Translate

25 Haziran 2019 Salı

Herkes kendi mutluluğunun demirci-sidir !!







Bırakın, hayatla geçinmeye niyeti olmayanlar gitsin,yollarını zorla kapamayın/Sahi herkes seviyor o zaman neden bunca acı, keder ?
Sorun sevgisizlik mi, yoksa yanlış sevgi anlayışı mı?
Sevgisizliğin toplumun temel sorunu olduğu hep yazılır, çizilir acaba asıl sorun sevgisizlikten çok sağlıksız sevgi anlayışı olmasın ?
İnsanlar daha çok sahip olmak istiyor...sahip çıkmak değil.
Egemen olmak istiyor...beraber özgürleşmek değil.
Benim olmalı diyor...hayatı beraber paylaşmalıyız demiyor.
... Üzerine yatırımlar yapıyor...fikrini sormadan.
... Bu ve benzer şeyleri sevgi ile karıştırıyor ya da bunların birkaçını sevgimize
"katıştırıyor" olabilir miyiz ?
İki insanın gönüllü olarak kuracağı beraberliğin temelinde hiçbir biçimde "razı olmak" ya da "katlanmak" olgusu yatmamalı.
* sahiplenmek
*üzerine otorite kurmak
*prestijini kullanmak.
* üzerine yatırım yapmak.
* yararlanmak.
*kendini yalnız hissetmemek için varlığını tutsak almak.
*rahat yaşamak vs.
Liste uzar gider bu ve benzeri şeyleri, sevgi ile karıştırıyor ya da bunların birini veya bir kaçını sevgimize "katıştırıyor" olabilir miyiz?
Friedrich Nietzsche der ki, “Hediyelerle hak elde edilmez.” Ona sevginizi hediye ettiniz diye o da size sevgisini sunmak mecburiyetinde değil. O nedenle alınganlık göstermek, kapris yapma,suçluluk psikolojisi yaratma hakkınızın olmadığını unutmayın.
Her şeyden önce sevdiğiniz insanın, siz sevdiğiniz için size karşı borçlu hissetmesini gerektirecek bir şey yok. Sevgi gönülden vermedir, karşılık beklemez. Verirken böyle bir beklentiye girmek koşullu sevgini ta kendisidir. Burada gerçek sevgiden bahsedilemez.
Düşüncelerine ve duygularına önem verin ve önem verdiğinizi gösterin.
Sabredin ve sabırla bekleyin, dürüst ve içten olun;saygıyı, nezaketi ve seviyeyi elden bırakmayın.
İçtenlikle gülümseyen bir yüz, dürüst sözler ve güzel sözcükler, hiçbir kalbi kayıtsız bırakamaz.
Sabredin, içtenlikle onu sevdiğinizi söyleyin. Hiçbir şey sevmekten ve sevgi için beklemekten üstün olamaz. Eğer gerçekten seviyorsanız, zamanın ne önemi olabilir ki !
İnsan gerçekten seviyorsa zaman sonsuz ve beklentisizdir.
Koşul koymaz, paranoyalar yaratmaz. Gerçek sevginin buna ihtiyacı da yoktur, içinde koşulsuz bir verme ve emek vardır.
Sevdiğimiz insan tarafından duygusal bir aşkla sevilmesek de onun kalbinde iyi bir insan olarak yerimiz vazgeçilmez, ölçülmez olur.
İnsanların düşüncesizliklerin den, hoyratlıkların dan, ikili ilişkilerde bile hak ve adalet kavramlarını gözetmiyor oluşundan, toplumsal sorumluluklar konusundaki kayıtsızlıklarından dolayı "insancıl" toplum düzeninin gerçekleşebilmesi çoğu zaman sekteye uğruyor. Bunun için insanların toplumsal olsun bireysel olsun ''sağlıklı sevgi'' anlayışına sahip olmaları gerekiyor.
Dünya yüzün de ölüm hariç her şeyin zıttına paralel benzeri muhakkak vardır. İnsan yeter ki sevmek ve sevilmek istesin.
Herkesin mutlu olması için bir çare var: herkes kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa, başkalarına da öyle davranmalı. Sevgi mutsuzluğun panzehiridir ve onu boş bir hayalete dönüştürür, aynı sevgi hayatı anlamsızlıktan anlamlı bir şeye çevirir.
öyleyse sevmek hayattır ve biz o dalların için de sevgi tomurcuklarıyız. Sevgi neredeyse mutlulukta,huzurda oradadır.
Şefkat, nezaket, bilgelik ve derin sevgiden kaynaklanan bir ilgi ve sorumlulukla dolu olan insanlar her zaman etraflarına güzellik katacaklardır.
Olcay KASIMOĞLU♥

Gelecek uzun sürer

Bazen, anlamak hoşumuza gitmiyor; anladığımız şeyleri değiştirmeyince ruhumuzun ayarı bozuluyor. Sadece büyümüş bedenlerin içinde kendimize gizli saklı yaşıyoruz, yüreğimiz üşüyor, ne garip değil mi ?
Aslında hayatımızı, başarımızı, mutluluğumuzu belirleyen bizim kendi davranışlarımızdır.
Başımıza gelen her şeyle, onlara verdiğimiz tepki ve yanıt arasında geniş bir hareket alanı vardır…
İnsan; birey olmayı başaramayınca; ne anlamı kalır özgürlüğe inanmanın, geleceğe dair umutlar beslemenin. İnsan kendine kısır olunca; hayatla, insanlarla kırık ve bağlantısız oluyor...
Yaşamımızın her alanı, ilişkilerimiz, bize kim olduğumuzu hatırlatmak adına ışık tutarken; yaşamımıza hakim olan düşünce tarzlarımız, davranışlarımız, inançlarımız,duygularımız, tepkilerimiz; bizim yaşam üzerinde ki rollerimizi de belirleyici kılar.
Çünkü yaşam tek düze değildir, her şey birbiriyle ilişkilidir. Gök ve yer, hava ve su, her şey ancak bir şeydir; birlikte olmadıkları yerde, yalnızca tamamlanmamış bir eser vardır.
Bizler, kimliği sadece insan olanlar; yaşam tek ve biriciktir.
Emeğin hiç bir zaman sorgulanmadığı bir yaşam ve sağlıklı sevgi anlayışıyla büyümek, ahlaki olgunluğa erişmek, iyiliğin, sevginin parçamız olduğunu bilmek, insanın asıl doğasına ait tüm özellikleri unutmadan, varoluşumuzun, özümüzün güzelliklerinden utanmadan yaşama yürümek, yaşamı değerli ve anlamlı kılıyor.
Bunun yanında, yaşadığı toplumda,toplumsal olaylara kayıtsız kalan ''Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın'' anlayışıyla hayatına devam eden, yıkıma,kıyıma, hırsızlığa,adaletsizliğe karşı kayıtsız kalarak, kendi varlığını kutsayan ne çok insan var.
Bununla birlikte, egemenlerin, kendi şahsı çıkarlarını korumak için ”şiddeti, savaşı ve insan açlığını” gizliden gizliye desteklemelerine omuz veren o kadar çok, yoksul ve fakir insan var ki yeryüzünde, şaşkınlıkla izliyorsun.
Dünya yüzünde birbirine düşman halklar yaratılarak, egemenlerin amaçlarına hizmet için suni gündemler yaratılırken, bu oyunda oyunlarına piyon olanları, hangi kefeye koyacağını şaşırıyorsun.
Kadınların, çocukların ve savunmasızların, siyasetin malzemesi olmalarına göz yuman sanatçıların pişkinliğini hayretler içerisinde izliyorsun. Sanat ve sanatçının yeniden tanımlanması gerektiğini düşünüyorsun..
Emek ve sermaye çelişkisinin gerçekliğine suskun kalamayız söylemleriyle, kendilerinin varlığını tanımlayan sendikaların; sistemin sözcüsü kesilmelerini, çelişkilerle dolu bir sinema filmi gibi izliyorsun.
Oysa, emeğin özne olduğu, sınıfsız bir yaşamın mümkün olduğu bilinciyle ” Dünya herkese yeter” anlamının içtenliğiyle, egemenlerin oyunlarına hayır diyen emeğin, adaletin temsilcisi sendikalar, akıl ve sağduyunuz gaz odalarına mı hapsedildi ?
Üreterek yaşamlarını anlamlandıran, sadece kendisi için değil herkes için ”daha güzel, eşit, adil, özgür” bir yaşam kurmak için mücadele eden, haklıdan yana tavır alanlar;
sorgulamadan inanmanın, anlamadan yorumlamanın, araştırmadan bilmeden ahkam kesilmenin bütün olumsuz taraflarını ret ederken, her cacığa nane olanlar, hangi cenneti istersiniz ?
İnsanların, sağlıksız çalışma koşullarında ölmesine; kaderdir, yazgıdır denilmesini reva görenler,bu dünyada neyin şahitliğini yaparsınız ?
Ölümün, vurdumduymazlığın,toplumsal tükenişin tavan yaptığı toplumlarda; körü körüne bir şeye inanmak, onu haklı ve ahlaklı yapmaz.
Albert Camus’nün Veba kitabında” toplumsal tükeniş tasviri” 3. bölümünde şunları yazar;
“Belleksiz, umutsuz, yaşanılan anın içindeydiler. Aslında zaten her şey onlar için yaşadıkları an demekti. (…) Başka bir deyişle artık seçecekleri bir şey kalmamıştı. Veba bütün değer yargılarını ortadan kaldırmıştı. Bu da en çok, insanların giydikleri elbiselerin kalitesinden ya da satın aldıkları yiyeceklerle hiç ilgilenmeyişlerinden belli oluyordu. Her şeyi olduğu gibi, bütünüyle kabul ediyorlardı. (…) Vebanın kurduğu düzeni kabul etmişlerdi. Etkisi kuvvetlendikçe, o ölçüde de bayağılaşıyordu. Artık içimizde büyük duygular yok olmuştu. Herkes en monoton duygularla yaşamaktaydı. (…) Değişmişti, veba onda bütün kuvvetiyle inkar etmeye çalışsa da, gene de şiddetli bir azap halinde sürüp giden bir KAYITSIZLIK yaratmıştı.”
Kayıtsızlık, akıl sağlığının ve sağ duyunun yitirilmesine yol açarken, insanlar kendi hayatlarına sahip çıkmadıkları sürece, siyasi iktidar değişikliğiyle var olan hiçbir şey değişmeyecektir.
O zaman;
Eğitimde fırsat eşitliğinin, sağlığın, doğuştan sosyal bir hak olduğu ve yasalar önünde herkesin eşit olduğu bilinciyle, bilinçli çocuklar yetiştirmeliyiz. Yetişmeli ki, evrensel hürriyetin, özgürlüğün ve en önemli sanatın, yaşamak sanatı olduğunu kavrayabilsinler.
Kul-efendi ilişkisi olmadan, insanca birey olmanın dinamiğini içselleştirsinler.
Yoksa bencil, mazoşist, akıl ve ruh sağlığı tamamlanmamış, tamamlanamamış insanlar tarafından yönetilen toplumların koyunları oluruz. Buda kaçınılmaz sonu ”kayıtsızlığı ve vurdumduymazlığı” yaşam biçimimiz kılar.
Hiç bir şey insan hayatından daha kutsal değildir. Buna kalben inanan ve yaşayan insanlardanım. Hiç kimsenin yaşam hakkına, hukukuna zulüm etmeden yaşamlar büyütmek için hanlara, vaatlere, içi boş söylemlere, şatolara ihtiyacımız yok.
Nereden gelirse gelsin her türlü şiddet, insan vicdanını rahatsız etmeli
Şiddetin her türlüsüne karşıyım, kayıtsızlık da bir şiddettir. İnsanlar acı çekerken, bundan rahatsız olmuyorsan, kötülüğü yapandan ne farkın var.?
İnsan olmak onurdur, onurlu olmak insan olmaktır.
Yaşatmak, yaşamak bir değerse, duyarlılık da bu sürecin tamamlayıcısıdır.
Hayatın yerleşikliği ne kadar kök salarsa, bağlandığımız şeyler de o kadar artıyor.
Güvenlik adına sunulan banka kartları, statükoyu koruma uğruna ertelenen hayatları sözde korumaya çalışırken; daha çok kayıtsızlık, güvensizlik, gelecek korkusu siniyor ruhlarımıza.
Kitabı (okumayı) sevmeyen, dinlemeyi bilmeyen, saygısız, bencilliği özgüven zanneden, her şeyden şikayet eden, hiçbir sorunu çözmeye çalışmayan, en ufak bir engelde yelkenleri indiren insanlar beni rahatsız ediyor.
Halen, ırksal söylemlerle, kadının namusunu; kıyafetle, cinsellikle tanımlayanlarla, cinsiyet söylemleri üzerinden kendine pay çıkarmaya çalışanlarla, geçmişiyle yüzleşmeyenlerle, dini siyası bir propagandaya çevirenlerle neyi, nasıl çözebiliriz?
Kaldı ki, İnsanların ortak değerlerinin örselendiği yerde, evrensel bir hürriyetten bahsedilemez.
İnsanın, akıl ve vicdanı beraber çalışıyorsa, iç iradesi güçlü ve yaşamı insanca paylaşıyorsa, duyarlılık gerçekten büyük bir lezzettir.
Gerçekçi olmak zorundayız, kitleler “ sürüleştikçe” sonu gelmez bu acıların.Tıpkı bir ping pong maçına döner ve biz kendimizi top yerinde buluruz.
Bu uyuşukluğu, bu kayıtsızlığı sarsacak, yeniden politik hareketliliği sağlayacak bilinç ve eylemliliklere gereksinimiz var.
Eğer farkında ve fark yaratanlardan olabilirsek, sıradanlığın ötesinde hayatımıza bir değer, varlığımıza bir anlam katabiliriz.
Kendine ayna olmayan, başkasına ayna olamaz.
Bu çocuklarımızın geleceği için, ortak değerlerimiz için, kendi beden ve ruh sağlığımız için şart.
Olcay Kasımoğlu

TATLARI DOĞRU YAKALAMAK.


İnsanın kendini bulması ve kendi ruhunu bilmesi en büyük zaferdir bence.
Ve sanat; sonsuz bir dokunuş, istikrar ve akış istiyor.
İnsanların birbirleriyle olan diyaloglarında kullandıkları ses tonu, bakışlar ve üslup, insan ilişkilerinin boyutundaki izdüşümleri sunar.
Özellikle, samimi ve içten ellerin kavrayışını çok önemserim. Birde ruhsuz eller, donuk bakışlar ve her şeyin en iyisini ben bilirim edasıyla dolaşan zayıf benlikler vardır.
Ne yazık ki, her üreten sanatçı olmuyor. İçinde insana durmayan, egosu yüksek, herkese şüpheci yaklaşan, herkesi suçlu ve akılsız ilan eden ne çok okumuş insan var.
Bir şey, bir şeyler eksik. Bu eksik olan, ne parayla, ne diplomayla satın alınan bir şey.
Eksik olan, insanın özünde ki incelik.
Koşulsuz, ölçüsüz, sınırlara hapis olmamış, engin bir gönül kapısı yoksa, kişi ne yaparsa yapsın, ne üretirse üretsin, bir tarafı eksik ve yavan kalıyor.
Sanırım bu çağ, okur yazarların çağı olsa da, vicdanların mühürlendiği çağ olma yolundaki gelişmeler bir adım daha önde duruyor.
Ne güzel tanımlamış Friedrich Nietzsche' doğuştan ince olan ruhları ''Sahip olunması zorunlu tek şey var: ya doğuştan ince bir ruhtur bu, ya da bilim ve sanatlar tarafından inceltilmiş bir ruh…''
Sanat da inceltmemişse, iflah olmaz bu tarz insanlar, daha sıkıcı ve yıpratıcı olurlar.
Sanatçının sanat anlayışı;aynı zamanda, bütün uluslar, ırklar ve dinsel topluluklar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu özendirmeli.
İnsan kişiliğini tam geliştirmeye ve insan haklarıyla temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır.
Çünkü, insan; yenilenmek, gelişmek ve bütünlenmek için sanata sığınır.
İnsanın ruhuyla dokunduğu,dokuduğu her şey; bilince yepyeni oyun taktikleri öğretebilir.
Sanat insana özgü olan ''gülmek, ağlamak, sevinmek, üzülmek, paylaşmak'' bu duygularla ilgili her şeyi değerlendiriyor..Ve evrenin bütün dinamiklerini sessizce gözlerimizin önüne seriyor.
Yaşamın; aydınlık,güzel ve düzenli bir nitelik taşıyabilmesi için bu dünyaya; edebiyatla, şiirlerle,resimle tutunmak ne hoş.
-
En derin acılarda bile içini serin tutanı, yüreği derin olanı severim.
Severim, ağır yağmur damlalarını, akan nehirleri dinlemeyi.
Berrak sabahlar gibi gönlüm dingin uyanmayı severim.
Severim, gül tomurcuğunun ''bir damla çığ tanesi için'' titremesini.
Göze görünmeyen rüzgarın ağacı sallamasını severim.
İnsanda ağaca benzer, sevgisini işleyen severim.. 
Mecnun diliyle/ ''Ömrün en güzel meyvası/ Bir destani türkü ki deyme gitsin''
Ne çok korkuyoruz kendimizden, geçmişimizden, ne çok korkuyoruz elimizdeki dünya malını kaybetmekten ve ne çok korkmuyoruz itibarımızı, onurumuzu kaybetmemekten...
Arayışı, cesareti, sonsuzluğu hissedip, sonlu insanın iç çekişini yapmak saygı duyulacak bir şey…
Olcay Kasımoğlu

18 Haziran 2019 Salı

Kolay olan hangisi?

"İnsanın doğuşunu görmekten herkes kaçar, ama ölümünü görmeye hep koşa koşa gideriz. İnsanı öldürmek için gün ışığında, geniş meydanlar ararız, ama onu yaratmak için karanlık köşelere gizleniriz.
İnsanı yaparken gizlenip utanmak bir ödev, onu öldürmesini bilmekse birçok erdemleri içine alan bir şereftir. Biri günah, öteki sevaptır."
Montaigne / Denemeler
İyilik ve kötülük de işte bu anlayışın ürünü oldu.
Kötülükler pervasızca sahiplenildi, iyilikler birer birer terk edildi.
Belki de aynı ruhun, birbirinden uzaklara düşmüş milyarlarca parçalarıyız.
Ortak duygular, düşünceler ve hatta yaşamın kendi içindeki işleyişi öyle aynı ki, her seferinde hafızasını unutup aynı şeyleri yapan biri gibiyiz...
Değil mi ki;
Hükmünü yitiren bir çağın suskunluğunda
Soğuyan bunca sözün içinde
''Yasalardan daha çok, daha ağır,
daha geniş haksızlıklara yol açan ne vardır?"
Yaşayıp da
farkında olmadığımız hayatlarımız gibi
'Sevgiyle çalkalanmadıkça dünya
Huzur da rüya mutluluk da'

O zaman;
''Akordu bozuk hayatlarda yaşamaya devam etmek mi?
Yoksa hayatımıza yeni bir yön vermek mi?
Ya da öfke tohumlarını daha da büyütmek mi?
Unutmak mı? Ufak hataları hoş görmemek mi? Affetmek mi? Hangisi daha kolay?
Bahaneler uydurmak mı? Nerde hata yaptım diye düşünmek mi?
Ya Hoşgörüye ne oldu?
Geçen zamanda mı kayboldu? Yoksa biz mi unuttuk?
Neler oldu da büyüdükçe, çocukluğumuzdan gelen o saf neşeyi kaybettik?
Hayatın korkunç hızında nereye gidiyoruz diye kaç kişi soruyor kendisine?
Kaçımız bugünün güneşini hissediyor, tüm sıkıntıları o anda unutup, huzur buluyor?
Fedakârlığa ne oldu?
Kaçımız hatırlıyor fedakârlığın ne olduğunu?
Yoksa o da mı bulunmaz Hint kumaşı oldu?
Kaçımız kendimize yalan söylemiyor?
Kendini irdeleyebiliyor, dürüst olabiliyor, ne istediğini biliyor ve
cesaretini toplayıp, hayallerinin peşinde gidebiliyor?
Hangimiz gerçekten “biz” olduğumuz için sevildik?
Kaçımız “doğru insanları” bulup, neden – sonuç ilişkilerine girmeden,
kaygı denizinde boğulmadan değerini bildik?
Ve Kaçımızın, ” doğru insan ” olmamıza rağmen, kıymeti bilindi?
Peki, kaçımız ” kendi gerçek değerimizin” farkına vardık?
Ve Kaçımız gerçek değerimizin farkına varıp ta, içi kof bedenlere hayır diyebildik?
Şu anda kaçımızın gerçekten dostu var?
Söyleyin neler oluyor bize?
Hep biz mi yanlışız yoksa karşımızdakiler mi?
Dürüst olmaya çalışan ve dürüstlükten korkmayan kaç kişi var aramızda?
Dürüst olanlarda pes ediyor artık
Farkında mısınız?
Boşluk içindeki kalıplara sıkışmışız her birimiz.
Nefes alamıyoruz, boğuluyoruz. Neden?
Kaçımızın elinde aynası var ruhuyla konuştuğu?
Ne kadar yabancılaştık ruhumuza farkında mısınız?
Sadece bedenleri sever olduk. İçindeki ruhları yok saydık.
Her şeyi bir anda yaşamayı ne kadar sever olduk…
Beklemeyi unuttuk. Verilen sözleri tutmayı da.
Söz verdikten sonra o sözü unutmak ne kadar moda oldu.
Verilen sözleri unuttuk, yerine bencilliği koyduk.
Güvenmeyi unuttuk. Yalanı çok sevdik,
Bir yanımız riya, bir yanımız çıkar oldu.
Peki, ” yalın sevgiye ” ne oldu?
Parayı hayatın en kıymetlisi olarak kabul ettik. Dostluğu unuttuk. Kırıldık.
Kırıldıkça vicdanımızı kaybettik. Peki, hayatın asıl anlamına ne oldu şimdi?
Kaçımız kendi yansımamızı dürüstçe ortaya koyduk ve bu benim dedik?
Yapabilen kaçımız, kaç kere kırıldı, incindi kim bilir?
Farkında mısınız : “Biz yalansız, dolansız sevilmeyi ” unuttuk.
Bunu bize karşı başarabilen insanlara inanmaz, güvenmez olduk.
Onlara ” koca bir yalan” gibi bakar olduk.
Çünkü biz ” yalın olarak sevmeyi, güvenmeyi” unuttuk.
Peki, bu sonsuz ikilemde, sadece aklar ve karalar içinde, hangisi doğru?
Kendimizi, olduğumuz gibi ortaya koyacak cesaret mi,
yoksa maskeli baloda, bin bir maskeyle dans etmeye devam
etmek mi?''
İnsanların birbirleriyle olan diyaloglarında kullandıkları ses tonu, bakışlar ve alkışlar, insan ilişkilerinin boyutundaki izdüşümleri sunuyor. Samimi ve içten ellerin kavrayışına bayılıyorum. Birde ruhsuz eller, donuk bakışlar ve her şeyin en iyisini ben bilirim edasıyla dolaşan zayıf benlikler var. Her üreten, sanatçı olmuyor maalesef. İçinde insana durmayan, egosu yüksek, hayatın tamamını kendi görebildiği kadar zanneden, ne çok mektepli okumuş insan var. Bir şey, bir şeyler eksik. Bu eksik olan, ne parayla, ne diplomayla satın alınan bir şey. İnsanın özünde ki incelikti eksik olan. Koşulsuz, ölçüsüz, sınırlara hapis olmamış, engin bir gönül kapısı yoksa, ne yaparsan yap, ne üretirsen üret, bir tarafı eksik ve yavan kalıyor. Sanırım bu çağ, okur yazarların çağı olsa da, vicdanların mühürlendiği çağ olma yolundaki gelişmeler bir adım daha önde duruyor.
Ne güzel tanımlamış Friedrich Nietzsche. Doğuştan ince olan ruhları !
''Sahip olunması zorunlu tek şey var: ya doğuştan ince bir ruhtur bu, ya da bilim ve sanatlar tarafından inceltilmiş bir ruh…''
 Sanat da inceltmemişse, iflah olmaz bu tarz insanlar, daha sıkıcı ve yıpratıcı olurlar. Her sanat yapıtının içinde, insanoğlunun yaşamla bir hesaplaşmasının bulunduğu da söylenebilir.

''Montaigne

Hayat Yükünü Taşıyana Bırakır !

Parantez içine alınmış bir noktalama işareti değildir yaşam.
''Birine, birilerine karşı hissettiğimiz duygular “Ona karşı hissetmemiz gerekenler” diye önceden tarif edilmişse, onunla meselemiz bitmeyecek, hatta başlayamayacaktır bile.''
Bunun için de, herkes yenilenmek, temizlenmek durumundadır.
Yaşamak için gözlemlemek, gözlemlerken yenilenmek, yenilenirken ilerlemek gerekir, ancak o zaman ön yargılarımızdan arınabiliriz.
Arınan insan özgür insandır, özgür insan kendini yeniler, vicdanının sesine kulak verir.
Özgürlük kendini bilmektir, farkındalıktır, onurlu yaşamaktır. Önyargıdan, inat ve kibirden uzak, evrensel değerlerin kendine yer bulduğu akıllı insan bahçesidir.
Kaldı ki sevginin, öğrenmenin, değer katmanın belli bir inancı, ülkesi, kalıbı, yaşı yok.
İnsanların eylemleri ve söylevleri şüphesiz ki, hayatla olan ilişkilerinin rengini ve biçimini de tayin eder..
Önemli olan ışık diliyle yaşama uzanmak, anlamak; anladığını yorumlamak ve sezgilerini, anlatabileceklerini biçimlendirebilmek.
İnsanlar bir şeyi gerçekten, yürekten isterlerse evren onlarla birlikte çalışır. Olumsuzluklar onlardan uzak durur. İnsan olumlu duygularla dolduğunda kötü hislerin olması, hissedilmesi neredeyse imkansızdır. Duygu ve düşüncelerimizin bize artı yada eksi olarak dönmesi tamamen bizim iç dünyamızla ilgilidir. Bir olaydan, acıdan herkes aynı derecede etkilenmez. Bu tamamen bizim algılarımızla alakalıdır..Dikkat edelim, bazı insanlar sürekli şikayet ederler. Hatta ayna gibi, sürekli şikayet eden insanları da kendilerine çekerler. ''Üzüm üzüme baka baka kararır''ın baş aktörleri gibidirler. Oysa hayat bir mucizedir. Bu mucizeye çoğu zaman gözlerimizi kaparız. Kulaklarımız bu mucizenin neşeli şarkılarına sağırdır. Kendimizle hesaplarımız bir türlü bitmez.
Hep yaşadığımızın değil de yaşayamadıklarımızın hasretinde kalırız. Çoğu zaman yapabildiklerimizin güzelliğini unuturuz. Hep yapamadıklarımıza, keşkelerle sitemleri karıştırırız. Deriz ya ‘insan düşleri kadar büyüktür’ umutları düşlere yenik düşerse adanmışlığı eksik kalır. Yol yarım kalır. Yarım kalan yanı barışmaz hayatla. Bir yerlerde tökezler, çarpar, kanatır bir yerlerini. Örseler yüreğini ve yüreğine değenleri.
Bu yolda insan; kişisel, toplumsal, zamansal etmenlerin etkisiyle yanılmalar yaşar. Aslında her yanılma, her pişmanlık birazda deneyim katar hayata. Hayatı sevmekle birlikte anlamaya çalışanlar öğrenme-öğretme sürecini hayatlarına zenginleştirerek katarlar. Öğrenme-öğretme süreci gözlerimizi bu dünyaya kapayana dek sürer. Doğru ve yanlışlarıyla ve umutlarıyla, deneyimleriyle insan olma serüvenini tamamlar.
Çoğu zaman yaşam bizi kendiyle karşı karşıya getirir. Ağır, anlaşılmaz olur. Çoğu zaman da bulunduğumuz yerlerde çok uzun zaman kalırız, sayarız.
Çoğumuz hayatımızı dengede tutmak için kurallar koyarız. Düzgün konumda tutmaya çalışırız, içine neşeyi katmayız. Oysa hem neşeli hem de düzgün yaşayabiliriz, varsın bazı günler hayat rutinden çıksın. Ne olur yani ara birde bizim de çılgınlıklarımız olsun. Niye her şeyi yaşa dizeriz ne yanı illa on sekizinde mi gece mehtap izlenir. Ne yanı, balon uçurmak için illa da çocuk mu olmamız gerekir. Bırakalım, hayat içimize, zamanlara bölmeden mutluluk içinde aksın. Aklımız ilime, bilime daha iyi bir dünya için çalışsın. Çocuklarımızın ufkunu zenginleştirelim, köklerine fideler ekelim. Büyüdükçe güneşe dönsünler yüzlerini, verdiğimiz güvenle solusunlar havayı, ısıtsınlar yüreklerini.
Kınamak, yargılamak kelimelerinin sadece anlamını bilsinler. Her zaman çözüm ustası olsunlar. Çözümsüzlüğün değil, çözümün parçası olmanın haklı gururunu yaşasınlar.
Yaşamamızdan, yaşadıklarımızdan biz sorumluyuz eyer biz bu bilince sahip değilsek yaşamamız için gereken emeği, çabayı gerektiği gibi ortaya koyamayız. Hayat karşılıklı bir aynadır. Vermek kadar almak, almayı bilmekte yaşama karşı sorumluluklarımızdandır.
Hayat yükünü taşıyana bırakır. Ne kadarını kendin de bırakacağına, tekrarlara yine karar veren kişinin kendisidir. Çözerken kişilik ve tecrübe en iyi rehberdir. Hepimizin yaraları var, ama hiç bir şey ebedi değil. Nasıl dünya faniyse acılarda fanıdır. Her yara kendi ağacında budanır.Bir yanımız baharsa diğer yanımızın kış olması ürkütmesin bizi. İnsanın toparlanması zaman alır.
Bitmez sandığımız hayat günü gelince sormadan alır kendini bizden. Bitmez sandığımız kadar uzun değilmiş diye şaşarız. Giden herkesin arkasından bakarak. Kirpiklerimizin birbirine değmesi kadar kısa olmasına bir kez daha şaşırırız…
Bilinçli sabrın ve kendine inanmanın en büyük mucize olduğuna inanlardanım. Evren bizi muhakkak duyar. Kendimiz olma bilincine ulaştığımızda, evren içimizdeki tüm kandilleri tutuşturur. Sizde inanın..
Yaşam, insanın ancak dünyanın verdiklerinin üstünde ve ötesinde bir şey yaratınca hak kazandığı bir ödül olarak kabul edilebilir..
Furuğ Ferruhzade' nin seslenişi gibi;
Ben hüzünlü küçük bir periyi biliyorum
Okyanusta yaşayan ve yüreğini tahta bir kavalda,
usul usul çalan
Küçük hüzünlü bir peri; geceleri bir öpücükle ölen
Ve sabahları bir öpücükle yeniden doğacak olan...
İnanmak, umut etmek ve arkasından koştuğumuz bir yudum yaşam... Belki de her daim gerisinde kaldığımız şey...
Ne olursa olsun;
Geçmişi geleceğe taşıma ama deneyimle, anların coşkusunu ıskalama ve geleceği korkuya değil umuda bağla, ama ya olmasa ihtimaline de, düş kırıklıklarına da hazırla yüreğini. Ve kalbinin sesini dinlemekten asla vazgeçme..Zenginlik, güç talihin verdiği hediye olabilir ama iyi ve dürüst olmak, mutluluğu, sevgiyi sanata dönüştürmek tamamen kişinin kendi erdemlerinin sonucudur…
Bizde, geçmişimizin içinden geçerek, kendimizi yeniden eriterek, kendi içimizde kaybolmadan; düşünerek ve derinleşerek kendimize düşen insanı sorumluluğumuzla geleceğimize sahip çıkmalıyız.
Evreni dinleyen yüreğimizin sesine; şarkılar, türküler, şiirler kattıkça, aklımızı arındırdıkça, vicdanımızın kapılarını açık tuttukça, düşünce özgürleştikçe, ‘Sevginin,’ bütün evreni kuşatacağına inanıyorum.
Evet, kalben inanıyorum; sevginin gücüne sahip olmayana hiç bir şey güç vermez...
Olcay Kasımoğlu
  

Hedeflerine sevgiyi koy

İnsan hep yaşadığının değil de yaşayamadığının hasretinde kalır. Çoğu zaman yapabildiklerinin güzelliğini unutur.
Hep yapamadıklarına, keşkelerle sitemleri karıştırır.
Deriz ya 'insan düşleri kadar büyüktür' umutları düşlere yenik düşerse, adanmışlığı eksik kalır, yol yarım kalır.
Yarım kalan yanı barışmaz hayatla. Bir yerlerde tökezler, çarpar, kanatır bir yerlerini. Örseler yüreğini ve yüreğine değenleri.
Bu yolda insan; kişisel, toplumsal, zamansal etmenlerin etkisiyle yanılmalar yaşar.
Aslında her yanılma, her pişmanlık birazda deneyim katar hayata. Hayatı sevmekle birlikte anlamaya çalışanlar öğrenme-öğretme sürecini hayatlarına zenginleştirerek katarlar
Katmayanlar ise sadece hayatı seyreder...
Sevdim, sürüden ayrılmayı, kendi doğrularımı bulmayı ve en önemlisi "SİYAH ve BEYAZ" kadar "net" olmayı, sevdim...
Dolaylı ya da dolaysız hiçbir insanın hayatına zarar vermemiş olmanın huzurlu sükuneti ile şunu söyleyebilirim; kalbimi, düşüncelerimi ve duygumu, hep haklının yanında ve insan olma yoluna koyduğum için korudum.
Bu nedenle bedeli ne olursa olsun yaşamak; tek başına bir şey değildir. Yaşamak iki kişiyle de yaşamak değildir.
Fotoğraf açıklaması yok.Ben insanca yaşamanın ve ahlaklı olmanın haklı gururunu yüreğimle haykırırken şunu diyebilirim !
Yaşamak, kulun kula kulluğu değil; onurunla, namusunla, halkınla şerefli bağımsız yaşamaktır.

Barış ve barış yanlısı insanlar; onurun ve namuslu olmanın erdemini çok iyi bilirler, bilirler ki ödenecek bedel insan kanı değildir.
Barışı teslimiyet gibi düşünenler büyük bir gaflet içinde olurlar. Savaş nedir ki insan oğluna acıdan,göz yaşından pişmanlıktan başka ne getirmiştir ki !
Yaşamak; Nazım ustanın dediği gibi ''bir ağaç gibi hür ve kardeşcesine olsun. Olsun gözümün nuru olsun...Varsın şikayetimiz sadece ölümden olsun''...
sen gökyüzünü maviye boya
halen siyah diye diretiyorsa
bakar körler utansın
hedeflerine sevgiyi koy
varsın sevginin düşmanı
gönül fukaraları utansın
bütün diyar
gelinciğe durmuşken
boyun büken sümbül
kendi derdine yansın
eski çınarlar
şimdi bardak olmuşsa
dallarında duran
yapraklar utansın
sahip çıkamamışsa
ulu çınar dallarına
kendi derdine yansın
yapılar
ustadan öksüz kaldıysa
ona emek vermeyen
çırak utansın
dünya han yeri
ne gelen kalır
ne giden döner
sen iyi şeyler
bırak dünyaya
varsın kıymet bilmeyenler utansın...
Olcay Kasımoğlu

Acının anavatanı yürekse merhem kaldırmıyor yaralar



Karanlığımızla, zaaflarımızla ve zavallılığımızla yüzleşmeliyiz. Duvar olmakla, seyirci kalmakla bu iş olmuyor.
Ormanların tarihini ”aslanların değil, avcıların belirlediği” tarihi de ”haklıların değil, kazananların yazdığı” bir dünyada yaşamaya devam ediyoruz.
*Vicdanlar mühürlendikçe, yüreklerde kan damlaları akıyor…
*Aydınlık günlerin, karanlığa teslim oluşu demiyorum, demek istemiyorum..
*Bir yanım evet dese öte yanım ısrarla hayır diyor.
*Gönül doğrudan yana dümen kılıyor, gönül; aydınlık yarınlar diyor.
*Lakin yaşananlar, acılar bu kadar sesliyken, kapımı kapatıp uyurum da diyemiyorum
Burada ben ne yapabilirim diye sorgulamaların içinde kendimi buluyorum.
Sanırım iyi olmanında bir bilinci olmalı yoksa etliye sütlüye karışmadan hiç bir şey söylemeden seyretmek yakışır mı insan denilen onurlu şahsiyetlere.
Kimi varlığını adar, kimi kalemini, kimi yüreğini, kimi servetini, kimi inancını ve kimi ideolojisini sürer içine.
Ne olursa olsun;
Her insanın değeri ve değerleri vardır.
Değeri belirleyen, statü ve makamlar değildir, kaldı ki statüler insana değer katmaz, makam ve statülere değer katan insandır.
Sevgi ve saygı dilini konuşan, içten, dürüst, sorumluluk ve adalet duygusuna sahip ”özgüven, özsevgi ve özdeğeri ” olan insanlar ”makamla, parayla” satın alınamaz.
Yaşamımızın her alanı, ilişkilerimiz, bize kim olduğumuzu hatırlatmak adına ışık tutarken; yaşamımıza hakim olan düşünce tarzlarımız, davranışlarımız, inançlarımız,duygularımız, tepkilerimiz; bizim yaşam üzerinde ki rollerimizi de belirleyici kılar.
Çünkü yaşam tek düze değildir, her şey birbiriyle ilişkilidir. Gök ve yer, hava ve su, herşey ancak bir şeydir; birlikte olmadıkları yerde, yalnızca tamamlanmamış bir eser vardır.
Akıp gideni durup görmemizi sağlayacak olan bir dünya yaratmak ve bize hayatı yeniden iade etmek mümkün değilken, yaşamı; keşkelerle ve pişmanlıklarla söndürmek niye ?
Geçmişiyle yüzleşemeyenler, keşkeleri kendine zehir ederek yaşama tutunanlar bilmezler mi; üzerini örttüğümüz her şeyin altında kalırız, eksik olduğumuzu ararız, hem de eksik bırakandan ya da ona benzeyenden dileniriz bir ömür boyu.
Oysa yaşamak seçim yapmaktır ve her durum bir seçimdir aslında.
'Yarın yanağından gayrı
paylaşmak her şeyi,'' derken bile;
Gücün halk yüreğin sığınak
Ve anlamak seni Nazim anlamak
Olur gibi görünmek değil 
Her an onurlu var olmak
Yaşamak bozuk çağım kirli
Çaldılar umudumuzu Nazim çaldılar
Bağrışıyoruz adalet için
ama sağır vicdanlar duymuyor bizi
''Yarın yanağından gayrı
paylaşmak her şeyi,''
diyen diller pas tuttu Nazim pas tuttu
Gösteriş çanları çalıyor gençler için
Paraya endeksli akıllar yetiştiriliyor artık
Ortak değerleri çağıran ruhlar değil

Gören Görülen Değildir.

Filmin başrolünde Robert Mario De Niro, Jr. Vardı. Bir sahnedeki repliğini hayatım boyunca hiç unutmadım.
Karşısındakine diyordu ki:
''Bana öyle net ol ki; 6 yaşındaki bir çocuk bile anlayabilsin ne demek istediğini. Ekosuz, yorumsuz, düz ol.''
Bazen tek bir kelime, cümle, şiir, hikaye, roman ya da kitap tüm hayatınızı değiştirebilir. 
Benim hayatıma farklı bakış açıları getirdiği çok olmuştur.
Ne anlatmak istediğimizi anlatmakta zorlanıyor isek iki durum söz konusudur.
Birincisi; anlattığımız konuyu henüz biz de kavrayamamışızdır.
İkincisi; her ne kadar anlatırsak anlatalım karşımızdakinin anlayabildiği ile sınırlı kalır anlatacaklarımız.
Albert EİNSTEİN “Altı yaşındaki çocuğa açıklayamıyorsan, sen de anlamamışsındır, diyor. Ne doğru biz söz.
Eğer biz bir konuyu çok iyi anladık ise onu anlatmanın yüzlerce hatta binlerce şeklini bulabiliriz.
Kavramak tam anlamıyla budur.
Örneğin acı çekmeyen acımasını, susamayan susuzluğu, aç kalmayan açlığı, ayrılmayan ayrılığı çok iyi anlayamaz.
Empati önemlidir lakin her şey değildir. Empati kurabilmek için de yaşanmışlıklar gereklidir.

Güzel şeylere sahip olmak zaman alıyor.
Çocuklarımıza,emekle kazanılan alın terinin vicdani zenginliğini anlatalım.
Kaybetmelerinin sonlar olmadığını, asıl sonların yaşama veda olduğunu anlatalım.
kaybetmek kadar,kazanmanın da doğal olduğunu ve olması gerektiğini anlatalım.
En büyük savaşın, kişinin nefsine verdiği savaş olduğunu anlatalım.

Kitapların,mucizelerle dolu olduğunu ve o mucizelerin,insanı nasıl değişimlere uğrattığını anlatalım.
Dünyayı getirip, nasıl avuçlarına koyduğunu,
Göze nasıl sayısız,renkli pencereler açtığını anlatalım.
Sonra çocuklara insanı, doğayı, kuşu, kurdu, ağacı  dinlemesini,
Onların gözünden de dünyayı görmesini öğretelim.


Sonra,hayatla barışık yaşamanın ,savaşmaktan daha kolay olduğunu,
Çocuklarımıza, kalbin ve ruhun etiketi olmadığını,
Kalbin ve ruhun bu dünyanın cenneti olduğunu,
Ve yaşam da üretenlerin her zaman,
Işıklarla dolduğunu, etrafını aydınlattığını öğretelim.


Aklın dinginliğini, hiç bir şeyin yerini almayacağını,
Mutluluk ve başarının konuşulduğu ortamların ,insanı yaşama bağlayacağını,
İyimserliği, iyiye çağıran gücünü fark etmesini,
Ve neşeli bir yüzün açamayacağı kapı olamayacağını öğretelim.


Zamanı değerli kullanmanın hayatın anahtarı olduğunu,
Başkalarını eleştirerek, yererek geçirilen zamanın kayıp olduğunu,
Ve hayatın heba edilmeyecek kadar mucize olduğunu anlatalım.
Onurlu, namuslu olmanın basamağı tamamen kendimiz olduğunda
Ve kendimize sahip çıkmamızdır, unutturmayalım...


Olcay Kasımoğlu


Vicdanımız yanılmaz bir yargıçtır biz onu öldürmedikçe

Görüntünün olası içeriği: 3 kişi














Yaşar Kemal ne güzel seslenmiş halk bilinciyle;
''Halka kim zulmediyorsa, etmişse; halkı kim eziyor, ezmişse; onu kim sömürmüş, sömürüyorsa; feodalite mi, burjuvazi mi… Halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve bütün hayatımla onun karşısındayım. Ben etle kemik nasıl birbirinden ayrılmazsa, sanatımın halktan ayrılmamasını isterim. Bu çağda halktan kopmuş bir sanata inanmıyorum. '' 

Bir suskunluk yemini gibi
Bir yere ait olamamak ne hazin

Evlerinden yurtlarından sürgün 
Canları bir kuş kanadı kadar kırılgan
Öfkeleri kendi gözyaşlarına tutsak

Acını dili olsa da haykırsa
Gökten ayet mi indi kıyın çocuklara

''Mühürlendikçe vicdanlar
Yüreklerde kan damlaları akıyor''
Aktıkça kirleniyor insan masumiyeti

Acılar bu kadar sesliyken
Bir insanın kaç kulağı olmalı
Yüreğinden ağlayanları duyabilmesi için

Kaç ölüme şahitlik etmeli
Öldürülenlerin ölenlerin
Sevenlerinde bıraktığı acıyı anlamak için



Cehalete direnen yürekler oldukça, susmaz şiirler !
İnsanın insana egemen olma dürtüsü, iktidar hırsı ve aç gözlülüğü, dünyanın kirlenmesinde baş aktördür.
Zenginlerin tezgahlayıp, yoksulların öldüğü savaşlara, adaletsizliğe, yalana, iç görüsüzlüğe, hoşgörüsüzlüğe, paranın kirli saltanatına, tahammülsüzlüğe, ırkçılığa, etnik ayrımcılığa, ilime-bilime düşman olanlara ve sadece dünyanın kendisi için döndüğünü sanan ahmaklara karşı durmayı onurunuz sayıyorsanız daha umut bitmedi, daha yaşanacak çok şey var dünya üzerinde...

Olcay Kasımoğlu


Su gibi, sevda gibi birbirinin nefeslerini dinleyen pırıltılara muhtacız.


İlkeli olmak bir ''YAŞAM'' biçimidir, kirlenmişliğe karşı bir duruş sergilemektir...
21. yüzyıla baktığımızda;
Bu çağa, bu görüntülere anlam vermek mümkün değil... ilkeleri olmayan, kendini kuma gömmüş, , tam olarak ne istedigini bilmeyen, bir türlü anlaşılamayan, sürekli yaşamı katledenlerden bıktık artık.
''Hiçbir çağda, insan bu kadar küçük hesaplar yapmak zorunda kalmadı.
Hiçbir çağda insan bu kadar zamandan, sevgiden, saygıdan yana fakir olmadı.
Hiçbir çağda sana biçilen yolun biraz dışına çıkmak bu kadar ağır cezalandırılmadı.
Hiçbir çağda, giyeceğin, yiyeceğin, içeceğin şeyler bu kadar çok başkaları tarafından belirlenmedi.''
Hiç bir çağda insan kendiyle bu kadar çelişmedi.
Toplum olarak yaşadığımız travmaları, kronikleşmiş sorunları aşma iradesi gösteremiyoruz.
Unuttuk kendimizi, geçmişimizi ve bizi bir arada tutan ortak değerleri, ahde vefayı..
Er veya geç herkes yaptıklarının bedelini ödeyecek. Doğruyu yazan kaleme herkes er veya geç muhtaç olacak.
Adalet herkes içindir, er veya geç herkesin defterine mürekkebi damlayacak...
Toplum olarak da hak etmeyenlere dağıttığımız değerlerin bedelini ödüyoruz.
Bir filozof seslenmişti 'Su gibi sevda gibi birbirinin nefeslerini dinleyen pırıltılara muhtacız.'
Önce adam gibi adam olmalıyız.
Kendimize ait bir doğrumuz yok ise başkalarının yanlışlarını doğru kabul ederiz.
Yanlışlar da zamanla doğruların yerini alır.
Ve herkes kendi çıkarına göre yaşamayı ilke edinirse sürer bu vasatın esareti...
Düşünen ve sorgulayan her insan, hangi şartlar altında olursa olsun insanı, değeri ve değerleriyle değerlendirir.
Ve vicdanımız... vicdanimiz yanılmaz bir yargıçtır, biz onu öldürmedikçe..
İyi bir sabrı kuşanmadan, iç sesimizle yüzleşmeden hiç bir işe başlamayalım, önemli kararlarda rol almayalım.
Kendi sahne arkamizi başkalarının sahne ışıkları ile kıyaslamayalım.
Değilmi ki;
İnsan ruhu doğanın parçasıdır. Doğa gibi
boşlukları muhakkak doldurur.
İçinde sevgiye yer olmayan her şeyi
sevgisiz yapar ve sevgisiz insan zayıftır
çabuk yenilir.
Sevgimiz bizi insan yapar.
İnsan olanın da onuru, itibari olur, sağlikli sevgi anlayışı olur.
Ortamın adamı olmaz...
Olcay Kasımoğlu

10 Haziran 2019 Pazartesi

Hüzün bir yoğunlaşmadır..

Hüzün, bir ardından bakmadır, yaşanana, yaşananın tortusuna. Yaşanılan gerçeklikle birlikte, yaşanmış üstüne bir yoğunlaşmadır. Yaşanmışlığın belirsiz değerlendirilmesidir.
Kaçırılanlar, acılar, çaresizlikler, geçip giden zamanın bir daha geri gelmeyeceğidir. Bir pişmanlık, derin bir melankoli nedeni olmamalıdır. Tutku, kızgınlık, nefret, öfke, coşku yoktur hüzünde.


İçselleşmiş hüzün; gerçekliğin, geçmiş zaman dilimini, dingin bir tatla değerlendirme duygusudur. Çığlık yoktur hüzünde, çılgın bir sevinçde. Hüzün, bir talep, beklenti, doyurulması gerekli arzu değildir.. Hüzün, olduğu gibilikle çıkılan bir geçmiş yolculuğudur. Yaşanmışın, belli bir ışıkla aydınlatılmasıdır. Hüznü yaşayanın, yaşadığına yönelik yorumundan kaynaklanacak ışıkla, bulur anlamını.


İnsana dair hüzün; acı ya da kaybın arasındaki ayırım üzerine odaklanmaz. Sevdiklerimizden ayrı kalmak acı dolu da olsa, bıraktığı tortu, hüzündür. Dostlarımızın bıraktığı güzelliklerin hüznü, acıların hüznünden daha yoğundur. “Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz.” dizesinde olduğu gibi; bir daha “aynı” olarak geri gelmeyeceğini anlatsada, yinede hüzün, umutsuzluğu, hayal kırıklığını barındırmıyor içimizde. Dünyadan vazgeçme, geri çekilme değildir bu hüzün.


Yaşanmışlıklar önünde soğukkanlı durabilmek ve hissettirdiklerine minnetle sarılmaktır hüznün enginliği. Yaşanmış olanlar, ne denli yüreğimizi burkarsa burksun, ben buradayım der gibidir yansıyan yüzü. Hüzünde, yitirdiklerimiz önünde; bir hal, bir çözme, çözülmedir. Gerçeklikle girdiğimiz ilişki sonucunda, gerçekliğin, farkedemediğimiz boyutları çıkar ortaya; gerçeğin diğer yaşantılarla tanıyamayacağımız yüzleri görünür. Kendimizi bu yaşantıyla, yeniden farkeder, yeniden keşfederiz. Bu düz bir keşif değildir; hüzünle dönüşürüz, yürürüz kendimize.


Yaşamı düz bir çizgide tutmak, buna düzen demek, tükenmektir, yaşamı ıskalamaktır aslında. Yaşadıkça, deneyimledikçe,öğretilerin bizi köleleştiren zincirlerini kıracağız. Kendimize acıyarak, neden ben diyecek kadar sonsuz değil yaşam. Sorunların,bizi duygusal paralizasyona götürmesine izin vermeyeceğiz. Ruhsal sağlığımızın ölçüsü tökezleyip, tökezlemediğimiz değil, tökezlediğimizde ne yaptığımızdır. Ayağa kalkıp, üstümüzü temizleyip, yolumuza devam edeceğiz.


Ancak o zaman, yaşam acılarının, kavgalarının olduğu iki kara parçası arasında, ağır ağır akan, derin, geniş, sessiz bir nehir gibi, hüzünle yeni başlangıçlara dönüşürüz.
Hüzün, özünde çok özel bir duygu. Bu duygu, bahçelerimize eskisi kadar uğramıyor.
İnsanları, kendi şahsı çıkarları için kullanmanın egemen olduğu bir çağda, içinde üzüntüyle sevinci bir arada taşıyan hüzün ortaklıkla görünmüyor. Onun yerine, hemen pes etme, bir vazgeçme yada kendini inkar yerini alıyor. Çıkar kavgasının ayyuka çıktığı, politik oyunların boy gösterdiği dünya düzeninde, mahzun insana bu çirkinlikler acı veriyor.


Sorunlarımızın olmaması mümkün değil, deriz ya ”Sorunsuz insan, sorunsuz cihan olmaz” diye lakin her sorunun birde çözümü vardır, yeter ki çözümsüzlüğe çanak tutmayalım.


Kalbimizin üstünde binlerce sözcüğün yankısı ve yüzümüzün kıvrımlarında binlerce hüznün,gülüşün, umudun kırıntısı saklı. Duraksadığımız, soluklandığımız bir ömrün haritası var kucağımızda.
Sorun üreten değil, sorun çözmenin parçası olalım.


Sorunları bahane ederek; mutsuzluğa ve umutsuzluğa kilitleniyoruz oysa her karanlık, kendisini sonlandıracak ışığın ”tohumlarını” içinde taşır..! 



.../çıkar içinden
tüm incinmişliklerini
yırtılsın karanlığın perdesi
kırılıp döküldüklerinle
yaslan gecenin duvarına


gecenin karanlığında esen
masum yüz rüzgarı olmak
 dokunmak sana
bir katrenin sınırında değil
yüreğine derya varlığında
akmak isterim

madem ki
sende olmaktır dileğim
sürsün bu yüz rüzgarları
dokunsun kar beyaz tenine
savursun gece karası saçlarını
her esinti
bizde ki kül değilde nedir söyle
nasıl olsa
yüz rüzgarlarından esen tılsımla
alaza düşmüş yüreğimiz
ateşten gömlek gibi
ilikleri birbirine kenetlenen
şimdi ne desin bu yürek
ey gözleri öksüzüm
tarifi olmayan
bir sevincin sarmalındayız işte
sevgisizlikle solmamak için
yüreklerimizi
sıcak ve hilesiz bir sevgiye kilitleyip
tenin altındaki ruha
yoldaş olmaya geliyorum/...
Olcay Kasımoğlu