Translate

13 Aralık 2018 Perşembe

Fuocoammare (Denizdeki Ateş) 2016
Yönetmen: Gianfranco Rosi
https://ultrafilmizle.tv/denizdeki-ates-fire-at-sea-fuocoammare-2016-turkce-altyazili-izle/


"Çevreyolu belgeseli ile 2013 yılında Altın Aslan kazanan Gianfranco Rosi, Berlin´den Altın Ayı ile dönen yeni belgeseli Denizdeki Ateş'te günümüzün en acil ve en önemli toplumsal sorununa değiniyor. Film, özellikle Kuzey Afrikalı mültecilerin Avrupa'ya giriş noktası olan, İtalyan adası Lampedusa´da geçiyor. Rosi, adanın çeşitli sakinlerinin hayatını takip ediyor: bir balıkçı ailesi, bir radyo DJ´i, adada göçmenlerle ilgilenen tek doktor ve büyükannesi ve amcası ile yaşayan 12 yaşındaki Samuele... Bir anlamda filmin yıldızı olan Samuele´nin göz hastalığı, sapanla oynadığı oyunlar, hatta onunla ilgili hemen her şey Avrupa´nın göçmen sorununa yaklaşımıyla ilgili bir metafora dönüşüyor."
Belgesel, Avrupa’da göçmen krizinin cephesi olan İtalya’daki Lampedusa Adası’ndaki yaşamı ele alır. İtalya’nın güney kıyısından 200 km uzaklıkta yer alan Lampedusa, son yıllarda Avrupa’da yeni bir hayatın hayalini kuran, Afrika ve Ortadoğu’dan gelen binlerce göçmenin umut limanıdır. Gianfranco Rosi bu Akdeniz adasında aylarını geçirerek oranın tarihini, kültürünü ve 6.000’lik yerleşik nüfusu olmasına rağmen haftalık yüzlerce göçmen alan bu bölgenin günlük gerçeklerini yakalar. Belgesel, on iki yaşındaki adanın yerlisi olan Samuel’e odaklanır. Deniz kültürüyle dolu olmasına rağmen Samuel, sapan ile avlanmayı ve karada vakit geçirmeyi sever.''

Kaan Müjdeci, Evrim Kaya, Şenay Aydemir ve Fırat Yücel'in hazırladığı, Türkiye'de film dağıtımındaki tekelleşmeyle ilgili harika bir belgesel.
Türkiye’de Tekelleşen Film Dağıtımı” belgeseli, ilk olarak 35. İstanbul Film Festivali’nde seyirciyle buluşmuş ve sektörde de çok ses getirmişti. “Kapalı Gişe”, görüşlerini aldığı yapımcılar, yönetmenler, dağıtımcılar ve ekonomistlerle birlikte, seyircinin seçme özgürlüğüne engel olan bu çarpık ekonominin yarattığı tahribatın izini sürüyor. Belgesel; sektörü, etkileri git gide daha ağırlaşan bir krizin içine atan bu duruma çare aramak için bir ilk adım niteliğinde.
Beaches adlı filmden..
Hoşuma gitti...
http://unutulmazfilmler.pw/the-beach-kumsal.html
''Benim gölgemde kaldığın için yüzün üşümüş olmalı
Sen hep benim ışıldamamı sağlarsın, bu senin tarzın…
Hep bir adım geriden gelirsin
Sen belki küçük bir şey için çabalar dururken ben hep zaferler kazandım.
Uzun zamandır adı konmamış, mükemmel bir yüz
Acının arkasında gizlenmiş, mükemmel bir gülümseme…
Benim kahramanım olduğunu biliyor muydun?
Olmak istediğim her şey?
Bir kartaldan bile yükseklere uçabilirim
Sen benim kanatlarımın altındaki rüzgarsın…
Belki bu kimsenin dikkatini bile çekmedi ama
Ben, bütün kalbimle, her şeyin farkındaydım…
Senin de gerçeği bilmeni istiyorum… Evet, evet… Bilmelisin.
Ben sensiz hiç bir şey olamazdım…
Benim kahramanım olduğunu biliyor muydun?
Olmak istediğim her şey?
Bir kartaldan bile yükseklere uçabilirim
Sen benim kanatlarımın altındaki rüzgarsın…
Sana hiç kahramanım olduğunu söylemiş miydim?
Sen her şeysin… Her şey… Olmak istediğim her şey…
Bir kartaldan bile yükseklere uçabilirim
Çünkü sen benim kanatlarımın altındaki rüzgarsın…
Kanatlarımın altındaki rüzgar…
Sen benim kanatlarımın altındaki rüzgarsın…
Yüksel… Yüksel… Beni daha yükseklere çıkar
Sen benim kanatlarımın altındaki rüzgarsın…
Uç… Uç… Yıldızlara kadar uç
Uç ki, gökyüzüne dokunabileyim
Teşekkür ederim, teşekkür ederim
Tanrı’ya… Senin için…
Bir kartaldan bile yükseklere uçabilirim
Sen benim kanatlarımın altındaki rüzgarsın…''

Wind Beneath My Wings – Bette Midler.
Düşlerimin sabahına
''Sevmek, başkasının ruhuna geçmektir.
Sevmek, hayat yaratmaktır ve sevgi neredeyse, hayat oradadır..
Bir gün yaşlı bir amca,elinde elma olan genç kıza seslenir, elmaları kime götürüyorsun kızım.? Kız da sevdiğime der...
Peki kaç elma var elin de deyince, ben sevdiğime giderken elmanın hesabını mı yaparım dede.!.''Gönlünde incelik barındırmayanlar ne bilsin, akıl dayatmaları toplumdan, Kalbin konuşması, sonsuzluktan gelir...
süzülüp
mavi göklerden
kanadı kırık bir kuşun
çırpınışı vardı gidişinde
oysa benim
kanatlarına yüklediğim yüreğim
özgürlük kadar uzaktı sana
kuşların kanat çırpışları
süzülürken
düşlerimin sabahına
tutsaktı duygularımız
güle zehir içerenler
tenlerimizin içinden silindir gibi geçtiler
uykularımıza başlayışlarımız kalabalık
yüreğimizde ki özlemler kimsesizdi
ve suçsuzdu bedenimiz
kulaklarımız
sevdiklerinin sesine hasret
uykularımız delik deşik
sevinçlerimiz öksüz,
gönül bahçemiz tarumar
pencerelerimiz kör
kapılarımız kilitliydi
sendeki direnç zulüm
bendeki hayat seyirlik değildi
zeytin dalına tünemiş kuşların
gittiği diyarlarda
benim ruhum arafta güvercindi
yaşarken ölmek değilse neydi bu
ben içeride
özgürlük dışarıda yaşlanırken
selam olsun
teni zeytin kokan güzel insanlara
olcay
Yaşamak direnmektir

nicedir soluğum
eski ezgilerle
bilinmez biçimler çiziyor içime
al beni
acıları emziren bu yerden
aşıla yüreğine
tohumla sevgiye
sevgi ormanında büyüt
ağaçlar
soluğumda yeşillensin
çiçekler
gözlerimin içinde gülsün
kaç dönüm bilmem
yüreğimde ki iklimin
yeni soluk kat yüreğime
ayarla sevgiye
çok uzaklarda
bir yıldızda kalmasın kalbim
gözlerimden alma rengini
gökyüzüne yeni maviler gelsin
esinlensin yengilerim
söylensin umudun türküsü
çok şiirler biriktirdim avuçlarımda
yüreğimin toprağı ol bas bağrına
sevginin
ayıplara kurban edildiği bu çağda
dizeler çiçeğiyim...
Ben sahip olduklarımın tadını çıkarmayı öğrendim hayatta.
Keşkelerle, kuruntularla, ahlar-vahlarla, sahip olamadıklarımın veya olamayacaklarımın derdine tasasına ayıracak zamanım yok.
Yaşamı yedeğimde saklamak değil; yaşamı, yaşanılır kılmak ve anlamlı yaşamak istiyorum diye bilmektir, yaşamak.
Biliyorum ki, benim iradem dışında; güneş doğacak, çiçekler açacak, rüzgar esecek, yağmur yağacak ve olması gerekenler kendiliğinden olacak. 
Önemli olan, bu dengenin içinde biz ne öğrendik neye şahit olduk ve hayatımızı bunlarla ne kadar bütünleştirdik, sesimizi ne kadar katabildik ?
Her günün, yeniden doğmak olduğu; her nefesin ışık süzmesiyle yeniden yaşamak olduğunu, özlemlerin, ihanetlerin olmadığı bir ''erguvan imparatorluğunda'' yaşam tacını takıp, içtenlik, erinç, coşku ne varsa olanca görkemiyle yaşamaktır, yaşamın anlamı...
Artık mutlu olmak kadar acılardan da da öğrendik hayatın bir gelişme olduğunu lakin satın alamadığımız ''bir örtüye bürünmüş yalnızlığın'' etrafımızda kol gezmesini istemiyoruz artık.
Binlerce rengin içerisinden sıyrılıp ''mutluluğun rengine tutulmuş hayatı'' kucaklamaktır dileğimiz.
Olcay Kasımoğlu


Özgün ve Özgür Sevgiler
ey yar
bakma sen ak saçlarıma
körpe düşler içerisindeyim
daha son söz söylenmedi
yıllar yüzünü dökmedi daha
aşkın yayılma sesi
zencefil kokulu bir bahar gibi
sırnaşır durur burnuma
değiştirir
başkalaştırır
büyütür beni
suskunluğun bilgisiyle döllenmiş
o suskun dudakların geçişinde
sar beni öpüşlerin ipeğine
ver elini elime
çevir soluğunu mavi göğe
sevgiye giden çoğul mavilik
hayatin kılcal damarları arasından geçiyor
beni yeniden bir bekleyişe davet ediyor
içimde ki çocuk aşk bahçesinde geziyor
tenime karanfiller yağıyor
İnsan özgür doğar, sonra kalıpların içine alınır.
Mülkiyetin değer kazandığı kapitalist düzende, mülkiyete sahip olanlar,olmayanların üzerin de adaletsiz yöntemlerle kendilerine bağımlı kılarlar.
Bu tarz insanlar, bilim ve eğitimi özel mülkiyetli sistemin eline vererek maddi ve ahlakı gelişmeyi, kendi tekelinin dışında oluşmasına izin vermezler.
Buda yetkili mercilerin sözsüz ve sorgusuz bir insan topluluğu yaratılması amacına hizmet eder. Aslında bunlar birbirine bağlıdır.
Dünya üzerinde herşeyin bir karşıtı vardır.
Biz buna karşıtların mücadelesi diyoruz. Bütün değişimlerin kaynağı da budur. Dünyayı doğru yorumlamaya başladığımız andan itibaren, sırlara nail olmanın ve değişimlerin dünya üzerindeki gücünü ve nedenlerini kavradığımızda, nicel birikimler nitel sıçramalara neden olacaktır...
Ve Uyuyan Bilinç;
toplum olaylarına duyarlı değildir, ben merkezcilik ve bencillik hakimdir. ''Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın'' onun için en uygun baş slogandır yada anlamının doğurdu gibi duyarsız, insancıl olmayan yaklaşımlar içerisinde kendi dünyasını haklı kılmaya çalışır.
Böyle bir bakış açısına hoş görü beklemek, sağlıklı bir insan beklentisi değildir.
Oysa eylemlerinden sorumlu bir varlık olmak, bir kişinin ne yapması gerektiğini belirlemeyi de içermektedir ki, bu da bilgi sahibi olmayı, güdüler üzerinde düşünmeyi gerekli kılar.· 
ağırdır yeryüzüyle yaşamak
hafiflemek, kuş olmak isteyen
sevmeli kendini
örselenmiş bir sevgiyle değil
sağlam bir sevgiyle sevmeli
sevmeli ki
dolaşabilmeli diyar diyar
katlanabilmeli kendine
insan ki
en çok kendine gömüdür
özgür soluğu
kapatılmış ruhları
çıkarmalı gün yüzüne
kendini ince ince işlemeli sevgiye
var olan can
oluşa dolan can olmalı
inişi de yükselişi de
kendinde taşıyan
gülüşü kalkan
güneşle esrimiş can da açan
sağlam bir sevgiyle
kişi kendini diri sevmeli...
Olcay Kasımoğlu

BİR TEK YÜREK VE VİCDAN O KADAR
Sevgi illa ki yolunu bulur yaşamda; yeter ki insanlar içten ve yürekli olsun...
''İnsan kendi içinde,kendi anahtarını kaybedebilir.Yıllarca aradığı ve bulamadığı olur.Sonra bir gün kaybettiği o anahtarı başka bir insanın içinde bulabilir....anahtarı bulmanın sevinci,kapıyı açmaktan daha çok mutlu eder insanı...
Bilmem anlatabildim mi?''
Birine, birilerine karşı hissettiğimiz duygular “Ona karşı hissetmemiz gerekenler” diye önceden tarif edilmişse, onunla meselemiz bitmeyecek, hatta başlayamayacaktır bile
Bunun için de, herkes yenilenmek, temizlenmek durumundadır.
Yaşamak için gözlemlemek, gözlemlerken yenilenmek, yenilenirken ilerlemek gerekir, ancak o zaman ön yargılarımızdan arınabiliriz.
Arınan insan özgür insandır, özgür insan kendini yeniler, vicdanının sesine kulak verir.
Kaldı ki özgürlük kendini bilmektir, farkındalıktır, onurlu yaşamaktır. Önyargıdan, inat ve kibirden uzak, evrensel değerlerin kendine yer bulduğu akıllı insan bahçesidir.
Arkasından koştuğumuz bir yudum yaşam... Belki de her daim gerisinde kaldığımız şey...
Oysa;
Bilince, bakışa ve suskunluğa, bir tek yürek ve vicdan yeter.
Kaldı ki bu dünya herkes için...
Mesele bu kadar açık ve net.
Olcay Kasımoğlu
Dinlemesini bilmek ve anlamak için dinlemek.
''Say ki kayboldum, say ki kendime saklanıyorum...''
Umutlar;
Sevda kokan bir uçurtmanın kanatlarında
Rüzgarın tenine dokunmakmış
Aşk;
Bir kelebek misali
Avuçlarımdan kayan ve tutamadığım
Sevda;
Kanatları olmayan bir güvercinin
Göç ederken yalnızlığa
Yaz sıcağında üşümek
Kış ortasında yanmakmış yokluğuna.!
Kendimizi ve doğayı tanımak için, duyguları, düşünceyi ve eylemi uzlaştırmak için, bireysel ve toplumsal yaşamı uyumlaştırmak için, bencilliğe karşı cömertliği anlamak ve yaşamak için, ayrımların karşısına bütünleşme fikrini koyarak; hoşgörü, sevgi, anlayış, saygı gibi değerleri anlamak ve yaşamak için, yaşamın bilinçli bir kaşifi olabilmek için, daha iyi bir dünya ve iyi bir yaşam için; insan olduğunun farkına varan, maddi ve manevi faaliyeti sırasında hem kendi hem de toplum hayatının şartlarını oluşturan motivasyon ve eğilimlerini iç çatışmaları azaltacak şekilde örgütleyip kaynaştıran, diğer kişilik ve karakterlere karşı uyumlu davranış sergileyen, başkalarını türlü açılardan ve değişik yöntemlerle değerlendirebilen kişilikli insanlara ihtiyacımız var...
Ve dinlemesini bilen insan, sorunların tespiti ve çözümünde daha az hata yapar.
Dinleyerek daha iyi gözlemler yapar. Farklı bakış açıları edinir. Ön yargıdan uzak objektif kararlar verebilir. Problemlere yeni çözüm yolları bulur.
İnsan kendi iç sesini dinlediği zaman başkalarının sesine de derinlik kazandırır. Empati yeteneğini geliştirir. Başkalarını duygu ve düşüncelerine, kim olduğuna ve neler yaşadığına daha derinlemesine yaklaşır. Kendimizi dinlediğimiz de güçlü ve zayıf yanlarımızı keşif ederiz böylece başkalarının da artı ve eksilerine yaklaşım tarzımız değişir. Daha insanı bakış açıları kazanırız.
Dinlemek öze inmektir, bakılan ama görünmeyenlere dokunmaktır. Karşımızda ki insanlara gönül gözüyle dokunduğumuz da biz onun en yakını oluruz.
İnsanların duygularını anlamak kendimize olan güveni artırdığı kadar başkalarının da bize güven duymasına neden olur. İlişkilerin kırılganlığını ve insanlar açısından taşıdığı önemi anladığımız zaman daha dikkatli ve özverili oluruz. Başkalarının duygularını örselemeden onları anlamaya çalışırız. Kendimize ve başkalarına kulak verdiğimiz zaman evrende bizi dinler. Yoksa, neden ve niçinlerle, endişe ve kuruntularla geçen bir yaşamın değer ve anlamı ne kadar olabilir ? Mutluluğu sağlayan en temel duygu, sevgi ve ona yol açan anlayıştır. Sağlıklı ilişkilerde yürek işlerinin pazarlık payı olmaz. Sevgimiz yok hiç bir şeyimiz yok. Belki de yeniden öğrenmemiz gereken budur...

Olcay Kasımoğlu
Suçlamak sorumluluk almaktan kolaydır.
1. Hayatındaki herhangi bir şeyi değiştirmek istediğinde bakacağın tek bir yer var: kendi için.
"İçine baktığında, bunu sevgiyle yap."
2. Her şeyi kontrolünüz altında tutamazsınız
Elbetteki olan her şeyden haberiniz olmadığı için, onları kontrol edemezsiniz. Dünyaya emredebileceğinizi düşünmek egosal bir hatadır. Şu anda dünyada neler olduğunun çoğunu egonuz göremediğine göre, sizin için en iyisine egonuzun karar vermesine izin vermek hiç de bilgece olmaz. Seçim sizin elinizde, ama kontrol değil. Ne deneyimlemeyi tercih edeceğinize karar vermek için bilinçli zihninizi kullanabilirsiniz, ama onu ifade edip edemeyeceğinizi ya da bunu nasıl ve ne zaman yapacağınızı kendi haline bırakmalısınız. Teslimiyet anahtardır.
3. Yolunuza her ne çıkarsa onu iyileştirebilirsiniz.
Yaşamınızda önünüze çıkan her şey, oraya nasıl geldiğine bakmaksızın, iyileştirmek içindir, çünkü şu anda sizin radarınızdadır. Buradaki varsayım, eğer onu hissedebiliyorsanız, onu iyileştirebilirsiniz de. Eğer onu bir başkasında görebiliyorsanız ve bu sizi rahatsız ediyorsa, o zaman iyileştirmek için oradadır demektir. Ya da Oprah'ın bir keresinde söylemiş olduu gibi, "Eğer onu farkedebiliorsanız, ona sahpsinizdir." Onun neden hayatınızda olduğuna ya da oraya nasıl geldiğine dair hiçbir fikriniz olmayabilir, ama artık farkında olduğunuza göre, onu serbest bırakabilirsinz. Karşılaştığınız şeyleri ne kadar iyileştirirseniz, tercih ettiklerinizi ifade etmede o kadar net olursunuz, zira başka şeyleri kullanmak için gereken enerjiyi serbest bırakmış olursunuz.
4. Tüm deneyimlerinizden %100 sorumlusunuz.
Hayatınızda başınıza gelenler sizin suçunuz değildir, ama sizin sorumluluğunuzdadır. Kişisel sorumluluk kavramı söylediğiniz, yaptığınız ya da düşündüğünüzün ötesindedir. Hayatınızda yer alan diğer herkesin dediklerini, yaptıklarını ve düşündüklerini de içerir. Yaşamınıza meydana gelen her şeyin sorumluluğunu tamamen alırsanız, o zaman herhangi bir kişi bir sorunu su yüzüne çıkardığında, o sizin de sorununuz olur. Bu üçüncü ilkeye bağlanır, yani yolunuza çıkan her şeyi iyileştirebilirsiniz. Kısacası, şu anki gerçeğiniz için hiç kimseyi ya da hiçbir şeyi suçlayamazsınız. Tüm yapabileceğiniz onun sorumluluğunu almak, yani onu kabul etmek, ona sahip çıkmak ve onu sevmektir. Karşılaştığınız şeyleri ne kadar çok iyileştirirseniz kaynak ile o kadar uyumlu olursunuz.
5. Sıfır limite iletiniz "seni seviyorum" cümlesini söylemektir.
Sizi her şeyin ötesindeki huzura, iyieştirmeden ifade etmeye götürecek bilet sadece "seni seviyorum" cümlesidir. Bu cümleyi Tanrı'ya söylemek içinizdeki her şeyi temizler ve böylece şu anın mucizesini yaşayabilirsiniz: sıfır limiti. Amaç her şeyi sevmek. Fazla kiloyu, bağımlılığı, sorunlu çocuğu ya da komuyu, eşi sevin; hepsini sevin. Sevgi sıkışıp kalmış enerjiyi değiştirir ve serbest bırakır. "Seni seviyorum" demek Tanrıyı deneyimleme dileğinizin gerçekleşmesidir.
6. İlham niyetten daha önemlidir.
Niyet zihnin oyuncağıdır;esinlenme Tanrı'dan bir bildirimdir. Bir an gelir, yalvarmak ve beklemek yerine teslim eder ve dinlemeye başlarsınız. Niyet egonun sınırlı görüşünü temel alarak hayatı kontrol etmeye çalışmaktır; esinlenme ise Tanrı'dan gelen mesajı almak ve buna göre hareket etmektir. Niyetler işe yarar ve sonuç verir; esinlenme ise işe yarar ve mucizeler getirir. Hangisini tercih edersiniz?''

11 Aralık 2018 Salı

Başak taneleriyiz
  • Hayata geldiğimiz yer ile gelmek istediğimiz yer arasında geçiyor ömrümüz.Seçtiğimiz her şey için,başka bir şeyden vazgeçmemiz gerekiyor.Bazılarımız şartlara şekil veriyor,bazılarımıza da şartlar şekil veriyor.Keşkelerle yaşayacak kadar uzun değil ömür.Bizi hayattan alan,hayata katarken eksilten her şeyi protesto ediyorum ve diyorum ki biz bu dünyaya tesadüf gelmedik...O zaman neden tesadüfmüş gibi yaşayalım. Bahşedilen akılı niye mutluluk, huzur yolunda tüketmeyelim ki ! Neden sanki...
  • İnsanlar başlarına kötü bir şey geldiğinde ben bunu hak etmedim derler..Bence hayat ,bu insanlarla aynı fikirde değildir.Hayat iyilerden çok güçlüleri sever.Güç doğada vardır.İyilik ve kötülük tamamen insan aklının ürünüdür.
  • İyi insan olmak araç değil amaçtır. İyi insan olmak başına kötü bir şey gelmeyeceği anlamına gelmez. İyi insan olmanın ödülü zaten iyi insan olmuş olmaktır. Başımıza gelen kötü sonuçlar için kötü insan olma şartı yok. Neden ben diye sorarken kendimize, iyiliğe güvenmek güzel ama ona dayandırmak akıllıca değildir. Başımıza gelenlerin ne olduğuyla değil, içimizde olanların ne olduğu ile ilgilidir. Önemli olan bakış açımızı ve hayatı kendimize borçlandıran inançlardan zihinlerimizi temizlemek. İnsan kendini en iyi eylemleriyle ele verir. Goethe'nin dediği gibi ''İnandığı gibi yaşamayan, yaşadığı gibi inanır''
  • Hayatımızda ne olursa olsun ne yaşamış olursak olalım kendi ilkelerimiz, değer yargılarımız olsun.
  • Kafa karışıklığı tüm kötülüklerin anasıdır. İnsanı içten içe yer. Hayatla aramıza tel örgüler çeker. Bunun için zihnimizi düzenleyip, yargılarımızı periyodik olarak gözden geçirmek bize akıl yollarını açar. Ve kalbimiz, kalbimizde kirlenir onu da ışığa çıkarıp ara bir temiz hava aldırmak gerekir. Her fikre açık olalım ama kalbimize sadece seçtiklerimizi alalım. Hırslar, egolar kalbimizi katılaştırmasın hiç bir şeyin bizim gül bahçemizi tarumar etmesine izin vermeyelim. Hep ebru tekneleri olsun. Canı cana çağıran sevgiyle buluşturan edeple yoğuran.
  • Hayat içinde seçimini kullanıp hayatı hoyratça kullanan insanlara mutluluğumuzu törpüleme fırsatı vermeyelim. Hayat gel beni al demez. İçimize ışık verelim yeter. Köklerimiz içimizde. Ve biz, hepimiz hayatın içinde başak taneleriyiz.
  • Olcay Kasımoğlu.
Sana Hayat Veren’i fark et...
İnsan özgür doğar, sonra kalıpların içine alınır.
Mülkiyetin değer kazandığı kapitalist düzende, mülkiyete sahip olanlar,olmayanların üzerin de adaletsiz yöntemlerle kendilerine bağımlı kılarlar.
Bu tarz insanlar, bilim ve eğitimi özel mülkiyetli sistemin eline vererek maddi ve ahlakı gelişmeyi, kendi tekelinin dışında oluşmasına izin vermezler.
Buda yetkili mercilerin sözsüz ve sorgusuz bir insan topluluğu yaratılması amacına hizmet eder.
Aslında bunlar birbirine bağlıdır. Dünya üzerinde herşeyin bir karşıtı vardır.
Biz buna karşıtların mücadelesi diyoruz. Bütün değişimlerin kaynağı da budur. Dünyayı doğru yorumlamaya başladığımız andan itibaren, sırlara nail olmanın ve değişimlerin dünya üzerindeki gücünü ve nedenlerini kavradığımızda, nicel birikimler nitel sıçramalara neden olacaktır...
Ve Uyuyan Bilinç;
toplum olaylarına duyarlı değildir, ben merkezcilik ve bencillik hakimdir. ''Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın'' onun için en uygun baş slogandır yada anlamının doğurdu gibi duyarsız, insancıl olmayan yaklaşımlar içerisinde kendi dünyasını haklı kılmaya çalışır.
Böyle bir bakış açısına hoş görü beklemek, sağlıklı bir insan beklentisi değildir.
Oysa eylemlerinden sorumlu bir varlık olmak, bir kişinin ne yapması gerektiğini belirlemeyi de içermektedir ki, bu da bilgi sahibi olmayı, güdüler üzerinde düşünmeyi gerekli kılar.
''Mesela şimdi bir nefes al ve etrafındaki beş nesneyi fark et. Bir nefes daha al ve etrafındaki beş sesi duy. Tolstoy’un dediği gibi, ‘Tek bir zaman var, o da şimdi. Kudret sahibi olduğumuz yegâne zaman bu’. Duygu ve düşüncelerini kabullen ve anda ol. Değerlerinle rabıtada ol ve eyleme geç. İnsanın ruhuyla, etrafıyla ve an’la rabıtada olması; dünyaya katılması ve hayatın her anının doluluğunu takdir edebilmesi demektir. O halde hayatın ve nefesinin hakkını ver. Her nefesi bir ilahi bağış olarak coşkuyla içine al. En derinlerdeki hücreleri bile şenlendirecek kadar. Ve usul usul bırak onu...''
Sana Hayat Veren’i fark et...
Bırak, ışık girsin içeri...

Olcay Kasımoğlu
Aşırı kıskançlık ”bencilliktir” içinde sevgi yeşermez.


”Kıskançlık, hem başkalarının sahip olduğuna sahip olma isteği, hem de sahip olduğunu, başkasına kaptırma korkusu, bir ilişkinin veya bir kişinin yitirileceği endişesidir.”
Her duygu gibi, kontrollü ve dengeli olduğu sürece zararlı olmaz.
Kontrol edilmediği takdirde ”haset gibi” düşmanca bir duyguya dönüşür.

” Seven kıskanır” cümlesi çoğu zaman ilişkilerdeki sorunları örtbas etmek için kullanılsa da ilişkilerin bitmesine, cinayetlere kadar gidebilecek vahim sonuçlara neden olabilir.
Aşırı kıskanç kişi, sevgilisini, eşini devamlı kontrol ederek takip eder, onun yaşantısına sınırlar koyar ve üzerinde bir baskı oluşturur. Böyle yapınca da onu kaybetmeyeceğini düşünür.
Oysa sağlıklı birliktelikler ”tehditle, şantajla, korkuyla,baskıyla değil” sevgiyle, güvenle, önemsemek ve değer vermekle devam eder.

Kıskançlık sonucu yapılan hareketlere baktığımızda ürpermemek elde değil.
Eşini kıskandığı için bıçaklayanlar, öldürenler, yüzüne kezzap dökenler, karşı cinsle konuşmasına izin vermeyenler, baskıyla, tehditle, şiddetle, hayatı hem kendisine hem de sevdiğine zehir edenler o kadar çok ki yaşamın içerisinde.
Seviyorum deyip nara atanlar, attığı narayı unutup sevgi adına sevgiyi yerde sürükleyenler o kadar çok ki hayatımızda.

Peki, bu kadar çok seviyorum diyen bir insan, neden kıskançlık adı altında sevgiyi yerlerde sürükler.
Değersizlik, mutsuzluk, çaresizlik hissi, kendine güven eksikliği,
takıntılar, saplantılar ve egonun baskın çıktığı her yerde; kıskançlık devreye giriyor ”bilinci” bencilliğine köle oluyor.
Kaldı ki kıskançlığın cinsiyeti de yoktur, iyi bir gözlem, ilgiyle, özenle beslenen her ilişki sağlıklıdır.
İnsanlar, içinde bulunduğu toplumun yarattığı ilişki kurallarına göre de kıskanmayı öğrenir.
Özellikle ebeveynlerini rol model olarak alan çocuklar ”karşı cinsle ilişkilerinde” gördükleri, işittikleri üzerinden yaşama yürüyeceklerdir.
Çok önemli bir konu;sıkça öğretiler arasında yer alması gereken yaşam iksirleri. Bugün gelinen noktada en büyük aklın bilim olduğu,bilimin de insan duygularının coşmasıyla ortaya çıktığı bellidir. Neredeyse eşsiz,mükemmel bir donanıma sahip insan,duygularını tımar ettikçe,yağmur gibi yağan büyük uygarlık, insan tecrübelerine yaslandıkça; en yoğun duyguları,en şiddetli kalp atışları bile zarafetin, nezaketin, felsefenin dimdik duruşu içinde , "seviyorum", "ölüyorum" dediği insanı, ortaya çıkan BÜYÜK DEĞERİ korumak,kollamak, üzerine titremek için kılı kırk yarar... Bu sanatsal iş,zahmetli olmaktan öte ustaların keski, çekiç, testere sesleri gibi, yok etmek için değil var etmek içindir... Etkileyici, hassas ve yaşama davet edici...

İnsan ilişkilerinin en önemli ayağı diyebilirim. Kendini bulamayan bir çok insan; ilişkilerinde maalesef bu sorunu çok ciddi bir şekilde yaşıyor. Kendi içerisinde ki fırtınaları, kuruntuları, vesveseleri, öz benliğin yetersizliğini ve bencilliğin zehrini bir türlü terbiye edemiyor.
 Kıskanmak başka bir coğrafya bizim ülkemizde.
Bir de toplumun değerleri, kültürü, gelenekleri de biçimlendiriyor kıskançlığı.
O topluma ait kültürel birikimlerin bir parçası haline geliyor.
Kıskançlık üzerine şarkılar söylenir, filmler çekilir. Sonunda öyle abuk subuk, öyle şablon hikâyeler ve ilişki biçimleri çıkar ki ortaya; sorgulamayan, anlamaya çaılşmayan toplumlara “seven kıskanır” diye pazarlanır.
Oysa yaşamı anlamak ve insanca yaşamak isteyen her insan mutlaka belli birikime sahip olmalıdır.
Birikim yollarından aklımıza ilk gelenler gözlemek, dinlemek, okumak ve yaşamaktır. Bu dört ana unsur birbirlerini tamamlayıcı etkiye sahiptirler.
Bunları deneyimleyen ve eyleme geçiren her insan bir değerdir ve yaşamın parçasıdır.
Hürriyetin ve değer verilmenin saadetini hiç bir şeye değişmeyen ''aklı ve vicadanı hür insanlar'' haset duygularla yaşamlarını kabusa çevirmezler. Daha ''ÖZGÜN VE ÖZGÜR'' birliktelikler kurarak, yaşamı ve yaşam içerisinde ki sevdiklerini ve kendilerini mutlu ederler..

10 Aralık 2018 Pazartesi

Küçüğüm daha çok küçüğüm

Duymak, işitmek yetmez; anlamak için dinlemeliyiz.
Öylesine değil; aklımızla, kalbimizle, vicdanımızla dinlemek !
Dinlemesini bilen insan; sorunların tespiti ve çözümünde daha az hata yapar. Dinleyerek daha iyi gözlemler yapar, farklı bakış açıları edinir.
Ön yargıdan uzak objektif kararlar verebilir, problemlere yeni çözüm yolları bulabilir.
İnsan kendi iç sesini dinlediği zaman, başkalarının sesine de derinlik kazandırır, empati yeteneğini geliştirir.
Başkalarının duygu ve düşüncelerine, kim olduğuna ve neler yaşadığına daha derinlemesine yaklaşır.
Kendimizi dinlediğimizde güçlü ve zayıf yanlarımızı keşif ederiz, böylece başkalarının da artı ve eksilerine yaklaşım tarzımız değişir.
Daha insanı bakış açıları kazanırız.
Dinlemek öze inmektir, bakılan ama görünmeyenlere dokunmaktır.
Karşımızda ki insanlara gönül gözüyle dokunduğumuzda biz onun en yakını oluruz.
İnsanların duygularını anlamak kendimize olan güveni artırdığı kadar başkalarının da bize güven duymasına neden olur.
İlişkilerin kırılganlığını ve insanlar açısından taşıdığı önemi anladığımız zaman daha dikkatli ve özverili oluruz.
Başkalarının duygularını örselemeden onları anlamaya çalışırız.
Kendimize ve başkalarına kulak verdiğimiz zaman evrende bizi dinler, bizimle iş birliğine girer.
Yankısı bulmuş sesin, gelip yüreğimizde bizimle buluşmasından kim mutlu olmaz ki!
Yeter ki bir kez olsun

Topraktan,
Ateşten ve demirden
Mavi eller tırpan olsun zulme
Hiç bir şey insandan daha önemli değil
Çağımızın güvensizliğine karşı durabilmemizi sağlayacak yöntemler bulmak, içimizde ki güç merkezini ortaya çıkarmak gerekiyor.
Bunun içinde; inandığımız, güven duyabileceğimiz değer ve amaçlara ulaşabilmemizi sağlayacak içsel bütünlüğün, kültürle yaşama dokunmuş bilincin, mücadele ruhuyla beslenmiş cesaretin, kendini bulmuş benliğimizin ”özgür ve özgün” olması gerekiyor.
Ne güzel demiş;
Kadın inci gibidir Isabel. Bazen senelerce, bazen de bir ömür boyu bir istiridyenin içinde saklar kendini. Fakat bir kez gün ışığı gördü mü çabucak unutur geçmişini. Geçmişte ne kadar saklanmışsa o kadar seyredilmek ister; ne kadar kapalı kalmışsa o kadar açığa çıkmak ister. İşte o an çıkıp geldiğinde artık ona kimse mani olamaz. Kendi bile...
İnsan bir şeye gerçekten gereksinim duyuyor ve istiyorsa, bunu ona sağlayan şey rastlantı değildir; kendi içindeki istek ve zorunluluk onu çekip, istediği her ne ise ona doğru götürmüştür.
Aslında, dışımızda gördüğümüz şeyler de içimizdekilerin aynısıdır.
Bu gerçeğe bu kadar aykırı bir yaşam sürmemizin nedeni, kendi dışımızda ki her şeyi gerçek sayıp, içimizde ki dünyaya söz hakkı vermememizdir.
Oysa insan bir kez işin bilincine vardı mı, çoğunluğun izlediği yolu seçmesi diye bir şey söz konusu olamaz. O zaman bunu kader, yazgı diye de kabul etmez. Yeter ki bir kez olsun içinde ki dinamiklerle yaşamını buluştursun.

Olcay Kasımoğlu
HAYIR DİYEBİLMEK İNSANCA BİR HAKTIR

Neden bazı insanlar, hayır demekte zorlanırlar?
Hayır diyebilmek neden bu kadar önemlidir?
İnsanlarla bir arada yaşamak için işbirliği ve dayanışma yapmak önemlidir. Bunun için, evet ve hayırların bir seçiciliği ve dengesi olmalıdır.
Başkalarını gücendirmeyelim derken, kendi kendimizi gücendirmeye başlarız. Doğru bildiğimiz şeylere bile sahip çıkamaz, kendi ilkelerimizden ödün vermeye başlarız. Hayatın her boyutunda, bize gerekli olan denge unsuru, burada da karşımıza çıkıyor böylece.
İnsanın, kendi özünde ki benliği özümsemesi, olaylar ve sorunlar karşısında takındığı tutum ve davranışla kendini belli eder.
Herkes aynı koşul ve imkanlarda yetişmiyor, farklı aile yapılarında büyüyor, farklı davranış kalıplarına sahip bireyler olarak yetişiyor. Olayları algılama, anlamlandırma ve olaylar karşısında takındığımız tutum ve davranışlarda, bu farklılıklar çerçevesinde şekilleniyor.
Bu farklılıkların bize kattıkları doğrultusunda; bize söyleneni, gördüğümüz ve algıladığımız kadarıyla yapabiliyoruz.
İnsan zamanla oluşur, tıpkı nehirler gibi. Çağlayan bir şelale mi, yoksa cılız bir dere mi olacak, bunu zaman gösterir? Bunu da, yetiştiği aile ortamı, yaşadıkları, içinde bulunduğu sosyal ve toplumsal kimlikler karşısındaki tutumları belirliyor.
Hayır demek, diğer anlamıyla ret etme hakkını kullanmak, öğretilmiş davranışları kırmak, inanmadığımız, onaylamadığımız düşüncelerin arkasında olmamak demektir. Kendi kararlarımıza güvenmek bağımsızlaşmanın bir gereğidir aynı zamanda.

7 Aralık 2018 Cuma

 Yenilere yer açmak
O adam sokakları ev, ağaçları çatı, gökyüzünü yorganı yapan inceliki adam.
Bilmem şimdi ne yapar, uzun uykulu bir düşte mi yoksa?
Başarı ve doğru karar iki insanı sevmez. O'nu hak etmeyenleri ve ona henüz hazır olmayanları.
Başarı, kendisinin efendisi olanların onunla olmayı hak ettiğini düşünür.
Bir karar aldığımızda önce içimize dönmeli, kendi içimize yürümeliyiz. Aynanın karşısına geçip gözlerimizin içine bakmalıyız. Vereceğimiz kararda hem aklımızın hem de yüreğimizin onayını almalıyız. Hem gece aklıyla hem gündüz aklıyla düşünmeliyiz.
Temiz havada yürüyerek kendi iç dünyamıza yürüyüşler yapmalıyız. Hayata başladığımız yeri, bizi olduğumuz yere getirdiği süreci. Bunları iyi analız etmeliyiz. Kendi korkularımızla yüzleşmeliyiz. Kişi kendi iç güçlerini davet etmeli. Korku yetersiz hazırlıktan doğar.
Napolyon’un dediği gibi ''Cesurlar hiç korkmayan değil, korkuya rağmen yapılması gerekeni yapanlardır'' Korksan da aldığın kararın arkasında olacaksın. Önce aldığın karara sen inanacaksın. Kendinin inanmadığı bir şeye başkaları asla inanmaz. Ne olursa olsun kişi kendi iç dünyasını disipline edecek. Kendini kontrol edemediği sürece başarılı olamaz.
Nedir bu iç denge? İnsanlar birçok alışkanlıklarını beraberinde taşırlar. Geçmişte kendilerine acı veren başarısızlıkları, gelenekleri, birçok şey sabotajlara neden olur. Keşkeler, acabalar bu liste uzar gider. Bu aynen şuna benzer Maymunu ormandan alabilirsin ama maymunun içinden ormanı alamazsın.
 O zaman bu iç sabotajları olumluya nasıl çevirebiliriz. Atabildiğimizi atıp, atamadıklarımızı da aklın başköşesine değil de, beynin arşiv odasına bırakmalıyız. Ancak o zaman yenilere yer açabiliriz...
Olcay kasımoğlu
İnsan kendini sabırla yontmalı.

Bir şeyler var hala içimizde diri tutmaya çalıştığımız
Alamayacakları ve dokunmayacakları bir şeyler...
 Geçmişe dair yaşanmış ne varsa geleceğe gölge etmemeli yoksa çıkmaz sokaklar çıkar hep karşına. Kendi kanatlarıyla uçmaya karar veren her insanın bir başarı projesi olmalı. Hayat nehir üzerine köprü kurmaya benzer. Akan her şeyden faydalanmakta, faydalanmamak ta bu projeyi hayatımıza nasıl konsantre ettiğimizle yakından ilgilidir.
Hayat her zaman eylemi ödüllendirir. Kartal resimlerine baktığımızda bir kanadında zeytin dalı diğerinde ok vardır ''Barışı severiz ama gerektiğinde savaşırız'' Hayatta barış içinde yaşamak için bile savaşı kazanacak kadar güçlü, inançlı olmalıyız. Yüreğimizle inanmalıyız. Başarı insana miras kalmaz. Çoğu insan buna inanmaz ama başarı herkese eşit mesafededir.
Her koşul kendi başarı öyküsünü yazar. Nefes alınan her yerde başarı çıkabilir. İnsan parası kadar zengindir ama kendisi kadar başarılıdır. Yaşadığımız talihsizlikleri, şansızlıkları, yanlışları başkalarına yükleyerek hayatta başarılı olamayız, içimizdeki bizi mutlu kılamayız. İçimizdeki biz, herkese yalan söyleyebilir ama kendine asla. Bunu yanında başarı her zaman mutluluk vermez ama mutsuzluğa yardım eder. Büyük başarı kalpten gelir, beynimizde büyür sonra hayatın içine akar. 
Hayattan değil, hayatımıza gem vuran zincirleri kırdığımız gün içimizdeki o insanı insanlaştıran, paylaştıran, çoğaltan özdeki değerli olma bilinciyle tanıştığımız gündür. Birde yaşanan hayal kırıklıklarını yorumlama şeklimiz çok önemlidir.İnsanlar başlarına kötü bir şey geldiğinde ben bunu hak etmedim derler..Bence hayat ,bu insanlarla aynı fikirde değildir.Hayat iyilerden çok güçlüleri sever.Güç doğada vardır.İyilik ve kötülük tamamen insan aklının ürünüdür.
Hayat insana vaatte bulunmaz.
İyi insan olmak araç değil amaçtır. İyi insan olmak başına kötü bir şey gelmeyeceği anlamına gelmez. İyi insan olmanın ödülü zaten iyi insan olmuş olmaktır. Başımıza gelen kötü sonuçlar için kötü insan olma şartı yok. Neden ben diye sorarken kendimize, iyiliğe güvenmek güzel ama ona dayandırmak akıllıca değildir. Başımıza gelenlerin ne olduğuyla değil, içimizde olanların ne olduğu ile ilgilidir. Önemli olan bakış açımızı ve hayatı kendimize borçlandıran inançlardan zihinlerimizi temizlemek. İnsan kendini en iyi eylemleriyle ele verir. Goethe'nin dediği gibi ''İnandığı gibi yaşamayan, yaşadığı gibi inanır''Hayatımızda ne olursa olsun ne yaşamış olursak olalım kendi ilkelerimiz, değer yargılarımız olsun.
Kafa karışıklığı tüm kötülüklerin anasıdır. İnsanı içten içe yer. Hayatla aramıza tel örgüler çeker. Bunu için zihnimizi düzenleyip, yargılarımızı periyodik olarak gözden geçirmek bize akıl yollarını açar. Ve kalbimiz, kalbimizde kirlenir onu da ışığa çıkarıp ara bir temiz hava aldırmak gerekir. Her fikre açık olalım ama kalbimize sadece seçtiklerimizi alalım. Hırslar, egolar kalbimizi katılaştırmasın, hiç bir şeyin bizim gül bahçemizi tarumar etmesine izin vermeyelim. Hep ebru tekneleri olsun. Canı cana çağıran sevgiyle buluşturan edeple yoğuran.Canlar cananı bulsun. Hiç-kimsenin gözünde acı gözyaşı olmasın.
Olcay Kasımoğlu

Fotoğraf / Martin Martin Rak Photography
Kendini Bilmek

İnsan kaynaklı sorunların temelinde insanın kendini bilmemesi yatar.
İnsanın kendini bilmesi, aynı zamanda varoluşun getirdiği insan gereksinimlerinin en temel belirleyicisidir.
İnsanın kendini bilme ve tanıma yolculuğu aynı zamanda kişinin kendi iç sesiyle mücadeleye girmesi ve kendini bağımlı kılan bir çok şeyden kurtulması demektir.
Altı’ncı yüzyılda yaşayan ve halkın kendini tanrılaştırdığı Yedi Bilge arasında yer alan Spartalı Khilon tarafından ilk kez Delfi’deki Apollon Tapınağı’na yazılmıştır bu sözler: “Kendini Bil.”
İlk bakışta ''Kendini bil'' farklı bir ifade gibi gelir insana. Oysa her insanın içinde bir çok parçanın bulunduğu ve bu parçalardan hangisini daha çok kullanılması gerektiğinin çoğu zaman farkına varmayız. . Bu nedenle kendini tanıma bir yerde bu parçaları anlama, güçlü ve zayıf yanlarının farkına varma uğraşıdır.
Kendini tanımak, öncelikle insanın iç dünyasıyla, başka bir deyişle kendisiyle iletişime geçmesidir.
“Ne olduklarını bilmeyenler, ne dediklerini de bilmezler.”
Paul Valery
İnsanoğlunun kendi dışındaki dünyayı anlamlandırabilmesi için önce kendini bilmesi gerekmektedir.
Ancak o zaman bütün varlıkların anlamı ve amacı konusunda derinlikli bir bakış açısına sahip olur.
Kendini bilmek aynı zamanda, insanlarla güçlü iletişim kurmayı sağlıyor ve olayların, dünyanın farkında olup bunları doğru değerlendirme bilgeliği katıyor. Çünkü, insan tek başına medeniyet ve kültür oluşturamaz.
Bunun yanında, kendini bilmeyen insan, herşeyi bildiğini sanır, bilmediği konularda ahkam kesilir.
Sokrates: ''Bildiğim tek bir şey var, o da hiçbir şey bilmediğimdir'' derken, aslında hayatın anlamıyla ilgili sağlam bir kavrayıştan bahseder.
Kendini bilen insanın akılla bağlantılı bir eylemi vardır. Kendine özgü bir canlı olmanın da ötesine geçerek insanca yaşama anlam katar buda haddini bilme, bilgi sahibi olma ve yürekliliktir. Bu olumlu özelliklerin varlığıyla belli bir zihinsel olgunluğa erişince insan, sahip olunan bilgileri anlamlı ve sağlıklı kullanma, yaşamı doğru ve anlamlı bir şekilde yorumlayabilme bilgeliğine de ulaşmış oluyor. Hayatın anlamına da derinlikli bir bakış açısı kazandırıyor.
Kendini bilmenin yaratacağı bilgeliği anlatan Fars dörtlüğünde ki derinliği görmemek mümkün mü ?
''- ki, bilmiyor ama biliyor bilmediğini; çocuktur, onu eğitin/yetiştirin.
- ki, bilmiyor ama bilmiyor bilmediğini; cahildir, ondan uzak durun.
- ki, biliyor ama bilmiyor bildiğini; uykudadır, onu uyandırın.
- ki, biliyor ama biliyor bildiğini; bilge kişidir, onu izleyin.''
Dünyanın en büyük temel sorununun, insanın kendini bilmemesinden kaynaklanan bilgisizlikten ve bilgiye duyulan ilgisizlikten kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Bunun yanında, 21. yüzyıl insanın en büyük sorunu ekosistemin çökmesine neden olacak, kontrolsüz teknolojinin yine kendini bilmeyen insanın elleriyle, insanin doğayla ilişkisinin bozulmasına aynı zamanda insanın insanla olan ilişkisini de olumsuz yönde etkilenmesine neden olmaktadır.
Bunun yanında, bencil, kibirli ve daha çok sahip olmak arzusu insanın kendini bilmesinin önüne geçti.
Savaşları, çatışmaları, ayrımları çıkaran insandır. Silahları, bombaları üreten, mayınları döşeyen de insan. Hükmeden, sömüren, zulmeden, haksızlık yapan da insan.
Bizler, kimliği sadece insan olanlar; okuyacağız, düşüneceğiz ve düşüncelerimizi aktarmaya çalışacağız. Kendini bilmeye, bulmaya, yetiştirmeye çalışacağız. İnsanlık olarak amacımız; aydın, çağdaş, düşünen, sorgulayan, aklını kullanan, sevgi dolu, alçak gönüllü, çalışkan, erdemli birer birey olmaktır.
Yunus Emre'nin dizelerinde hayat bulan ''Kendini Bilmek'' deki hikmetin güzelliğine hayran olmamak mümkün mü?
''İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır''
''İnsan niçin okur? Hem kendi, hem de başkalarının “hakkı”nı bilmek için. Yani “kul hakkını ve sınırlarını” bilmek için. Bu, Tanrı’nın da insanlardan isteğidir. Gönül dünyasında da, toplum yaşayışında da düzen ve huzur böyle sağlanacaktır. İnsan okuyor ama “hak-hukuk” bilmiyorsa, kul hakkı yiyorsa her şey boştur. Kuru, işlevsiz bilgi yüklemesidir yapılanlar.''
Kendini bilmeyen, hatta aramayan kişi, yaşamını da boşa geçirmiş, eserini verememiş ve kendini gerçekleştirememiştir. İnsanın hayattaki en büyük başarısı kendini bilmesidir.

Olcay Kasımoğlu

6 Aralık 2018 Perşembe

Seçeneklerdir çoğaltan hayatı.
''Bazı insanlar yaşamları boyunca hiçbir şeye tam olarak sahip çıkamazlar. Hiç bir şeyi çelişkiye düşmeden kucaklayamazlar.
Hep yaşamın kıyısında düşecek gibi hayata eğreti tutunurlar. Uzaklaştıklarında bütün hayatın ellerinde son bulacağı duygusuna öylesine sarılmışlardır ki sanki bu duygudan uzaklaşınca bütün hayat onlardan uzaklaşıp yok olacak''

Önceki yazımız da şiddetin ikizi çocuklar derken, şiddetin boyutlarından bahsetmiştik.
Maalesef şiddetin boyutları azımsanmayacak kadar ciddi boyutlardadır ve ilginç olan şiddetin belli bir boyutu yok aksine görünen perdelerin arkası çok can yakıyor.

• Öyle ki okumuş cahillerimizin yaptığı şiddet, insanı ürkütüyor bunlar sadece öğretim çocukları olmuşlardır, davranışlarında eğitimi göremezsiniz. Diplomalı cahiller, okumamışlardan daha zordur, asarlar, keserler… Bildikleri en iyi yol ben bilirimdir.
Egoları tavandır. Bu insanlar, evliliklerinde isteklerini yaptırmaya çalışırlar, engelle karşılaştıklarında en basit ve kolay yola(dayağa) başvururlar.

• Bir evliliğin en önemli ve can alıcı noktası, eşin nasıl bir kişilik yapısına sahip olduğunun bilinmesidir.

• Bunu bilmek inanın birçok kapıyı nasıl açacağımız konusunda bize yol gösterici olacaktır. Kişilik yapısını bildiğinde o yapıya ters bir davranışın geri dönüşümünü tahmin etmek her akıllı insanın bileceği bir şeydir. Bu da en başından birçok olumsuz olayları yaşamadan sonucunu tahmin etme bakışı kazandırır.

• Bir de kadınların en çok yaptıkları ve hevesli oldukları bir şey var: ben bu adamı değiştiririm. Bu beraberinde hayal kırıklıkları getirir. Biz bir yetişkinle evleniyoruz, çocukla değil.
Kendi kişilik yapısına saygı bekleyen bir insan dış müdahaleyi kabul eder mi? Oysa ortak paydada buluşmak, paylaşmak olduktan sonra beraber büyümenin, hayata akmanın kime ne zararı olabilir ki ? Buda hayat bilinciyle birlikte sevgi bilincine ulaşmış olgun bir insanla mümkün olabilir. Yoksa istediğin gibi bir birey yaratmak evlilikte sadece kişilik çatışmalarına yol açar.
O zaman seçimlerimizi yaparken o kişideki beğeniler üzerine yapalım kendi mumyamızı yaratmak için değil.

• Tabi erkeklerde nasıl olsa değişmez, etliye sütlüye karışmaz tamda aileme göre, anneme de benziyor. Tamda burada başlar erkeğin kafasındaki kadın modeli. Oysa aynı çatı altında almadılar toplamlarını. O bir birey, insan, sonra eş, anne.. Kurmayın birileri üzerine seçimlerinizi. Tamamen kendi öz iradenizle, beyninizle, yüreğinizle seçimlerinizi yapın.
Bırakın birileri üzülecekse üzülsün, hiç değilse başından üzülürler emin olun kötü sonlardan daha kötü değildir. İnsanlar değişimle gelişir. Kişinin tamamen kendi dünya görüşüyle alakalıdır. Herkes kendi penceresinin rengini kendi yaratır.

Bir yerde görmediklerine kapalı olmak onları geliştirmeyen bir korumacılık duvarı örer oysaki en küçük bir dalgada en çabuk savrulanlarda bu kıyılarda tutunmaya çalışanlar ve kıyıyı terk etmeyenlerdir
Buradan itibaren muhtelif şekillerde anne babalarında evliliğe yaptıkları çeşitli etkiler vardır.
Kadın evlilikte umduklarını bulmadığında baba kapısı çalınır. Ailesi adetlere göre hayır der; yeni ailesi bunaltır; kocası anlamaz; derken bir de çocuk gelir. Hamilelik sıkıntıları doğum ve loğusalık psikozları eşliğinde daha da berbatlaşır. Hele bazı yerlerdeki inanışlardaki gibi bu zor anlarda kız tarafı değil de erkek tarafı aktifse genç anneyi, erkek, aile töreleri adetleri icabı karşı gelemez, karısını koruyamaz ya da kendi kişiliği de eşini itaate zorlar. 

Ev içi şiddet uzar gider... Birde karısını seven onu haklı bulan ama ailesine ses çıkaramayan erkekler vardır. Arada kalan erkek ne yapacağını şaşırır. Mutsuzdur hiç bir tarafı kırmak istemez. Anne-baba ''karı köylü'', karısından pısırık damgası yer. Ne kadar kötü bir psikolojidir, insanlar içinde insansız kalmak…
Birde aşırı seven veren koruyan anne ve babalar vardır. Eğer dozu aşılırsa buda başka türlü sıkıntılara neden olur. Bu bağlar tıpkı bir insanı sararak öldüren sarmaşıklar gibidir; kimse kendisi olamaz, gelişemez, Bu aşırı korumacılık bağı, sevdiğimiz insanı da bizi de kısıtlayan, gelişmekten-mutlu olmaktan alıkoyan, bizi aşağıda tutan bir "hal" içine sokar.

Kim olursak olalım ne olursak olalım bir yerlerde bize umut kapısı varsa onu fark edelim.
O farkındalık ışığını asla yok etmeyelim. Uğruna savaş verdiğimiz yeni bir yaşamın kapılarını açan o ışıkları içeriye alalım. Asla bir yerler de size umut ile parıldayan insanların size sunduğu farkındalık ışığını yok etmeyin, aksine onu fark edin. 

Göreceksiniz; uğruna savaş verdiğiniz bu farklı yaşam biçimi; sizi yeni bir sabahın ardında, yeni insanlar ve yeni olay biçimi ile karşılayacaktır. Geç kaldığınız, zamanın içinde ki yaşamı fark edin… Hayat bize verilen en büyük armağandır. O armağana sıkıca sarılalım. 

Yanlış bir seçimin bedeli bir ömre esir düşmemeli, yaşam cesur ve mücadelecileri sever.
Değişikliklerden korkan, cesaretsiz kişiler her zaman insanı duyguları kendi içlerinde ve işlerine geldiği gibi özensiz yaşayacaklardır.

Olcay Kasımoğlu