Translate

18 Haziran 2019 Salı

Kolay olan hangisi?

"İnsanın doğuşunu görmekten herkes kaçar, ama ölümünü görmeye hep koşa koşa gideriz. İnsanı öldürmek için gün ışığında, geniş meydanlar ararız, ama onu yaratmak için karanlık köşelere gizleniriz.
İnsanı yaparken gizlenip utanmak bir ödev, onu öldürmesini bilmekse birçok erdemleri içine alan bir şereftir. Biri günah, öteki sevaptır."
Montaigne / Denemeler
İyilik ve kötülük de işte bu anlayışın ürünü oldu.
Kötülükler pervasızca sahiplenildi, iyilikler birer birer terk edildi.
Belki de aynı ruhun, birbirinden uzaklara düşmüş milyarlarca parçalarıyız.
Ortak duygular, düşünceler ve hatta yaşamın kendi içindeki işleyişi öyle aynı ki, her seferinde hafızasını unutup aynı şeyleri yapan biri gibiyiz...
Değil mi ki;
Hükmünü yitiren bir çağın suskunluğunda
Soğuyan bunca sözün içinde
''Yasalardan daha çok, daha ağır,
daha geniş haksızlıklara yol açan ne vardır?"
Yaşayıp da
farkında olmadığımız hayatlarımız gibi
'Sevgiyle çalkalanmadıkça dünya
Huzur da rüya mutluluk da'

O zaman;
''Akordu bozuk hayatlarda yaşamaya devam etmek mi?
Yoksa hayatımıza yeni bir yön vermek mi?
Ya da öfke tohumlarını daha da büyütmek mi?
Unutmak mı? Ufak hataları hoş görmemek mi? Affetmek mi? Hangisi daha kolay?
Bahaneler uydurmak mı? Nerde hata yaptım diye düşünmek mi?
Ya Hoşgörüye ne oldu?
Geçen zamanda mı kayboldu? Yoksa biz mi unuttuk?
Neler oldu da büyüdükçe, çocukluğumuzdan gelen o saf neşeyi kaybettik?
Hayatın korkunç hızında nereye gidiyoruz diye kaç kişi soruyor kendisine?
Kaçımız bugünün güneşini hissediyor, tüm sıkıntıları o anda unutup, huzur buluyor?
Fedakârlığa ne oldu?
Kaçımız hatırlıyor fedakârlığın ne olduğunu?
Yoksa o da mı bulunmaz Hint kumaşı oldu?
Kaçımız kendimize yalan söylemiyor?
Kendini irdeleyebiliyor, dürüst olabiliyor, ne istediğini biliyor ve
cesaretini toplayıp, hayallerinin peşinde gidebiliyor?
Hangimiz gerçekten “biz” olduğumuz için sevildik?
Kaçımız “doğru insanları” bulup, neden – sonuç ilişkilerine girmeden,
kaygı denizinde boğulmadan değerini bildik?
Ve Kaçımızın, ” doğru insan ” olmamıza rağmen, kıymeti bilindi?
Peki, kaçımız ” kendi gerçek değerimizin” farkına vardık?
Ve Kaçımız gerçek değerimizin farkına varıp ta, içi kof bedenlere hayır diyebildik?
Şu anda kaçımızın gerçekten dostu var?
Söyleyin neler oluyor bize?
Hep biz mi yanlışız yoksa karşımızdakiler mi?
Dürüst olmaya çalışan ve dürüstlükten korkmayan kaç kişi var aramızda?
Dürüst olanlarda pes ediyor artık
Farkında mısınız?
Boşluk içindeki kalıplara sıkışmışız her birimiz.
Nefes alamıyoruz, boğuluyoruz. Neden?
Kaçımızın elinde aynası var ruhuyla konuştuğu?
Ne kadar yabancılaştık ruhumuza farkında mısınız?
Sadece bedenleri sever olduk. İçindeki ruhları yok saydık.
Her şeyi bir anda yaşamayı ne kadar sever olduk…
Beklemeyi unuttuk. Verilen sözleri tutmayı da.
Söz verdikten sonra o sözü unutmak ne kadar moda oldu.
Verilen sözleri unuttuk, yerine bencilliği koyduk.
Güvenmeyi unuttuk. Yalanı çok sevdik,
Bir yanımız riya, bir yanımız çıkar oldu.
Peki, ” yalın sevgiye ” ne oldu?
Parayı hayatın en kıymetlisi olarak kabul ettik. Dostluğu unuttuk. Kırıldık.
Kırıldıkça vicdanımızı kaybettik. Peki, hayatın asıl anlamına ne oldu şimdi?
Kaçımız kendi yansımamızı dürüstçe ortaya koyduk ve bu benim dedik?
Yapabilen kaçımız, kaç kere kırıldı, incindi kim bilir?
Farkında mısınız : “Biz yalansız, dolansız sevilmeyi ” unuttuk.
Bunu bize karşı başarabilen insanlara inanmaz, güvenmez olduk.
Onlara ” koca bir yalan” gibi bakar olduk.
Çünkü biz ” yalın olarak sevmeyi, güvenmeyi” unuttuk.
Peki, bu sonsuz ikilemde, sadece aklar ve karalar içinde, hangisi doğru?
Kendimizi, olduğumuz gibi ortaya koyacak cesaret mi,
yoksa maskeli baloda, bin bir maskeyle dans etmeye devam
etmek mi?''
İnsanların birbirleriyle olan diyaloglarında kullandıkları ses tonu, bakışlar ve alkışlar, insan ilişkilerinin boyutundaki izdüşümleri sunuyor. Samimi ve içten ellerin kavrayışına bayılıyorum. Birde ruhsuz eller, donuk bakışlar ve her şeyin en iyisini ben bilirim edasıyla dolaşan zayıf benlikler var. Her üreten, sanatçı olmuyor maalesef. İçinde insana durmayan, egosu yüksek, hayatın tamamını kendi görebildiği kadar zanneden, ne çok mektepli okumuş insan var. Bir şey, bir şeyler eksik. Bu eksik olan, ne parayla, ne diplomayla satın alınan bir şey. İnsanın özünde ki incelikti eksik olan. Koşulsuz, ölçüsüz, sınırlara hapis olmamış, engin bir gönül kapısı yoksa, ne yaparsan yap, ne üretirsen üret, bir tarafı eksik ve yavan kalıyor. Sanırım bu çağ, okur yazarların çağı olsa da, vicdanların mühürlendiği çağ olma yolundaki gelişmeler bir adım daha önde duruyor.
Ne güzel tanımlamış Friedrich Nietzsche. Doğuştan ince olan ruhları !
''Sahip olunması zorunlu tek şey var: ya doğuştan ince bir ruhtur bu, ya da bilim ve sanatlar tarafından inceltilmiş bir ruh…''
 Sanat da inceltmemişse, iflah olmaz bu tarz insanlar, daha sıkıcı ve yıpratıcı olurlar. Her sanat yapıtının içinde, insanoğlunun yaşamla bir hesaplaşmasının bulunduğu da söylenebilir.

''Montaigne

Hiç yorum yok: