Translate

18 Aralık 2018 Salı

O esrik mavilik seçiliyordu
İnsan önce kendine ayna olmalı, ancak o zaman kendi iç sesini duymaması diye bir şey söz konusu değildir. Yeter ki insan kendinin ve sınırlarının farkında olsun.
Hermen hesse'nin anlatımıyla büyülendim.
''İlkgençlik yıllarımda yüce dağların üzerinde dikildim sık sık, gözlerimi ..uzaklardan hayli zaman ayıramadım, hemen arkalarında dünyanın derin ve mavi bir güzelliğin içine dalıp görünmez olduğu en sonnazlı ve narin tepelerin ince ve nurlu sisine bakıp durdum. Ziyadesiyle arzulu körpe ruhumdaki tüm sevgi bir araya gelip büyük bir özlem oluşturdu ve büyülenmiş bakışlarla uzakların yumuşak maviliğini yudumlayan gözlerimi yaşarttı. Hemen yanıbaşımdaki, yurdumun yakınlığı bana işte öylesine soğuk, öylesine hoyrat ve aydınlık, sisler, buğular ve gizlerden öylesine yoksun göründü; oysa karşılarda, uzak tepelerin ardında her şey alabildiğine yumuşak bir atmosfer içinde saklı yatıyordu ahenk dolu, bilmecemsi ve baştan çıkarıcı.
Zamanla gezgin, göçebe bir yaşama özendim, sisler ve puslar içindeki uzak tepelerden ayak atmadığım hiçbiri kalmadı. Soğuk, hoyrat ve aydınlıktı hepsi; ama karşılarda, daha ötelerde yine o mavilik, eriyip giderek, çözülüp dağılarak sezgilere dönüşen o esrik mavilik seçiliyordu ? daha bir soylu, daha bir özlem uyandırıcı...
İleride de sık sık bakıp durdum uzaklardaki bu ayartıcı maviliğe, büyüsüne karşı duramayıp onu kendime yurt edindim; hemen yanıbaşımdaki, hemen elimin altındaki tepelerde bir yabancı olup çıktım. Şimdiyse mutluluk dendi mi aklıma gelen şey şu: Karşılara doğru eğilmek, akşamsı uzaklara bürünmüş mavi kırları ve bayırları seyretmek, yakınların soğukluğunu birkaç saat olsun unutmak. İşte şimdi mutluluk bu benim için, gençliğimde mutluluk bildiğim şeyden değişik biraz, sessizlik ve yalnızlık taşan bir mutluluk, güzel olmasına güzeldir, ama şenlikli olduğu söylenemez...
Benim bu sessiz münzevi mutluluğum, bilgece bir şey öğretti bana: Tüm nesnelerdeki uzakların buğusuna ilişmemek, hiçbir şeyi gündelik yakınlıkların soğuk ve acımasız aydınlığı içine çekip almamak, her şeye üzeri sanki yaldızla kaplıymış gibi el sürmek, öylesine hafiften, öylesine usulcacık, öylesine gözetip kollayarak ve derin bir huşu ile önünde eğilerek....''

Bununla birlikte bu şiirle kendime yürüdüm
Kadıköy rıhtımın da
Gün bir bilmece gibi duruyordu yüzünün kıvrımlarında
Yüzün denize dönük,
yüzün yalnız kuyuların dibinden de derindi
Utangaç ellerinde bana bakan gözlerin,
kontrolsüz bir gülyeliydi sanki
Gözlerin sevdadan alacaklı
Gözlerin kaçak düşlerin yatağı
Sanki yer-gök varolalı oradaydın
Zamansız
Amansız
Apansız
Ve o gün, uzak denizlerin tuzu şahit ki sevgilim
yangın artığı değildi ağzının kıvrımını yurt edinmiş kırmızı
Ben mi sende ne buldum?
Yeryüzü ıssızlığında,
var olamayacak kadar güzel olan o aşkı tarif edişi
Düpedüz aşka dair olan ne varsa seziş
Canı tene aşılayan alnının ışıklı yamaçlarından
Dudağımın kıvrımına bıraktığın öpüş
İncinmiş sevinçlerimi soyuş
Dişi bir meşe olma hakkı veriş
Bu nedenle güçlüsün
Bu nedenle delik deşik değil kalbin
Onaran bir ışık var Prometeus gibi içerde;
Hep taze
Hep yeni
Çok uzun bir sonsuzluktan
Uysal tanlardan
Kutsalın kutsalı
İçi can'la dolu bir hece göğsümde
Hep sevdiğim şey,
saf hiçlikti…
Seviyorum sevdiğim diyen dilini
Can diyen sesin rengini

15.05.2016


Hiç yorum yok: