Translate

13 Kasım 2018 Salı

                             YAŞAMAK

Yaşamak verilen cennet hediyesi gibi
Güzellik aşılayan,berekete duran
Yaşamak mutluluktur tadına varmayı bil
Yaşamak bir rüyaysa rüyanın içinde açan bir gül oluver
Yaşamak bedel ödemekse ödenen herşeye rağmen aldığım nefes kadarsın demeyi bil
Yaşamak bir görevse görevin icrasını bil
Yaşamak bir saklambaç oyununa düşmekse oyunun ebesi olmayı bil.
Yaşamak bir hazineyse hazineye minneti bil
Yaşamak sevgilinin bir gülüşüne bir ömür devirmekse deviren canan olmayı bil
Yaşamak hayata verilen bir sözse ona sözünde durmayı bil
Gerçekleri ancak sonunda, dört mevsimi gördükten sonra görürsünüz.
Eğer kışın vazgeçersen ilkbaharın nimetinden olursun, yazın güzelliğinden ve sonbaharın bütünlüğünden de. Bir mevsimin acısının, diğer güzel mevsimleri parçalamasına izin vermeyin.
Hayatınızı bir mevsim (bir dönem) yüzünden yargılamayın.Her şey sonunda ederini buluyor ama er ama geç...
Olcay Kasımoğlu
ŞİDDETİN COĞRAFYASINDA ÇOCUK OLMAK
Şiddet, bir insanın bir başka insana, isteği dışında fiziksel, sözel ya da cinsel olarak tahrip edici güç uygulamasıdır.
Şiddet, yetişkinlerin ruh sağlığını ciddi biçimde tahrip ederken, çocuğun boyutları açısından bakıldığında, baş edilebilmesi çok daha zor bir olaydır.
Dünya onlar için yeterince büyük ve zor iken, şiddet onların yaşama uyumlarını daha da güçleştirir.
Şiddet yaşanan ortamlarda çocukların gelişimsel ve duygusal ihtiyaçları çoğu zaman unutulur,karşılanamaz.
Şiddet gören veya şiddet uygulayan kişiler çocuklarına kör olurlar.
Çoğu zaman( bu çok acıdır ki) ebeveynler çocuklarına kendi çaresizlik ve umutsuzluk duygularını geçirirler, güven hislerini veremezler hatta çoğu zaman kavgalarının tanığı olarak çocuklarını gösterirler.
O çocuklar ki her kavgada biraz daha yok olurlar.
İçlerindeki o kocaman sevgi deryaları sevgili ebeveyinleri tarafından ıstılaya uğrar.
Öyle çok korkarlar ki başlarına çektikleri yorganlar yetmez onları saklamaya. Yüzleri o öpülesi yüzleri avuçlarının arasında kapanır.
Aile içi şiddetin çocuklar üzerinde birçok etkisi olur.
Küçük yaşlardaki çocuklar yaşananlara anlam vermekte zorlanırlar ve kendilerinin bir hata yaptığına inanmaya başlarlar.
Bu da onlarda suçluluk duygularının oluşmasına neden olur, hayata korkak başlarlar.
Şiddete maruz kalanın kendine bakacak durumu yoksa, bilinci ve algısı gelişmemişse, çocuklarını o şiddet ortamının dışında nasıl tutabilir ki?
En hazını de şiddetin ikizi çocuklardır.
En büyük yarayı geleceğin babaları,anneleri alır.
Boyutları azımsanmayacak kadar önemli toplumsal bir sorundur.

Olcay KASIMOĞLU
PARANIN ESARETİ
Paran kadar adamsın' 'diyen bir zihniyetin, insan olma çabası ne kadar adil olabilir ki ?
Benjamin Franklin/ ne güzel demiş;
'' Paranın satın alacağından değil, paranın satın alacağı insanlardan korkunuz''
Parayı yeryüzünde ''saltanat'' olarak görenler, özgürlüğün gerçek mutluluk, cesaretin de özgürlük olduğunu bilemediklerinden, savsaklama ile korkaklık arasında gidip gelirler.
Paraya Baş eğen insanlar; büyük saygı göstermeye ve korkuya daha açıktırlar.
Yüzyıllar boyunca paranın gücüne itaat eden toplumlar da, itaat alışkanlık haline geldiğinden, hak aramayı, vicdanı unuturlar...
Parası olmayan, yada az olanlar onların gözünde yaşamın defolularıdır, inanmışlardır ''paran kadar insansın'' soytarılığına.
Artık günümüz dünyasında; halkın basit çıkarlarına göre siyaset yapmak, rüşvet, yeteneksiz insanların önemli mevkilere getirilmesi, tutarsızlıklar, paranın satın aldığı ekmek kapıları ''emeği itibarsızlaştırmıştır''
Emek ve sabır iyi birer öğretmenken maalesef parayı araç olmaktan uzaklaştıran zihniyetin elinde yaşamın amacı haline gelmiştir.
Burada gelecek üzerine kaygılı olan akıl, huzursuzdur.
Bu nedenle insanlarda sürü psikolojisiyle birlikte kolaycı yaşamın erdemsiz tüyoları yaratılarak ''akıl'' devre dışı bırakılmaya çalışılmaktadır.
Paraya tutsak, paraya kul insanlar kendileri için dönen her çarkı, her şeyi mubah sayarlar.
Saydığı yerde; hayatın anlamını kavramak, sorgulamak en büyük suç sayılmıştır.
Eğer kavrayış yoksa, bilgi de bir işe yaramaz..
Her şeyi parayla satın alabileceğine inanmış insanların hali, rüzgarın bulutları önüne katması gibidir.
Savrulurlar, bir diyardan diğer diyara, çarpa çarpa, kanata kanata...
Tarihe bakarsak toplumlar dönem dönem bu olguları yaşamışlar uzak ve yakın geçmişte.
Uzak geçmişte günümüzden dört bin yıl önce Mısır Firavunu İkinci Ramses demiş ki :yeni nesli anlayamıyorum ,böyle giderse sonumuz kötü olacak...Yakın tarihimizde yüzyıl önce bizde Osmanlı İmparatorluğun son dönemlerinde romanlara şiirlere konu olmuş her türlü kokuşmuş topluluktan yepyeni medeni toplum yaratılmıştı...Şimdi yine erdem, emek ,üretim,hak , ,adaletten hızla uzaklaşıp kokuşmanın sonuna koşuyoruz.

Olcay KASIMOĞLU
Özgüven yaşama enerji verir

Özgüven önemli bir kişisel özelliktir; yaşamla baş etmemizi ve sorunlarla gerçekçi bir şekilde mücadele etmemizi, zorluklara dayanmamızı kolaylaştırır.
Özgüven ise; yaşamın önemli zorlukları ile başa çıkma gücüne sahip, mutlu olmaya layık bir kişi olma deneyimidir, insana güç verir, yaşama isteğini güçlü kılar, pozitif enerjiyle dolarsın.
Etrafındaki insanlarla kolay iletişime geçersin. İnsanlarla iletişiminde açık, anlaşılır ve güven veren bir kişilik profili çizersin.

Yaşama özgüvenli bir şekilde yaklaşmak, bize yeni ufuklar açar, bakış açımızı, kendimizi günceller. Bunun yanında özgüveni kesinlikle aşırı bir güven duygusuyla örselememek gerekir zira aşırı öz güven diğer insanları tedirgin eder, kişininde olaylara objektif olmasını engelleyebilir. Bu nedenle özgüven çok önemli olduğu kadar eylemlerinde adıl olmakta, insan ilişkilerinde doğru kullanmakta o kadar önemlidir.
Özgüven özellikle; daha önce hiç yapmadığımız bir işle karşılaştığımızda, özellikle karar vermemiz, inisiyatif almamız veya yeni insanları işin içine katmamız gereken durumlarda önem kazanır. Öz güveni kesinlikle hırslarımıza yem etmemeliyiz.
Devreye, özgüveni örseleyen aşırı hırslar girerse; sınırlarımız olduğunu kabul etmek istemeyiz, yeteneklerimiz hakkında gerçekçi olmayan düşüncelere kapılırız. Üzerimize aşırı iş yükü alırız, böylece her zaman iyi iş yapamayız. Her şeyin iyisini kendimizin bildiğini düşünürsek, önerileri göz ardı ederiz, bize yardım etmek isteyenleri de genellikle reddederiz. 

Oysa hırslardan, egolardan, bencillikten arınmış bir özgüven duru akan bir nehire benzer. En iyi için çaba göstereceğimizi ve kabul edilebilir bir sonuç ortaya koyacağımızı bilerek işleri ele alırız. Bir işi yapamadığımızda mazeret üretmek yerine yeniden denemeye başlarız. İlk seferinde tümüyle doğru olarak anlamadığımız ya da yapamadığımız bir işin dünyanın sonu anlamına gelmediğini biliriz. Hatalarımızı dert etmek yerine onlardan ders almasını becerebiliriz. Bir çok durumla ve sorunla daha iyi baş edebiliriz.
Bazen de hiç olmadık anlarda olmadık yerlerde karşımıza çıkan olaylar, kişiler bizim kendimize olan özgüvenimizi tehdit eder, kendimizi çıplak hissetmemize neden olurlar. Böyle durumlarda kendimize olan özgüven duygumuzun neden etkilendiğini doğru ve açık bir şekilde kendimize teyit ettirirsek bu olumsuz koşulları lehimize çevirebiliriz.

Özgüven bir kişilik özelliğiyse, karşımızda ki insanlar, koşullar bizi bu konuda ne kadar etkileyebilir. Bu tamamen kişinin kendini nasıl hazırladığı ve nasıl gördüğü ile ilgilidir.
Özgüven gelip giden, azalıp artan bir duygudur. Yaşam koşullarının getirmiş olduğu bazı durumlarda duygu değişimleri yaşayabiliriz. Bazen kendimizi başka birinin karşısında güçsüz hissedebiliriz, yada bir acı karşısında duygusal tepkiler gösterebiliriz bu bizi öz güven duygusundan alı koymaz sadece her kesin farklılıkları olabileceği gibi özgüveni olan insanlarında bazı olaylar karşısında insanı tepkiler verebileceklerinin en güzel nişanesidir.

Bunun için fazlaca endişelenmeyin, onlara takılıp kalmayın.
Özgüven; geliştirilebilir, girişken olmak öğrenebilir, fikirlerimizi daha sesli ifade edebiliriz, yeter ki cesaretli olup, hata yapmaktan korkmayalım. Başarısızlıkların birer ders olduğunu ya da başarı yolunda küçük molalar olduğunu düşünelim. Elde ettiğiniz her başarıyla özgüveninizin arttığını ve yaşamın nasıl sevilesi, yaşanılası olduğunu gördükçe o özgüven duygunuza bir kez daha sarılıp yaşamın içine akacaksınız...
olcay kasımoğlu
Acı da insanı eğitir.
üzülme
herkesin tenine açtığı
hüzünler var..
varlığından haber veren
biz ki
olur mu tene hüzün derdik
anlamazdık başkalarının acılarını
kaldır yüzünü yerden...
gözlerinin içine bak sevdiklerinin
bir sen değilsin tene çizilen
barışamadığımız nice hüzünler var
varlığımızdan haber veren...
Acı duygusu, hepimizin bildiği gibi çok hakim ve etkili bir duygudur. En önemli etkisi de insanı çevresinden soyutlayarak kendisine döndürmesidir. Hayatında acı yaşamamış insanların acı üzerine konuşabileceği her sözün sözde olacağına inanırım,sözde kalan yüreğe düşmeyen,hissedilmeyen.
Acıyı yaşayan insan, bencilliğini doruk noktasında yaşar. Düşünün bir kere; elinizi bıçak kesti o an kaçımız çevremize bakıpta acaba başka birininde eline battı mı diye aklımızdan geçiririz. Bu soruya kesinlikle %99 umuz hayır der. Bu durumda çevremizde var olan her şeyi unuturuz bir anda tüm evren kendi etrafımızda dönmeye başlar. Önemli olan o an biziz hiçbir şeyin anlamı ,önemi yoktur. Aslında ruhsal acılarında fiziksel acılardan bir farkı yoktur sadece oluş şekli farklıdır.

Sevdiğimiz birini kaybettiğimizde, başkalarının varlığını geçicide olsa unuturuz, başkalarının acılarını hatırlamayız, İsyan ederiz ve çoğu zaman neden ben diye serzenişlerde bulunuruz. O an için başkalarının çektiği acı umurumuzda olmaz, aslında çok aykırı bir durum değildir insanın kendini, yalnız, çaresiz hissetmesi bu son derece insanca bir duygudur, insanın kendini kendine kapatması. Sonuçta zamanla her şey olması gerektiği role tekrar döner, açılır gözlerin, sana değen acıdan sonra, başka bir incelik, duyarlılık kazandırmıştır yaşamaın başk bir boyutu. İnsanların yaşadığı acilara derin bakma boyutu, anlama ve hissetme rarklılılığı. İnsanların acılarına artık yabancı değilsindir. Sana dokunan o duyguyla tanışmış olman sana farklı bakış açıları kazandırmıştır. Yaşamın her anının aynı olamayacağını ve bir süreliğinede olsa bir insanın, diğer insanın acısını paylaşabileceğini, acısı yüreğe değen her insan zamanla öğrenir.
Ne kadar bencilliğimizin içine gömülmüş olursak olalım, insan olmanın bencillik kadar büyük bir diğer gerçeği devreye giriverir. “Vicdan”… Böyle bir acı anında her şeye rağmen başka birisini bu acıdan korumayı düşünebilecek tek yaratık da yine insandır. Bu da diğer yönüdür insanın hiç kuşkusuz.
Acı çektiğimiz anları unutamayız, ve o anlara geri dönmemek için her defasında daha iyisi için çaba gösteririz. Bunun adı büyümek de olabilir, olgunlaşmak da..
Yılmaz Güney'in sevdiğim bir sözü ile özetleyeyim; Acılar vardır, gelir geçer, acılar vardır, deler geçer, acılar vardır, birikir enerji olur kendini yok etmeye yönelir.

Bu kişiye bağlı bir olgu bence, yani olgunlaşa bildiği gibi aksine hamken dahada hamlaşabilir, Olgunluğa erebilmesi için öncelikle farkındalık bilincinde olmalı, geçmişi ile yaşadığı an arasındaki bağı kurabilmeli ki, ne idim ne oldum bilincine varabilsin. Şimdi acı mevzusunuda buraya bağlarsak, eğerki çektiği acılar karşısında, mutluluğun kıymetini anlayabiliyorsa, ders çıkarabiliyorsa ve burdanda sahip olduklarıyla olmadıkları kıyaslamasında kendini iyi ve kıymetli hissedebiliyorsa olgunlaşa biliyordur, haa yok tam tersi, bunada zaten hamdın ,halada hamsın demek lazım.

Acıdan öğrenilecek çok şey vardır bence..Ama her insan elmas değildir ki yontula bilsin..Bazıları acıyla tuz-buz olur, bazıları duyarsızlaşıp acı verene dönüşür...
Tabiki olgunlaşmak sadece acı çekmekle olmaz, olmamalı. Acıyla tanışmak acıyı yaşamak insanları eğitir doğrudur ama tek başına yaşam olgunluğu için elzem değildir.

Ders alabiliyorsak yaşadığımız şeylerden o zaman olgunlaşırız..Bunu acı- tatlı diye sınıflamak yersiz..ancak ikisinide birlikte yaşarsan olgunlaşırsın..Ne yani hayatta hiç mi gülmeyeceksin?
Bu yüzden güldüğün zamanda sana ders veren, seni çocukça düşüncelerinden çekip olgunca düşündürmeye sevk eden, kısacası güldürürken olgunlaştıran bir çok film, kitap, tiyatro var bu hayatta...
Lütfen sevdiklerinize, çocuklarınıza sadece acıyla olgunlaşır insanlar demeyin. Aksi takdirde hepsi mazoşist, hepsi pesimist olgun olacaklar..
Yaşadığı, üzerinde bulunduğu dünyanın ağırlığını hissedip, bir köşede fazlaca olgunlaşıp çürüyecekler..Bunu hiçbirimiz istemeyiz, olmasında zaten...Acıyla tanışmak acıyı yaşamak insanları eğitir doğrudur ama tek başına yaşam olgunluğu için elzem değildir.
olcay kasımoğlu
Neden yalan söyleriz

İnsan neden yalan söyler? Neden buna ihtiyaç duyar ?
Hepimiz, yalanın kötü bir şey olduğunu öğrenmişizdir buna rağmen hepimiz hayatımızda mutlaka bu yola başvurmuşuzdur.
Bazen çok güçsüz kalırız sorumluluk yüklenmemek için yalandan bir şeyler söyleriz. Egomuzu tatmin etmek, acizliğimizi saklamak adına, sevdiklerimizden acı olayları saklamak adına yalan söyleriz…
İnsanlar, yalan ve yalancılık üzerine bir çok görüş ileri sürer, yalanın ne kadar kötü olduğu anlatılır bu konuda örnekler verilir.
Sahi yalan nedir, neden yalan söyleriz?
Karşımızda ki insana, bilerek ve gerçeğe aykırı olarak söylediğimiz her söz bir aldatmaca değilmidir?

Böyle bir dürtünün içinde olmak sadece çıkar amaçlımı kullanılır yoksa içinde başka dürtüler varmıdır ?
Mesela; eğlenme, intikam, kötülük yapma isteği listeyi uzatmak mümkün. Bunların hepsi kişinin içsel dürtüleri tarafından tetiklenir.
Korktuğumuz için yalan söyleriz, başımızdan savmak için yalan söyleriz, köşeye sıkıştığımızı hissettiğimizde yalan söyleriz.
Yalan söylemek ve doğruyu söylememek arasında çok ince bir çizgi var.
Doğru söylediğimizde doğacak sonuçların etkileri, karşılayabileceğimiz kadar hafif değildir.
Şuna yürekten inanıyorum; doğru olanı kabul ettiğimizde kendimizle ilgili eksik bir yönümüzün açığa çıkacak olması, yalanı savunma mekanizması olarak kullanmamıza neden olabilir. Yalanın olduğu, yaşandığı bir dünyada kendin olarak kalmak, yalan söylememek gerçekten zor lakin imkansız değil, bunların da bir bedeli var. Doğru olduğunda ve eyleme geçirdiğinde önünde zorlu bir süreç başlar, kendinden çok yalan söyleyen insanlarla mücadele edersin, yalanın doğurduğu sonuçlar seninde yaşamını dolaylı etkiler. 

Doğru olmak o kadar da basit bir tercih değildir. Doğru söylediğimiz de doğacak sonuçların etkileri, karşılayabileceğimiz kadar hafif de değildir.
Doğru olmak her durumda ve olay karşısında olanı olduğu gibi ifşa etmek sorumluluğunu gerektirir. Doğru oldukça, doğruları savundukça toplumda her zaman güvenilir ve istenen insan olman, yalan söyleyen için seni potansiyel tehlike yapar. Sen onun için bir engelsin ve yok edilmen gerekir o ne kadar yalansa senin o kadar doğru olman onu yolundan alı koyabilir. Doğru olmak emek ister, sabır ister.
İnsanlaşmak, derinliğine aydınlanmak demektir, yalan ise kolaydır emek istemez, sabır istemez hep yolları kısa, kolaydır, zayıf ve mağdur insanların acılarından faydalanmaya açıktır, yüzsüzdür, erdemli olmadığı içinde her yol onun için mubahtır.
Bazen uğranılan haksızlıklar sonucu birikmiş öfke de yalanın nedeni olabilir. Bazen de yalana neden olan zihin karışıklığıdır.

İkili ilişkilerde sık sık yalan söyleniyor olmasının nedeni genellikle çıkarlar için kullanılan en doğru yöntemin yalan olduğunu tecrübe etmiş olmakla birlikte en kolay yol olduğu için maalesef en sıkta başvurulan iletişim tarzı olmuştur. Söyle kurtul, ne kadar basit değil mi !
Düşünsenize ; etrafımızdaki herkes bunu yapıyorsa ya da doğruluk konusunda edinmiş olduğumuz hassasiyet ilişkilerimizi zorlaştırmaya başlıyorsa, yalnız kalmaktan korktuğumuz için geliştirilmiş bir alışkanlığa dönüşmüş olabilir yalanlarımız.
Aslında yalan söylemekten çok yalan söyleten durumları incelememiz gerekir. Bir insan neden yalana ihtiyaç duymak zorunda bırakılır bunu da sorgulamamız gerekir. Biri bize yalan söylediğinde oturup bunu düşünmemiz gerekir. Onu, "neden yalan söylemek zorunda bıraktığımızı"...
Elbette bize yalan söylendiğinde kendimizi kötü hisseder ve tek suçlunun yalan söyleyen kişi olduğuna yürekten inanırız. Ama çoğu zaman bu doğru değildir.
Kişilerin özel alanlarını ihlal etmemek gerekiyor. Söylemek istemediği bir konuda ısrar edersen, susma hakkını elinden alıyorsun o zamanda zorla söylettiğiniz sözcükler ürkütülmüş gerçekler halini alır, sizde azmettiren olursunuz ne kadar düşündürücü bir sonuç değil mi!
Bazen sırf kendi merakımızdan dolayı insanları zor durumlarda bırakıyoruz.
“Bilimsel olmayan merak maraz doğurur” Evet hayatımızda yalanlar olmasın, yalan söylememek için kullandığımız susma hakkı da ihlal edilmesin bu çok önemli...
İnsanlar yalan söylemek zorunda kaldıkları insanlardan uzak durmak isterler, buda zamanla köprülerin yıkılmasına ve aşılmaz duvarların oluşmasına neden olur.

Her ne olursa olsun yalanın mazereti, yalanı meşru yapmıyor.
Yunus Emre’nin şu sözünü severim; derler ki ''ey yunus, ormanda başka ağaç yok mu hep dosdoğru odunlar getirmedesin'' soran Taptuk emredir ve Yunus Emre derki bu kapıdan odununda eğrisi giremez...Bu kadar, kalben inandığın gibi yaşarsın...

Yalanın gücü doğrunun güçsüzlüğünden değildir. Yalanın olduğu yer bataklık gibidir, inandıkça içine çeker. Doğru yalnızdır, çamurla sıvanamaz.
Yalanın geleneği var, takipçisi var, kolayına kaçmanın emeksiz sığınağı var. Oya senin doğrunun her gün emeğe durması var, her gün doğan gün gibi arınması gerek.
Doğru bilenmeli, sınava çekilmeli, yenilmeyen doğru yenmiş sayılmaz ki !
Yalana karşı, içinde sabrı işleye işleye, emeği bileye bileye…

Olcay Kasımoğlu

12 Kasım 2018 Pazartesi


Ne mutlu gönlünde kin barınamayana

Sevelim, sevilelim
Herkesin elbisesi kendi boyuna göre...
Bireyin hiç öfkelenmemesi değil, kişiye duygu ve düşüncelerini doğru ifade etmesine yardım etmek esas olmalı.
Bu kontrolsüz gücü dizginleyebilme insanın kendini kontrol etmesiyle, erdemle olur.
Erdem ve bilgi ise insanı doğru yola ulaştırır.
''Sağlıklı toplumlar kişilerle değil kişilikli insanlardan oluşur''' denilirken boşa söylenmemiş...
.
Ne olursak olalım, toplumda kin ve öfke tohumlarını eken değil, yaşamı olumlayan insanlardan olalım.
Gülmek ve sevmek kadar çoğaltan, paylaştıran, bencillikten uzaklaştıran başka bir duygu var mı?

Yaşadıkça Öğreniyorsun 
Yaşadıkça, yaşamın içine aktıkça, içinde ki öz söyleşir, gönül penceresi, açar kapılarını. Zamanla birlikte; sorular doğruysa hangi duvar yıkılmaz, hangi gönül penceresinden tülü kaldırmaz !
İnsanların içinde, iyiler ve kötüler olduğunu, her insanin içinde,
iyilik ve kötülük bulunduğunu görürsün. Bu ikilemi kişinin nasıl yontabildiğini ve hangisini öne çıkarabildiğini etkileşime geçtikçe, yaşadıkça anlarsın.
Sonra insan tenini o tenin altında bir ruh bulunduğunu, ruhun tenin üstünde olduğunu görürsün. Aydınlanmanın yollarını ararsın, görürsün ki
aydınlanmadan, karanlığın yırtılmaya-cağını görürsün.
Birlikte yaşamanın önemli olduğunu, bunun için bölüşmeyi,hakkaniyeti,sosyal adaleti öğrenmenin yaşı olmadığını ve insanca yaşamak için elzem olduğunu öğrenirsin.
İnsanların, kendilerine rağmen, gidecek yol bulabildiklerini görür, şaşırırsın.
Asıl cesaretin, birlikte yaşamayı becerebilmekte olduğunu görürsün.
Kalıplar içinde düşünmenin, düşünce boyutlarını nasıl örselediğinin farkına varırsın...
Gerçeklerin; kimine göre gerçek, kimine göre değil bunu öğrenirsin. Baktığın yerle, durduğun yer arasında nasıl ince ayarlar olduğunu anlarsın.

Senin doğrunla, benim doğrumun, aynı evren de, farklı olabileceğinin şaşkınlığını yaşarsın.
Kapalı pencerenin ardından, hayata bakmakla, gökyüzünde uçan bir kuşun bakışıyla bakmanın farkına, farkındalığına yaşadıkça varırsın.

İnsanın insana üstünlüğü nedir diye sorular içerisinde bulursun kendini.
Sonra; üstünlüğün kıstaslarında kendine bir yol bulmaya çalışırsın, kendi yüzünü aynada görmeye başlarsın, gördüğün seni yanıltmaz, kendine aydın,kendine adıl kendine insaflı olmayı öğrenirsin.
Kendine yolculuklar başlar, olgunlukla birlikte kendine  üstünlük vicdan sahibi olmak, o varsa diğerleri zaten eşlik eder,farkına varırsın.
Namuslu olmanın bacak arası olmadığını, namusun vicdanın olduğunu anlarsın.
Yalanın ocağı olmadığını,  iyiliğe duran hiç bir yerde yeşermediğini. yaşamın ölüme gebe olduğunu bilip, asıl ölümün nefesliyken yaşandığını görürsün.
Ve sevmenin yazılı hiç bir kuralı olmadığını, sevmenin yaşamanın ruh kapısı olduğunu anlarsın

Soluğum
Rüzgarlar da derlenirken
Yürek sızıma karıştırma ikiliği
Aklımı alma can evimden
Dilden
Zandan
Şüpheden
Temiz göze
Yüz binlerce yıllık
Yol var derken
Az söylemiş olurum
Bilmez misin
Cahillik
Aklın tutulması
Vicdanın viranesidir
Oysa
Vefa adamı
İncelikler bahçesinin gülistanı
Yüzündeki maskesini
Çoktan yere tükürmüş bir savaşçı
Öpülesi, sevilesi bir alnı vardır
Var git yoluna
Yürek sızıma karıştırma ikiliği
Aklımı alma can evimden
Temiz göze
Önce ak alın lazım...

Olcay KASIMOĞLU



Çözümü olan her sorun küçük sorundur.


Yaşamımız boyunca hepimizin yaşadığı sorunlar olmuştur, çözümsüz görünen, bizi yaşamın bitim noktasına getiren...
Oysa belli bir zaman sonra aslında hiçbir şeyin durağan olmadığının, acının, sevincin, kederin zamanla yer değiştirdiğine kendimiz şahit olur ve deriz ki aman Allah'ım ben nasıl bu kadar dayanabildim yada ne kadar mutluymuşum da kıymetini bilmemişim.
Bu ve bunun gibi bir çok şeye hayatımızın belirli dönemlerinde zaman, kendimizi şahit kılar.
Aslında ölüm dışındaki tüm sorunlar küçüktür!
Bunu gerçekten büyük ve çözümü zor problemlerle karşılaştığımız zaman anlarız.
Telafisi imkansız tek şey var: oda ölüm.
Yaşıyorsak sorun yok! Nasılsa çözeriz, nasılsa bir telafisi olur ama iyi ama kötü.
Önemli olan problemlerin üstesinde gelebilmek, hayata olumlu yaklaşmak ve umudumuzun tükendiği anlarda bile yeniden umutlanmak, olumlu yaklaşmak, umut insana moral verir, yaşama gücü verir, en kötü olaylara bile olumlu bakış açıları geliştirir.
Hayat birilerine, birilerinin sırtına dayanarak kendini sana adil kılmaz, kendi kanatlarıyla uçmanın bedelini bir dönem için ödemeyen insanlar, kendi kafeslerinde kalmanın, kendi farkındalığının yaşamamanın bedelini bir ömür boyu öderler…
Bizler yaşamımızı kolaylaştırmak adına öyle kurallar, öyle ilkeler koyar ve kabul ederiz ki sonuçlar sebepleri unutturur ve kaderimiz olur.
Bunlar genellikle biri söylediği için inandığımız ve asla üzerinde düşünme ve araştırma zahmetinde bulunmadığımız şeylerdir.
Yöresel adetler, gelenekler, töreler, dinler, felsefeler, efsaneler, hepsi dogmatik inanç biçimleri olarak bizi yönetiyor. Kan davaları, dinsel ritüeller ve daha birçok şey.
Bir deli Kuyuya bir taş atıyor, kırk akıllı çıkarmaya çalışıyoruz.
Biz aklı hep cebimizde saklıyoruz.
Düşünmek ve araştırmak ve daha iyisini ortaya çıkarmak yerine, bir başkasının düşündüğüne, hazırladığına ve ortaya çıkardığına peşin kabul veriyor ve üzerine atlıyoruz..
Hayata olumlu bakan insan, olumlu bakıştan üreyen umut ve cesaretle, daha cesur ve sevgi dolu oluyor.

Olcay KASIMOĞLU

Yaşamak sanatına çevirin yüreğimi

''Bir salkım söğüde su verir gibi
Öyle içten
Öyle derin...''

Her şeyin bir bedeli var derken şarkılar...değmez mi ''yaşamın'' yaşamak gibi bir anlamı varken, yaşamı kucaklamaya, kendin için, herkes için iyi bir şeyler yapmaya ve direngen bir umutla sevgiye sarılmaya, değmez mi?
Sevelim, sevilelim herkesin elbisesi kendi boyuna !

Hayatın her zaman planlandığı gibi olmasında ısrar etmeyip, yüreğimizi o anda “olanlara” açık tutmak düşüncesi de olmalı,düşüncelerimizde. Yoksa bir su çatlağı gibi, bizde gün gelir bir yerlerimizden sızarız.
Hayat her zaman istediğimiz gibi gitmez; virajları vardır, dipleri yaşarsın, üst katlarda alt katlarda dolaşırsın.
Bütün mesele bunları nasıl karşılayıp, yaşamımıza nasıl uyarladığımız ve o anın gerçeğini ne kadar kabul edebildiğimizdir.

Bunun içinde; ruhsal olgunluk, cesaret ve kendine inanmak çok önemli.
Hayat umduğunuz gibi gitmediğinde iç motorlarımızı çalıştırıp, ben ne yapabilirim, bana düşen ne, nasıl başa çıkabilirim ?
Yoksa ben bittim, lanet olsun, neden ben gibi serzenişlerin hiç kimseye faydası yok.
Hayat hiç kimseyi kayırmaz, torpil yapmaz.
Yaşamın içinde, hayatın her zaman aynı çizgide gitmeyeceği bilincine sahip olduğumuzda perspektifimiz derinleşir.
Hayat daha anlaşılır olur, her şeyine rağmen.
Aç gözlülükten uzak; esir olmadım,hiç kimse tutsak edemedi beni.
Olur da bir gün, merdivensiz kuyulara düşersem ''içimdeki'' görmek isteyenlerin gördüğü, satılık olmayan, değer biçilemeyen, elden ele geçmeyen, takası yapılmayan, içinde güzel şiirler okunabilen, en güzel ve en zor olanını "YAŞAMAK" sanatına dönüştüren yüreğimi çıkarın gün ışığın yeter..

Olcay Kasımoğlu

Sokak feneri gibi olmayın

Bir zamanlar kadının adı yokken şimdi sınırları aştılar.
Bilimle, sanatla beslenen kadınlar, özgür iradeyle hayatın içerisinde yol alıyorlar.
'Ağrımasa bilir-miydim yüreğimin yerini' diyen şair Sennur Sezer'in eşi Adnan Özyalçıner, yol arkadaşını uğurlarken, yoldaşına vakur bir yumuşaklıkta seslenmişti;
''Sevgilim sen benim herşeyimdin...o benim herşeyimdi..
Karımdı, sevgilimdi, annemdi...o benim elim ayağımdı/elim ayağım koptu. O bir şairdi, şiir yüklü, yaşam yüklü, sevgi yüklü, umut yüklü...''
Kadınlara insanca yaşamak hakkın veren, insanca hissettiren, emek veren, onurlu, ayran gönüllü olmayan, saygılı ve güzel seven erkekleri sevmek onurdur.
Ruhu sağlıklı ve duruşu olan ilkeli kadınlar bu demi gerçekten sever...
Kadınların bilinçlenmesinden, sevmesinden korkmayan içten, samimi ve sahip çıkan erkekleri sevin..
Seven kadınlar ama gerçekten sağlıklı seven kadınlar hayat kokarlar.
Korkmazlar sevmekten...
Sokak feneri gibi bir yanan bir sönen adamlardan olmayin. Kime yandiginiz belli olsun.
Kadının adını her şeye katık yapan zihniyetten, ruhunu, bilincini yok sayan erkeklerden çok çekti kadınlar.
Kadınlar özgürleşmeden ve toplumsal kimliklerini, özgürlüklerini tamamıyla kazanamadan hiç bir zaman özgür bir birey olamayacaklardır.
Onlar birey olmadan hiç kimse özgür olamayacak.
Kadınlar bu dünyanın kapı eşikleridir içe doğru açılan ve ışık süzmelerini gönüllere taşıyan.
Acının, çoğalmanın, mutluluğun eşiği, yerkürenin ana rahmidir kadınlar.
İnsan önce kendinden başlamalı. Kendini bulmayan, kendi olmayan kendine ait bir yaşam oluşturamaz.
Oysa güç beynimizde, akla hayale gelmeyecek kadar mucizevi bir çark dönümü bedenimiz.
Her karesi hayata göre kurgulanmış. Bize kalan ise bu senfoni orkestrasına iyi bir şef olmak.
Hangi notanın hangi tuşuna nasıl basmamız gerektiğini bilmek; ondan sonrası tamamen bizim irademizle, dış dünyamız da bizimle gönüllü duygudaşımız olacak.
Belli mi olur bir tek kelime yeniden yeşertir umutları, bir kökün bin dala durması gibidir hayat...

8 Kasım 2018 Perşembe


Özledikçe sessizleşir insan...



Bir Türlü Vazgeçemediğim
Takvimler dökerken hırçın yüzünü
Bir şafakla yeniden doğar gökyüzü
Benimse artık, seyri seferde gençliğim
İçimde ise yaşanmışlıkların yılgın ayak sesleri
...kendi ezgisine suskun, coşkusuna bozgun
O zaman, bu neyin meydan okuması, şimdi ?
Suyla susuzluk arası
Aranıp dururken
Geçip giden gençliğimi
Acısı acemi çocukluğumu
Hiç bir yere demir atmayan düş kırıklığı mı
Aranıp dururken
İçimin duvarları yıkılıyor
...yanıyor canım, yanıyor ömrüm
 Şimdilerde
...bir yolculuk düşüyor aklıma
Yüzüm de bir ömrün atlası, çetelesi olmayan
Çıkıp gitsem diyorum, dönüşü olmayan limanlara
Acıları; umutla, sabırla bezeyen içim
Ey içim, bu yolculuk nereye kadar, soruyorum ?
Sonra; hayat fısıldıyor
Zamanı mı olurmuş gitmenin
Bir düşü toplamadan daha
Çevir soluğunu göğe
Yaslan mavi göğün göğsüne
Nefesinle aydınlansın gökyüzü
...daha bitmedi umut
Daha son tango edilmedi
Yıllar yüzünü dökmedi, daha
Yaşam gelip, çeviriyor
...içimin dümenini
Yürü dostum diyor
Çığırıyor içime,
Geçmişin şehrine bakıp durmakta
...neyin nesi
Su olsam sensiz akmam diyor
Beni alıp, senin koylarına getiriyor
Su oluyorum, sana akıyorum
Sonra, gözlerin düşüyor aklıma
Demli bir çay gibi, içimi ısıtıyor
Sahi, hangi kır çiçeğine sevdalısın ?
Hangi yoldur yürüdüğün ?
Yollar değil midir yıllara eşlik eden
Ölmemiş binlerce öykünün serüvencisi gibi
Avucunda hangi yıldızlar var ?
Yüzünün atlası hangi iklimden ?
Biliyorum, bir şeyler var
Senden bana gelip
İçimi maviye boyayan
Bir ışık yumağı gibi
...yıldızlı geceyle buluşturan
Bir şeyler var, sözün libasında
Bir türlü vazgeçemediğim..
Olcay KASIMOĞLU
TUTUŞUR DİZELERİMİZ

Her birey; yaşamak, maddi, manevi varlığını korumak ve geliştirmek hakkına sahiptir.
Bu haklar; insanın doğuştan sahip olduğu, insanın insanca yaşayabilmesi için gerekli olan haklardır.
Bunlar: düşünce, kendini ifade etme özgürlüğü, basın, din ve vicdan özgürlüğü, sağlık ve eğitim de seçme ve ret etme hakkı; haberleşme, bilgi alma, seyahat etme, bilim ve sanat özgürlüğü hakkıdır.
Bu haklar, devlet tarafından anayasa ve yasalarla koruma altına alınmıştır.
İnsanların kişiliğini geliştirmesi ve insanca yaşayabilmesi içinde başkalarının haklarını ihlal etmeden özgürce yaşayabilmesi gerekir.

İnsan özgürlüğü; ilgi ve beğenilerini seçme, kendi kişilik özelliklerine uygun şekilde hayat planı yapma ve tercihlerinin sonuçlarını yaşama iradesidir. Yaptıklarımız aptalca, yanlış olsa da, başkalarının hak ve özgürlüklerine zarar vermiyorsa, engellenmemelidir.
Özgürlük; varlığına ve nasıl olacağına duyulan ”sorumluluğun” en güzel koruyucusudur
Özgürlük; yaşamın sorumluluğunda, sevgiyle, yüreğinizin sizi götürdüğü yere gidebilme cesareti ve bilgeliğidir

.
Voltaire’ ne güzel demiş;
Söylediklerinize katılmıyorum, ama bunu söyleme hakkınızı sonuna kadar savunacağım.
Özgürlük; kalmak yada gitmek için nedenin olmadığında, kalmana yada gitmene neden olan seçme farkındalığını, kendinin sorumluluğunu görüş ve hissediştir.
Güven duygusu; insan ilişkilerinde ”en büyük dayanak” ve özgürlük olgusunun da temel taşıdır. Kendini güvende hissetmeyen hiç kimse kendini ”özgür görme” hakkına sahip değildir.
Güvenlik gereksinimi; psikolojik bir ihtiyaçtır ve güvenin olduğu yerde özgürlük olur. 


Özgürlüğün olmadığı yerde ”esaret” başlar.
Güvenin olduğu yerde kör inançlar, dogmalar, ön yargılar barınmaz.
Güvenin yanına birde ”olgunluk eklenince” kişi kendinin efendisi olur.


Olcay KASIMOĞLU
Yaşadıklarımızdan biz sorumluyuz

Geçmişi geleceğe taşıma ama deneyimle, anların coşkusunu ıskalama ve geleceği korkuya değil umuda bağla ama ya olmasa ihtimaline de, düş kırıklıklarına da hazırla yüreğini.
Ve inandığın, kalbinin götürdüğü yere git, kalbinin sesini dinle.
''Gün olur güneşler doğar...
Gün olur karanlıklar parçalanır...
Yeter ki sen yaşama sevgili,
Sevgiliye can ol
Ol ki “kendin” ol.
Ol ki yaşamın kendisi ol''...
İnsanlar bir şeyi gerçekten, yürekten isterlerse ''evren'' onlarla birlikte çalışır. Olumsuzluklar onlardan uzak durur. İnsan olumlu duygularla dolduğunda kötü hislerin olması, hissedilmesi neredeyse imkansızdır.
Duygu ve düşüncelerimizin bize artı yada eksi olarak dönmesi tamamen bizim iç dünyamızla ilgilidir. Bir olaydan, acıdan herkes aynı derecede etkilenmez.
Bu tamamen bizim algılamamızla alakalıdır. Bu aynı negatif ve pozitif enerji yayılımı gibidir. Hangisini yoğun hissedersen o gelir seni bulur.
Yaşamamızdan, yaşadıklarımızdan ''biz sorumluyuz'' eyer biz bu bilince sahip değilsek, yaşamamız için gereken ''emeği/çabayı'' gerektiği gibi ortaya koyamayız.
Hayat karşılıklı bir aynadır. Vermek kadar ''almak/almayı bilmekte'' yaşama karşı sorumluluklarımızdandır.
Sabrın en büyük ''mucize'' olduğuna ınanalardanım ''sizde inanın'' evren bizi muhakkak duyar.
Yapmamız gereken: kendimizi mutlu etmek. Başkalarının bize biçeceği kıstaslar yaratıp onların verdikleriyle mutlu olma beklentisinden vazgeçelim.
Mutluluğu takip edelim ama arkasında kaybolmayalım, aramıza alalım.
Bize iyilik edenlere minnettarlık duyalım onlarla bu evren de yalnız olmadığımızı birbirimize hissettirelim. Dünya penceresine çok boyutlu bakalım.
Olaylara, insanlara bakış açımız, seçenekleri görmemizi, değişmemiz gerektiğinde kendimizi güncellememize yardım edecektir.
Kendimize karşı ''açık, sade, duru olmak'' her zaman kendimizi ''İFADE'' etmemiz de gereksiz olanların elenmesine yardım edecektir...
Olcay kasımoğlu
Ah insanlar

Egoları şiş, şişirilmiş insanlar kompleksli olurlar.
Bu tarz insanlar; vasat bir zihniyete sahiptirler, yükselmek için daha büyük bir ''tahakküm'' alanı isterler. 
Görüşlerini ''cesur ve dürüstçe'' ifade eden insanları anlamakta yetersizdirler.
Genellikle; hırçın ve agresif olurlar. 
Ben egoları tavan olduğundan ''biz'' deme gibi, bireysel olgunluğa erişemediklerinden ne zaman biri, birileri nefislerine dokunsa kızılca kıyamet kopar. 
Egosu tavan bu insanlar; ''sultan zırhı''giymiş gibi ortada dolaşırlar.
Sultan zırhı giyinmekle sultan olunmayacağını bilmezler.
Kendileri için çalışmayan, düşünmeyen her şey ötekidir. Yürekleri rutubetli insanlardır, bulundukları ortamlar da her zaman ilginin kendilerinde olmasını isterler.
Ne olursa olsun, farkın-dalık ve aydınlanmak; zihnin ''yüreği anlama'' sürecidir. Buda egoyu,bencilliği saf dışı eder. Bunu anlamak da, bazen bir ömür alır.
Kim ne derse desin; bir şeylere sahip olmak ve kazanmak için, kendimizden vazgeçmeyelim.
Başkalarının bize yaptığı kaleler er veya geç yıkılır. İnsanın kendini bulması ve kendi ruhunu bilmesi en büyük zaferdir...


Olcay Kasımoğlu


YÜREK BAHAR YERİDİR


yıldız tozları serpilmiş 
dalda iki gül gibi
bir salkımın aşık üzümü 
özümün gizinde ki 
aşka dokunuşun
ağzımdan
ay ışığı fışkırır gibiydi
oysa şimdi
göğsümden içeri acı sızarken
uçmaya kanadım yokken
açmak için yeniden
nede olsa yürek bahar yeridir
dönmeliyiz
kendi sularımıza, dönmeliyiz
gel tut ellerimden, baharın kızıyım...


Yaşamı; yedeğimde saklamak değil; yaşamı, yaşanılır kılmak ve anlamlı yaşamak istiyorum diye bilmektir, yaşamak.
Biliyorum ki, benim iradem dışında; güneş doğacak, çiçekler açacak, rüzgar esecek, yağmur yağacak ve olması gerekenler kendiliğinden olacak. 
Önemli olan, bu dengenin içinde biz ne öğrendik neye şahit olduk ve hayatımızı bunlarla ne kadar bütünleştirdik, sesimizi ne kadar katabildik ?
Her günün, yeniden doğmak olduğu; her nefesin ışık süzmesiyle yeniden yaşamak olduğunu, özlemlerin, ihanetlerin olmadığı bir ''erguvan imparatorluğunda'' yaşam tacını takıp, içtenlik, erinç, coşku ne varsa olanca görkemiyle yaşamaktır, yaşamın anlamı...
Artık mutlu olmak kadar acılardan da da öğrendik hayatın bir gelişme olduğunu lakin satın alamadığımız ''bir örtüye bürünmüş yalnızlığın'' etrafımızda kol gezmesini istemiyoruz artık.
Binlerce rengin içerisinden sıyrılıp ''mutluluğun rengine tutulmuş hayatı'' kucaklamaktır dileğimiz.



Olcay Kasımoğlu


Şiirden resimler çizeceğim

Resimle ilgili şimdiye kadar hiç yazı yazmadığımı fark ettim.
Resim nedir yada resim yapan insanların nasıl bir düş gücü ve doğayı algılama gücü vardır ?
Bunları düşünürken ''resim yapmanın'' renklerin dansı olduğu bir zevk ve duygu işi olduğunu,özellikle resim yapan insanların, gözlerinin ne kadar keskin olabileceğini düşündüm
Her mesleğin kendi içinde incelikleri var.
Şiire; el, göz,ruh olmayı seven aklım ve beynim '' içimdekilerin sahıcılığını inandırmak için dünyaya resimler çizeceğim' der..
Evet, insan en içten yerinden hareket ederek bir şeyi iyiye doğru geliştirmeli, gerekli olan budur bize.
Özellikle resimleri işleyen ressamları düşündükçe; resim sanatının bir hesap ya da bir usa vurma işi olmadığını düşünüyorum.
Özellikle son günlerde ziyaret ettiğim müze ve resim sergileri; yaşanmış uygarlıkların bize bıraktığı esintiye kendimi bıraktıkça düş dünyamın nasıl zenginleştiğinin farkına varıyorum.
Özellikle resim sanatın da; dile düşmeyen sözcüklerin katar katar olup, renklere bulanıp tablolarda inci gibi dizilip bize gülümsemesini görüyorum.
Bununla birlikte; ihanetin, açlığın, adaletsizliğin ve savaşın olduğu dünyaya baş kaldıran fırçalarını renklere batırıp tabloların bağrına sürenleri görünce, bir kez daha sanatın önünde saygıyla eğildim.
Sanat var oldukça, ilim ve bilim sanatla beslendikçe; doğanın ve insanın yoldaşlığı daim olacak..
ey gülüşü cananım
ey yüreğime yakışanım
görünce gül yüzünü
unuttum ruh fukarası sözleri
bir tılsımlı baharla kon dallarıma
sarıl sessizliğime
ver elini elime
sevgi
en büyük armağan değil mi...
Olcay KASIMOĞLU
Sevgiyi öldüremezsiniz



Sevgi sadece "seviyorum" demek değildi..
Sevgi sahip çıkmak, gözüne gözünü bırakmaktı.
Karşılık beklemeden onun varlığına adamaktı.
Elimi yüreğime koyduğumda anladım ki 'sana İhtiyacım var'demek ne güzel bir mucizeymiş.
Biri için endişelenmek, onun için yollarda yürümek, avuçlarında yüreğini taşımak, sevginle sevdiğini şımartmak, onun canı acıdığında o acının içinde olamadığın için sımsıkı sarılmak. 
Sevdikçe kainatın sende toplandığını görmek.
Kendini aşarsın ''sevince'' tüm iyiliklerin içine aktığını hissedersin.
Kalayım sevgili kapında, eşiğinde kalayım demekse sevgi; ne mutlu içine düşene !
Çok büyük umutlara bel bağlamak ta değildi.
Sadece umut dolu ışıltılı gözlerini görmek yeterdi sevgiyi anlamaya..
Sevgi inanmaktı..Sevdiğine inanmaktı...sorguya,suale durmadan inanmaktı. Sevgi "sonu olmayan bir varıştı sevgiliye"sonlanamayan bir varoluş..,
Hiçbir şey dengine bel bağlamıyor

Sevmek eylemdir; o sana geldiğinde gözün gibi koru avucunun içinde tut...
Sevmek eylemdir; kin barınmaz, yanlış durmaz, çiçekler solmaz.
Aklını koru, sana gelen sevgiyi kalbine danış ne kadar yıkılsan da rüzgar biçsede umutlarını, sen onu kalbinde serinlet...
Bir ülke gibi sev, feth edilmesi gereken, yaşanılası bir yer gibi suya damla gibi başın üstünde maviye bezenmiş gökyüzü gibi, umuda sevgin olsun...
Sevgini yaşa, yoluna çıkacak tüm sevgi kırıntılarını da al ve onlarla karış ummana, sevgi azla başlar çoğalan kırıntılarla emek olur karışır hayata...
Sevmek eylemdir unutma, sevdiğine dokun her yürek sevmek ister...
Avuç içiniz her dem sevgiye dursun...

Şiir ve kelebekler eşit süreler istiyor
Doğa; amansız bir katledilme savaşının içinde acı çekiyor
Bankalar; insanları soyarken bu bir suç bile sayılmıyor
Fabrikalar; nehirleri, ormanları yok ediyor
Otobüs durakları; yalnızca işçiyi, öğrenciyi ağırlıyor
geçmişi üzerinde taşımak; sadece dar gelirliye kalıyor
Gelecek düşleri; küçük insanların ütopyasıyken
şimdilerde o da suç sayılıyor...
Sesli her haklı düşünce; haksızlığa gölge yaparken
insanların, karanlık gölgeleri dolaşıyor
Cevaplar rüzgarla esiyor, cevaplar rüzgarda uçuyor...


Olcay Kasımoğlu

6 Kasım 2018 Salı

VANYA DAYI / ANTON ÇEHOV


''Son sahne...
Sonya:Ne yapabiliriz?

Yaşamak gerek, yaşayacağız Vanya Dayı. Çok uzun günler, boğucu akşamlar geçireceğiz. Alın yazımızın bütün sınavlarına sabırla katlanacağız.
Bugün de, yaşlılığımızda da, dinlenmek bilmeden, başkaları için çalışıp didineceğiz. Ecel saati gelip çatınca da uysalca öleceğiz ve orada, mezarın ötesinde, çok acı çektik, gözyaşı döktük, çok acı şeyler yaşadık diyeceğiz.
Ve Tanrı acıyacak bize ve biz seninle, canım dayıcığım, parlak, güzel, sevimli bir hayata kavuşacağız ve buradaki mutsuzluklarımıza sevecenlikle, hoşgörüyle gülümseyeceğiz ve dinleneceğiz.
İnanıyorum buna dayıcığım, bütün kalbimle, tutkuyla inanıyorum. Dinleneceğiz! Dinleneceğiz!
Melekleri dinleyeceğiz, elmaslar gibi yıldızlarla kaplı gökleri göreceğiz.''
.

Değil mi ki kendimizi tanımak uyanışın esas bölümüdür ve yüzleşmek kendi gerçekliğimizin farkına varmak demektir.
Dışımızdaki gerçeklerin farkındalığı o zaman anlam kazanır ve doğru bir temele oturur. Ancak o zaman insan kendi kendiyle yüzleşir. Karanlığın bilincine vararak aydınlanabilir.

Olcay Kasımoğlu

5 Kasım 2018 Pazartesi

Gülüşün tene değerken

Sizi bilmiyorum ama ben 'pişmanlık' duyan, 'utanabilen' insanları çok seviyorum ..
Pişkinlik ne kadar 'ucuzsa', 'utanç' o kadar değerlidir çünkü.


Çöl olmuş ruhuma, kirpiğin ile çizdiğin nakışın
zifiri boğup aydınlatıyor, vuslata yenik düşmüş gecelerimi
Hem efkarlı hem huzursuz yüzümde sonbahar gölgeleri dolaşırken
Damlaların içinde derya olup akışın, gün içinde yağmura diz çöktürüyor
Bakışın içimin ilkbaharı, bakarken sönmüş külleri yakışın bundandır
Gülüşün tene değerken, teninden doğmuş gülleri sevişim bundandır
Bu ömrü bin kere yaksam, yeniden doğmak için sana
Anka kuşunun kanadından külleri savurup, gönüle nakış oluşum bundandır...

Olcay KASIMOĞLU
Aşk güvercin kanadında



Aşk, bu dünyanın kurallarıyla oynamaz
O sormadan konaklar, yabanı bir ağrıdır
Gelir içimize konar, gelirken adres sormaz 
Kafesler, tel örgüler, mahpuslar
Onu dar ağaçlarına vuramaz,yakamaz
Sonra bir perde açılır ve yolculuk başlar
Bu yolculuk ta aşkın düş baz oyunları yoktur
Oyunların düş bazı insanlardır, sevgili
Aşkı çileden çıkaran maskeler takan
Maymun gibi oynatan, çamura yatan
Aşk korkuyu bilmez, yalanı bilmez
Aşk lisanı bilmez maskesizdir, sevgili
Aşkın kendi gerçekliği vardır
Bir başka ışığa teslim olur,hesapsızca
Aşkta hesap yoktur, yarın yoktur
Hem dışındadır dünyanın, hem içinde
Yoksul adamları da sever
Sınırları yoktur, bölmemiştir insanları
Sınırlardan dünyalar yaratmamıştır
Her şey onunladır, ona emanet gibi
Aşkın kültürü, bilgisi yoktur
O yaban ağrıya, o tarifi imkansız duyguya
Hiç bir kitabın yazamayacağı hakikat kadar yakınız
Hiç kimseyi de ortak etmez acısına,
Sahibi yoktur, düştüğü yeri yakar
O karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır
En izbe yerlerin şahididir aşk
Varsın azgınlaşsın küçük hesaplar
Uğuldaya dursun dışarda ki ezber bozan yaşamlar
Aşk korkmaz kirli adamlardan
Bu sızı, bu yenilgi
Mevsimlerle devredilir başka insanlara
Bunlar olurken içimiz bir an çok üşüyecek
Sonra bıraktığı izlere çelmeler takarak gülümseyecek
Nasıl olsa aşkın memleketi yoktur sevgili
Yeri yurdu gözler, zülüfler, tenler
Aşka yarında yoktur, yoktur sevgili...

Olcay KASIMOĞLU
Susmanın yorgunluğu da
İnsan kalabilmenin kırgınlığı da, bazen dayanılır gibi değil.

Mevsimlerin güleç yüzüyle gel ömrümün bahçesine
İlk yaz yağmurları gibi üstüme sulu sepken yağ
Karanlıkların izbeleri solsun,toprak koksun her yer
Kirpiğime konan sevda ol, göz bebeklerime dol
Baharlarda açan gonca güller sende can bulsun
Ben senin canına can, ömrüne dem olmak isterken
Değil midir çocuk gülüşlerin beni maşuka çeviren
Öyle yakın olayım ki damarlarında akan kana karışayım
Bana canım diyen yüreğini gözlerinden okuyayım
Açtığım yüreğim senin gönül sarayına yol olsun
Ben o yol üzerinde sana köprü olayım
Ey sıcacık, sarıp sarmalayan hasretlere yer bırakmayan
Ömrünün bahçesinde güle duran varlığımı kökünden sökme
Saçlarını rüzgara savurma da beni perişan etme
Aldığın, kokladığın rüzgar ben olayım
Denizdeki martılar, gökyüzündeki kuşlar
İçimdeki sen diyen dili kıskansın, ben sana yanayım
Yabancı bir dost gibi durma
Ellerimi, avuçlarında ki sıcaklığa bırak
Bütün yalanlardan arınmış sıcacık kalbimi al
Karanlıklarda, yüreğimi yalnız bırakma
Bu yürek o yüreği çağırıyor sevda sığınağına
Al beni kirpiklerinin ucunda sakla
Sana senden yakın, soluğunun buharında
Tutuştu bir kere kalbimde ki ateş
Semada ki güneş, avuçlarının içinde seni bana getiriyor
Korkar mıyım artık yüreğinin yüreğime değmesinden...
Olcay KASIMOĞLU
Ya Nikola Vaptsarov' ne  demiş;
Bu yüzden, uykularımdan
çalarak yazdığım şiirler,
parfüm kokmaz, bu yüzden
kısadır o çatık kaşlı sözler...
Çektiklerimiz için,
yok ödül filan beklediğimiz
ne de o koca ciltlerinde
resmimiz olsun isteriz...
Yalnız yalın anlat öykümüzü
geleceğin insanlarına;
yerimizi alacaklara anlat
nasıl cesurduk kavgada...
HUZUR İLLA HUZUR

Evrensel sevgi, evrensel müzik, evrensel düşünce, hepsi güzel. bu resme, evrensel çizime önünde eğilerek saygı duyuyorum.

Bir ülkenin en büyük sağlıklı insan üretme yeri ailede başlar, aile toplumun özüdür.
Aile, insanın cenneti olmalı yoksa mecburiyetlerin getirdiği zorunlu bir yaşama dönüştüğü an derinden derine yaralar açılır. Bu kişilerin gerek ileri ki yaşamlarında gerek bulundukları ortamlarda bir şekilde, bir yerinden dışarı sızacaktır ve bu sızıntılar, yavaş yavaş herkesi zehirleyecektir.
Sevdiklerine sahip çıkacak, fedakarlık yapacak, sırasında köprüleri atacak kadar hayatın içinde olgunlaşıp etrafında ki çemberleri de olgunluğa katmayanlar hayatı sadece seyretme hakkına sahip olacaklardır.
Gelin keşkesiz bir yaşam için....yalnızca hayatı seyretmeyelim. Hayatın kendisini yaşayalım. Hayata geldiğimiz yer ile gelmek istediğimiz yer arasında geçiyor ömrümüz.
Seçtiğimiz her şey için, başka bir şeyden vazgeçmemiz gerekiyor. Bazılarımız şartlara şekil veriyor, bazılarımıza da şartlar şekil veriyor.
Keşkelerle yaşayacak kadar uzun değil ömür. Bizi hayattan alan, hayata katarken eksilten her şeyi protesto ediyorum ve diyorum ki, biz bu dünyaya tesadüf gelmedik...
O'zaman neden tesadüfmüş gibi yaşayalım. Bahşedilen akılı niye mutluluk, huzur yolunda tüketmeyelim. Hayat gel beni al demez, İçimize ışık verelim yeter ! Hepimiz hayatın içinde başak taneleriyiz...

Olcay KASIMOĞLU