu gösterir ama uzakta ne olduğunu söylemez” diyor.
Fuzuli’ye sormuşlar, “Sevmek mi daha güzeldir, sevilmek mi?” diye; “Sevmek” demiş.. “Çünkü, sevildiğinden hiçbir zaman emin olamazsın”… Nazım Hikmet, “Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim. Aklıma gelişini seveyim. Ne güzel de darma duman ediyorsun beni” diyor dizelerinde…
Dostoyevski der ki: “Sevmek, güzel birinde aşkı aramak değil; o kişide bilmediğin bir zamanın beklenmedik bir anında kendini bulmaktır.” Can Yücel, “Tabaklarda kalan son kırıntılar gibiydi sana olan sevgim. Sen beni hep bıraktın, bense hep arkandan ağladım” diyor…
Ağlamak için zamanınızın, ağlayacak kimsenizin olmadığı hayatlarda ise sevmek bu denli arsızca, bu denli çok, bu kadar coşkulu yaşanmıyor. Hayata dişlilerin dokunduğu yerden başlarken, çok şey istemedim ben… Aynı büyüklerden bir şey istememek gerektiğini öğreten çocukluğum gibi, hayat da kendisinden çok şey istemememi fısıldadı kulağıma. Öyle kızarak, emir verir gibi değil. Görmüş geçirmiş biri gibi kolunu omzuma atıp söyledi. Yani kızmadım, korkmadım, üzülmedim. Samimi bir haldi hayatla aramdaki muhabbet.
Azın/çoğun ne olduğunu öğrendim zamanla. Neye nasıl bakarsan, azlığı-çokluğu bakışının belirlediğini gördüm. Çok sevginin, sözler, hediyeler, maskeler, yapmacık tavırlar olmadığını; utanan bir çift göz olduğunu gösterdi.  Yanında olmanın değil, yolunu gözlemenin ayrı bir sevgi olduğunu anladım. Çok sevgi istemedim. Çünkü sevginin azı – çoğu olmadığını beni her zaman aynı şekilde seven annem gösterdi. 
İnsanlardan dürüstlük istedim. Çok değil, biraz. Meğer dürüstlüğün azı daha betermiş; bunun beni taşımayacak bir dala tutunmak olduğunu da defalarca düşerek öğrendim.
Az söz ile çok şey anlatmaya çalıştım. Çok söz ile az şey anlatmaya çalıştım. Gördüm ki söylenen sözün azı çoğu fark etmiyor. Söylemek istediğimi gözlerimden okuyanları gördüm. Hatta söylemeyi akıl edemediklerimi bile okuyanları. Çok şey anlatmak isteyip de tek kelime anlatamadıklarım da oldu, hem de çok.
Şimdi ise şairin dediği gibi, çocuk değilim artık; büyüdüm. Biraz yorgun, biraz kırgınım yine de… Giden yolunu, kalan yerini bilsin sadece…
Sevgisiz olmaz elbet… Ne kadarına yetiyorsa yüreğin, o kadar sevmelisin. Onurlu olmalı gelişler. Asil ve olgun… Omuzların dik, alnın açık tüm kalbinle gelmelisin. Ne kadarına yetiyorsa yüreğin, yettiği kadar sevmelisin. Aklını başından alacak kadar değil, aklı başında olacak kadar sevmelisin.
Senden çok onun ihtiyacı olan bir şeyi ona vermişsen, bu bir hediyedir. Ondan çok senin ihtiyacın olan bir şeyi ona vermişsen, işte bu sevgidir.
Tıpkı Cengiz Aytmatov’un ünlü eseri Selvi Boylum Al Yazmalım’ın unutulmaz repliğindeki gibi, sevgi ne demekti?.. Sevgi iyilikti, şefkatti, dostluktu…
Sevgi emekti...''

Hiç yorum yok: