Translate

23 Ocak 2019 Çarşamba

Sükutla sohbet arasında

'Bir suskunluksun cevabı olmayan' dedi Yabancı Adam kadına.
"Evet" dedi Kadın." İnsanlar kendilerini riske atmalı, Ağaçlar için, dağlar için, aşk için, kuşlar, yaylalar....Sevgi sadece insanlar demek değildir, ayrıca ağaçlar, hayvanlar ve çiçekler demektir. Ve de kadınlara kıymamalı hoyratça erkekler... Bu haksızlık giderilmediği sürece ağlamayı, konuşmayı erteliyorum."
''İnsan değiştirmek istediklerini değiştiremediğinde, umuttan çok umutsuzluğa mahkum hissettiğinde, kederi artık varlık nedeni haline geldiğinde yani kendisini değersizleştirdiğinde bir “hiç” gibi hisseder. Ve bu doğaldır ancak bize “hiç” gibi hissettirenleri de göz ardı etmemek gerekir belki de.''
İnsan, çoğu zaman kendine bile susa biliyor. Canının yandığı yerleri bile bile yüzüne gülüşler yerleştiriyor. 
Bazen kelimeler bile yetmiyor, dil susuyor, sözler dolanıyor. O zaman geriye anlatılamayanın sessizliği kalıyor. Bazen daha fazladır her şey. Hepimizin su alan, incinen duvarları var. Yeter ki kalbimizde ki sağanaklara hayat vereni, verenleri fark edelim. Işığa ve akışa gizemli bir geçiş sağlayan, bütün mışlardan, muşlardan arınmış olarak...
Bırakalım girsin içeri ışık..Yaşam bir nefes,...

21 Ocak 2019 Pazartesi

KANATLAN SEVGİYE♥

Sevgi ve farkındalık, iki yol budur…
Kendi yolunu aramalısın, herkes kendi yolunu aramalı.
hayat yorgunu kirpiklerden
müebbete hüküm giymiş gibi
görmez olur kalbinde sevdayı unutanlar
sağırdırlar
kördürler artık sevdaya
bilmezler
kısacık bir ömrün sığınağında
bin yıla sığmayacak kadar
içimizden sevda geçtiğini
oysa elleri;
aşk denizine taş atarken
ellerinde deryalar
sular
ağaçlar görürüm
varsın bilmesin mevsimler
yıllar ömürler
bin yıla sığmayacak kadar
içimizden sevda geçtiğini
bir yol bulmalıyız derken
aşkın
umudun
en masum en hilesiz haliyle
yüreği kendi kabından taşacak kadar
billur ışık da görünen sevgili
katıksız sevincin düşünde
kırmızı güller yedireyim parmaklarına
kalbimin en derin yerinden,
buğulu bir atlastan
katıksız sevincin düşünü göreyim
yükümüzü sıcaklar taşısın derken
hangi sıcak demetinde kırıldı düşlerimiz
söyle
söyle de bileyim
bileyim de en güzel bahtı sunayım sana
saymıyorum artık
bu çağ yalnızlıklarını
kalabalıklar içerisinde yağan yağmurun
yanaklarımıza bıraktığı hazin damlaları
ister gel
ister gelme
ben çoktan unuttum kalbimi göğsünün kafesinde
yüreğinin tamamını yedirmeye hazırsan
bir lafa tamah etmeden
gül yüzünü göm göğsüme
orada ihlal ve iflah olmaz sevdalar var
yaşama tüten çiçekler gibi
tut ömrümün dallarından
dolaşma artık kaybedilen zamanlarda
göğünde kartalların turnaların süzüldüğü
yazgısı türkülere yoldaş bir atlastan geldim
gerçek mutluluk kanattır kanatlan sevgiye
mavilere dolanmış gökyüzü kadar cesurum artık
Olcay KASIMOĞLU

Mutlu olamazlar ki değerini bilmeyenler mutluluğun.

İnsan, en çok kendisinden korkar.

Kendi duygularından, güçsüzlüklerinden, zaaflarından, acılarından, coşkularından ürker.
Onun için kaçar yaşamdan, aşktan, öfkeden, sevinçten, kendisinden kaçar.
Sonra yaşam, hepimizi kendi sofrasında ağırlar.
İnsan, hayatı keşif etmeye, değişmeye başlar.
Hayatın özü değişimken değişmemek, dönüşmemek için direnmek bir çiçek tohumunun hayır ben büyümeyeceğim böyle kalmak istiyorum demesine benzer...
Oysa;
Yaşam bir bütündür.
Her şeyin özüne gitmeli insan, görünene değil.
Bazen bildiklerimiz, gördüğümüz kadardır.
Gördüğümüz baktığımız kadar ve baktığımız düşündüğümüz kadardır.
Baktığımızı görmez, gördüğümüzü düşünmezsek eğer, gördüğümüzün bildiğimize sığmadığını da göremeyiz.
Ve;
''Hayatın hedefi özgürlüktür. Özgürlük olmadan hayatın anlamı yoktur. Özgürlük politik, sosyal ya da ekonomik özgürlük anlamına gelmez. Özgürlük zamandan, zihinden, arzudan özgür olmaktır. Zihnin varolmadığı anda evrenle bir olursun; evren kadar sınırsız ol. Doğal olarak yaşa.''
Kendimizi ve diğer insanları; mutlu etmeyi seçtiğimizde ‘’bilgelik, hakikat, neşe kaynağı ve ruhsal güç’’ ile, bütünlük ve bağlantı içine sokabiliriz.
''Bunun içinde çok büyük beklentiler içerisine girmeden, ihtiyacımız olan;
barış, özgürlük, sevgi dolu aile-arkadaş, dostlar, yetecek kadar gıda, giyecek ve barınacak yer, ulaşılabilir bir amaç ve geleceğe dair umut olması, insanların yaşamlarını devam ettirmelerine yeter.''
Gereksiz endişe, şiddet, öfke, karamsarlık ve egolardan çekip alır.
Önemli olan, nelere değer verdiğimiz ve neleri öncelikli bulduğumuzdur aynı zamanda.
Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissederiz.
”Sakin ve neşeli bir huy, duru, canlı, nüfuz edici ve doğru kavrayan bir zeka, ılımlı-yumuşak bir arzu, sevgi dolu bir kalp ve bunlara uygun olarak iyi bir vicdan”…
Dünyaya sevgi dolu bakmanın yolu, başta bu iç yolculuktan geçiyor.
İnsan, yaşamında mutsuzsa, sevgi üretmiyorsa, ne yaparsa yapsın, nereye giderse gitsin, yüreği hep üşüyecek, değil mi ki sesi müziğe dönüştüren sevgidir.
Hayal gücümüz ve düşlerimiz önemli, hayatı sevme hissi ve coşkusu verir.
Bunlar, yerini hiçbir rütbenin ya da maddi zenginliğin dolduramayacağı üstünlüklerdir.
Cemal Süreya’nın dediği gibi ”Hayat kısa, kuşlar uçuyor” o zaman bu kısacık konuklukta mutlu olmak yaşamın biricik amacı olmalı..
Yaşamın biricik anlamını unutup, mutlu olmak için çok büyük beklentiler içerisine girip kendi varlığının anlamını unutan boş insanlar, yaşamı nasıl heba ettiklerinin çoğu zaman farkına bile varmazlar.
''Özenle sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz
Vakit gelip, sandıktan çıkardığınızda
Bir de bakıyorsunuz ki, tedavülden kalkmış''
O zaman bu kadar kasıntı, bu kadar yaşam kaygısı niye?
Mutluluk, hiçbir sıkıntının ya da zorluğun bulunmadığı yer
demek de değildir, bütün bunların içinde bile yüreğimizin huzur bulabilmesidir.
Ne güzel demiş,düşünür;
''Karanlık geceye rağmen buğulanmış pencere camına güneşi çizebilmek.''
Umut etmekten, mutlu olmaktan hiç vazgeçmemek, yaşam sevincini
sürdürebilmektir mutluluk…
Mutluluk: kendin olmak, sevebilmek, üretebilmek, güven ve huzurdur.
İnsan, kendi dar sınırlarından çıkıp daha zengin bir yaşam deneyimine ulaştıkça, bakış açısı da değişiyor.
''Yaşamınızı bir baş yapıta dönüştürün
Her insan,
daimi olarak,
sadece tek bir başyapıt
üzerinde çalışmakla yükümlü olan bir sanatçıdır,
bu başyapıt kendisidir.''
İnsan özellikle karşındakini anlamak için, onda olanı anlamaya niyetli olmalı. Buda kuru bilgiden uzak, açık bir zihin ve sevgi ile biçimlenen bir anlayışla mümkündür.

20 Ocak 2019 Pazar

Koşulsuz tek sevgi, anne sevgisidir🌹


https://yenisoluk.com/cocuklarimiza-bizden-daha-yakin-kim-olabilir
Kim onları hayatla tanıştırırken; sevgiye emeği ve şefkati katarak yanında koşulsuz durabilir?
Biz onların hayata akan köprüleriyiz.
Kendi kendine yetmenin verdiği mutluluğu anlatalım. Kendi ayakları üzerinde durmanın önemini, saygınlığın, erdemin, öz güvenin aydınlığını anlatalım.
Namuslu olmanın 'cinsiyet üzerinden değil' erdemli, onurlu olmanın süzgecinden geçtiğini, geçerken de kimseyi kirletmediğini ve en büyük namusun beyinde olduğunu öğretelim.
Namusu etek boyuyla izah eden her türlü düşünceye hayır diyen bir bilinç geliştirmesinin önünü açalım.
Kıyafetlerin mistik sevincini sevdiren, incelten zevkini yaşatalım..
Sahip çıkmakla, sahiplenmenin aynı şeyler olmadığını öğretelim.
Kıskanılmanın, güvenle karıştırılmayacak o nezih çizgisini sindire sindire anlatalım.
Sevdiği ile onur duymanın içtenliğini, faziletini ve birliktelikleri nasıl büyüttüğünü anlatalım; anlatalım ki, duvarlar arkasında entrika çevirenleri, bencil egosuna hapis eden zihniyeti iyice tanısın.
Kendine güveni olmayandan, güven beklemenin zaman kaybı olduğunu,
kendine saygı duymayandan; saygı beklemenin nasıl bir aldanış olduğunu anlatalım.
Eğitimin yaşam şekli olduğunu, insana yapılan en büyük yatırımın eğitim olduğunu anlatalım.
Hiç kimsenin kölesi olmadan; fikri hür, vicdanı hür insan olmanın erdemleri üzerine bir yaşam kurmanın en büyük zenginlik olduğunu anlatalım.
El,etek öpmeden, yaşama sıkı sıkı sarılmanın en büyük mucize olduğunu
ve sevdiği için, sevdikleri için bilinçli sevgilere durmanın iç huzurunu anlatalım.
Ve en önemlisi bunları anlatırken kendimizi güncelleyip, söylediklerimizi yaşama geçirerek, verdiğimiz sözlerin arkasında durarak, yemin etmeden sözümüzü inanılır kılarak, eylemlerimizi dürüstçe çocuklarımıza yaşatalım.
Ancak o zaman anlattığımız,söylediğimiz, örnek verdiğimiz şeyler anlam kazanacak. Yoksa çocuklar büyüklerine güvenmeden, onların yaşam alanlarına saygı göstermeden, söylenen hiç bir şeye inanmayacaklar.
İnanmadıklarını kalplerine indirmezler.
Kalplere inmeyen her şey zamanla unutulur, unutulmayanlar eylemlerdir.
Yarının büyüklerine, kinden,nefretten arınmış bir dünya bırakmak bizim elimizde.
Önce biz kendimize ayna olalım. Önce biz kendimize adil ve güzel olalım. Sevginin, iyiliğin, şefkatin etiket fiyatı olmadığını içselleştirdiğimiz  zaman çocuklarımız yanlış insanlara zamanlarını harcamayacaklar.
Bu bence çok önemli. 
Olcay Kasımoğlu


19 Ocak 2019 Cumartesi

''Yüreğimde Sakladiğim Son Sözüm'' Şiir Kitabının Ön Sözü


Kendini anlatırken; yaşamın zor koşulların da düşlerin gücünü keşif etti. Kalabalık bir aile içinde geçen çocukluk yılların da düş kurmayı öğrendi.
Gençliğinde düşlerinin peşine düştü çoğu zaman zorluklar bedenini istila etse de hiç vazgeçmedi.
Zaman oldu, oda yalancı baharlara aldandı.
Esrik bir ruhla sevimli aptal aşıklar gibi dolaştığı yerler de kendini buldu.
En çokta insanların sızlayan yerinden sevmeye çaba gösterdi. Nedendir bilinmez hep acı çekenlerin yanında kendini buldu.
Ne zaman kendine dönse, muhakkak bir çıkmaz yol çıkar ve dolanır, dolanır sonra kendine çıkardı. Kendine çıkan yollar da hep mücadele ve Sabir vardı. Sanki hayat kendi rönesansını ona hep mücadele den yana çizmişti.
Fikir bahçesinin kendine açtığı zamanı hatırlamıyordu, kendini bildi bileli fikir bahçesine yolunu çizmişti.
Edebiyatın kapılarına adım attığından beri de; şiirin ve yazı yazmanın gönül sırdaşlığını keşif etmişti, biliyordu söz derinler de ve en çok yaralar da bu derinler de köze dönerdi.
Artık yazının ve şiirin yolcusuydu.
Aşka, insana,doğaya ve kendine duran...
Artık baktığı her şeyin iç yüzünü görmeye başlamıştı. Kelimelerin içlerine sakladığı arka odalar da dolaşmayı öğrendi.
Bir gülümsemenin, tatlı bir sözün en katı kalplerde ki değişimini gördü.
Nice insan yüreğinin, hiç öpülmemiş, sevilmemiş olduğuna şahit oldu. Mesleği gereği çok insan tanıdı ve hayatlarının görünmeyen taraflarına şahit oldu. Dünyaya gelen bir çok çocuğun ilk nefeslerini içine çekti.
İnsan hakları bildirgesi”ni okudu,Kuranı-kerimin mealini, Tevrat , İncil, Zebur, siyası, toplumsal içerikli bir çok kitap okudu. Kitapların insanı nasıl silkelediğini,yeni bakış açıları kazandırdığını ve kendiyle yüzleştirdiğini gördü, okumanın gücüne inandı.
En çokta şiirle geçirdiği saatler kısa, şiirden uzak geçirdiği dakikalar uzun geldi.
Yazarken içinde ki duyguları telden,süzgeçten geçirdi. En na-mahrem duygularını sınava çekti.
Hayatın da yaşadığı hiç bir şeyden pişmanlık duymamayı öğrendi. Yanlış seçim ve sonuçlarını yaşamak akabin de yaşadığın üzerin den tecrübe ve deneyimin olmazsa olmazlarını öğrendi.Ve geçmişini bir “öğretmen” olarak kabul etti.

Henüz cevaplayamadığı bir çok soru olsa da yaşamın aydınlığın da insanlara durmayı seviyor. Yaşamın çok özel bir hediye olduğuna, yaşanması gerektiğine, yaşı kaça vurursa vursun yüreğinde ki çocukla inanıyor. Çocukluğunda ki yaylaların serin esen rüzgarlarını,ilkbahar da açan kardelenleri ve yere uzanıp gecenin karanlığın da kendine seçtiği yıldızın yüreğine göz kırpan dostluğunu özlüyor.
Şimdiler de en büyük hayalı; Savaşsız bir dünya ve açlıktan ölmeyen çocuklar ve şiddetin olmadığı mutlu yuvalar, insan olmanın erdemine yakışır bir dünya düzeni.
İlerde sallanan bir koltukta, denizin karşısında dalıp gideceği günler.!..
Sevimsiz duyguları, yalanları  dar ağacına asacağını söylüyor.
Yaşamda ki yükü ağır; içine süzüldüğü dünyanın eşit olmayan dengelerine ve doğuştan verilen hakların sadece fikirden yoksun,paradan zengin insanların elinde olmasına çok kızıyor. Yaşam hakkının ,haktan anlamayan cahillerin elinde olmasına kızıyor. Hakkaniyetin derin sulardan sudan sebeplerle çıkartılmasının öfkesini taşıyor, bir de adam olmayanların adammış gibi libaslara sarılmasına kızıyor.
Her şeye rağmen dilinden türküler düşmüyor.
Her gece kirpiklerine düşen yıldızlara göz kırpıyor. Hiç öpülmemiş,sevilmemiş yüreklere dokunuyor. En çokta insanların acıyan yerlerine dokunuyor. Hep acı çekenlerin yanında kendini buluyor.
Hala içinde ki masum çocuk gözleriyle yıldızlara göz kırpıyor. İçinde kimselerin bilmediği bir lisanı var. Bütün güzel şeyleri içinde ki sesle dinliyor.
Hala vaktinden önce açıyor yapraklarını...
Ne olursa olsun 'Hala bir yani umudu yeşil,bir yanı mavi'
Yaşamın çok özel bir hediye olduğuna inanıyor.
İşte bu nedenle olsa gerek; aç gözlülükten uzak, esir olmadım kimseye. Hiç kimse h tutsak edemedi beni kul kapısına.
Olur da bir gün merdivensiz kuyulara düşersem, içimdeki;
görmek isteyenlerin gördüğü, satılık olmayan, değer biçilemeyen, elden ele geçmeyen, takası yapılmayan, içinde güzel şiirler okunabilen, en güzel ve en zor olanını "YAŞAMAK" sanatına dönüştüren yüreğimi çıkarın gün ışığına yeter...

Nede olsa yürek bahar yeri...

23.08.2012/ İstanbul/ ''Yüreğimde Sakladığım Son Sözüm''

Şiir Kitabı Önsözü

18 Ocak 2019 Cuma

Gülümse hadi gülümse yenilensin dünya...
Gülümseme; sevginin ve insan olmanın anahtarıdır.
Gülümseme; hayatın yorgunlarını dinlendirir.
Gülümseme; sevgi dolu bir yüreğin gözlerden yansımasıdır.
Gülümseyin; kim gülen bir yüze, gözlerini değdirmez ki!
Asık suratlı insanlardan hiç kimse hoşlanmaz. Konuşurken söze başladığınız sırada karşınızdakinin kaşlarını çattığını, asık bir suratla sizi dinlediğini görürseniz konuşmak hevesiniz kırılır. Lafı kısa kesip bu tatsız sohbeti bir an önce bitirmeye bakarsınız. Bir de karşınızdakinin sizi güler yüzle dinlediğini, hatta araya biraz da tatlı söz karıştırarak sohbete renk verdiğini görecek olsanız konuştukça konuşacağınız gelir. Güler yüz her şeyden önce insana cesaret verir.
Yeni bir güne başlarken; gülümsemenin çağırdığı bütün güzellikleri kucaklayacak bir sevinçle kollarımızı açalım ki yeni bir gün bizi de kucaklasın, gülüşlerimiz karışsın kuşların sesine.
Cenap Şahabettin' ne güzel demiş ’Şen adam güneşe benzer girdiği yeri aydınlatır.’
Hayata, umutlara, sevgiyi bize getirmek için yola çıkanlara gülümseyin.
Bırakın, biri- birileride bizim için endişelenin bizim için ağlasın... İnsan olmanın zayıf yanlarını da yaşayalım.
Her zaman güçlü olmaz insan kendine... bırakın yüreğinizde zayıf yanıyla barışsın.
Hayatta her şey mükemmel olacak diye bir şeyde yok. İnsanız, insanca yaşamanın kurallarını koyan da biziz.
Kendine değer vermeyen, olgunlaştırır-mı gönlünü söyle?
Başkaları için vazgeçtiklerimiz var bir süreliğine de olsa, koysak bir kenara, günün ilk ışıklarını kendimize ayırsak?
Kendimizin farkına varsak, yoksa hayat avuçlarımızdan kum gibi kaymakta.
Başkaları ne söyleyecek diye düşünmeden hayatın içinde kendin olma şölenini yaşamak ve hayata gülümsemek.
Gülümsemek ama önce kendi yüreğine sonrası zaten düşer her yere.
Sonra içimizde ki bizi biz yapan bütün o küçük parçaların tadını çıkarmak için gülümseyelim.
Hayata bir şans daha verelim avuçlarımızdan akıp yok olmadan önce... 

Bektaşi’nin hikâyesini bilirsiniz: 80 yaşında öldüğü halde mezar taşına “5 sene yaşadı” diye yazdırmış. Bu beş sene onun hayatta gülerek, neşe içinde yaşadığı, gam kasavet nedir bilmeden hoşça geçirdiği senelermiş
                                                                                Gülümseyemeden geçirdiğim, kaçırdığım zamanlar için kocaman bir gülümseme konduruyorum yüzüme ve biliyorum ki;
İçten bir gülümseme; mutlu ve huzurlu bir yaşamın anahtarıdır. Sevgi dolu bir yüreğin gözlerden yansımasıdır.
İçten bir gülümseme, ben mutluyum ve sizinde mutlu olmanızı istiyorum demektir ve gönüller arasına sevgiden inşa edilmiş köprüdür. İnsanın ruhunda açan çiçeklerin evrene sunulması ve içimde karanlığa yer yok demektir. Paranın satın alamayacağı kadar büyük bir güce sahip olmaktır. Hem kendimize hem evrene yapılan en büyük hizmettir. Gülümsemek yüzde beliren bir mimik değildir sadece, senden karşındakine ve onun içindeki sonsuzluğa yaptığın bir yolculuktur...Gülümse hadi gülümse karanlıklar aydınlansın yoksa nasıl yenileniriz hadi gülümse, gül, gülsün dünya....
Olcay Kasımoğlu

17 Ocak 2019 Perşembe

Ayrıntılar acıtır.
Bazen duygularımız daha biz yaşlanmadan onlar yaşlanır ve bizden hayatın yanaşacaklarını alır. Hayat sanki kendini anlayanlarla arasına mesafeler koyar.
Yaşamın içine karışmasına izin vermez.
Hayatın içinde hep ardına bakan ve ardında bıraktıklarıyla yaşayan insanlar gördüm. O'kadarki bugünü yaşamayı kendine zehir edecek kadar. Her şeyi didiklerler, mazisinin gölgesinden, anılarının küf kokan yükünden bir türlü arınamayan, yürekleri yarına yorgun ...
Ne istediğini bilmeyen, nerede duracağını hiç bilmeyen, ne çok çelişkiye gebedirler.
Büyük hayallerin yıkımlarını yaşarlar. Her şey, geçip gittiğiyle kalıyor arkasında toz, duman izi bırakmadan. İzler yüreğe bırakılır.
Geçen yıllar, hayal kırıklıkları, umduğunu yaşamamak... her şey !
Ayrıntılar acıtır.
İnsanlar;,insanca yaşamanın onurunu kendi yüreklerine, beyinlerine yaşatmadan mutlu olmayı unutsunlar , insan olmak bütün olmaktır. Gök kuşağına benzer. Gök kuşağına baktığında seni rahatsız eden hiç bir renge rastlamasın. Kendi varlığını başkasının ona biçeceği değere bağlamamayı,kendi özündeki şefkati yakaladığında o gök kuşağı onu hayata sevdirecek kadar renkli ve içi dolu umutlar besler.
Hayatın ayrıntılarda nefes almadığını muhakkak gösterecektir. Hayatındaki mutsuzlukların kendi kattıklarıyla da oluştuğunu gördüğü anda işte yaşama ve içine, özüne hoş geldin dediğimiz gün olacak...

Olcay Kasımoğlu
Yalnızlık
Yalnızlık başlı başına kişinin kendi iç dünyasında var olma halidir, kendine yetebilen, sınırları olan ve toplumsal sınırları zorlamayan. Bazı insanlar vardır ölümden korkar gibi yalnız olmaktan korkarlar oysaki en büyük acı insanın kendine duyduğu tanımsız yalnızlıktır.
Yalnızlığı kadermiş gibi algılayan insanlar vardır birde yalnız olmayı beceremeyen insanlar.
Oysaki yalnızlık bir tercih olmalı kişi kendini bir yere zorla iliştirmemeli, zoraki yaşamak gibi olmamalı.
Yalnızlık başlı başına kişinin kendi iç dünyasında var olma halidir, kendine yetebilen, sınırları olan ve toplumsal sınırları zorlamayan. Bazı insanlar vardır ölümden korkar gibi yalnız olmaktan korkarlar oysaki en büyük acı insanın kendine duyduğu tanımsız yalnızlıktır.
Yalnız olduklarında ayaklarının altındaki toprak parçası kayar.
Her şey hüzün ve kederi çağrıştırır bütün yenilgiler onları bulmuştur, kadere isyan, batsın bu dünya en iyi söylemleridir.
Kendilerine eşlik eden bir iç huzura sahip değildirler. Her şeyin nedenini dışarıya bağlamıştırlar.
Hani her şey suçlu onlarda bu nedenle yalnız ve güçsüzdür.
Aslında madalyonun öteki tarafı bu kadar kolay kaçış yoluna sahip değil.
Tamamen sorgulayan, anlamaya meyillenen, kendi eylemlerine sahip çıkan bir iç denge vardır.
Yalnızlık bir duygudur tek başınalık ise fiziksel bir haldir.
Pek çok zaman kulağa aynı gibi gelse de “tek başına” olmakla “yalnız” olmak aynı değildir! “Yalnızlık” bir duygudur, “tek başınalık” ise fiziksel bir hal...
Yapman gereken en önemli şey, tek başına olmak ve yalnız olmak arasındaki arasında ki o ince çizgide seçimlerini iyi yapmaktır.
Geçmişle yaşayan sürekli geçmişi mitleştirenlerden doğrusu pek hazzetmem.
Yaşandı ve bitti bitmeyen, tecrübeye binayen deneyim ve tecrübeleri hayata bilgece katmak.
Şimdi yaşadığımız an var bu anıda geçmişe vermeden hakkını verelim.
Yalnız ama dingin yaşamayı bilelim.
Çoğul kalabalıklarda yaşanan yalnızlıkları hayatımızdan olduğu kadar uzaklaştıralım.
Birbaşınalık başka yalnızlık başka. Birbaşınalık fiziksel bir durumdur. Hayatın içinde yalnız yürüme halidir.
Yalnızlık ise aynı evde başkalarıyla arana tel örgüler örer duyarsın ama onda değilsin, yaşansa bile sahip olunabilecek bir ruh hali.
Yalnızlık bir yarı uykuya dalmanın sonun da korkulu düşlere uyanma halidir, kendinle, kendi düşlerinle yürüme durumu. İnsan beyni çok sever yalnızları.
Geçmiş, bugünden daha çabuk teslim alır hayatlarını.
Bu konuda bildiğim bir şey varsa o da "yalnızlığın en kolay yalnız değilken yaşandığı". Anlık yalnızlıklar. Aslında buna daha çok, sakinlik, durma hali de diyebiliriz.
Ama asıl yalnızlık başka bir şeydir.
Anlamsızlaşır bir sürü şey ve bir sürü şey de fena halde anlam kazanır.
Sen donmakla yanmak arasında biçare.
Toparlanmak için ne kadar gün ışığı lazımsa dağılmak için azıcık karanlık yeter.
Yeter ki İçimizdeki umutların dalları budakları kırık olmasın.
Ne olursa olsun düşünceler içerisinde kırılır yalnızlık, Kim bilir belki de sadece aradığımız üşümeyen bir yalnızlıktır...

Olcay Kasımoğlu.

16 Ocak 2019 Çarşamba

İyilik seven kötülük edemez zaten.
...aslında çok şey istemiyorum bu hayattan
gözlerinde yüreklerini görebildiğim insanlar
kaybolmayan, tamamlanası olan
birbirine aktıkça çoğalan
ateşten gömlek gibi, ilikleri birbirine kenetlenen
hayat gibi, saflığa yakın bir yerde
eli elindeyken
hesapların tutulmadığı
aklının akıl oyunlarına durmadığı
sözlerinde yalan çiçekler yerine, doğru dikenleri olan...
Yaşadığım yer, yaşam koşulları zor bir yerdi. Tüm aileler çok çocuklu, gelir düzeyi düşük, evler bahçe içinde tek katlıydı. Benimde tam burada başlayan ve dağların arkasına göz dikmemi hızlandıran bir anımda böyle başlamıştı...
Görünüşün çok önemli olduğu çağlardaydık. Yine böyle günlerden bir gün dersteyiz. Konu Türkiye'nin batısı, doğusu üzerine. Eğitim ve yaşam koşullarını konuşuyoruz. Dersin öğretmeni hayat dolu. Umut dolu sözlerle bize yaşamadığımız dünyaları anlatıyor. Bunu yaşamayanlar bilemez. Merakın gizini, birinin ağzından dökülenlere sığdırmak! İşte o gün dağların arkasındaki yaşam benim yüreğime düştü.
Öğretmenimiz, insan yaşadığı yer kadardır dedi; bilmedi (bilemezdi) bu kara kızın yüreğinde nasıl bir sancıya sebep olduğunu, rüzgarın yelkenlerine savurduğunu. İçin için kızmıştım. Ne demek biz şimdi bir avuç içi miyiz? kapladığımız evlerin karesi miyiz? Aklımız, sevdamız kasabamız kadar mı? Daha neler neler. Tabi söz yüreğe düşmüştü. Uzun zaman kafamın içinde hep o söze takılı kalmıştım. Kendimce küsler yaşamıştım. Bizi yaşamadan, yaşamımız üzerine söylediği söze! Oysaki büyüdükçe ben onu anlamaya, umarım ki o da yaşadıkça umudun, sevginin insanın yaşadığı yer kadar olamayacağını yaşayarak anlamıştır.
Hayat insanın umut ettiği ve yaşamak istediği kadardır. Ben bunu o an belki anlamamış olabilirim; ama şunu da kesin olarak biliyorum ki, insanın bulunduğu ya da yaşadığı yerin büyük ya da küçük oluşundan daha çok, düşüncelerinin boyutu ve hayatı sorgulama biçimi insan yaşamı için daha elzemdir.
Yaşam koşullarımız ne kadar zor olursa olsun, aydınlanmak acıdan kaçmak değil, acıyı anlamaktır, ıstırabı anlamaktır, mutsuzluğu anlamaktır. Zor yaşam koşulları, sıkıntı ve imkansızlıkların üstünü örtmüyordu bu gerçekle nasıl mücadele edileceğini öğretiyordu, bizi hayata karşı mücadeleci ve güçlü kılıyordu.
Üstünü örtmek, bir şeyin yerini tutmak değildir.
Yaşam nedir?" diye sorduğumuz derin bir kavrayıştır. Bunları görebilmek,anlamak istemek,sorgulamak onlardan özgürleşmek demektir…
Ben umut ettim, kendimi insanların kafasında ki o sınırlara hapis etmedim, özgürleşmenin tadın da bir yaşama durdum. Kula kulluk etmeden kendi varlığımın bütünlüğüne sahip çıktım. İlk üniversite yıllarım da bana sorulan doğulumusun hıııım uzatmalarına ilk zamanlar gönül koyduysam da birazcık daha yaşta mesafe almanın getirdiği olgunluk ve incelikle evet Türkiye'nin doğusun da doğup iklimin ve yaşam koşullarının getirdiği zorluklardan geldim. 
Hamurum; rüzgarın, fırtınanın, tipi-boranın altın da yoğruldu, şimdi ise bu özün de sevgi,inanç olan hamur Türkiye'nin batısın da yavaş yavaş hayat tecrübesiyle şekillenecek ne mutlu bana.''Derken buna en çokta o dönemin Öğretim görevlisi ( 1990) Fatma ETİ' hocam gelip bana sarılmış evet Kasımoğlu sen bize umudun, görmediğimiz diyarların ışığısın, sen bize ön yargılarımızı hatırlatan, içimizin aynasısın demişti. O günden sonra hayat bana hep içimde ki çocukla eşlik etti ve ben hiç bir zaman sınırlara inanmadım. İnsanları sınırlara bölmedim.
Sınırlara bölenlere de; aklın, bilimin ve sevginin bir arada harmanlandığı yürekler diye bakmadım. Benim için, bu yaşamda bu tarz insanlar hep yitiktirler ve hep yitik olacaklar. 
Bulmaya hiç heveslenmeyeceğim insanlar. Gönül birlikteliği kuramayacağım insanlar..
Ne mutlu, içinde iyi insan aşkıyla hayata onurlu duruş bırakanlara...

Olcay Kasımoğlu

12 Ocak 2019 Cumartesi

Kaosun Kutsal Kitabı


20. yüzyılın son kâhin-peygamberi Albert Caraco'dan tüm insanlığa bir lanettir Kaos'un Kutsal Kitabı. Nietzsche'den bu yana hiçbir filozofun gösteremediği yıkıcı gücü taşıyan, bir münzevinin kendisine "rağmen" kültleşen metni...

''Dünya’nın ve doğal kaynakların tükenmemesi için insan türünün artık çoğalmaması gerektiğini savunan Caraco aksi takdirde kaosun devreye gireceğini ve insan türünü yok edeceğini vurguluyor. ”

Soğukluğu, doğrudanlığı ve berrak karamsarlığıyla eşsiz, bir "nesnellik fanatiği"nin bedduası…

Üremeye, üretmeye ve tüketmeye bir reddiye; şehirlere, beton katmanlarına, budala politikacılara, böcekleşmiş yığınlara, gökten firar etmiş tanrılara bir lanet...

''Dinlere mümin gerek, uluslara savunacak insan, sanayicilere
tüketici; bu demektir ki herkese çocuk gerek, yetişkin olunca ne olacaklarının bir önemi yok.''

İnsanlar hem özgürdür hem bağlı, arzu ettiklerinden daha özgür, fark ettiklerinden daha bağlıdırlar, çünkü fanier kitlesi uyur gezerlerden ibarettir ve onların uykudan uyanması asla düzenin çıkarına değildir, yönetilemez olurlar çünkü o zaman.
Düzen insanların dostu değildir, onları keyfince yönetmekle yetinir, ender olarak uygarlaştırma-ya, daha da ender olarak insanileştirmeye çalışır.''
"Çaresizlik bir gerçektir ''Var olan düzeni kabullenip onunla mutlu yaşayan herkes birer “sosyal böcek”tir. ''Yalnızlık,ölümün okullarından biridir,çoğunluk asla bu okula giremez. "On milyonlarca insan savaş için çalışıyor, ahlak ile çıkarın ittifak yaptığı bu çözüm yolunu bozmayı artık hayal bile etmiyoruz.
Hangi alanda olursa olsun, aptallıkta birbirimizle yarışıyoruz, icatlarımız paradoksa çare bulamıyor. Giderek daha zekice imkânlara sahip olurken giderek daha aptallaşıyoruz, biz bu imkânların yasasına tabi olacağız ve bu imkânlar da bize sahip olacak, biz hayal kırıklığına uğrarken devlet şeflerimiz imkânların ilk hizmetkârları olacaklar ve biz de sınırsız bir köleliğe bağlanacağız.
Hiçbir şey olduğundan fazla değil, her şey başka bir şey olma iddiasında, göründüğü gibi olmayı reddediyor; akıl almaz yüzlerce aldatmaca doğuyor böylelikle; yazarlar, saygınlık ve itibarla çevreli, ne yapacaklarını bilemez haldeler. Bunun sonucunda genel bir uyuşukluk yayılıyor her tarafa; ve eğer Tarih’in dersine kulak verseydik, uyuşukluktan sersemliğe giden yolun en kaygan yollardan biri olduğunu bilirdik.''


VAHŞETİN KUTSANDIĞI BU DÜNYADA,
YOLU SEVGİDEN GEÇENLER DOKUNSUN DÜNYANIN TENİNE !
Bilgiyle
Sevgiyle
Şefkatle
Beslediğimizde kendimizi
Ancak o zaman ulaşabiliriz
İnsan olmanın erdemine...
''Sevgiyle yaşamak ve sevgi için yaşamak dururken, bir insan, ömrünün sonuna ya da zaman onu azat edinceye kadar kendi koyduğu geçersiz kanunların kölesi olarak kalabilir mi? Dikenler ve kafatasları arasında kendi bedeninin gölgesini görmemek için gözlerini yere dikerek ya da yüzünü güneşe dönerek sonsuza kadar durabilir mi?
Kalbime giden yol nereden geçer, artık biliyorum...
Biliyorum....nerede durulur, nerede susulur, gözce ne konuşulur....
Öyle çok değerliymiş ki zaman, kendimi buldukça anladım...
Usta ''sevgiyi seçen kişiymiş'' her durumda, her koşulda...
Hepimiz sevgiyiz ve ''sevgi'' sahip olduklarımızı paylaşır.
Ve aşk;
Hiç bir aşk mükemmel değildir, zaten mükemmel aşkta yoktur varsa da aşk değildir.
Ama bir şey var ki, en yoğun olduğu anlarda bile seni düşündüğünü hissettiriyorsa ,sen onun için anlamlısın ve değerlisin.
Seni iki kez düşündürebiliyorsa ve gereksiz kuşkulara acabalara düşürmüyorsa, onu seninle tutmaya çalış ve ona verebileceğin sevgiyi esirgeme.
İnsanlara hiç kimsenin günde yirmi dört saat boyunca sevemeyeceği öğretilmeli; dinlenme dönemlerine ihtiyaç vardır ve hiç kimse emir üzerine sevemez.
Sevgi kendiliğinden olan bir olgudur. O ne zaman olursa olur ve o ne zaman olmazsa olmaz.
Mesele günün her anını seni düşünerek geçirmek değil, geçen zaman içinde yaşama senide kattığını, değerli olduğunu hissettirmek...
Böyle bir insan zaten sağlıklı düşüne bilen bir insandır, bilir karşısındakinin de bir insan ve et parçasından ibaret olmadığını.
Onu değiştirmeye çalışmayalım, çözümlemeye kalkmayalım.
Kendimize empoze değil onun kendi olmasını sevelim ve seni var olan özelliklerinle seven bir insanı kendimize benzetmeye çalışmayalım,ona kendi olma fırsatını verelim.
Bizi mutlu ettiğinde gülümseyelim, kızdırdığında fark etmesini sağlayalım. İhmal edildiğimizi düşündüğümüzde nedenini soralım ,aldığımız cevap bizi tatmin etmiyorsa bir sorun var demektir.
Bu, ilişkimizi tekrar gözden geçirmek için bir sinyal olabilir. Kendimize öz eleştiri yapalım, kesinlikle onu haklı göstermek için kendimize duygusal baskı yapmayalım, Kalbimiz rahat değilse muhakkak yolunda olmayan bir şeyler vardır.
Bu illada, sevmediği anlamına gelmez ama her iletişim özen ve itina ister.
Eyer kendimizi özel ve iyi hissetmiyorsak bir daha düşünmek ve karşında ki insanı yıkıcı değil ama çözüme ulaştıracak geniş bir bakış açısıyla yeniden gözden geçirmek gerekir.
Kim bilir belkide hiç ummadığımız bir ayrıntı nice yollar çizer.
Yeter ki niyetlerimiz temiz olsun yoksa bu dünyada her şeyin çözümü ve yolu var.
Zor olan ne istediğini bilmemek yada ne istediğine karar verememek.
Hiç kimse bulunmaz hint kumaşı değil, sadece imkanlar ve koşullar insanların seçim seçeneğini ya azaltır ya çoğaltır.
Nice insanlar var parasıyla konuşur, kimileri doğuştan sahip oldukları artıların onlara sağladığı imkanlarla merdivenleri atlar.
Kimi ise o merdivenin basamağına gelmek için bile bir ömür harcar.
Ne olursa olsun yüreği ve dünyası geniş insanlar er veya geç olgun ve doyumlu olurlar.
Şayet ruhun atlası sevgi değilse ne yaparlarsa yapsınlar boş.
En sonunda yine boş tencerenin çıkardığı sese dönerler.
Kendimizi gördüğümüz yüreğe serilelim, sıcaklığını, samimiyetini, gülüşünü bize koşulsuz bağışlayan insanı bulduğumuzda sımsıkı sarılalım ve sarılırken yanında huzuru buluyorsak o bizim cennetimiz ve o cenneti boş avuntularla örselemeyelim...
Çünkü sevgidir kalplerimizi ortaya çıkaran güç. Sevgiyi ortaya çıkaran, kalplerimiz değildir.
Zaten hakiki sevgiler aydınlatandır, sorgulamalara ihtiyaç duymaz..
Hayatı ''olgun, bilinçli, doyumlu, istikrarlı'' ve sevgi dolu insanlarla paylaşalım.
Sahi herkes seviyor o zaman neden bunca acı, keder ?
Sorun sevgisizlik mi, yoksa yanlış sevgi anlayışı mı?
Sevgisizliğin toplumun temel sorunu olduğu hep yazılır, çizilir acaba asıl sorun sevgisizlikten çok sağlıksız sevgi anlayışı olmasın ?
İnsanlar daha çok sahip olmak istiyor...sahip çıkmak değil.
Egemen olmak istiyor...beraber özgürleşmek değil.
Benim olmalı diyor...hayatı beraber paylaşmalıyız demiyor.
... Üzerine yatırımlar yapıyor...fikrini sormadan.
... Bu ve benzer şeyleri sevgi ile karıştırıyor ya da bunların birkaçını sevgimize
"katıştırıyor" olabilir miyiz ?
İki insanın gönüllü olarak kuracağı beraberliğin temelinde hiçbir biçimde "razı olmak" ya da "katlanmak" olgusu yatmamalı.
Kişiler; benim can yoldaşlığı yapmak istediğim insan ve istediğim yaşam bu diyebilmeli.
Bana göre tek başına mantık evliliği de, tek başına aşk evliliği de yetmiyor.
Yazdığım bir köşe yazısın da (aile içi şiddeti anlatırken) bunu dile getirmiştim.
*İki insanın aşk ve duygusal uyumu olmalı.
*Kişilik,mizaç,dünya görüşü uyumu olmalı.
* Günlük yaşam tarzı çok zıt olmamalı.
* Yakın ve uzak gelecekten beklentiler de uyum olmalı.
*Menfaat ve çıkar üzerine kurulu hiç bir birliktelikte insancıl duygu olamaz bunun ayrımında olunmalı.
*Vicdan ve merhamet olmalı.
* Vefa duygusu muhakkak olmalı.
Hepsini bir arada bulmak zor olsa da en azından üzerinde düşünmeye değer...
Yaşam gönüllü alıp vermedir.
Bırakın hayatla geçinmeye niyeti olmayanlar gitsin,yollarını zorla kapamayın/

Olcay Kasımoğlu

11 Ocak 2019 Cuma

Bu sabah hakkında ne konuşsak?

Hepimiz insanız lakin hayatın içinde düştüğümüz kareler bile aynı rüzgarın yönüyle esmez..
Kimimiz hayata 1/0 yenik başlar kimi el bebek gül bebek, kimine sokaklar kimine de hayatı sadece seyretmek düşer ve insan, en çok kendisinden korkar.
Kendi duygularından, güçsüzlüklerinden, zaaflarından, acılarından, coşkularından ürker. 
Onun için kaçar yaşamdan, aşktan, öfkeden, sevinçten, kendisinden kaçar.
Ve sonra yaşam, hepimizi kendi sofrasında ağırlar.
İnsan, hayatı keşif etmeye, değişmeye başlar.
Hayatın özü değişimken değişmemek, dönüşmemek için direnmek bir çiçek tohumunun hayır ben büyümeyeceğim böyle kalmak istiyorum demesine benzer...


Ne çok akıllı oldum, ne de bilgin
Ne çok kendini beğenen, ne de fazla çekingen
Ne çok konuşan , ne de fazla suskun
Ne çok kırıcı, ne de fazla yumuşak
Biliyorum ki fazla akıl,insanlarla arana duvarlar örüyor
Biliyorum ki kendini aştığında,yalnızlığın da beraberinde çoğalıyor
Biliyorum ki çok konuşmanın değilde,yerinde ve özünde konuşmanın doyumu tarifsiz oluyor
Biliyorum ki konuşulması gereken yerde susmanın gafleti hazin oluyor
Biliyorum ki öfkeyle,akıl yan yana kol kola girmiyor
Biliyorum ki dile ayar,sevgiye şefkat, bütün kapıları açıyor...


Olcay


Anlatılamayanın sessizliği, susmanın yorgunluğu bazen dayanılır gibi değil..

Aklını ve yüreğini;
Sevgiye, bilime, sanata ve derinliğe atmışsan korkma sessizlikten, seslerden, gün doğuşundan, ne de gün batışından..
Herkesin bir savaşı vardır. 
Hiç olunmadan hep, hep olunmadan hiç olunamaz derler... Belki de en büyük farkındalık; içimizden geldiği, doğamızın gerektirdiği gibi ve tam da neyi neden yaşadığımızı bilerek yaşamak gerekir.

Yeniden başlamalı
Yeniden anlamalı
Yeniden dinlemeli
Yeniden dillendirmeliyiz yitip giden zamanları
 Yoksa yaşamak haram bize
 Haram yiyenlerin ülkesinde...
Kim bilir, belki o zaman sağırları, körleri oynamayız.
 iki tatlı söze, mala-mülke satmayız ruhumuzu!
Olcay Kasımoğlu
''Zen Kitapçıyan

9 Ocak 2019 Çarşamba

Yazık, sevgiden dem vurup ama'ların üstüne çıkamayanlara...

Sindirilmiş yeryüzünün çaresizleri, esmer tenli insanları, karanlık kaderlerine terk edildiler.
''Djelem, Hitlerin katlettiği kimi kaynaklara göre 350, kimi kaynaklara göre ise 500 bin çingene için yakılmış bir ağıt.
1971 yılında Londra'da yapılan 1. Dünya Çingeneleri Milli Kongresi'nde bu şarkı,Çingenelerin milli marşı olarak kabul edildi
"2 Ağustos Dünya Çingene Soykırım günüdür. Nazi Almanya’sında kendilerine özgü yaşamları, dili, kültürü, ve toplumla uyum sağlayamadığı gerekçesi altında bir anlamda "katli vaciptir" anlayışı ile 500 binden fazla Çingene (Zigeuner ) gaz odalarında, fırınlarda yakılarak, tıbbi deneylerde kullanılması, aç bırakılmaları suretiyle yok edilmişlerdir.
2.Dünya Savaşında katledilen ırk olarak genelde Yahudiler bilinir. Çingeneler kendi aralarında örgütlü bir yapı kuramadığından Çingene Soykırımı: PORRAJMOS-(çingenece ‘parçalanmak’) Çingenelerce yeterince gündeme getirilemedi. Yahudiler, Alman Devletinden tazminat almalarına karşın, Çingeneler bu hakkını kullanamadı. Tarihin geçmiş sayfalarında sadece Almanya’da soykırıma uğramamışlardır. İngiltere, İsveç’te 1500 yıllarında insanlık dışı uygulamalara maruz bırakıldığı, Çingeneleri asma kanunları olduğu bilinmektedir. Yani bir Çingene'yi asıp öldürmek suç değildi.
Yüzyıllarca göçebe bir yaşam sürdürmelerinden dolayı yazılı bir dili olmadı. Eğitimsiz oluşları, yaşam kültürü diğer toplumlar arasında kabul görmedi. Gittikleri her yerden başka bir yere sürüldüler. Gitmeyenlere işkence... Sindirilmiş, yeryüzünün çaresizleri, esmer tenli insanları karanlık kaderlerine terk edildiler..
Yürüdüm yürüdüm uzun yollar boyu
Ne güzel ki Romanlarla tanıştım
Uzaklara çok uzaklara gitiim
Ey Romanlar ey çocuklar
Romanlar nerden geldiyseniz
Şanslı yollar boyu çadırlarınız
Benim de büyük kalabalık bir ailem vardı
Kötü bi grup insan öldürdü onları
Gelin benimle Dünya Romanları
Romanların yolunun açıldığı yerlere
Şimdi ayağa kalkma zamanıdır
Romanlar Ey Romanlar ey çocuklar.
2. dünya savaşı sırasında yaklaşık 6 milyon yahudinin katledildiği bilinmektedir... bu sayı, bölgede katliama maruz kalan nüfus yoğunluğunun % 60'ıdır...
oysa çingene nüfus oranına bakıldığında, kurtulanların sayısı % 10 çivarındadır, çingene nüfusunun % 90'ı yok edilmiştir...Bu ağıttaki çağrı, bu nedenle güçlü bir çağrı haline gelir...''
Emperyalist ülkelerin bitmeyen istekleri ve günümüz insanının bitmeyen hırsları ve bütün bunların sonucunda; kendi hapishanelerini yaratmış, efsunlanmış, ruhsuz, ilkesiz, mutsuz bir çoğunluk oluştu.
Şiddetin dilini kullanıp, nefret söylemleriyle toplum yaşamını kan ve göz-yaşına boğanları alkışladık, kutsallaştırdık.
İnsanların; dil, ırk, mezhep gibi, yaşamda pek karşılığı olmayan gerekçelerle çatışma ortamlarına sürüklenmesi, yaşamdan koparılmaları, hayatın anlamına da büyük haksızlıktır. Bütün katliamların temelinde fikir çarpışmalarının, çıkar çatışmalarının meydanlara yansıması vardır.Din, dil, ırk ,cinsiyet üzerinden geçen ideolojik fikirler, siyası tercihler en büyük ayrımcılık ve ötekileştirme insan onuruna çirkin bir saldırıdır.
Olcay kasımoğlu

Uzattığımız yolların yorgunluğu var
"Kahramanca bir aşk, mutsuz insanların tesellisidir, çünkü mutlu insanlar aşkın kusurlu oldugunu bilir, bilerek yaşar ve mutlu olurlar". Aristo.
kim demiş insan yorulmaz kendine
önceleri yeterdim artardım bile
oysa şimdi ne yapsam nafile
bu can bu ruhta yorgun kendine
unutalı güzel sevda sözlerini
kapıları sustu yüreklerin
önce gözlerimiz vazgeçti
sonra gülüşlerimiz
ve ne olduysa
dilsiz kaldı yüreklerimiz
oysa tekrarlanırdı en güzel söz
kendine iyi bak
ve biterdi yollar
geriye sadece düşleri kalırdı
ya şimdi
sesindeki yaşama tutulduğum yerden
yeni bir yolculuğa çıkıyorum
yeniden merhaba demek güneşe
akıp giden nehirlere...
uzayıp giden düşümde ki geceye gündüze
benimle birlikte mevsimlerin içinden geçen
yaşanmışlıkların bütün izdüşümlerine
geceye ışığı hediye eden yıldızlara
sabahla uyanan güne
her şeye yeniden merhaba demek
saçlarımla, gözlerimle...
Olcay KASIMOĞLU
PARANIN ESİRİ NE ÇOK KÖLE VAR.

''Birinin yaralarını sarmaya çalışıyor olmamız tamam olduğumuz anlamına gelmiyor, tastamam olmayan halimizle de birbirimize iyi gelebiliriz.
Unutmayın, ruhsal olgunluk haksızlığa maruz kalındığında ortaya çıkan yıkıcı duyguları yapıcılığa, sevgiye ve güzelliğe dönüştürebilme becerisidir.''

Günümüzde o kadar çok köleler türedi ki, hangisinden başlasam diye düşünüyorum!
Sırf rahat bir yaşam için emek vermeden, yaşam koşullarında birilerinin sırtından geçinenler, hak etmediği parayı gasp edenler, hakkı olmadan hakkı olanların emeğini çalanlar, merhametlerini kaybedenler, merhametsiz insanların hizmetinde onlar için çalışanlar, banka faizlerinin köleleri, nefsinin kölesi, güzelliğin kölesi, bedenin kölesi, paranın kölesi daha bir çok şeyin kölesi...

Sahi bunlar gönüllü köle mi yoksa yaşamsal koşullarının getirdiği zorunluluklardan kaynaklanan seçimler mi yoksa zayıf benlik duygusundan kaynaklanan ,sorumluluktan kaçan , emek vermeden sahip olma arzusunu destekleyen zayıf benlik duygusundan mı ?
Sahi bir maddenin yada ruhsal bir hevesin kölesi olmak nasıl bir şey ? İnsanca yaşamak için gerekli olan imkan ve koşullara sahip olduktan sonra halen daha fazlasını istemek nasıl bir mantık, bu istediğin şeyin kölesi, bağimlisi olmak nasıl izah edilebilir ?

Yaşam bir şekilde kendine bağimli kılıyor, kimi teknolojının kölesi oluyor kimi insan ilişkilerinde seviyesizliğin kölesi oluyor. Unutuyor dünyada var olma amacını, insanı boyutunu.
"Para her şeyi yapar" diyen bir insan, para için her şeyi göze alır. Nefsi paranın kölesi olmuş bir insan nasıl adil ve adaletli olabilir ki. Düşünsenize adalet mekanizmasından sorumlu bir insan, paranın açacağı bütün insafsız kapıların bekçisiyken vay adaletin haline...Vay ki vay...

.Hiç kimse elinde parayla, banka defteriyle doğmamıştır. Hayatta paranın kölesi olmamak için parayı yaşamda araç olarak görmeli yoksa amaç edindiğin andan itibaren para efendi sende kölesi olursun.Bundan sonra ne onur kalır ne haysiyet, bir pula satılır.

İnsan ne verecekse, emek sarf etmeli..İçten olmalı....Parayla pulla da ilgisi yok bu işin..Sevgiyle ilgisi var..İnsan, insan olmanın ayırdına varamadıkça, erdemli olmayı becerebilir mi ?Ve hangi kitaba çağırırsan çağır, çağrıları duymadıkça duyabilir mi....İnsan bir başkasının canı yandığında canı yanmıyorsa, egosunu arka cebine koyup da, empati kurabilir mi?.
Artan yemeği veremeyen, nefsine rağmen verebilir mi?
Hiç bir zaman, hiç bir koşulda bizim olmayan, hak etmediğimiz, emek vermediğim hiç bir şeyi zorla tekelimize almayalım.
Hiç bir şeyin kölesi, sağırı, körü olmayalım
Hayat bir senfoniyse gelin o seslerin içinde özgür, sağlıklı,sorumluluk bilinci gelişmiş, sorumluluk sahibi insanlar olarak hiç kimsenin kölesi olmayalım. Olmak isteyenlere de göz yummayalım, unutmayalım zalime, hırsıza göz yummak onu yapan kadar bizide mesul kılar. Ne farkımız kalır kötülüğün efendisi olan insan yaratıklardan
. Biz meydanı onlara terk edince çoğalır faydacılık sahaları, her yerde kötülük kol gezer, sarmaşık gibi sararlar bedenimizi, bu yaşamın zehirli kölelerine izin çıkmasın bizden, daraltalım yaşam alanlarını. Yoksa, bunlara yenilmiş bir yaşamın nasıl bir hakkaniyeti olabilir ki ! Hepimiz insanız, hepimiz topraktanız. İnsan kendiliğinden büyük olmaz, insanı olumlu eylemleri büyük yapar. Nefretle, hakaretle, kinle, öfkeyle büyüyen bir güzellik yoktur dünya yüzünde. Sağlıklı düşünen beyinlerde büyür insanın güzelliği. Yaşam, cesur ve mücadelecileri sever.
Her günün yeni gün, her yeni gününün yeni bir başlangıç olduğu düşünüldüğünde akan bir ırmak gibi olmak herkesin harcı değildir. 
Hepimiz gökyüzündeki ışıklar kadar parlak, güneş kadar sıcağız. Yeter ki zincirlere vurmayalım. Zincire vuranlara suskun kalmayalım(!)

Olcay KASIMOĞLU