Translate

6 Ağustos 2019 Salı

''Aşk benim neyime?''


Kalite kesinlikle tesadüf değildir.
Deneyimlerimizden çıktığımız yolculuğumuzda her durakta ve her yolda hayatın anlamına dair edindiğimiz her öğreti bize yeni bakış açıları sunar.
Kendini bilen insanın akılla bağlantılı bir eylemi vardır. Kendine özgü bir canlı olmanın da ötesine geçerek yaşama anlam katar. Bunlar da kendini tanıma, sınırlarının farkına varma, bilgi sahibi olma ve yürekliliktir. Bu olumlu özelliklerin varlığıyla belli bir zihinsel olgunluğa erişince insan, sahip olunan bilgileri anlamlı ve sağlıklı kullanma, yaşamı doğru ve anlamlı bir şekilde yorumlayabilme bilgeliğine de ulaşmış oluyor.
Hayatın anlamına derinlikli bir bakış açısı kazandırıyor.

Bende;
Yıllar boyu gerek özel yaşamımda, gerek arkadaş çevremde, geçmişe takılmak yerine, olumsuz koşulları aşmayı bilen, bireysel gelişimlerine önem ve öncelik veren insanlar tanıdım. Bu insanlara saygı, sevgi ve hayranlık duydum.

Bu insanların ortak noktası; kültürlerini arttırmak ve bilinçlerini geliştirmek için verdikleri çaba, duyarlılık ve emek ile ezberci eğitimin dışında kazanılan bir yaşam deneyimiydi.
Bu sadece diplomayla, etiketlerle yada parayla kazanılacak bir şey değildi.
Bu bir tercihti, yaşam kültürüydü.

Kültür, insanın ve yaşamın kalitesini arttıran en önemli unsur ve bir yaşam manifestosudur.
Yaşamı anlamak ve kendiyle barışık yaşamak isteyen her insan da mutlaka belli bir kültür birikimine sahip olmalıdır.
Birikim yollarından aklımıza ilk gelenler gözlemek, dinlemek, okumak ve yaşamaktır.
Bu dört ana unsur birbirlerini tamamlayıcı etkiye sahiptirler.
Bu etkiler aynı zamanda kendiyle barışık bireyin portresinin nasıl olabileceği üzerine farklı bakış açıları sunar bize.

Kendine emek vermemiş, yaşamda bir duruşu olmayan, mazeretlere sığınarak,sürekli bir günah keçisi arayan insanların yaşama katacağı çok fazla bir şey yoktur.

Kendiyle savaşı bitmemiş bir insanin yaşama katacağı bir şeyde olamaz. İnsan kendini bilince nerede susması, nerede inisiyatif alması ve nerede konuşması gerektiğini bilir.

Her şeyde olduğu gibi;

''Tutarlı olmalı insan; siyah gibi, beyaz gibi... Güven vermeli... Gri olmamalı...Kapıları olmalı insanın...Ya açık ya kapalı ''YARI AÇIK'' olmamalı...''

En küçük dalgada alabora olan, sapla samani birbirine karıştıran, egoist insanları yaşamımızdan uzak tutarak, hayatımızdan gün çalanlarla değil; hayatımıza anlam katanlarla çoğalmak sevgiyle, inançla...
Bir tutam can'la derinliğimizi gören insanlarla yürümek yaşamın içine...

Düşüncedeki derinliği, sevgide ki cömertliği görmeyenleri kendi haline bırakın, zaman onlara anlatsın.
Zaman en iyi öğretmendir...

Olcay Kasımoğlu


''Vadedilmiş topraklara açılan kapıyı bul... sadece kendine inan...''


Güzel bir müzikle güne başlamak, efil efil dolu sesin büyülü anları bıkmadan, usanmadan hayal ettikçe zihnim yatışır ve durulur.
Ne güzel der;
''Yolunun üzerinde ki gülleri ara
sadece dikenlerine dikkat et...
Bilge adam ellerini kaldır dedi...büyüye ulaşmak için
Vadedilmiş topraklara açılan kapıyı bul
sadece kendine inan...''
İnanmak kendine ve yürümek o yolları.
Yaşamsal fark ediş her şeyden önce insanın kendini bilmesini sağlamalıdır.
İster bir gün, ister bir yüzyıl yaşayalım, asıl soru hep var olur, ”Kendini bilmek nedir?”
Varlığının anlamını içselleştirmişsen sorgulamanın gücünü fark ediyorsun. Kendini fark ettikçe yaşamsal fark edişin önemini kavramaya başlıyorsun.
İnsan, gelişim gücünü kendinden alan, oluşum halinde ki bir varlıktır. İnsanların duygu, düşünce, davranış biçimleri kendilerine özgü olduğu için, her insan başlı başına bir varlık olarak değerlendirilmelidir. İnsan doğuştan iyidir ve bu potansiyelini uygun koşullarda en üst düzeye kadar geliştirerek kendini gerçekleştirebilir.
Hayatımızdaki herhangi bir şeyi değiştirmek istediğimizde bakacağımız tek bir yer var,”kendi içimiz.” Yaşamsal fark edişin en önemli ayağını oluşturuyor.
İnsanın hayattaki en büyük başarısı kendini bilmesidir. Kendini bilmek aynı zamanda önümüzü aydınlatır. İnsanın kendisini bilmesi kadar büyük bir nimet yoktur.
Kendini bilmeyen, hatta aramayan kişi, yaşamını da boşa geçirmiş, eserini verememiş, kendini gerçekleştirememiştir.
Kaldı ki insanın en büyük pratiği kendi hayatıdır desek abartı olmaz.
Deneyimlerimizden çıktığımız yolculuğumuzda her durakta ve her yolda hayatın anlamına dair edindiğimiz her öğreti bize yeni bakış açıları sunar.
Kendini bilen insanın akılla bağlantılı bir eylemi vardır. Kendine özgü bir canlı olmanın da ötesine geçerek yaşama anlam katar. Bunlar da kendini tanıma, sınırlarının farkına varma, bilgi sahibi olma ve yürekliliktir. Bu olumlu özelliklerin varlığıyla belli bir zihinsel olgunluğa erişince insan, sahip olunan bilgileri anlamlı ve sağlıklı kullanma, yaşamı doğru ve anlamlı bir şekilde yorumlayabilme bilgeliğine de ulaşmış oluyor. Hayatın anlamına da derinlikli bir bakış açısı kazandırıyor.
Dünyanın en büyük temel sorununun, insanın kendini bilmemesinden kaynaklanan bilgisizlikten ve bilgiye duyulan ilgisizlikten kaynaklandığını söylemek de mümkündür.
Kendimizi tanıdıkça hayatın anlamına yaklaşım tarzı-imiz değişiyor. Zamanın en değerli hazine olduğunun farkına varmaya başlıyoruz.
Kendini tanımayan insan, yaşamı olumlama yetkinliğinden yoksun oluyor. Kaldı ki insan kendine adil değilse, kendi öz benliğini içselleştirmemiş ise hep başkalar-ini oynar.
Kendine emek vermemiş, yaşamda bir duruşu olmayan, mazeretlere sığınarak sürekli bir günah keçisi arayan insanların yaşama katacağı çok fazla bir şey yoktur. Kendiyle savaşı bitmemiş bir insanin yaşama katacağı bir şey de olamaz. İnsan kendini bilince nerede susması, nerede inisiyatif alması ve nerede konuşması gerektiğini bilir.
Her insan eşsizdir ve ona ait olan bir şeyleri yapmak için dünyaya gelmiştir. Hayattaki amacımız, kendimizi tanımak ve hangi yaratım için dünyaya geldiğimizi bulmak olmalıdır. Amacımızı bilmek, kendimizi tanımanın da bir parçasıdır.
Şimdi ki çağa baktığımızda, insanlar kendi varoluş anlamları dışında amaçsız ve idealsiz hayatlar yaşamaya başladılar. Yaşamı, konuları, olayları sorgulamayan insanların sağlıklı düşünme kapasiteleri kuru ve yavan olur.
İnsan olarak potansiyelimizi değerlendirmenin ve içsel değişimin önemini anlamanın esas olduğuna inanıyorum. Bazen ben bunu, hayatımızda ruhsal bir boyuta sahip olmak diye adlandırıyorum.
Çünkü insan aynı zamanda sorgulayan bir varlıktır. Sorgulayan bir varlık olması ise insanın her şeye kendiliğinden boyun eğmeyeceği anlamını taşır.
Ve ne olursa olsun insan önce kendine ayna olmalı. Ancak o zaman kendi iç sesini duymaması diye bir şey söz konusu değildir. Yeter ki kendimizin ve sınırlarımızın farkında olalım. Kendi kişisel değerlerimizle, bütünlüğümüzle örtüşen her seçimimiz yaşamımızı daha değerli ve coşkulu kılar.
Hayatı anlamlandırmak, anlamlı yaşamak insanın kendi özünde ki coğrafyayı keşif etmesiyle mümkündür. Ondan sonra kendini bilmek, birey olmanın farkındalığına varmak. Duvar olmakla, katı olmakla, tavır almakla, mazeretlerin arkasına saklanmakla kendimiz olamayız.
Hayatımızdan gün çalanlarla değil, hayatımıza anlam katanlarla çoğalmak sevgiyle, inançla, güvenle…
Kaldı ki herkesle aynı olmak zorunda da değiliz. Kendimiz olalım yeter. Kendi hikayemizin kahramanı olalım yeter.

Olcay Kasımoğlu


  

5 Ağustos 2019 Pazartesi

Yoksa benim gibi derdin mi çoktur/Oy gelin gelin sevdalı gelin

Herkes en iyi tarafta olduğuna inanıyor; ne garip duygu....
Bir sahne ve bir sanatçı haykırıyor Willam Shakespeare'den;
'Hepimiz acıkmayız mı? Hepimizin uykusu gelmez mi? Bıçağı batırsak hepimizin kanı akmaz mı?'
Velhasıl haykırış hiç bitmeyecek; tıpkı, herkes ve herkesim hep en iyi tarafta olduğunu sanma şaşkınlığını bitirmediği sürece...
"Evrensel bir yolun sesi olmasını bilen önce alacak ve sonra verecektir tüm aldığını ki, alması tamamlansın.
Almasını bilmeyen ise bu sofradan aç kalkacaktır. Onlar için henüz vakit gelmemiştir.
Belki başka bir zaman yine bu sapağa gelecekler ya da başka bir yoldur onları bekleyen."
Biliyorum, nereden biliyorsun diye sorar gibisiniz.
Sevgi tamamlanmaktan başka bir şey istemez ki !
Bunu bilmek için hanlara, şatolara, diplomalara ihtiyacımız yok.
Sevgi şarlatanlarına, soytarılara, bencilligi özgürlükle karıştıranlara, kendine göre kılıf biçenlere hiç yok...
Sevgiden şımarma-yanlar, halen sevgi için gözyaşı dökenler kıymetlidir nazarımda.
Sevebilmek, kin ve nefret beslememek, kendime ve bütün varlıklara sevgiyle, hoşgörüyle, samimiyetle, içtenlikle bakabilmek çok önemlidir yüreğimin yurdunda.
Ve yüzümdeki gülüşün beslendiği içsel seyahatimin yolu şiirlere minnetle....
cana can olma düşüncesi
yeşerip dururken içimde
tanelerin sürgün verdiği yerde
karanlıklarda tohum olmak işim değil...
Gülmek ve sevmek kadar çoğaltan, paylaştıran, bencillikten uzaklaştıran başka bir duygu var mı?
Toplum kişiliklerle olur, kişilerle değil. Yanıtlarından önce soruları bağlar kişiyi. Herkes niyetine göre, hayatın içinde ne ararsa odur...

Gam tanımayan aşkı istemem
Ki sen kıymetlisin
Varlığındaki soylu aşk ile
Karanfilini
Alaca karanlığa dik öyle gel
İnanıyorum
Aşka
Umuda
Şiire
Sana...

olcay kasımoğlu

''Ası ve Mavi'' şiir kitabından

Bazen gidersin /Sadece gidersin...

Yağmur damlaları gökten nazlı nazlı yağarken, sessiz bir rüzgarın kanadında uykuya dalmış gibi, sessizce durup sonra uçan... yerini yurdunu arayan aşık gibi...
Sonra... sonrası mi, hep aynı masal...

bitmeyen bir düşün içinde
Taş üstüne düşen
yağmur damlası gibi
sükutu öğüten..

Akıp gideni durup görmemizi sağlayacak olan bir dünya yaratmak ve bize hayatı yeniden iade etmek mümkün değilken, yaşamı; keşkelerle ve pişmanlıklarla söndürmek niye?
Kötülük neyi kurtarır ki, yalan neyi?
Masum birine karşı kim tanık olabilir ki?
Anlaya bilmeli insan... Gerçekten insan olan...

'Göynüm değdiğinde titremiyorsa o yürek,
sadece kan pompalıyordur' der Neşet Ertaş..

Bazende insan en çok kendine yorulur ve özlemek uzaklığın ayıramadığıdır.' der Oruç Aruoba...

Düşündüm, düşündüm de kırılan dalıma sözüm hiç geçmedi.
Halen hala sızısı kaldığı yerde neler koparır götürür sevdalı yürekten kaç ahla bir bilsek...

Hep ondan oluyor bunlar
İnsanın en az gittiği, içindekileri görmeye korktuğu yer yine kendi içidir.

Neşet Ertaş'imiz ne güzel der;

"Elini kalbine götürdü; “burası var ya” dedi. “Taşa, toprağa gerek kalmadan insanın gömüldüğü tek yer..”

Kalbimle, ruhumla,
sakin ve saygın olan o yeri bulacağım
''Aşkı, sevgiyi,
şiiri ve çiçeği ıskalayıp da
mutlu yaşayabilen var mi?''
Sus ve gülü sula
Bin yıldır beklediğimsin...

Olcay Kasımoğlu

Herken kendisi için bir derstir..


''Yalnızlığı istedim çünkü yalnızlık bende ruhun, düşüncenin, kalbin ve bedenin hayatıdır. Soyutlayan uzak oluşu istedim çünkü onda güneşin ışığı, çiçeklerin kokusu ve derelerin nağmeleri var.
Dağları istedim çünkü onlarda baharın uyanıklığı, yazın arzuları, sonbahar şarkıları ve kışın azmi var. Bu yalnız hücreye geldim çünkü yeryüzünün sırlarını bilmek ve göklere yakın olmak istiyorum.”
Halil Cibran’ın Fırtınalar adlı kitabından bir kesittir.
Sevgidir kalplerimizi ortaya çıkaran güç. Sevgiyi ortaya çıkaran, kalplerimiz değildir.<3
Özgürlük tahtı önünde ağaçlar, meltemin dokunuşuyla titriyorlar. Özgürlüğün heybeti karşısında güneş ve ay ışığıyla seviniyorlar. Serçeler, özgürlüğü işitmek için ötüşüyor, çiçekler özgürlük ortamında nefeslerinin kokusunu yayıyor… Yeryüzündeki her şey, özgürlük şeref ve sevinciyle dolu tabiat kanunlarıyla yaşıyor…
Oysa insanlar bu nimetten ne kadar yoksun! Çünkü insanlar, evrensel ilahi ruhlarına sınırlı kanunlar koydular. Bedenleri ve ruhları için acımasız kanunlar çıkardılar. Eğilim ve duyguları için korkunç ve dar zindanlar yaptılar. Kalpleri ve akılları için derin ve karanlık mezarlar kazdılar. Aralarından birisi kalksa, toplumsal kurallara ve kanunlara karşı çıksa, hemen onun isyankar, aşağılık, toplumdan sürülmeye layık, rezil ve ölümü hak eden birisi olduğunu söylerler…
Ancak sevgiyle yaşamak ve sevgi için yaşamak dururken, bir insan, ömrünün sonuna ya da zaman onu azat edinceye kadar kendi koyduğu geçersiz kanunların kölesi olarak kalabilir mi? Dikenler ve kafatasları arasında kendi bedeninin gölgesini görmemek için gözlerini yere dikerek ya da yüzünü güneşe dönerek sonsuza kadar durabilir mi?
Merhabalar vedalar kovalar birbirini
Bırak yansın mumların yolculuğu
Bazı şeyler sessizlikte yatar
Ben hiç kimseyim
Ben bir hiçim
Hayatımın kumları akıp gidiyor
Ki çevrilemez zaman geriye
Arkamızda
Titreyen ışıklarıyla bir şehir
Sayısız kez daha tamamen
Serilmiş önümüze 
Sükutu öğüten sabrın tohumu
Sonsuzluk gözlerinin önünde
Yüzleşmeyi öğrenmeliyiz kendimizle
Kül olmadan yeni olunmuyor...

Muhteşem ötesi♥

Phantom of the Opera - Sierra Boggess & Ramin Karimloo (Classic BRIT Awards 2012)

''Gece bastırınca duygular keskinleşir. Karanlık kışkırtır ve hayal gücünü uyandırır. Duygular sessizce karşı koymayı bırakır. Usulca, nazikçe gece ihtişamını gösterir.
Kavra, hisset nasıl da sevecen ve ürkek.
Düşüncelerini çevir soğuk, hissiz aydınlıktan ve kulak ver gecenin müziğine, yum gözlerini teslim ol. Bırak ruhun süzülsün o zaman yaşarsın hiç yaşamadığın gibi.

Usulca, kıvrakça müzik kucaklar seni dinle onu, hisset, sarıverir etrafını zihnini aç hayallerini serbest bırak, biliyorsun bu karanlıkla savaşamazsın.
Gecenin müziğinin karanlığın bırak düşüncelerin aksın bilinmeyen bir dünyaya, ruhun seni götürsün özlediğin yere ancak bana böyle ait olabilirsin.
Havada yüzercesine tatlı bir sarhoşlukla dokun bana, güven bana. Her duygunun tadına var. Bırak rüya başlasın.Karanlık yüzün teslim olsun.
Müziğin gücüne inan.''
Muhteşem bir düet... Olağan üstü bir gösteri ve olağan üstü bir şekilde müzikle gerçek bir bağ oluşmuş.
Aklımızı kalbimizin önünde tutmak her zaman yaşamla gerçek bağ oluşturmuyor.
Ortak bir amaç ve duygu birliği çok önemli.
Bu müzikalde bunu gördüm, hissettim.
Müziğin ülkesi yok.
Dili, dini hiç önemli değil, hemde hiç...

Cinselliği, insanı istek ve arzuları; ayıp ve günah kavramıyla çocuğun kafasına zikir eden zihniyet

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi




















Eylemlere, birlik olmaya karşı değilim, sadece; kadın köleliğinin içselleştirilerek meşrulaştırılmasına karşıyım.
Burada yeni bir şeyler söylemenin, harekete geçmenin, yılların köhne, yıpranmış küf kokan bütün öğretilerine karşı durmanın ışığını yakalım, önce insan sonra kadın olduğumuzu, bizim bir obje olmadığımızı, bir birey, kişilik olduğumuzu sağır kulaklara, kör bilince haykıralım.
Hayatımızı zenginleştirmeden, derin kılmadan, bedenimizin üzerinde hak iddia edenlere karşı durmadığımız sürece, kul-efendi ilişkisine hizmet ettiğimiz sürece, toplumun ön yargılarından, ucuz taklalarından, maskeli balolarından özgürleşmediğimiz sürece biz sadece döl yataklarıyız. Bunlardan arınmak için, yaşamın karmaşıklığını ve özünü iyi anlamalıyız.
Her şeyden önce vahşete duyarsız olan sağlıksız iradenin çok iyi analiz edilmesi gerekiyor. Bu görevde üniversitelere, ülkeyi yönetenlere ve kamu kurum ve kuruluşlarına düşüyor. Bu kangren olmuş toplumsal yara alınıp acilen masaya yatırılmalı, neden ve sonuçlara, tecavüzü, kadına şiddeti işleyen kişiler üzerinde geniş bir araştırma yapılarak bilimsel ve psiko-sosyal verilerle iyi analiz edilmeli.
Sorgulamadan, neden ve niçinler üzerinde durulmadan, soruna neden olan zihniyet ortadan kaldırılmadan bu hep devam edecektir.
Çocuklarımızı sevgide eritelim, insanca yaşamanın, ahlaklı olmanın sadece örtünmekle kazanılan bir değer olmadığını, sevmenin ayıp olmadığını yaşayarak, hissettirerek gösterelim.
Sevgi ve paylaşmayı, cinselliği, insanı istek ve arzuları, ayıp ve günah kavramıyla çocuğun kafasına zikir eden ebeveynler; en küçük fırtınada ”alkole, uyuşturucuya,cinsel sapmalara sığınan çocuklarını ” kötü çocuk ilan ederken hiç mi vicdanları sızlamaz.
Olan bitenlerle yüzleşmeye niyetli misiniz? Yoksa olan bitenleri sadece akla uygun hale getirip korkudan uzaklaşmak ya da korkuya kapılmış olan zihni tatmin edecek açıklamalarda mı bulunmak istiyorsunuz?
Kadını insan görmeyen ”eksik etek diyen” ayıplarla ,günahlarla çocuklarını yetiştiren ebeveynler, hangi sonucu almayı düşünüyorsunuz doğrusu merak ediyorum !
Sağlıklı sevgi anlayışıyla büyümek, ahlaki olgunluğa erişmek, iyiliğin ve sevginin parçamız olduğunu bilmek yaşamı ve insanı değerli görmeyi sağlıyor
Önemli olan, yaşadığımız acı tatlı, iyi kötü, olumlu olumsuz her ne deneyim varsa her birini özümsemektir.
Yaşamımız onların bütününden oluşur. Önemli olan kişisel sorumluluğumuzun olduğu yerleri kabul etmek ve tekrar çabalamaktır.
Dünya'yı keşfetmekten, yeniliklerde bulunmaktan, hayatımızın anlamını aramaktan asla vazgeçmeyelim.
Öğretmekten, öğrenmekten, araştırmaktan, bilgilenmekten uzak durmayalım.
Vicdanımızın sesi hiç susmasın, susanlara da fırsat vermeyelim.
Olcay Kasımoğlu

4 Ağustos 2019 Pazar

Sevgisizliğin dayatıldığı bir coğrafyada gönüllü olmak harekete, başlı başına bir başkaldırıdır.

Sergiyi dolaşırken, burası 'yaşamla kaynayan, ötenin rüzgarını, rengini, sessiz sohbetini taşıyan bir yer dedim kendi kendime...
Bunca güzellik sabır ve emek olmadan işlenmez herhalde.Çağımız ne kadar anomik bir çağ olsa da, insanların süreklilik duygusunu kaybettiği, kişisel ve toplumsal yükümlülüklerini ve bağlarını yitirdiği ruhsal çözülme veya bozguna uğradığı bir çağ olsa da bazen bir sergi, bir sinema, tiyatro veya gittiğimiz bir düğün şenliği, kısa molalar yeniden yaşamı hatırlatıyor.
Zaten “Sanatta varılacak nokta yoktur. Her nokta arkasından bir başkasını getirir.”
''Ara Güler’in farklı dönemlerde basılmış, her biri imzasını taşıyan çalışmalarına, İstanbul Modern Fotoğraf Koleksiyonu ve Ara Güler Müzesi arşivindeki çeşitli karanlık oda baskısı, obje ve efemera ile fotoğrafların çekildiği semt ve açıları gösteren haritalandırmalar eşlik ediyor. Sergi kendini foto muhabiri, foto muhabirlerini de “tarihi makinesiyle yazanlar” olarak tanımlayan Güler’in çalışmaları aracılığıyla fotoğrafçının öznelliği ve fotoğraf arasındaki ilişkiyi düşündürmeyi amaçlıyor.


Ara Güler’in kendilerine tekrar tekrar bakmaya davet eden fotoğraflarını arşiv malzemeleriyle bir araya getiren “İki Arşiv, Bir Seçki”, hem Güler’in üretim pratiğini hem de zihnimizdeki İstanbul bilincinin yaratılmasındaki payını izleyiciye hatırlatıyor. İstanbul Modern, Ara Güler Müzesi ve Ara Güler Arşiv ve Araştırma Merkezi işbirliğiyle gerçekleştirilen sergiyle Ara Güler’in gözünden İstanbul’un 1950’lilerden itibaren yaşadığı değişimin izini sürüyor. “İki Arşiv, Bir Seçki: Ara Güler’in İzinde İstanbul” adlı sergi 29 Mayıs - 17 Kasım 2019 tarihleri arasında görülebilir.' 
İnsana kendini yeniden görme ve sorgulama imkanı sunan bu değerli sergiyi muhakkak görmeli, fotoğraf çekimiyle bizzat ilgilenen arkadaşlar kesinlikle kaçırmamalı.
Çok sevdiğim kareler vardı. Bir kaçını paylaşmak isterim.
Kendimi, Ara Güler'e gülümserken fotomun onun tarafından çekildiği hissine kapıldım. Kim iddia edebilir ki o çekmedi diye😉
Ruhuna minnetle...

Saygıyı, sevgiyi ve aşkı eskitmeden yılları omuzlamak omuz omuza.

''Yaş aldıkça sadeleşiyor insan.
Bütün fazlalıklarından arınıyor.
Gereksiz insanlardan, eşyalardan ve hatta kelimelerden''
Sevgi dolu bir yaşamı paylaşmak en büyük sanattır ve insan sevdikçe yenilenir, dingin, huzurlu olur düşüncesi her zaman hayat felsefem oldu..
Yaşamdan heyecan duyup, ondan alabileceği her şeye istek duyarak yaşamak ve yaşamın her yönünü yaşamaya çalışarak, ondan alınabilecek her şeyi almaya çalışmak, sanatların sanatı yaşama sanatıdır.
İrade ve hislerin dengesi içinde ''Sinema, tiyatro, şiir, müzik, kitap vs'' bunlar var olanlara dokunmamız da bize rehberlik ederler.
Ve sağlıklı düşünebilen, yüreği sevgi dolu insanlarla yaşamı paylaşmak insanın tüm motorlarını çalıştırır.
Kaldı ki sevgi bizim yegane ilacımız, onu yok saymadan insanlaşmak, hiçbir sanatın, zanaatin veremeyeceği bir şey...
Bütün bunlarla birlikte, bir yerlere varmak için önce kendine uğramalı insan…
Eğriden doğruya yol alışlar kolay olmuyor... yaşamı anlamlı kılan diğer yaşamları farkında olmadan geçip gidiyoruz.
Bende ara bir uğruyorum kendime ve bir çok şeyin yeniden anlam kazanması adına içimde coşkun akan nehirlerin sesine kulak kabartışlarım var.
Nikiforos ne güzel demiş;
''Gün ışığı emdim bütün yaralardan.
En büyük mucize içimizdedir bizim;
evrene karşı gerçekleşen ışıl ışıl parlayan
bu ak enginlik. O halde bütün alemde
en saf şey; ne tan,
ne ırmakta yansıyan gökyüzü,
ne de elma çiçeklerinin üstündeki
güneştir.
Sevgidir o..''
Sevginin gücüne sahip olmayana hayatta hiç bir şey güç vermez
Kim olduğumuzu keşfetmeye, özgürleşmeye ve hatalarımızla-eksikliklerimizle yüzleşmeye hazır olmak, en üst anlamıyla kendi benliğimizin farkına varmamız gerekiyor.
Çünkü çoğu zaman neye sahip olduğumuz değil, neyin keyfine varabildiğim-izdir mutluluğu yaratan.

2 Ağustos 2019 Cuma

Gün umut, gün sevgi ola...

Görüntünün olası içeriği: 12 kişi, gülümseyen insanlar, oturan insanlar
Bizi biz yapan söylediklerimiz değil, uygulamaya geçirebildiklerimizdir.
Ve hepimizin yaşadığı deneyimler sonucunda hayatımızla ilgili oluşturduğu bazı değerler ve çıkardığı dersler vardır. 
''Öyle bir zaman gelir ki tek bir çağrıya önem veririz.
Yaşama bir el uzatmanın tam zamanıdır o an
Her şeyin üstünde olan bir armağandır bu''
Bu dünya zamanından hepimiz göçüp gideceğiz, üstelik her şeyimizle göçeceğiz.
Yaşadıklarımızdan, konuşanlardan geriye hiçbir şey kalmayacak.
İşte bu yüzden, dünyayı açıklama iddiasından, aptalca bir sürü gereksiz mal ve mülk edinme hastalığından, sevgi ve umudu sığ sularda arayanlardan, sözde kurtarıcılardan, yaptığıyla, söylediği çeliş-enlerden mümkün mertebe uzak durmaya çalışıyorum.
Kendi içimize doğru derinleşmenin, neye dönüşmek istiyorsak ona karar vermenin ve yenilenmenin zamanı olmadığını yeniden bir kez daha umutla, dirençle yüreğime bir kez daha fısıldıyorum ''Vazgeçme yazmaktan. Sevgiden. İnanmaktan.''
Yaşama amacımızı gözden kaybetmeden;
İnsanca yaşamak için gösterişe, bizim olmayanla avunmaya, başkalarının gözünde kendimizi aramaya, onanmaya ihtiyacımız yok.
Ruhu duyarlılıktan yoksun olmayan, sevme kapasitesi olan bilinçli özgürlüğe, koşulsuz sevgilere ihtiyacımız var.
Ben buna yaşamın aşuresi diyorum, hepsinden biraz.
Marifet, o hepsinden birazla lezzeti yakalamak ve kendinin farkında olmak, kendini gerçekleştirebilmek insanın en büyük zaferidir bence.
Hiç unutma dedi bilge, ''Ancak yürekle bakıldığı zaman doğru görülebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez. Gülünü yüce kılan ona verdiğin emektir.''
Kimileri ne kadar giderlerse gitsinler, hiç gitmemiş gibi yüreğimizin en kuytu köşelerinde bizimle.
Kimi artıya artı katar kimi de artıları eksilterek yaşamımızdan kendiliğinden eksilir gider...
Daha iyi bir dünya için, ışığımızın ve sevgimizin önce bizi, sonra yaşamımızı ve tüm evreni aydınlatması dileğiyle umut ve sevgiyle...
Bende ki sevgiler; dünyaya yeni gelen ürkek bir çocuğun gözleri gibi asılı üzerimde
Ne yapacağını bilmeyen şaşkın bir çocuğun şeker beklentisine benzer
Hesapsız, kitapsız...
Bende ki hesaplar; denizden yeni çıkmış bir balık gibi çıplak ve sonu belli olan
Bende ki umutlar kanadı kırılmış bir kuşun, iyileşmeyi bekleyen umudu ve sabrı gibi tereddütsüz.

1 Ağustos 2019 Perşembe

''Kuş tüyünden boş bir kafestir iyi olanın yüreği''

Başarı, doğru karar  iki insanı sevmez. O'nu hak etmeyenleri ve ona henüz hazır olmayanları.
Başarı olsun, sevgi olsun kendisinin efendisi olanların onunla olmayı hak ettiğini düşünür...
Ve olumlu yaşamayı bilenler, sade ve basit yaşamayı seçerler.
Bugün okuduğum bir yazını sizlerle paylaşacağım.
Bir bilge yetiştirdiği öğrencisini yanından ayrılmadan önce çağırır ve sorar; 

"20 yıldır buradasın, neler öğrendin?"
"Yedi gerçek öğrendim" dedi öğrenci.
"Say" dedi bilge.

"Birincisi?"
"Dostluklar ikiye ayrılır: Kalıcı dostluklar ve geçici dostluklar. Hayatta bir zorluk ortaya
çıktığı anda bozulan dostluklar daha çoktur, kalıcı dostluklar çok azdır."

"İkincisi?"
"İnsanların çoğunluğu kalplerini ve beyinlerini geçici değerlere ayırmışlar. Bu değerler uğruna kendi gerçek niteliklerinden taviz vermekten, kötü şeyler yapmaktan çekinmiyorlar..."
"Üçüncüsü?"

"İnsanlar, amaçlarına ulaşmak için birbirlerini ezmekten çekinmiyorlar. Oysa başkasına kötülük yaparak elde edilen her şeyin geldiği gibi ellerinden gideceğini anlamıyorlar."
"Dördüncü?"

"İnsanlar gerçekte bir anlamı ve önemi olup olmadığını hiç düşünmedikleri fakat değerli ve anlamlı saydıkları şeyler yüzünden birbirlerine zarar veriyorlar. Bu şekilde hayati birbirlerine zehir etmeye alışmışlar."
"Beşinci?"

"Herkes yanlışın nedenini, başarısızlığın nedenini başkalarında arıyor. Kimse, başına ne geldiyse aslında kendi yüzünden geldiğini anlamıyor, kendi suçunu, yanlışını kabul edip düzeltmiyor."

"Altıncı?" 
"İnsanlar helal lokmanın ve bölüşmenin değerini bilmiyor. En lezzetli lokmanın helal lokma olduğunu unutuyorlar. Vicdanları ve mideleri arasında kaldıkları zaman midelerini tercih ediyorlar."

"Yedinci?"
"İnsanlar bir şeye dayanmadan yaşama gücünü bulamıyorlar. Bu yüzden çoğu zaman anlamsız şeylere sarılıyor, güveniyorlar. Asıl sarılmaları ve güvenmeleri gereken belki de tek duygunun sevgi olduğunu anlamamakta ısrar ediyorlar..."
"Güle güle!" dedi bilge, "Artık yola çıkabilirsin, yolun acık olsun...!"

Hayat insana vaatte bulunmaz. İyi insan olmak araç değil amaçtır. İyi insan olmak başına kötü bir şey gelmeyeceği anlamına gelmez. İyi insan olmanın ödülü zaten iyi insan olmuş olmaktır.
Başımıza gelen kötü sonuçlar için kötü insan olma şartı yok.
Neden ben diye sorarken kendimize, iyiliğe güvenmek güzel ama o'na dayandırmak akıllıca değildir.
Başımıza gelenlerin ne olduğuyla değil, içimizde olanların ne olduğu ile ilgilidir.
İnsan kendini en iyi eylemleriyle ele verir. Goethe'nin dediği gibi ''İnandığı gibi yaşamayan, yaşadığı gibi inanır''
Hayatımız da ne olursa olsun ne yaşamış olursak olalım kendi ilkelerimiz, değer yargılarımız olsun. Kafa karışıklığı tüm kötülüklerin anasıdır. İnsanı içten içe yer. Hayatla aramıza tel örgüler çeker. Bunu için zihnimizi düzenleyip, yargılarımızı periyodik olarak gözden geçirmek bize akıl yollarını açar.
Beni sevindiren, acı veren, düşündüren  ya da ilgimi çeken her olayı bir imgeye, bir şiire dönüştürme ve böylelikle olaylarla gönül bağı kurma huyumdan ömrüm boyu vazgeçemedim.  
Ah hayallerin
Ah düşlerin ülkesi sevdiğim
Ah gözlerime en yakışanım
Gün ağarırken
Herkes kendince bir ses verecek
Seken bir ruhla
Dolu dizgin ulu ormanların uğultusu
Kuşların musikisi inletecek yeri göğü

Ya ben
Ben...
Fısıltılarımızın yitip gittiği sessizlikte
Engin birikmiş bir beyazlık içinde
Zifir bir yalnızlık titretirken yüreğimi
Seni düşünüyorum
Gökyüzünün altında
El değmemiş sabahın esintisiyle
Hiçbir dilde yazılmamış sözler içinde
Bir yeşil el
Bir mavi yürek
Bir elim sen
Bir elim ben
Hiç bir yere sığmıyor ayak izlerin
Gök mavi
Deniz mavi
Mor dağlar
Yeşil ağaçlar
Farklı değiliz aslında
İkimiz de aynı maviliği soluyoruz
Kuşan yılların fısıltılarını
Uyandır bağrındaki delice seviyi
Öfkeyle değil;
Sevgisiyle kazanır kişi yaşamı
Sürdürür erkini
Sessiz pencerelerde
el sallanmanın vakti geçti
Gelip öpmenin zamanıdır artık...

31 Temmuz 2019 Çarşamba

Bazen bir çakıl taşı, bazen bir gül dalı olmuşum...

Yaşamın bütün sürprizlerine kalbinin kapısını açmış, yaşamadan çok büyük beklentileri olmayan bir dünya insanı  olarak dokumacı kuşların kanatlarında taşıdığı ıslık seslerine eşlik ederek bu dünyada ki rolümü olumlu yaşamaya adıyorum.
Adarken de daha iyi bir dünya ve daha iyi bir yaşam için;
Değişen-gelişen dünya düzenini yeniden anlamaya ihtiyacımız var.
Sanatın hali okuyabilene, halden anlayabilene ihtiyacı var
Ve şiir; kendime, yaşama karşı duyduğum en büyük sorumluluklardan biridir.
Şiirlerim toplumu anlama ve algılama çabalarımın yanında, en temel duygumuz olan özgürlük ve özgürleşmeye, öğretilerden arındırılmış sevgilere, erkek egemen toplumun sosyal, psikolojik ve ideolojik bütün dayatmalarına karşı bir sesin yükselişidir aynı zamanda...
Seviyorum şiirle yaşama uzanan yolculuklarımı, içsel derinliklerimi ve küçük insan koylarını...
Ve en önemlisi ortak bir duyarlılık, vicdan oluşturmak, olayları ve olguları güzel ve farklı bir dil kullanarak gündeme getirmek, toplumun sözcüsü olmak gibi işlevleri de vardır şiirin.
Topluma kazandırılmak istenen değerlerin sözcülüğünü yaparken değişen, gelişen dünyayı anlamaya ve tanıtmaya çalışmak, demokrasi ve özgürlük kavramlarının kalıcı olmasında önemli pay sahibi olmuştur şiir...
Bütün bunların sabırla, bilinçle süzülüp,  mısralardan ahenkle bize akması için, yaşamı şiirle taçlandırmamız gerekir.
Şiir sadece kendimiz için değildir, bilgidir bizden sonra gelecek kuşaklara, rehberdir aynı zamanda.
Şiirin içinde ki yolculuklarımda kimi zaman yüklenip bulutu yağdım toprağa, kimi zaman asi bir rüzgar oldum savruldum diyar diyar.
Kiminin gözlerinde içtim güneşi, kiminin mavi saçlarında yıldız oldum, kimi zaman da anılar bahçesinde yaşsız bir kalple hayata gülümseyen bir albümün yüzü.
Diyar diyar sevda üfledim dizelerime, üfledikçe SEVDADAN başka bir şeye inanmıyorum.
Toprak kokusu olmayan yağmur, tuzsuz bir yemek, yolu olmayan bir dağ, mavisiz gökyüzü, çocuksuz anne, dalgasız deniz, aşksız hayat nasılsa şiirsiz bir hayatta bana öyledir.
Zincirleri yok, ülkesi yok, yıkandığı nehir benim ruhum ve o ruh hiç kimseye kul değil. Yaşamın içinde gürül gürül akan ”dingin ve özgün” bir nehir.
Yaşamın içinden süzülürken evrenin derinliklerine, çocukluğumun geçtiği coğrafyaya ait bir anımı paylaşmak isterim.
Hepimizin yaşadığı ve unutmadığı canlı anıları var.
Benimde unutamadıklarım arasında yer alan hatıram, ilk kez renkli kalemlerimin oluşuydu.
Öğretmenimiz, verdiği bir resim ödevinde bizlerden denizi çizmemizi istemişti. Oysaki sınıfımızın büyük bir çoğunluğu denizi hiç mi hiç görmemişti. Ve o yıllarda günümüzün görsel iletişim araçlarından eser yoktu.
Nasıl bir şeydi deniz?
Denizin uçsuz bucaksız masmavi sulardan oluştuğunu ve üzerinde kocaman kocaman gemilerin yüzdüğünü sanıyor, beklide hayal ediyorduk.
Üç tarafı denizlerle çevrili olmasına rağmen Anadolu coğrafyasındaki birçok çocuk gibi denizi ve martıları çok geç gördüm, tanıdım ve sevdim.
O gün bugündür denizin ismini duymak bile beni büyülemeye yetiyor. İçime dalgaların coşku yüklü devinimi akarken, damarlarım da dolaşan  sevinçten kum tanelerini kıpırdatarak gülümsetiyor.
Bundan olsa gerek oğlumun adını Özgürdeniz koydum.
Örselenmelerin,coşkuların ummanında kaybolmadan; dingin nehirler gibi, hep bir deniz düşüyle akalım, yaşamın içine...
Neye inanıyorsak oradayız, neyi seçiyorsak yaşıyoruz. İnsan umudunu terk etmeden dişiyle , tırnağıyla mücadele edip sevgiyle yaşamalı diyorum…
Ülkemiz için, bütün insanlık için; fikri hür vicdanı hür, üreten, düşünen,sorgulayan insanlar olarak hayatı sevelim, sahip çıkalım...

Yaşam bir nefes onunda vakti yok... Bu kadar germeye, ezip, büzmeye gerek yok...

Olcay Kasımoğlu  

Kalbime giden yol nereden geçer, artık biliyorum.

Fotoğraf açıklaması yok..
İnsanlar sevilmek için kusurlarını gizleme gereği duyarlar. Aslında  hiç kimse zaaflarına, zayıf anlarına, hatalarına tanık olmadığı birini gerçekten sevemez.  
İnsanız hepimiz hata yapabiliriz ama yaptığımız hatanın kendisinden daha önemli ve belirleyici olan  o hatadan sonra nasıl davrandığımız-dır. 
Caz Trompetçisi Miles David, '' Yanliş notaya bastığınızda bunun iyi mi kötü mü olduğunu belirleyen bir sonra bastığınız notadır'' der. 
Biliyorum artık....nerede durulur, nerede susulur, gözler ne konuşur....
Öyle çok değerliymiş ki zaman, kendimi aradıkça anladım...
Usta ''sevgiyi seçen kişiymiş'' her durumda, her koşulda, anladım...
Hepimiz sevgiyiz ve sahip olduklarımızı paylaşır.
Sevgi her şeydir..
Ve aşk;
Hiç bir aşk mükemmel değildir, zaten mükemmel aşkta yoktur varsa da aşk değildir.
Ama bir şey var ki, en yoğun olduğu anlarda bile seni düşündüğünü hissettiriyorsa ,sen onun için anlamlısın ve değerlisin.
İnsanlara hiç kimsenin günde yirmi dört saat boyunca sevemeyeceği öğretilmeli; dinlenme dönemlerine ihtiyaç vardır ve hiç kimse emir üzerine sevemez.
Sevgi kendiliğinden olan bir olgudur. O ne zaman olursa olur ve o ne zaman olmazsa olmaz.
Mesele günün her anını seni düşünerek geçirmek değil, geçen zaman içinde yaşama senide kattığını, değerli olduğunu hissettirmek... 
Böyle bir insan zaten sağlıklı düşüne bilen bir insandır, bilir karşısındakinin de bir insan ve et parçasından ibaret olmadığını.
Onu değiştirmeye çalışmayalım, çözümlemeye kalkmayalım.
Kendimize empoze değil onun kendi olmasını sevelim ve seni var olan özelliklerinle seven bir insanı kendimize benzetmeye çalışmayalım,ona kendi olma fırsatını verelim.
Bizi mutlu ettiğinde gülümseyelim
Kızdırdığında fark etmesini sağlayalım. İhmal edildiğimizi düşündüğümüzde nedenini soralım, aldığımız cevap bizi tatmin etmiyorsa bir sorun var demektir.
Bu, ilişkimizi tekrar gözden geçirmek için bir sinyal olabilir. Kendimize öz eleştiri yapalım, kesinlikle onu haklı göstermek için kendimize duygusal baskı yapmayalım.  Kalbimiz rahat değilse muhakkak yolunda gitmeyen bir şeyler vardır.
Bu illa sevmediği anlamına gelmez. Sadece her iletişim özen ve itina ister.
Eyer kendimizi özel ve iyi hissetmiyorsak bir daha düşünmek ve karşında ki insanı yıkıcı değil ama çözüme ulaştıracak geniş bir bakış açısıyla yeniden gözden geçirmek gerekir.
Kim bilir belkide hiç ummadığımız bir ayrıntı nice yollar çizer.
Yeter ki niyetlerimiz temiz olsun, yoksa bu dünyada her şeyin bir çözümü ve yolu var.
Zor olan ne istediğini bilmemek yada ne istediğine karar verememek.
Nice insanlar var parasıyla konuşur, kimileri doğuştan sahip oldukları artıların onlara sağladığı imkanlarla merdivenleri atlar. Kimi ise o merdivenin basamağına gelmek için bile bir ömür harcar.
Ne olursa olsun yüreği ve dünyası geniş insanlar er veya geç olgun ve doyumlu olurlar.
Şayet ruhun atlası sevgi değilse ne yaparlarsa yapsınlar boş.
En sonunda yine boş tencerenin çıkardığı sese dönerler. 
Sıcaklığını, samimiyetini, gülüşünü bize koşulsuz bağışlayan insanı bulduğumuzda sımsıkı sarılalım, sarılırken yanında huzuru buluyorsak o bizim cennetimizdir ve insanın içinde yaşayabileceği  tek iklim sevgidir.
Zaten hakiki sevgiler aydınlatandır, sorgulamalara ihtiyaç duymaz...

Sevin,sevilin... geçiyor seneler😊

Olcay KASIMOĞLU

30 Temmuz 2019 Salı

Sorular sorun, farkındalık yaratın.

https://www.youtube.com/watch?v=csnYaFbwFQE&feature=youtu.be&fbclid=IwAR1NLZB_AeZZldN0tRz16QdgYN7DvPudTkKGcpQF2E57AcUcNc5yVMl4HwE

Çağını sorgulamayan kendini bulamaz.
İnsanların çoğunun yaşamak istedikleri yaşamı yaşayamadıkları ve korkakça davrandıklarını düşünüyorum.
Sosyolojik geçişleri, kırılma anlarını daha iyi anlama, anlam katma ve yargılamadan sorgulayabilme yetisine ulaşma adına izlenmeli ''P.K. Peekay'' filmi.
Özellikle din adına yapılan fakat dinle hiç alakası olmayan o kadar çok şey var ki, filmi izleyince hiç şaşırmadım desem abartmış olmam sanırım.
Hep başkaları tarafından şekillendirilmeye çalışılmıyor muyuz?
Repliklerden kısa bir özet aldım:
''Kendi yarattığınız sahte tanrıları yok edin. Tanrıyı korumayı bırakın, onun buna ihtiyacı yok.
Yarattığınız tanrılar zenginlere öncelik tanıyan, fakirleri sırada bekleten, övgü aldığında mutlu, küçük şeylerle insanları korkutan.''
İnsan bir kez neden diye sordu mu, yaptığını niçin yaptığını sorgulamaya başladı mı değişiyor bakış açısı.
İzlenmeli muhakkak izlenmeli diyorum.
Hayatimizin sözcüsü başkaları olmasın, başkalarının inisiyatifine bırakılan hayatlar bizim hayatımız olmuyor.
Ne olursa olsun ''farkındalık ve aydınlanmak'' zihnin, yüreği anlama sürecidir.
Ve insanın kendini bulması ve kendi ruhunu bilmesi en büyük zaferdir.

Kimi zaman da yapayalnız gitmek, uzun ve çok dönemeçli yolları...

Mutluluğun anahtarı sessizlikte gizlidir ve yaşam... yaşam bir düşün biçimidir.🌹
Mum gibi eriyen insanlığa rağmen;
Güneş toplayan sessizlikle, doğanın ikliminde çiçeklenmek ne hoş...
Bir sözle, bazen de sessizlik sağaltan bir iç döküşle; kuzey de, güney de, doğu da ve batı da hep aynı çam kokusuyla gelen rüzgarların soluk soluğa sesi... tüy gibi hafiflediğim zamanlara götürüyor beni...
İçimi sağaltan bu serinliği seviyorum.
İncinmişliğin toprağında gül yetişmeyeceğini öğrendiğimden beri, körleşen boş sözlere çevirdim sırtımı...
Sırlarımı, hayal kırıklıklarımı, kırgınlıklarımı döktüm bir şafak vakti sakin göllere...
Çamların nefeseyim artık, adıyorum kendimi rüzgarlara...
''Bütünsel bir yaşama, tam bir inanca, içine aşk olmayan hiçbir şeyin karışmadığı, hiçbir bencilliğe yer vermeyen bir hayata ulaşmanın yolu nedir ey hayat?'' diye sorar dururum.
İhtiyacım olan tek şey erimek, erimek, erimek…
Yeni baştan geceye, gündüze karışmak ve henüzü keşif etmek yeniden...