Translate

29 Aralık 2018 Cumartesi

Bir çuval inciri batıranlara manifesto gibi;

John Berger'ın 11 Eylül'den Irak Savaşı'na, Filistin'den Katrina felaketine, Nâzım Hikmet'ten Pasolini'ye birçok siyasal soruna ve sanatçıya ilişkin duygu ve düşüncelerini dile getirdiği yazılarından oluşan bir kitap ''Kıymetini Bil Herşeyin.''
İçtenliğini yansıtan zarif bir sadelikle kaleme aldığı bu yazılarla John Berger bizi dünyaya adil, müşfik, ama en önemlisi gören gözlerle bakmaya davet ediyor.
Okumaktan büyük bir keyif aldım.
''Şafak söküyor
odam
geceden ibaret...''
Sayfa:116' dan kısa bir özet:
''Masumiyetin kısa süreli olması kaçınılmazdır, genede çok şey vaat eder. Masuniyet, sürenin kısalığını, bu sürenin yarattığı tehdide bağlı acıları fesheder.
Dışarıdan bakıldığında arzu küçük bir parantezdir; onu yaşayanlar içinse aşkınlık. Bununla birlikte her iki durum da, öncesinde ve sonrasında,gündelik hayat olağan akışını sürdürür.
Arzu, masuniyet vaadinde bulunur. Oysa, mevcut doğal düzenden masum olmak , gözden yok olmakla birdir. Ve arzu, en esrik anında, tam da bunu teklif eder; Yok olalım...
Med-cezir kabarırken
Herkes kendi hesabındayken
Gölgemin boşluğuna
Taşırım senin taneciklerini
Rüzgar onları alıp götürecek
Silip süpürecek her şeyi
Rüzgar bizi alıp götürecek
Noir Desir
Bir kez paylaşıldıktan ve yaşandıktan sonra artık koruyucu özelliği kalmayan masuniyet asla unutulmaz.; yok oluşlar ise görünen ve aşikar olandan çok daha gerçek ve kesin gelir kişiye.
Ta uzaktan canavar düdü''klerinin sesi geliyor. Korkma, kollarımdayken bir şeycik olmaz sana.''
Berger, kitap boyunca değişik şairlerin birçok şiirini de metinlerinin arasına serpiştiriyor. Şair Gareth Evansın kendisi için yazdığı ve kitabına ismini koyduğu Kıymetini Bil Herşeyin adlı şiirini de kitabının başına ekliyor.
''yolculuğun gül sıcağını saklarken ikindi tuğlası
gül solumak için yeşil bir oda tomurcuklar
rüzgar gibi çiçeğe dururken
yaprakları seyrelen huşlar gümüş rüzgar hikayelerini fısıldarken
telaşla kamyonlarda
çit çalısının yaprakları saklarken
anın kaybettim sandığı ışığı
bileğindeki yuva dönen havada çalıkuşunun göğsü gibi atarken
yerin korosu gözlerini bulurken gökte
ve kalabalık karanlıkta açarken birbirine
kıymetini bil herşeyin
kuşların yazdığı harfler sabahın bir ucundan ötekine
baltanın milyon tane eli, toprağın yumuşak eli
zamanın bir adım önünde
kabilelerin kırık dişleri, uzun yurtları
hem saçılmış bozkıra, hem yan yana
kilin küçük, arta kalmış kulpu, neredeyse hayaleti bir testinin
kendini taşır bize topraktan
uzanan kolların vaadi, hepimizin ortak yolu olan o tek sayfa
haritası bir avucun
tortop olmuş
ama bir meşale gibi elden ele
kıymetini bil herşeyin
bize doğru açtıkları patikaların ve onlara açılmalarımızın
çimenin adaletinin, ki sarayları çökertir ama arayış türkülerini saklar
dalgalara isim koyan teknenin, hayatın kasesinin, günlerle dolup sevdiği şeye dönüşmek için batan
ağacın oldum olası tohum diye bildiği şeye dönüşen belleğin
sözlerin
ekmeğin
kapının ardındaki doğrulara uzanan çocuğun
dünya meclisinde coşkulu hayvanların
yeniden birlikte başlama özleminin
insanların, odadaki insanların, sokaktaki insanların
kıymetini bir herşeyin...''
Berger, şiirde de vurgulandığı gibi bizi; emeğin, sevginin, yaşamın, özgürlüğün, haklının kıymetini bilmeye ve bunun için mücadele etmeye çağırıyor.
Ne olursa olsun;
Çoğunluğa bağlı olmayan tek şey insanın vicdanıdır.

27 Aralık 2018 Perşembe

ŞİİRE BAKIŞ AÇIM
Düşle başlayan, sabrın, sırrın imtihanından geçip, küçük duyarlılıkların sırrına erişmeli insan.
 Ancak o zaman yaşam değişir, kımıldar yer değiştirir.
 Taze güne yayılmanın serüveni gibi...
Ve şiir, şiirlerim; toplumu anlama ve algılama çabalarımın yanında, en temel duygumuz olan özgürlük ve özgürleşmeye, öğretilerden arındırılmış sevgilere, erkek egemen toplumun sosyal, psikolojik ve ideolojik bütün dayatmalarına karşı bir sesin yükselişidir aynı zamanda...
Seviyorum, şiirle yaşama uzanan yolculuklarımı, derinliklerimi ve küçük insan koylarını..
Duyguma ve düşüncelerime serpiştirilen her güzellik adına teşekkür ediyorum...
Ve şiir; kendime, yaşama karşı duyduğum en büyük sorumluluklardan biridir.
Tek bir mısra yazmak için bile;
insanları, hayvanları tanımak, doğanın sesini kalbimizde duymak ve sabahları çiçeklerin açılırken “nasıl titrediğini '' yüreğimizde hissetmemiz gerekir.
Çünkü şiir, insanı kendisinin dışına çıkartır ve yine kendisine yolculuk başlatır.
Bilinmez diyarları, gelecek kavuşmaları,beklenilmeyen rastlamaları, çocukluk günlerinin iç çağlayanlarını, geçen sessiz günleri, denizin kendisini ve yıldızlarla uçuşan yolculuk gecelerini yeniden yaşamak, yeniden dillendirmek gerekir derken;
şiirin içsel yolculuklarıdır bizi yeniden yeniden doğuran
Yeni gün doğumlarına şahitlik etmek, sevgiyi bütün derilerinden soyunmuş olarak yaşamak; bunun yanında ölüme şahitlik etmek ve gidenin yüreğimizde bıraktığı acıya, yoksunluğa yeniden biçim vermek ve hayatın eksikliklerini, aldıklarını ŞİİRLE tümlemeye çalışmak gerekir.Ve en önemlisi: ortak bir duyarlılık, vicdan oluşturmak, olayları ve olguları güzel ve farklı bir dil kullanarak gündeme getirmek, toplumun sözcüsü olmak gibi işlevleri de vardır şiirin.                                                                             
Bütün bunların, sabırla, bilinçle süzülüp; mısralardan ahenkle bize akması için, yaşamı şiirle taçlandırmamız gerekir.
Şiir sadece kendimiz için değildir ''bilgidir'' bizden sonra gelecek kuşaklara rehberdir aynı zamanda.
 Topluma kazandırılmak istenen değerlerin sözcülüğünü yaparken; değişen, gelişen dünyayı anlamaya ve tanıtmaya çalışmak,demokrasi ve özgürlük kavramlarının kalıcı olmasında önemli pay sahibi olmuştur şiir...
Bunun içinde;
Düşünceyi ve eylemi uzlaştırmak için, bireysel ve toplumsal yaşamı uyumlaştırmak için, bencilliğe karşı cömertliği anlamak ve yaşamak için, ayrımların karşısına bütünleşme fikrini koyarak; hoşgörü, sevgi, anlayış, saygı gibi değerleri anlamak ve yaşamak için şiire ve sanatın bütün dallarına ihtiyacımız var. Yaşamın bilinçli bir kaşifi olabilmek için, daha iyi bir dünya ve iyi bir yaşam için; insan olduğunun farkına varan, maddi ve manevi faaliyeti sırasında hem kendi hem de toplum hayatının şartlarını oluşturan motivasyon ve eğilimlerini iç çatışmaları azaltacak şekilde örgütleyip kaynaştıran;  diğer kişilik ve karakterlere karşı uyumlu davranış sergileyen, başkalarını türlü açılardan ve değişik yöntemlerle değerlendirebilen kişilikli insanlara  ihtiyacımız var...
Yaşam bir avuç, zaman mutlak.
“Sana İnanmıyorum Ama Yerçekimi var'' 2018 Yapımı
Yılın en çok konuşulan filmlerinden Sana İnanmıyorum Ama Yerçekimi Var, 37. İstanbul Film Festivali’nde aldığı “En İyi Kısa Film” ödülü başta olmak üzere yıl içinde birçok ödül kazandı. Ses kullanımı, atmosfer yaratımı ve konusu ile oldukça sarsıcı bir kısa film olduğunu söyleyebilirim.
Filmin gidenlerden çok kalanlarla ilgili olduğu kanısındayım.İntihar bireysel bir eylem midir, yoksa toplumsal bir dayatma mı? Özellikle filmde bahsi geçen yazarlardan Camus’nün rastlantısal bir seçim olmadığı kanısındayım. Aklıma intihar, varoluş, hayatın anlamı, özgür irade, absürt gibi kavramlar geliyor. İntihar bir başkaldırı mı, yoksa yenilgi mi?
27 yaş olayının üzerinde bu kadar durulmasının sebebi sanırım konunun bilinmezliği ve magazinsel anlamda ilgi çekiciliği. Bir ilahlaşma durumu da gerçekleşiyor tabii. Öncellikle giden karakterin adını kimse bilmiyor ve emin değil, ama herkesin net yargıları var. Burada aklımıza Freud’un tekinsiz (unheimlich) kavramı geliyor. Bu karakter komşuları tarafından tanınıyor, ama bir yandan da adı dahi bilinmiyor. Kalanların gözündeki gibi mi hatırlanacak giden karakter?
Apartman sakinlerinin gözünden bakarsak bizim için tam bir muamma var ortada. Kulaktan dolma bilgiler, varsayımlar… Onlar için geriye pek bir şey kalmayacak gibi, yeni gün, aynı gün, devam edecek her şey.
Peki, geride kalanlara bakalım. Filmin ismiyle beraber düşününce adeta dünyaya bir serzeniş mevcut. Filmde asansör tamir edilmediği takdirde birinin düşeceğine dair bir çekince dile geliyor. Oysa biri zaten düşmüş, ama geride kalanlar için bu basit bir problem gibi görülüyor. Geride kalanlar için birinin gitmesi asansörün bozulmasından farksız mı, yoksa duyarsızlığı mı tercih ediyorlar?
Bilinçli bir şekilde duyarsızlığı tercih etmiyorlar, yadırganmayan, şuursuzca yerleşmiş bir davranış hâli var. Asansör arızası, olayın unutulması için yeterli bir yeni konu. İhtimalinden korktukları şeyin daha fecisi başlarına gelmiş, ama iki dakika sonra bunu unutacaklar.
Apartman sakinleri, toplumun bir çeşit tezahürü gibi seçilmiş. Sartre Sartre’ı Anlatıyor kitabında geçen “Gerçek bir toplumsal uzlaşmanın yerleşebilmesi için, bir insanın komşusu için tümüyle varolması, onun da o insan için aynı şekilde varolması gerekiyor,” ibaresinin filmle doğrudan ilgili olduğu kanısındayım. Giden, kalanların hayatında gerçekten var oldu mu?
Apartman sakinleri, 2010’lar Türkiye’siyle ilgili bazı düşüncelerimi ifade ediyor elbette. Komşuluk ve birlikte yaşama kültürü, bu düşünceleri ifade edebilmek için elverişli araçlardı.
Giden, kalanların hayatında gerçekten var oldu, ama onlar böyle değilmiş gibi davranmaya çalışıyor, ya da gerçekten unutuyor, yok sayıyorlar. Film biraz da bu toplumsal şuursuzlukla ilgili.
Bu normalleştirme, yok sayma, unutma eylemlerinin fena hâlde benimsendiği görüşündeyim. Sanırım devamlı travmatik olayların gerçekleştiği bir ülkede yaşamak, toplum için en acı vakanın bile sıradanlaşmasını sağladı. Yadırgamadan serinkanlı bir şekilde günlük hayatı sürdürür hâle geldik.
Filmin sonundaki sahnede kalanlar, ortak bir ritim ve nihai bir uzlaşıya varıyor. Sürprizi bozmak istemem, adeta postmodern bir cenaze töreni olduğunu söylemekle yetineyim. Siz o apartmanda yaşasaydınız nasıl bir tutum takınırdınız? Hayat devam ediyor der miydiniz, son sofrada yer alır mıydınız? Bir de neden “Toccata and Fugue in D minor” çalıyor?Film oldukça tekinsiz bir yerde bitiyor. Mezarlıkta görseydik ne derdi apartman sakinleri?Tekinsizlik hissi bırakmasına sevindim. Cenaze töreninde “iyi bilirdik” derlerdi, arabayla eve dönerken filmdekine benzer şeyler konuşulurdu.
Geride kalanlara dönmek gerekirse, filmde çoğunluğun “başı eğik”. Bunun sebebi nedir?
Ben bu soruyu yanıtlamamayı tercih ediyorum. Filmde diğer birçok şey için olduğu gibi, burada da seyirciye bırakılmış bir alan var. Bütün çizgilerin kalın ve net çekildiği filmler yerine, düşünmeye, yorumlamaya, farklı görüşlere imkân tanıyan filmleri yeğliyorum. Genel olarak sinemaya, daha doğrusu sanata bakış açım da bu yönde. Dolayısıyla yönetmen olarak bu film benim için bitti, seyirci için başladı ve umarım izledikten sonra da devam edecek.
Filmden çıkınca ilk hissettiğim baskın duygular mahcubiyet ve özür oldu. Filmde anlatılanlar ışığında hiç tanımadığımız birini dinliyoruz, esasında onu hiç görmüyoruz, bize anlatılıyor. Ona yakın birinin tanıklığı yok. Filmi bu açıdan değerli görüyorum, son yıllarda estetize ve romantize edilen yalnız olma hâli de eleştiriliyor. Bu karakter yalnızdı diye tahmin ediyorum, çünkü masada onu tanıyan biri yok. Gerçekten yalnızlıktan dolayı bu karara varmış olabilir mi?

''Acısını hissetmediğimiz yaraları iyileştiremeyiz.''

Giden, kalanların hayatında gerçekten var oldu mu?..
Olmaması mümkün mü?..
Birinin acı çekmesi hep sorgulandı ve sorgulanacak.
Gidenler içinde ..kalanlar içinde :ACI:. hep var olacak.
Okuduğumuz bir şey , izlediğimiz bir film, dinlediğimiz bir müzik ..Hep ötekinin konuşması..izlediği film dinlediği müzik ..benim izlediğim ..dinlediğim ötekinin konuşmasını şekillendirmiyor mu?

''Acı veren şey sevilen kişiyi yitirmek değil, onu geri dönüşü olmaksızın kaybettiğinizi bildiğimiz halde her zamankinden çok daha fazla sevmektir''..diye yazmış bir acı bilirkişisi.
Hepimizin duyduğu acı korkularımızın uzantısı değil mi?...


"Zaman tüm yaraları iyileştirir, buda geçer. Bu da unutulur gider," demek kolaydır; tabii işin içinde siz değilseniz. Ama söz konusu durumu yaşayan sizseniz zaman geçmek bilmez, insanlar hiçbir şeyi unutmaz ve asla değişmeyen bir şeyin tam ortasında kalakalırsınız." der John Steinbeck

Bugün eksik olan ne? Bu topraklarda aşk ve mutluluk kutsanmaz, ayrılık ve acı kutsanmıştır. Birlikteliklerdeki tutku kutsanmaz da, ayrılıktaki tutku kutsanır hep. Yaralarıyla mutlu olmaya daha yatkın bir kültüre aitiz biz.
Öyle kadınlar ve erkekler tanıyorum, risk almıyorlar. Aşk emniyetli bir şey değildir. Emniyetli olan sevgidir. Aşk ehlileşmez, sakinleşemez. Öyle olursa akraba olursunuz.


Nietzsche kayıpların ve acının  insana kattığı iyiliği anlatıyor.

" Bazen bir şey olur ve hayatını ortadan ikiye böler. Öncesi ve sonrası vardır. Ama doğru kullanırsan, o kötü olayı doğru kullanırsan seni daha iyi yapar. Daha güçlü. Çoğu kişide olmayan bir şey verir sana. Ne kadar kötü de olsa, ne kadar yanlış da olsa bu yara seni daha iyi biri yapabilir. Acı böyledir işte. Sana içinde ne olduğunu gösterir." diyor.

True Detective ise daha farklı bir bakış açısıyla gelir. 


"Aşmam gereken basamaklar vardı benim, geçmeliydim hepsinden öteye. Oysa onlar benim üstlerinde dinlenmek istediğimi sandılar."
Aradan çok zaman geçer bazen. Bir kaç mevsim, bir kaç insan, bir kaç anı, bir kaç acı.. Her şey biter, hesaplar ödenir, defter kapanır. Sonra olmadık bir zamanda, olmadık bir yerde  bir karşılaşma olur. Sonra… Sonra bir şey olmaz, olmasın da zaten. Sonra sadece gülümser insan. Acı acı derler ya, öyle… Öyle işte. Zaten bu değil mi yaşamak denen karın ağrısının özeti...

İşte yine baş başayız içimin acısı, yine biz bizeyiz ver elini.
Sus ve ne olur incitme beni...
söyle şimdi
hangi mevsimin iklimiydi gözlerinde
hangi karlı dağlara yürüdü karanlık
oysa ben bir avuç bulut saklıyorum sana
mavisinde turna sesiyle...
yediveren bir gül gibi doğdun ya içime
bir yel esse selamın var sanırım
kaç kula nasip olur böyle sevda söyle
beni benle ötelere götüren sen
gelmişsin gelmemişsin beklendiğin yere
umurumda mı sanırsın...
Olcay Kasımoğlu

Yüreğimde Sakladığım Son Sözüm

Annesi temmuz ayı yağmurlu bir yaz akşamın da doğduğunu söyler.

Kendini anlatırken; yaşamın zor koşulların da düşlerin gücünü keşif etti. Kalabalık bir aile içinde geçen çocukluk yılların da düş kurmayı öğrendi.
Gençliğinde düşlerinin peşine düştü çoğu zaman zorluklar bedenini istila etse de hiç vazgeçmedi.
Zaman oldu, oda yalancı baharlara aldandı.
Esrik bir ruhla sevimli aptal aşıklar gibi dolaştığı yerler de kendini buldu.
En çokta insanların sızlayan yerinden sevmeye çaba gösterdi. Nedendir bilinmez hep acı çekenlerin yanında kendini buldu.
Ne zaman kendine dönse, muhakkak bir çıkmaz yol çıkar ve dolanır, dolanır sonra kendine çıkardı. Kendine çıkan yollar da hep mücadele ve Sabir vardı. Sanki hayat kendi rönesansını ona hep mücadele den yana çizmişti.
Fikir bahçesinin kendine açtığı zamanı hatırlamıyordu, kendini bildi bileli fikir bahçesine yolunu çizmişti.
Edebiyatın kapılarına adım attığından beri de; şiirin ve yazı yazmanın gönül sırdaşlığını keşif etmişti, biliyordu söz derinler de ve en çok yaralar da bu derinler de köze dönerdi.
Artık yazının ve şiirin yolcusuydu.
Aşka, insana,doğaya ve kendine duran...
Artık baktığı her şeyin iç yüzünü görmeye başlamıştı. Kelimelerin içlerine sakladığı arka odalar da dolaşmayı öğrendi.
Bir gülümsemenin, tatlı bir sözün en katı kalplerde ki değişimini gördü.
Nice insan yüreğinin, hiç öpülmemiş, sevilmemiş olduğuna şahit oldu. Mesleği gereği çok insan tanıdı ve hayatlarının görünmeyen taraflarına şahit oldu. Dünyaya gelen bir çok çocuğun ilk nefeslerini içine çekti.
İnsan hakları bildirgesi”ni okudu,Kuranı-kerimin mealini, Tevrat , İncil, Zebur, siyası, toplumsal içerikli bir çok kitap okudu. Kitapların insanı nasıl silkelediğini,yeni bakış açıları kazandırdığını ve kendiyle yüzleştirdiğini gördü, okumanın gücüne inandı.
En çokta şiirle geçirdiği saatler kısa, şiirden uzak geçirdiği dakikalar uzun geldi.
Yazarken içinde ki duyguları telden,süzgeçten geçirdi. En na-mahrem duygularını sınava çekti.
Hayatın da yaşadığı hiç bir şeyden pişmanlık duymamayı öğrendi. Yanlış seçim ve sonuçlarını yaşamak akabin de yaşadığın üzerin den tecrübe ve deneyimin olmazsa olmazlarını öğrendi.Ve geçmişini bir “öğretmen” olarak kabul etti.
Henüz cevaplayamadığı bir çok soru olsa da yaşamın aydınlığın da insanlara durmayı seviyor. Yaşamın çok özel bir hediye olduğuna, yaşanması gerektiğine, yaşı kaça vurursa vursun yüreğinde ki çocukla inanıyor. Çocukluğunda ki yaylaların serin esen rüzgarlarını,ilkbahar da açan kardelenleri ve yere uzanıp gecenin karanlığın da kendine seçtiği yıldızın yüreğine göz kırpan dostluğunu özlüyor.
Şimdiler de en büyük hayalı; Savaşsız bir dünya ve açlıktan ölmeyen çocuklar ve şiddetin olmadığı mutlu yuvalar, insan olmanın erdemine yakışır bir dünya düzeni.
İlerde sallanan bir koltukta, denizin karşısında dalıp gideceği günler.!..
Sevimsiz duyguları dar ağacına asacağını ve bu yaşamdan çıkaracağını söylüyor.
Yaşamda ki yükü ağır; içine süzüldüğü dünyanın eşit olmayan dengelerine ve doğuştan verilen hakların sadece fikirden yoksun,paradan zengin insanların elinde olmasına çok kızıyor. Yaşam hakkının ,haktan anlamayan cahillerin elinde olmasına kızıyor. Hakkaniyetin derin sulardan sudan sebeplerle çıkartılmasının öfkesini taşıyor, bir de adam olmayanların adammış gibi libaslara sarılmasına kızıyor.
Her şeye rağmen dilinden türküler düşmüyor.
Her şeye rağmen dilinden türküler düşmüyor.
Her şeye rağmen dilinden türküler düşmüyor.Her gece kirpiklerine düşen yıldızlarla göz kırpıyor. Hiç öpülmemiş,sevilmemiş yüreklere dokunuyor. En çokta insanların acıyan yerlerine dokunuyor. Hep acı çekenlerin yanında kendini buluyor.
Hala içinde ki masum çocuk gözleriyle yıldızlara göz kırpıyor. İçinde kimselerin bilmediği bir lisanı var. Bütün güzel şeyleri içinde ki sesle dinliyor.Hala vaktinden önce açıyor yapraklarını...Ne olursa olsun 'Hala bir yani umudu yeşil,bir yanı mavi'Yaşamın çok özel bir hediye olduğuna inanıyor.İşte bu nedenle olsa gerek; aç gözlülükten uzak, esir olmadım kimseye. Hiç kimse h tutsak edemedi beni kul kapısına.
Olur da bir gün merdivensiz kuyulara düşersem, içimdeki;görmek isteyenlerin gördüğü, satılık olmayan, değer biçilemeyen, elden ele geçmeyen, takası yapılmayan, içinde güzel şiirler okunabilen, en güzel ve en zor olanını "YAŞAMAK" sanatına dönüştüren yüreğimi çıkarın gün ışığına yeter...

23.08.2012/ İstanbul/ ''Yüreğimde Sakladığım Son Sözüm''

Olcay Kasımoğlu
HEPİMİZİN GÖNÜL VADİLERİ VAR
Kendi içinde enginliği ve derinliği olmayan, insana durmayan, ırkçı,faşizan, güzelliği sabote eden her türlü düşünce ve ideoloji değişmeli.
Yaşamın köhne alışkanlıklarına bağımlı olmak, sınırlara ve öğretilere boyun eğmek doğaya aykırıdır.
Dünyayı özgürleştirmek, hırstan, nefretten, kibirden, hoşgörüsüzlükten kendimizi arındırmak için, sağduyulu bir dünya için çalışalım.
Unutmayalım ”yalnızca dünyayı aşmış olanlar” iyi bir dünya yaratabilirler.
İyi bir dünya ”mutlu ve dingin insanlarla” süreklilik arz eder.
Ne yaptığını bilmeyen, karasız insandan daha korkağı yoktur.
Oysa bütünlüğün içsel boyutların da kendini aşmış insanlar akılla birlikte kavrayışın önemini bilir, bananecilik ile korkaklık arasında gidip gelmezler, çare arayışına girerler.
Özgürlüğün gerçek mutluluk, cesaretinde insanca yaşamak için elzem olduğunu bilirler...

dursak sevda ışığına
içimizde ki köhne karanlıklar
çıksa ışıklar diyarına...
 karışsa sesimiz mutluluk çığlıklarına
yağsa yağmurlar
arınsak
gök kuşağının
yedi renginde buluşsak
sen tomurcuk 
sen damla sen yaprak
sen sevgi nehirlerinin aktığı büyük deniz olsan
toplar özümü sererim aşkı yüreğine....
Hepimizin gönül vadileri var; o vadiler aşk, marifet, gönül tokluğu, farkındalık ve kötüye meyillenmemektir ve her kalbe bir gönül gözü gereklidir...
Yürekte yıllanmış kederler, boğaz da düğümlenmiş, kelimelere dökülmeyen ve gözümüzdeki nem, yanağımıza süzülen iki damla gözyaşı, hayatın tüm duygularını kendin de toplayan abu-hayat pınarımız, yüreğimizi temize çeker...

İnsan ancak doğru anlayışla özü kavrayabilir⚘

Hayat, sabahına pişmanlıklarla uyanmak için çok kisa
Ya duvarlarını indir
Ya vazgeçmeyi öğren
Ya da sevmeyi...
Paulo Coelho' bu konuda hissettiklerini çok güzel ifade etmiş.
"Bazı şeylerin gitmesine izin vermek işte bu nedenle önemlidir: Onları serbest bırakmak. Gevşek olanı kesmek. İnsanların hiç kimsenin işaretli kağıtlarla oynamadığını anlaması gerekiyor; bazen kazanırız ve bazen de kaybederiz. Hiçbir şeyi geri almayı bekleme, yaptıkların için takdir edilmeyi bekleme, ne kadar zeki olduğunun keşfedilmesini bekleme ya da aşkının anlaşılmasını. Daireyi tamamla. Gururlu, yetersiz ya da kibirli olduğun için değil, sadece artık, onun senin yaşamında yeri olmadığı için. Kapıyı kapat, plağı değiştir, evi temizle, tozdan kurtul. Geçmişte olduğun kişi olmayı bırak ve şu anda kimsen o ol. "
İnsanız, her zaman çiçek açacağız diye bir koşul yok, dört mevsim yeşil kalamaz hiç kimse. ama zamanından önce solmaya yüz tuttuysan belki de toprağını değiştirme zamanı gelmiştir.
İnsanlar hissettiklerini muhakkak söyleyebilmeli
Gerçekte nasıl hissettiklerini
Değil mi ki;
Bu şarkılar, bu filmler bize yalan söyledikleri için suçlular.
Tüm kalp kırıklıkları ve her şey için.
Yaşamımızda her neyi deneyimliyorsak, onun ötesine geçmek ve yeni bir kapı açmak üzere deneyimlediğimizi bilip, bunu hatırlayalım.
Zaten bu değil mi yaşamak denen karın ağrısının özeti.
Sana içinde ne olduğunu gösterir.
"Ne istediğini bilmezsen istemediğin bir sürü şeyin olur" diyor Pessoa.
Neyi, kimi aradığını bilmeyen bir sürü insanın, lüzumsuz kalabalıklara, hayal kırıklıklarına, mahkum oluşu, bundan değil mi?
'Kendimize kim olduğumuzu hatırlatmak için hepimizin aynalara ihtiyacı var.”

Yaşadığımız evrende, insan davranışları ve sözleri o kadar özden yoksun olamaya başladı ki, ortak değerleri bir arada tutmaya yetmiyor.
Sanatın bütün dallarıyla yaşama sarılmalıyız, kıymetini bilmeliyiz. Ayaklarımızın altından her geçen gün kayıyor bizi bir arada tutan ortak yaşam alanlarımız.
Değil mi ki;
Sanat eseri, söz cambazlığına gerek duymadan, ustalığını işlevi için göstermeli.
Yaşama sevinci ve direnç vermeli ya da umudumuzu tazelemeli....
İnsan derinliğine hissetmediği hiç bir şeyi samimiyetle ifade edemez diye düşünenlerdenim. .
Her daim gerçek sanatın bildiği bir tek yol var, tüm insanlarla kucaklaşmayı denemek ve istemek...
Ve Her şeyin bu kadar iç içe geçtiği, doğrunun yalan karşısında kendini müdafaa etmek zorunda kaldığı, insanların el etek öperek, varlık nedenlerini unutarak, başkalarının gözünde değerli olma sığlığında boğulurlarken karşı duruş geliştirerek yazmak, insan doğasına paralel bir eylemdir.
Her ne kadar insan, evrenin yaratıcısı olmasa da, kurmaca dünyanın yaratıcısı olarak son derece içgüdüsel bir duyguyu beslemektedir.
Yazmak da bir anlamda yaratmak ve manevi bir eylemdir.
Bu eyleme katkı sunmak ne hoş...
Ve her insan,
Her insan için...
Yüreğimiz, bilincimiz var oldukça bitmez bazı şeyler
Umut hep taze
Umut huzur ve yosun kokusu
Umut dolu bir esintiyle savrulmak ne hoş...
                                                                                 Hayatın kalbi bir ritmdir o ritm herkes de var. Önemli olan o ritme yön verebilmek ve içimizde ki çocuğu kaybetmemek.
Yaşamak aşkına, insan aşkına , kilometrelerce bir yolculuk bile, tek bir adımla başlarken, yaşamak bu kadar güzelken ve saniyelere bağlıyken;
Neyin telaşındayız, neyin kavgasındayız?
Velhasıl ‘insanlıkta ve yalınlıkta’ başlı başına bir sanattır yaşamak...
Olcay Kasımoğlu

24 Aralık 2018 Pazartesi

Hayat Cesurları Sever
Hayat bizi yargılamaz, kendi içinde ki öze ulaştırmak için, bütün evreni kalbimizle dinlemeye davet eder.
İnsan yetmezlik içinde bile mutlu ve dingin olabilir.
Her şey doymazlık da gizlidir. Büyük irdeleme ve küçük yürüyüş başlamasın bir kere, her an yaşam fışkırır hücrelerimizden. En kırılgan zamanlarda,en puslu havalarda bile.
Harika bir dünya sahnesi var ve herkese yetecek kadar görev dağılımı. İster seyirci olalım ister yönetmen veya oyuncu, yeter ki insan olalım.
İnsan olmak en mühimi ve sevmek, sevgiyi seçmek en güzeli !
Yeter ki öze dokunsun, candan olsun.
aşkın
umudun
en masum en hilesiz haliyle
yüreği kendi kabından taşacak kadar
billur ışık da görünen sevgili
katıksız sevincin düşünde
kırmızı güller yedireyim parmaklarına
kalbimin en derin yerinden
buğulu bir atlastan
katıksız sevincin düşünü göreyim
yükümüzü sıcaklar taşısın derken
hangi sıcak demetinde kırıldı düşlerimiz
söyle
söyle de bileyim
bileyim de en güzel bahtı sunayım sana
kendi derinliğine akan bir ırmak gibi
tut ömrümün dallarından
seninle tomurcuklara durmuş ekin olayım
Olcay KASIMOĞLU




KENDİYLE BARIŞIK OLAN HERKESLE OLUR♥
Başkalarının kendi olabilme haklarını ihlal etmeden yaşamı yaşanılır kılmak ve anlamlı yaşamak istiyorum diye bilmektir yaşamak.
Ve yazmak, yaşamın anlamını bırakmaktır satır aralarına.
Sadece acı mıdır yaşadıkları elbette değil, hele hele acıya teslimiyet hiç değil, satır aralarından okuduğumdan olsa gerek hissettim... O en içten olan, o denli sahici ...
''İnanmak
Uçurumunun kıyısında
Bilmeye çevirdi yüzünü''...
Ölmekle gömülmeyecek bir sözün olsun hayata dair derken buna inanan ve yaşayan insan olmanın samimiyetiyle, hayata yüreğimden bir eyvallah demenin içtenliğiyle ''Hayatta hiçbir şeyden korkmadım, korkmayacağım'' demeyi ve kalbime seçtiklerimi almayı ve bana eşlik edenlerle yoluma devam etmek varlığıma en güzel armağandır...
Söz cambazlığına gerek duymadan,hayatına davet ettiklerin, yaşama sevinci ve direnç vermeli ya da umudu tazelemeli.
İzleri ve yansımaları yalın ve sade bir dille, karanlığı aydınlığa çeviren  ruhsal güzelliğin adı sevgi ve direnç olmalı.
Doğunun dağ yelinden süzülen gün gibi
Üstüne titrediğim sev beni durul kıyılarımda 
Büyüme öyle gülüşü gamzeli kal...

Her insan ikinci bir şansı hakeder, ama aynı hata için değil.
Yılmaz Erdoğan'ın yazdığı, Altan Erkekli'nin ''Bana bir şeyhler oluyor'' oyununda seslendirdiği;
''Yaşamak dedi tek marifetiniz, biraz özen gösteriniz!..''
Devam etti;
''Yalnızlık,
Her kimliğe doğuştan yazılı tek uğraşıdır insanın bir yaşama sırasında...
Tek sermayesi, sahip olduğu tek şeydir, kıymetini bilmelidir, dedi...
Yalnızdır insan, hep kalabalıklara karışma telaşı bundandır.
Kalabalık yalnızlıklar, yalnız kalabalıklar oluşur, şehir şehir, ülke ülke.
Kalabalık arttıkça, artmaktadır yalnızlıklar.
İnsan, bir ölümü istemez, birde ondan beter bir yalnızlığı, ama ikiside muhakkak gelir başına bir yalnız yaşama sırasında.
Ölümün değil ama yalnızlığın bir tek çaresi var, dedi...
Tek çaresi aşk'tır bir yalnız yaşama sırasında nefes almanın.
Aşkta zaten iki yalnızın, ortak bir yalnızlıkta buluşmasıdır, dedi...
Aşık olun, gösterin birbirinize yalnızlıklarınızı.
Nasılsa ayrılık insanın kendi tek kişilik yalnızlığını özlemesi.
Sade ölüm değil, ayrılıkta yaşamın emri.
Evet söyledi, ya da ben duydum.
Duyduğuma göre elbet bir ses söyledi bu söylendikçe usulen söylenir olan sözleri.
Evet duydum söyledi,
Her duyduğumda ağladım ve çok ağlayışım sırasında duydum,
Kalbim tutarak tuttu duyduklarıma,
Soruldu dedi cevap alındı,
Yaşamak dedi, tek marifetiniz; biraz özen gösteriniz.
Zulüm; kimse zalimlik yapmayınca biter, mazlumlar dahil dedi...
Ama yapmayın o daha bi çocuk dedi Tanrı...
Ya gördüm neyleyim, insanlar vardı duvarın içinde.
Ya ben hep duvara konuştum, ya da duvar değil konuştuğum, içinde insanlar var.
Nedense beni anlasın istedim içinde insan olan duvarlar...
Bilmiyorum, belki de ben gerçekten delirdim, onlar; haklı belki de,
İçinde değil duvarların insanlar, SADECE ARASINDALAR.''
Aynı şeyi farklı şekillerde yaparak aynı sonuçları almak bizi genişletmiyor. Zaman artık, hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin; büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek kârlar ve sığ ilişkilerin zamanı olsa da; geçmişin izleri halen bizimle yüz yüze. Yeter ki yüzümüzü, yüreğimizi çevirelim  içsel güzelliklere. Onurlandıralım evrenin göğsüne sanatı işleyip gidenleri. Bize bırakanlara minnetle, bizde geleceğin kuşaklarına kültür mirasımızı devredelim. 
''Her zaman, komşunuzu da kendiniz gibi sevin- ama önce, kendini seven birileri olun.'' diyen Neitzsche'ye hak vermemek mümkün mü!
Dokuna dokuna, anlam ve mana katat kata, Katanlara minnetle...
Olcay Kasımoğlu


BİRLİKTE ÜRETİLİR

http://siyasalyasam.com/yazarlar/birlikte-uretilir/

Eğlendirirken, düşündürmeye, hayatı göstermeye, ayna tutmaya kadar uzanan geniş bir yelpazeye yerleşir tiyatronun önemi ve varlık gerekçesi.
İstanbul Göle kadın meclisinin kadınları olarak bu etkinliğin en önemli işlevi; gösterimden elde edilen gelirin okuma imkanı olmayan çocuklar için toplanması...
Ve;
Cinsiyet ayrımcılığının en yoğun hissedildiği bölgelerin sorunlarını bizzat yaşamış kadınların rol aldiği bir tiyatro olması başlı başına önem arz ediyor.
Kendi yaşamamış olsa bile kendinden önce ki kuşağı, kuşaklar yaşamış.
Her zaman dile getirdiğim bir şeydir.
Yaşamayan sadece dinler, duyarlılık adına empati kurmaya çalışır. Lakin yaşayanlar hissettirir. Gözlerinde ki yaş, seslerinde ki ritm, acının ve sevincin yerküresidir.
Bugün çoğumuzun yakındığı, yaşadığımız sorunların temelinde, sosyalleşememenin ve insan eğitimi eksikliğinin olduğunda hepimiz hemfikiriz.
Elimizi taşın altına koyalım, sahip çıkalım.
Coğrafya kader olmamalı.
Eğitim ve öğretim bir kesimin ayrıcalığı olmamalı. Hele ki,paranın koşullarında alınacak bir duruma getirilmişse en acısı da bu işte.
''Kendimize kim olduğumuzu hatırlatmak için hepimizin aynalara ihtiyacı var.''
Her akşam televizyon dizilerinin başında, hayatlarını başkalarının hikayeleri üzerinden yaşayanlar, dizi kahramanlarıyla özdeşleşerek gerçeklik algısını yitirenler, kendi hayatlarına ne kadar ilgi gösterirler veya kendi hayatlarının sözcüsü olabilirler?
“Hissetmediğimiz yaraları iyileştiremeyiz.” demiş S.R.Smalley.
”Başkalarından uzak durabilirsiniz ama kendinizden değil. İçinizdeki bildiğiniz değil, bilmediğiniz sizi yönetir. Önce içinize sonra çevrenize bakın ve ilgi gösterin; yıkıcı bir sona doğru gitmemek için”
Bizim çocuğumuz iyi bir eğitim alabilir. Ya o uzak dediğiniz, dediğimiz; okula, öğretmene ihtiyacı olan çocuklar, onlar bir gün gelip sormayacak mı 'Eğitim bir haksa' biz bu haktan nasıbımızı niye almadık?''
Umursamazlık almış başını gitmiş, şiddet ve ölüm haberlerin, etkili bir korku filmi tadında izleyen seyircinin “kurban etkisi” denilen şiddete kayıtsız kalma durumuna dönüşmüşse yeniden silkelen meliyiz !
Kendi hayatının anlamını değil, başka hayatların anlamı üzerinden yaşama yürüyenler, kendi hayatlarının yaratıcısı nasıl olabilirler?
Şiddetin her türlüsüne karşıyım. Kayıtsızlık da bir şiddettir. İnsanlar acı çekerken, eğitim hakkından yoksun bırakılırken bundan rahatsız olmuyorsan, yaşam içerisinde aslında yoksun.
Acılar zamanla dilsizleşir, unutur geldiği yeri. Bıçak gibi keser,
İnsan olmak onurdur, onurlu olmak insan olmaktır.
Yaşatmak, yaşamak bir değerse, duyarlılık da bu sürecin tamamlayıcısıdır.
Onuru ve sağlıklı bilinci olan herkes haktan ve adaletten yana tavır alır.                                                                                                       
Sevemedim yarım yamalak insanları, yarım yamalak sevdaları, yarım yamalak iyilikleri, yarım yamalak yaşanan hayatları, dilin altında dönen dolapları,.
Gösteriş budalası kuklacıları, kendini bulamayan aymazları sevemedim..
Yaşamak ve yaşatmak hakkının akla karanın tam ortasında kalmasını sevemedim..
Sevemedim kendine namusluları, kendi kapısına gelinceye kadar üç maymunu oynayanları sevemedim..
Ne güzel demiş Dante;.,
“Başkalarının ekmeği acı,
başkalarının merdivenlerinden
çıkmak eziyetlidir.”
Dünyanın her yerinde gelecek ufku olmayan insanların hayata karşı tutumları, çaresizlik içinde bilinmeyeni beklemektir. Geleceğe yönelmeyen hiçbir insan kendisini yenileyemez...
Hayat eylemleri sever...

http://siyasalyasam.com/yazarlar/birlikte-uretilir/

22 Aralık 2018 Cumartesi

Ayrılık yaman 

Ayrılığın ne olduğunu yaşadıkça eleyen insanlar, öğrendiler ki ayrılık ne araya yolların girmesi ne alınan biletlerle uzak diyarlara gidilmesi !
İnsanın kendini anlatmaktan vazgeçmesidir ayrılık.
Yollara yatırdığı gözlerini düş kırıklılıklarıyla toplaması içine.Dışarıda güneşli bir gökyüzü,cıvıl cıvıl kuşlar,ışıldayan nehirler,denizler hepsi nafile gözlerinin gördüklerine küs halini hüzünle yüreğine yedirmesidir ayrılık.

Türküler dinlerken sesinin dost sesiyle çoğalmaması, coşkuya hasret kendi sesinde boğulmasıdır ayrılık. ayrılık gözlerinin dünyaya değmesinden vazgeçtiğin andı sualsiz cevapsız tüm sorgulamaların suskunluğa kendini teslim etmesiydi. çaresiz çocukların kimsesizliğin de gözlerine düşen yaş gibi umarsız ve çaresizdi büyük insan ayrılığı.

İnsan gidişi ayrılık değildir sadece ayrılmadır için de umut bırakır belkiler bırakır asıl ayrılık insanın kendi içinden vazgeçmesidir. Bilirim yaz ortasında kar yağdırmadığını,Bir ağacın dalından yaprağının ayrılmasının ayrılık olmadığını bilirim. 

Ayrılığın geleceğe ışık düşüren gülüşlerde saklı olmadığını biliyorum. Biliyorum ki ışıklı gülüşler ayrılmanın sadece bir daha ki sefere gamzelerde hasretle bekleşmesidir.

Ömrüm azalarak önümden akarken,her yer birbirine bu kadar benzerken ve her şey bu kadar gerçeğin inceliğin de benim korkularımı desteklerken;


Hepimizin vuslata yenik yaraları var ama hiç bir şey ebedi değil.
Nasıl dünya faniyse acılar da fanıdır.
İnsanın toparlanması zaman alır, biliyorum...
''Her yara kendi ağacın da büyür, her yara kendi ağacın da budanır.''
Bitmez sandığımız hayat günü gelince sormadan alır kendini bizden.
Bitmez sandığımız kadar uzun değilmiş diye şaşarız, giden herkesin arkasından bakarak.
Kirpiklerimizin birbirine değmesi kadar kısa olmasına bir kez daha şaşırırız...

içimde ki çocuk bağırıyor...
neredesin?
kanadı kırık kuşlar gibi çaresizim
kimsesiz yüreğim üşüyor sevdiğim
umutsuzluk dehilizinde boğdular beni
yolum şaşırmış yolunu...
neredesin?
bütün söylenmemiş sözlerin hasretinde bitirdin beni
tut bırakma ellerimi desem gelir misin?
beni can diye sarsan yaralarım iyileşir mi
hasretinle daldığım geceler benim değil ki
can yanar dil susar özleyen beden değil ki
gelirim kapının eşiğine, yüz sürerim bastığın yerlere
sen bunun farkında değilsin ki
kururum,yanarım kalırım eşiğinde
sen bu dünyadan vazgeçemezsin ki
neredesin?
hangi bağın bahçıvanısın, söyle ?
ben hasretinde ben umudunda
söyle, sen hangı gül dalının bülbülüsün ?
yağmur bulutlarına karışıp,bütün yenilgilere inat
sevda diye yağacağım üzerine, bekle...

Olcay Kasımoğlu.
Sen tuz ben deniz
mavi bir deniz de
biz seninle pupa yelkeniyiz
martı gibi umut ve sevinç yüklüyüz
güzelliklerin dokunulmamış gizemin de
düşlenmemiş renklerin çılgınlığın da
kulaklarımıza binlerce ses dökülürken
saçlarımıza üşüşürken papatyalar
içimizdeki ışıltılardan
sevgi çelenkleri örüyoruz
yüreğimiz şarkı faslında tılsımlı
yeni bir bahar yeşeriyor tenlerimiz de
doğanın tüm pınarları sen diye akıyor
toprak bütün suları biz diye içine çekiyor
doğa yediveren renkleri kıyılarımıza taşıyor
bin bir arzuyla köpüren dalgalar
gelip kıyılarımızda renklerimizle buluşuyor
dünyanın ihanete durmuş
bütün çirkinliklerinden uzak
senle ben biz olmanın telaşında
aşkın maviliklerinde umuda yelken açıyoruz
huzur ve yosun kokusu
okyanusun tuzlu esintisi
dalgaların uzaklardan gelen tınısı ve rüzgar
işte böyle delicesine bir şey
işte böyle coşkulu bir şey seni yaşamak...
Olcay Kasımoğlu
FELSEFE ZADE

İnsanoğlu bir gün;
Virgülü kaybetti:
Söyledikleri birbirine karıştı.
Noktayı kaybetti:
Düşünceleri uzayıp gitti, ayıramadı onları.
Ünlem işaretini kaybetti bir günde:
Sevincini, öfkesini, bütün duygularını kaybetti.
Soru işaretini kaybetti bir başka gün:
Soru sormayı unuttu.
Her şeyi olduğu gibi kabul eder oldu.
İki noktayı kaybetti bir başka gün:
Hiçbir açıklama yapamadı.
Hayatının sonuna geldiğinde
Elinde sadece tırnak işareti kalmıştı.
“İçinde de başkalarının düşünceleri vardı yalnızca."
//Alex Kanevsky

Yüreğinde sevgi olanlar ve bunu yaşayanlar; hiç bir zaman yalnız değildirler.
Onların verdiği güç, ruhsal güçtür.
Bu ruhsal güç tüm yaşamın başlangıcıdır; güneşi, ayı, yıldızları, dağları, okyanusları, tüm yaşamı ve içindeki her şeyi şekillendiren güçtür...
Ve hoşgörü,yüreklerde tutuşmuş sevgidir.
Taşla dolu olan çok sayıda kalp var. Kalpleri taşla dolu insanlarla birlikte yaşamak kolay değil. Bu tarz insanların düşünceleri çarpıktır, düşleri kuraktır.
Bilgeliğe, akla, kendilerine ait olan sevgiye bile ulaşamazlar.
Bütün mesele; bunları şu dünyanın içinden bulup çıkarmak.
Sevginin kendi gerçeğini keşfettiği, ruhun sevgiyle demlenip insanların yüreklerinde iyilik tohumları olarak başak verdikleri gün-günler ''onurlu yaşamın'' sevinçli günleri olacak...İnanıyorum, olacak...

Olcay Kasımoğlu
Duyarlı olmak zorundayız
Ä°lgili resim
Dünyada ki bütün kötülükler neredeyse her zaman cehaletten kaynaklansa da bazen olması gerekenler yeterince anlatılmamışsa ve aydınlatılmamışsa, iyi niyet de kötülük kadar zarar verebiliyor.
Yapılan araştırmalar da öncelikle Çocuklar için en büyük tehlikenin;
1. Şeker
2. Sevgisizlik
3. Televizyon
4. Bilgisayar oyunları, olduğu üzerine ciddi göstergeler mevcut.
Özellikle eğitmenlerin, ebeveynlerin kendi dimağlarını törpülemeler-inin, kendilerini bilimle, eğitimle yetiştirmelerinin ne kadar önemli ve elzem olduğunu bilmemiz gerekiyor.
Eğitim politikamızın çağın gerekleriyle uyuşmadığını hatta çeliştiğini, çığ gibi gelişen ve ilerleyen teknoloji karşısında nasıl yetersiz ve bilgisiz durduğunu görüyoruz.
Dünya geliştikçe,insanda kendini yenilemeli,güncellemeli yoksa çocuklarımıza, geleceğin anne-babalarına nasıl bir kültür mirası bırakabiliriz.

Değerin,erdemin para ile statü ve mevki ile itibar gördüğü bir yerde çocuklarımıza analıtık düşünmeyi, yaşamı sorgulamayı ve kendi ayakları üzerinde durmayı nasıl gösterebiliriz, anlatabiliriz.
Çocukların yaşamı, oyun oynayarak keşif ettikleri sahaları her gün biraz daha küçültürken, korkularla,ayıplarla, günahlarla toplumsal yaşamın gereklerini savsatalarla beyinlerine nakil ederken, gelecek vaatlerimiz nasıl aydınlık olabilir ki. 

Kendine yetmeyi, başkalarının yaşamına saygıyı, evrene ve doğaya adil olmayı biliyorsak ve inandığımız gibi yaşıyorsak geleceğin bireylerine bir şeyler verebiliriz. Bu sadece okumakla kazanılan bir değerde değildir. Her şeyden önce, insan vicdanın ahlak yasasını çocuklarımıza öğretelim.
Bunun içinde bütün kurum ve kuruluşlar, öğretmenler, ebeveynler ve devletin eğitim polıtıkaları geleceğin büyüklerine ,insana yatırım yapacak.

Olcay Kasımoğlu