Translate

18 Aralık 2018 Salı

· YAŞAM DEĞERLİDİR


Ey gülüşü cananım
Ey yüreğime yakışanım
Görünce gül yüzünü
Unuttum ruh fukarası sözleri
Bir tılsımlı baharla kon dallarıma
Sarıl sessizliğime
Ver elini elime
Sevgi
En büyük armağan değil mi..!
Ölümün kanıksandığı, sizden bizden algısına dönüştüğü yerde, hangi vicdandan bahsedebiliriz ?
O kadar çok kayıtsızlık örneği yaşamaya başladık ki artık yeter diye çıkıp bağırasım geliyor.
İnsanların bencilliği ile başlayan kayıtsızlık, zamanla içselleşerek; akılsızlaşmayı, vicdansızlaşmayı ve beraberinde omurgasızlaşmayı başlattı.
Sevgiye kayıtsızlık, şiddete kayıtsızlık, yaşananlara kayıtsızlık, emeğe kayıtsızlık almış başını yürümüş.
Yaşadığımız acıları, kayıpları görmemezlikten gelen kör vicdanların, sağır kulakların canı cehenneme diyorum.
Her akşam televizyon dizilerinin başında, hayatlarını başkalarının hikayeleri üzerinden yaşayanlar, dizi kahramanlarıyla özdeşleşerek gerçeklik algısını yitirenler, kendi hayatlarına ne kadar ilgi gösterirler veya kendi hayatlarının sözcüsü olabilirler?
“Hissetmediğimiz yaraları iyileştiremeyiz.” demiş S.R.Smalley.
”Başkalarından uzak durabilirsiniz ama kendinizden değil. İçinizdeki bildiğiniz değil, bilmediğiniz sizi yönetir. Önce içinize sonra çevrenize bakın ve ilgi gösterin; yıkıcı bir sona doğru gitmemek için”
Umursamazlık almış başını gitmiş, şiddet ve ölüm haberlerin, etkili bir korku filmi tadında izleyen seyircinin “kurban etkisi” denilen şiddete kayıtsız kalma durumuna dönüşmüşse yeniden silkelen meliyiz !
Kendi hayatının anlamını değil, başka hayatların anlamı üzerinden yaşama yürüyenler, kendi hayatlarının yaratıcısı nasıl olabilirler.
Kendi sosyal statüsünü kaybetmekten korktuğu için susmak, yaşanan kıyımları görmemezlikten gelmek ve her şeyi akışına bırakmak, bana dokunulmasın da ne halleri varsa görsünler düşüncesi hakim olmaya başladıkça; amaçsız, bencil, hoyrat benlikler çoğalmaya devam ediyor. Bunları gördükçe midem kabarıyor.
Albert Camus’nün Veba kitabında” toplumsal tükeniş tasviri” 3. bölümünde şunları yazar;
“Belleksiz, umutsuz, yaşanılan anın içindeydiler. Aslında zaten her şey onlar için yaşadıkları an demekti. (…) Başka bir deyişle artık seçecekleri bir şey kalmamıştı. Veba bütün değer yargılarını ortadan kaldırmıştı. Bu da en çok, insanların giydikleri elbiselerin kalitesinden ya da satın aldıkları yiyeceklerle hiç ilgilenmeyişlerinden belli oluyordu. Her şeyi olduğu gibi, bütünüyle kabul ediyorlardı. (…) Vebanın kurduğu düzeni kabul etmişlerdi. Etkisi kuvvetlendikçe, o ölçüde de bayağılaşıyordu. Artık içimizde büyük duygular yok olmuştu. Herkes en monoton duygularla yaşamaktaydı. (…) Değişmişti, veba onda bütün kuvvetiyle inkar etmeye çalışsa da, gene de şiddetli bir azap halinde sürüp giden bir KAYITSIZLIK yaratmıştı.”
Kayıtsızlık, akıl sağlığının ve sağ duyunun yitirilmesine yol açarken, insanlar kendi hayatlarına sahip çıkmadıkları sürece siyasi iktidar değişikliğiyle var olan hiçbir şey değişmeyecektir.
Nereden gelirse gelsin her türlü şiddet, insan vicdanını rahatsız etmeli.
Şiddetin her türlüsüne karşıyım, kayıtsızlık da bir şiddettir. İnsanlar acı çekerken, bundan rahatsız olmuyorsan, yaşam içerisinde zombiden bir farkın yoktur.
Acılar zamanla dilsizleşir, unutur geldiği yeri. Bıçak gibi keser, keseni bile unutur. İnsan olmak onurdur, onurlu olmak insan olmaktır.
Yaşatmak, yaşamak bir değerse, duyarlılık da bu sürecin tamamlayıcısıdır.
Onuru ve sağlıklı bilinci olan herkes haktan ve adaletten yana tavır alır.
Şu an bu topraklar üzerinde yaşıyorsak, kime ve kimlere vefa borcumuz olduğunu unutmayalım, çocuklarımıza öğretelim...Kurtuluş savaşının nasıl kazanıldığını unutanlar ülkesinde, .İnsan olalım, insanca yaşayalım, yaşatalım yeter.

Hiç yorum yok: