Translate

18 Aralık 2018 Salı

İnsan bir yerlere varmak için önce kendine uğramalı

Yeniden başlamalı
Yeniden anlamalı
Yeniden dinlemeli
Yeniden dillendirmeliyiz
Yitip giden zamanları

”Benim doğduğum coğrafyada önce kadınlar uyanır, sonra güneş doğardı; güneşi kadınlar doğururdu”

Benim çocukluğum ise, küçük bir kasaba da geçti. Yaşam koşullarının zor olduğu, feodal düzenin etkin olduğu, bahçeli,tek katlı evlerde büyüdük.

Bu coğrafyada, yeni yaşamlara uzanmak, yeni dünyalar büyütmek sanıldığından daha zordu.

Medeniyetlerin beşiği Asya Anadolu, Mezopotamya…bütün genetiklerin süzülüp günümüze taşındığı bozkırlarda, çöllerde, yalçın dağların kervan geçmez yerlerinde yaşam savaşı veren, törelerin biçtiği yazgıyı kader diye kendilerine laik gören zihniyetin çocukları olmak zorken; bunu bilgiyle, görgüyle eğitimle taçlandırmak gerekirken, sürgüne laik görülen bu topraklarda insan olmak kolay değildi.

Düşlerimizi ise tek sosyal alan olan okul da büyütür, beslerdik. Çoğu öğretmen bilmezdi yüreğimizde ki korkuları. Nasıl açtık bilgiye, ilime, yaşamı anlamaya ve anlamlandırmaya.
Değişen ve gelişen dünyayı takip ettiğimiz tek yer okuldu.
Babamızın fabrikası yoktu.Tarlada çalışanın iş sigortası da yoktu. Bu umutsuz bir haykırış değildi aslında. Çocuk hallerimizle o hayatın içinde hepimiz bir fidandık, hepimizin kendince umutları vardı. Hepimizin yaşadığı ve unutmadığı derinlikleri vardı.

Benimde unutamadıklarım arasında yer alan hatıram ilk kez renkli kalemlerimin oluşuydu.
Öğretmenimiz, verdiği bir resim ödevin de bizlerden denizi çizmemizi istemişti. Oysaki sınıfımızın büyük bir çoğunluğu denizi hiç mi hiç görmemişti. O yıllarda günümüzün görsel iletişim araçlarından eser yoktu.

Nasıl bir şeydi deniz?
Denizin uçsuz bucaksız masmavi sulardan oluştuğunu ve üzerinde kocaman kocaman gemilerin yüzdüğünü sanıyor beklide hayal ediyorduk…
Üç tarafı denizlerle çevrili olmasına rağmen anadolu coğrafyasındaki her çocuk gibi denizi ve martıları çok geç gördüm, tanıdım ve sevdim.
O gün bugündür denizin ismini duymak bile beni büyülemeye yetiyor. İçime dalgaların coşku yüklü devinimi akarken; derinliklerim de sevinçten kum tanelerini kıpırdatarak gülümsetiyor. Bundan olsa gerek oğlumun adını Özgürdeniz koydum.
Dedim ya siyah önlüklü yılların çocuklarıydık.
O bıraktığımız yerden, çektirdiğimiz fotoğraf karelerinde kalan yaşımız bize gülümserken, kaç yıl geçmiş üzerinden.
Hani sıralarda yan yana otururken samimiyetin, içtenliğin olduğu, yalanın dolanın aramıza sınırlar koymadığı o yıllar ne güzeldi. Yüzümüzde ki çizgilerin,saçlarımıza düşen beyazların; ilk tohuma durdukları yerden, yeniden yaşama sarılmak için ne çok nedenlerimiz oldu.

Yaşam koşullarımız ne kadar zor olursa olsun, aydınlanmak acıdan kaçmak değildı, acıyı anlamak, ıstırabı anlamak, mutsuzluğu anlamaktı. Zor yaşam koşulları, sıkıntı ve imkansızlıkların üstünü örtmüyordu bu gerçekle nasıl mücadele edileceğini öğretiyordu, bizi hayata karşı mücadeleci ve güçlü kılıyordu.
Zaten, üstünü örtmek, bir şeyin yerini tutmak değildi.
Yaşam nedir, diye sorduğumuz derin bir kavrayıştı. Bunları görebilmek,anlamak istemek,sorgulamak onlardan özgürleşmek demekti; ve hayat, insanın umut ettiği ve yaşamak istediği kadardır. Çocukken bunu tam olarak kavrayamamış olabilirim, lakin geldiğim yer ve yaşadıklarıma baktığım da insanın bulunduğu ya da yaşadığı yerin büyük ya da küçük oluşundan daha çok, düşüncelerinin boyutu ve hayatı sorgulama biçimi insan yaşamı için daha elzemdir.

Hiç kimse kendi içinde yaşamadıkça, başkalarının ruhundaki kıpırtıyı duyumsayamaz...
Ülkemin yol bilmez,kervan geçmez yerlerinde; yüzlerce beşikten, sayısız vedalarla, sayısız sevinçlerle ve yeni günlerin taşkınlığında, sayısız hayatlarla karşılaştım.
Bilirim; iç parçalayan insan seslerini, örtüsüz kimlikleri; iklimlerin dilinden öğrendim, yaşayarak !
Bundan olsa gerek; umuttan,sevgiden hiç caymadım, kendimi insanların kafasında ki sınırlara hapis etmedim; özgürleşmenin, üretmenim tadın da bir yaşama durdum.
Ve üzerinden aylar, yıllar, mevsimler geçti. Bahar yine aynı bahar kışlar yine kış ya biz, bizler, yaşamın döngüsünde nelere kadir olduk, nelerin tanıklığını yaptık, hangi diyarlara bağdaş kurup, kurduğumuz düşleri gerçek yaptık.
Yaşam ise her zaman planlandığı gitmez, her zaman adıl davranmaz insana, kimi zaman neşeli bir opera kimi zaman ağlayan bir neyin yüreğinde ağırlar ve bir gün; hiç ummadığın bir yerden vurulursun.
*Herkes vurulur bir gün biraz
Herkes, biraz kanar hiç ummadığı yerden.

‘’Bende mi’’deme ‘’Evet’’ sende*

olcay kasımoğlu

Hiç yorum yok: