Translate

19 Eylül 2019 Perşembe

Bir gün aradığım o yeri bulacağım

Gönül ektiğini biçer💙Zamanı israf etmeyelim...
mavi suların masalından düşmüş gibi
içimde ki suskunluğun sırlarına akıyorum sessizce
düşünceden tasadan uzak
anılarda kalan kızıl gülün büyüsüyle
dökülüyorum hayatın köküne...
''Neye sahip olduğumuz değil, neyin keyfine varabildiğimizdir mutluluğu yaratan.'' Ben buna yaşamsal fark ediş diyorum.
Yaşamsal fark ediş her şeyden önce insanın kendini bilmesini sağlamalıdır.
İster bir gün, ister bir yüzyıl yaşayalım, asıl soru hep var olur, ”Kendini bilmek nedir?”
Varlığının anlamını içselleştirmişsen sorgulamanın gücünü fark ediyorsun. Kendini fark ettikçe yaşamsal fark edişin önemini kavramaya başlıyorsun.
Hayatımızdaki herhangi bir şeyi değiştirmek istediğimizde bakacağımız tek bir yer var, ”Kendi içimiz.”
Yaşamsal fark edişin en önemli ayağını oluşturuyor.
Gerçekten anlaşıldığımızı hissettiğimiz zaman kendimizi, diğer ruhun güvenine ve sığınağına bırakmak konusunda özgür hissederiz.
Öğreniyor insan zamanla hayatına kimleri alacağını, neleri azaltacağını ve kimlerle yola devam edeceğini.
Öğrendikçe sadeleşiyor, arınıyor.
Yaşamımızda ki seçimleri yaparken özellikle cesaret olmazsa olmaz dediğimiz iç disiplin ve nüfuz edici ve doğru kavrayan bir zeka, sevgi dolu bir kalp ve bunlara uygun olarak iyi bir vicdan çok önemli ve sevmeyi başarmak, aşkın yarattığı her şey ile anlaşmaktır.
Öğreniyor insan anlayış aitliği besler ve biliyorum bir gün aradığım o yeri bulacağım..

Değişikliklerden korkan, cesaretsiz kişiler her zaman insanı duyguları kendi içlerinde ve işlerine geldiği gibi özensiz yaşayacaklardır.
Sevdiklerine sahip çıkacak, fedakarlık yapacak sırasında köprüleri atacak kadar hayatın içinde olgunlaşıp, yaşanan,yaşanmış olan her şeyi yaşama deneyimleyip, olgunluğa katamayanlar hayatı sadece seyretme hakkına sahip olacaklardır.
Hayat; sorunlu, sorun çözmenin parçası olmayı başaramayan insanlarla heba edilmeyecek kadar kısa...

sessizliğe saklanıp
yüreğine ağlayanların
düşleri olur mu
oysa hep böyleydi
hiç değişmedi
kendimizi bildik bileli
ağlarken bile
içimizin odalarında dolaştı
çocuk kalan hüzünlerimiz
gülerken bile,
içimize döküldü
binlerce hüzün
yitik kalmış gölgeleri
kim bilebilir ki
her yaşın
göze düşmediğini
yüreğimizde ki bahçeyi sularken
hiç sızmadı dışarı
yüreğinin gözleriyle gör
içimizde sakladığımız bahçeyi
Olcay KASIMOĞLU

18 Eylül 2019 Çarşamba

Yalnızca şu ana sahibim

duyumsadığın her şeye en küçük önemi ver
sonrasız ve yumuşak
aşığın resmi sözcüsü davudi bir yağmur
yaşamın gülleriyle suluyor toprağın bağrını
ve her şeye inanmaya itiyor insanı
ya insanlar
insanlar yorulmuş
yıpranmış yalanların yüküyle aşkı gizli yaşıyor
ey eşiğimin bir tanesi
bırak sökük kalsın gece
saf nazla
hür aşkla
duyuyor musun yeni’yi
başlayanım ben
inanıyorum umuda 
inanıyorum aşka…

Yaşamak başlı-başına bir serüven; inişleri ve çıkışlarıyla, fırtınası, rüzgarı, boranı ve gök-kuşağı ile doyasıya yaşamak.. Doğanın içindeki gizleri fark ettikçe kendini fark etmeye başlamak..
Velhasıl yaşam-yaşamak bir sanat; onlarca, yüzlerce kanaldan beslene bilir; ama en önemli kanal insan! Onu tanımlayan, onu destanlaştıran, şiire, hikayeye geçiren tek varlık. Onu yok eden de...

İnsan ilişkilerini bir ağacın dallarına benzetirim. Dikkatli baktığında aynı kök üzerine kurulu bu dalların hiç biri, yön olarak, ebat olarak birbirine benzemezler. Bir kısmı gölgede bir kısmı güneşe doğru bir kısımda yere yakındır.
İnsan yaşamının koşullara ve imkanlara göre nasıl çeşitlendiğini hatırlatır.
Hepimiz insanız lakin hayatın içinde düştüğümüz kareler bile aynı rüzgarın yönüyle esmez.
Kimimiz hayata 1/0 yenik başlar kimi el bebek gül bebek, kimine sokaklar kimine de hayatı sadece seyretmek düşer ve insan, en çok kendisinden korkar.
Kendi duygularından, güçsüzlüklerinden, zaaflarından, acılarından, coşkularından ürker.
Onun için kaçar yaşamdan, aşktan, öfkeden, sevinçten, kendisinden kaçar.
Ve sonra yaşam, hepimizi kendi sofrasında ağırlar.

İnsan; hayatı keşif etmeye, değişmeye başlar.
Hayatın özü değişimken değişmemek, dönüşmemek için direnmek bir çiçek tohumunun hayır ben büyümeyeceğim böyle kalmak istiyorum demesine benzer.

Değişmek, gelişmek insan olmanın anlamıdır, beyinde başlar; düşün karar ver ve uygula.
Hayat mazeretlere kurban edilemeyecek kadar kısa öyle ise durma, geçmişinle barış kendinle barış korkularınla yüzleş ve değiştikçe geliş.

Hayatın özü değişimken değişmemek, dönüşmemek sadece yerinde sayanlara göredir. Yoksa anlamlı yaşamak isteyenler değişimin ve gelişimin, yeni şeyleri keşif etmenin ve yaşamın en büyük macera olduğunu, yaşama verdiği enerjinin önemini bilirler.
Hayat bir maceradır derken burada devam eden bir macera, bilinmeyene doğru sürekli bir serüven var.

İnsanlar mevsimler gibidir; yaşamadığımız sürece anlamayız nedir, neye kadirler...
Eğer bir fırtınada, çıkan fırtınaya teslim olursan arkasından açacak güneşten nasiplenemezsin yada sağanak yağan bir yağmurun ardından doğan yediveren gök kuşağını göremezsin...

Tıpkı kasvetli ve bulutlu bir havanın ardından kendini gösteren güneş gibi olabiliriz...
Mevsimler gibiyiz, hayatın bütünlüğünden vazgeçemeyiz, her mevsimin hakkını vereceğiz...
Düşe kalka,yana yana, gülerek,ağlayarak,insan yanımızla !

Değişimi inkar insanın kendini inkarıdır, kendine yapacağı en büyük haksızlıktır. Fiziksel, biyolojik, psikolojik değişimler hayatımızın dizgileridir.
Önemli olan her değişimin dönüşümünü, yaşantımıza faydalı eylemlere dönüştürebilmektir.
Her şeyin bir bedeli var derken şarkılar, değmez mi ''yaşamın'' yaşamak gibi bir anlamı varken, yaşamı kucaklamaya, kendin için, herkes için iyi bir şeyler yapmaya ve direngen bir umutla sevgiye sarılmaya değmez mi?

Olcay KASIMOĞLU

Bir yarayı bilgeliğe dönüştürebilmek

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, oturuyor, açık hava ve iç mekan 
Yaşadığımız toplumda, çevremizde, muhakkak karşılaşırız bu tip insan karakterleriyle.
''Kendi ihtiyaçlarını diğerlerinden daha önemli ve acil zanneden “benciller”,
• Kuralların kendileri için değil de diğerleri için koyulmuş olduğunu düşünen “asiler”,
• Sorumluluk üstlenmekten kaçan, sürekli etrafını suçlayan “hamlar”,
• Kendi istedikleri olmayınca sorun çıkaran “huysuzlar”,
• Öfkeli, sivri dilli, saldırgan tavırlı “kavgacılar”,
• İğneleyici ve küçümseyici sözlerle etrafta sürekli negatif bir hava estiren “kibirliler”,
• Hemen her konuda kendi görüşünü herkese kabul ettirmek isteyen “çokbilmişler”,
• Her durumu dramatikleştiren, sürekli sızlanan ve her şeyden şikayet eden “mızmızlar”,
• Egoları şişkin, kendilerini mükemmel zanneden ”narsistler”,
• Her şeyi kontrol altında tutmaya çalışan ve etrafındaki herkesi bu aşırı kontrolle kasıp kavuran “obsesif-kompulsifler”,
• Her durumda mutlaka olumsuz bir yön bulan “felaket tellalları.''
İçlerinde ki kötülüğü zapt edemeyen insanlar hepimizin çevresinde var.
Kendilerine yenik düştükleri yetmiyormuş gibi bizi de zehirlerler.
Bize kötü günler geçirten onlardır.
Onlar hayatın zaten var olan zorluklarını bir kat daha artırırlar.
Bulundukları ortamda kamplaşma, kutuplaşma ve çatışma yaratırlar.
Kendi taşıyamadığını eğirip-dürenden, başkasına yamayandan nasıl bir zihniyet beklenir ki ?
Hayatı bir hapishane gibi görüyorsak, ayak seslerinden, ayakkabı görüntülerinden başka bir şey görmeyiz..
 İçimiz dışımızla kavgalı, dışımız içimizle...
Bir olmanın çok ötesinde bir yerlerdeyiz ve dünyayı idrak etmenin en uzak köşesinde..
Her insanın haklı olduğu taraflar vardır, ve fazlaca yanlış bildiği doğrular…
Bu yüzdendir bu kadar anlaşmazlık .
Bu yüzdendir kendi yalnızlığımıza böyle kıskıvrak böyle sessizce gömülüşümüz.
Hayatın farkındalığını fark etmek ve ettirmek adına;
Her günün yeni gün, her yeni gününün yeni bir başlangıç olduğu düşünüldüğünde akan bir ırmak gibi olmak herkesin harcı değildir.
Fotoğraf; Oğuz Aral

17 Eylül 2019 Salı

Uzaksa insan kendine çürüyüp gider sessizce

Hiç bir söz yerinde bir susuş kadar etkili olamaz ama yerinde..
Çok konuşanlardan sonra susmayı  öğrendim.
Alçak gönüllü olmanın erdemini  çok bilmişleri görünce anladım.
Gerçekten bilenlerin az ve öz konuştuğuna şahit oldum.
Her yaşananın  bir deneyim olduğunu kavradım.
Değeri,değerinden aşağı da olanlara çok anlam yüklemenin ruhuma verdiği zararı keşfettim
Kendim olmayı seçtiğim andan beri, kendi değerimin başkalarının bana biçtiği değerde olmadığını keşif ettim.
Yalan gülümsemelerin içinde boşa geçen ömürlerin yavanlığını gördüm.
Paranın gücüyle var olanların, ellerinde ki parayı kaybettiklerinde hayattan nasıl silindiklerini gördüm. 
Ben, ben olmayı seçtiğimden beri hayatı çıplak izlemenin bana kattıklarıyla aydınlanmayı öğrendim....

Yetmezlik içinde bile mutlu ve dingin olabilir insan; her şey doymazlık da gizlidir...
İnsan, zaafları olan bir varlıktır. Varlığının anlamını içselleştirmemiş ise, hep tekrarları oynar. Sonra serzenişler karışır söylemlere ” Ben akıllanmam diye” oysa sorun akılda değil, yaşadıklarımız karşısında takındığımız tutum ve davranışlarımızdır.

Sahi herkes seviyor o zaman neden bunca acı, keder ?
Sorun sevgisizlik mi, yoksa yanlış sevgi anlayışı mı?

Sevgisizliğin toplumun temel sorunu olduğu hep yazılır, çizilir acaba asıl sorun sevgisizlikten çok sağlıksız sevgi anlayışı olmasın ?
İnsanlar daha çok sahip olmak istiyor...sahip çıkmak değil.
Egemen olmak istiyor...beraber özgürleşmek değil.
Benim olmalı diyor...hayatı beraber paylaşmalıyız demiyor.
... Üzerine yatırımlar yapıyor...fikrini sormadan.
... Bu ve benzer şeyleri sevgi ile karıştırıyor ya da bunların birkaçını sevgimize "katıştırıyor" olabilir miyiz ?
İki insanın gönüllü olarak kuracağı beraberliğin temelinde hiçbir biçimde "razı olmak" ya da "katlanmak" olgusu yatmamalı.
Kişiler; benim can yoldaşlığı yapmak istediğim insan ve istediğim yaşam bu diyebilmeli.
Bana göre tek başına mantık evliliği de, tek başına aşk evliliği de yetmiyor.
*İki insanın aşk ve duygusal uyumu olmalı.
*Kişilik,mizaç,dünya görüşü uyumu olmalı.
* Günlük yaşam tarzı çok zıt olmamalı.
* Yakın ve uzak gelecekten beklentiler de uyum olmalı.
*Menfaat ve çıkar üzerine kurulu hiç bir birliktelikte insancıl duygu olamaz bunun ayrımında olunmalı.
*Vicdan ve merhamet olmalı.
* Vefa duygusu muhakkak olmalı.
Hepsini bir arada bulmak zor olsa da en azından üzerinde düşünmeye değer...
Bir kültürdür bütün ilişkiler.
İçinde çok şeyle barındırır, yepyeni tohumlar çıkar ortaya...
İyi insanlar ise: hayatının içinde olmasalar da, histen köprüler kurarsın, mesafelerin anlamı kalmaz,
Bırakın hayatla geçinmeye niyeti olmayanlar gitsin, yollarını zorla kapamayın...Yaşam gönüllü alıp vermedir...
Belki bir gün sesinde ruhuma soluk aldıracak güzel bir dostluğa doğru yol almış oluruz...

Bazı hikayeler yarımdır


Anlamadıysan yeniden yaşarsın
Fark ettiysen yenisini yaşarsın.
Mevsim sonbahar, göçmen kuşlar çekildi yuvalarına. Tomurcuklar başını gömdü toprağın karnına ve her şey bir o kadar suskun bahara..!

Ya insan, insan kendiyle boğuşuyor, çelişiyor unutuyor insan olduğunu.
Her şey yaşamak üzerine kurgulanmışken, tüm şarkılar, türküler buram buram yaşam ve sevda kokarken, insanlar da bir dünya, bir mal mülk edinme telaşı!

Yaşarken mi öldürüyoruz sevdiklerimizi, yada gülde dikeni unutan biz miyiz ?
Dokundukça ''Ah'' diyen sese kulaklarımız sağır, yüreğimiz kör, kapılarımız kilitli, ruhlarımız sakat.
Bir dünya telaşına kapılmışız, bir ben bilirim, bir ben haklıyım nidalarıyla kendi içimize yuvalanır dururuz.
Telaş dediğinde, maldan mülkten, mevkiden, diplomalardan, başkalarının gözünde değerli olma, onanma sancılarıyla etrafımıza örülmüş bir cendere.
Sevmiyoruz kendimizi.
Yaşamı kutlamak değil, ölümü kutsamak öğretiliyor bize.

Ölüme dair, Seneca’nın seslenişi oldukça etkileyicidir;

“Ölümün olduğunu öğrenir öğrenmez, hayattan çekilmeye karar vermemişsek, burada bulunmamızın tek nedeni var mutlu olmaktır.
O zaman, üçgenin ille de üç kenarı olacak diye bir kural koymaya biliriz…” Ama insanoğlu kural koyar, insan oğlu nefsinin kölesidir, çok azı nefsini terbiye eder. ben ben diye bağırır durur, bencildir.
Kendimize adil, kendimize namuslu, kendi egolarımız tavan oldukça , aramızdan usul usul kayanları göremeyeceğiz, sessiz çığlıkları duyamayacağız.

Ozanın dediği gibi, “Hayat sunulmuş bir armağandır insana.” ama ne kadarımız bu armağanın değerini biliyor, ona hakkını veriyoruz?
Yoksa, hoşumuza gitmeyen bir armağan gibi, onu bir kenara koyup, eskimesini, yok olmasını mı bekliyoruz?

Ya da kaybetmek midir ölüm?
Varlığın esas olan huzura, serbestliğe kavuşması mıdır?
Her ölüm, erkendir diyen şair yanıldı mı bir yerde?
Esas olan, yaşamın ne manaya geldiğini çözemeden ayrılmanın garip yoksulluğu mu, yoksa sonsuzluk dediğimiz, aslında yaşamdaki sonsuzluk değerinde bir an mıdır?

"Çoğumuz ömürlerimizi sadece minik bir "kelebek etkisi" için yaşıyoruz belki de. Ama o etkiyi yaratacak dönüşümlerden ya da çabadan fersah fersah uzağız. Haliyle dünya bir bumerang gibi bize geri dönüyor bu durumda, hiç değişmeden... İşte bizim trajedimiz bu, içten dışa büyüyen bir kısır döngü."
Oysa, insanın huzur ve memnuniyeti dışarıda değil içindedir.

Ve bizler ölümlü dünyaya, bitimli hayatlar almaya çalışıyoruz, birde bakıyoruz ki;
“Özenle sakladığınız bir sarı lira gibi ömrümüz, vakit gelip, sandıktan çıkarttığımızda bakıyoruz tedavülden kalkmış.

Evren bile tamamlanmamış hiç bir şey bırakmazken, eksiğe müsemma gösterir mi yaşam sizce?

Bitmemiş aşklardan düğümlere, yaşanmamış duygulardan tatmin olunmamış ilişkiye, dengesi şaşan terazinin eksik kalan kefesine, gizliye saklıya, arkadan iş çevirene, hırsından delirene, tutkusuna yenik düşene, can yakana, can alana, dönüşüme direnene, dönüştüremeyene, ben deyip bize geçemeyene yaşam bir şey verir mi sizce?

Bir insanın yaşama kattıkları, kültürü, ahlak anlayışı, ait olma bilinci kendine namuslulardan olmamalı.

Yaşama kırgın, kendimize küs, umutları ayağından vurup, bir ipe dolayıp boynumuzu yada kör bir kurşunla hoş çakal diyenler kadar, yaşarken kendini bulamayanlarda beni bir o kadar üzer.

Olcay Kasımoğlu

16 Eylül 2019 Pazartesi

TARIK ''AKAN'' GÜZEL ADAM...

Gerek sanata duyduğum saygı ve sevgi, gerekse dünyaya iz bırakan insanlara duyduğum minnetle ışıklar içinde uyusun diyorum, gülüşü yüreğinde asılı adam!
Senin hakkında, boş ağızlar eğri konuşuyormuş, konuşsalar ne yazar !
Diriye saygısı olmayandan ölüye saygı beklemek yanlış olur.
Zaten, herkes kendine yakışanı yapar, yüreğindekini kusar. Dinlemiyorum o uzun kulaklıları..boşa gitmesin sıcaklığın..
Ölüm yaşama dair. Sadece, bir daha görmeyeceğini bilince, hüzünleniyor insan, benimki de bu hesap. Yoksa yazık oldu demeyeceğim, gerek de yok zaten. Dünyaya dokunduklarınla, dokuduklarınla sen hep yaşayacaksın..
Sana Rus şairi Andrey A.Voznesenki' nin çok sevdiğim şiiriyle seslensem, olur mu ?
Diyor ki;
''Selam Oza, dilerim ışıl ışıl kalırsın hep, bir sokak fenerinden sızan ışık gibi.
Suçlayamam, bırakıp gittiğin için beni,
şükür ki girdin hayatıma...''
Evet, iyi ki girdin hayatımıza. Öylesine değil, anlamlı yaşayarak bilincimizi besleyenlerden oldun. Bu dünyaya güzel izler bıraktın.
Direncinle, mücadele ruhunla dokundun bu dünyanın yüzüne.
Bizim yüzümüzde senin yüzüne ince güzel adam !
Yüzünü hep güzelliğe çeviren adam, kimin ne dediği umurumda değil.
Herkes önce bir kendine baksın. Lüksü, şatafatı baş tacı yapanlar, kuyruklu yalanları şakşaklayanlar, işine gelene ağam-paşam diyenler gerçek devrimden ne anlar !
Yaşadığı toplumu tanımayanlar, sanatı, bilimi al aşağı tırpalayanlar, kendini kul kapısına eşik yapanlar, onurunu arka cepte unutanlar, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar ne anlar Tarık abimizden.
 Biliyorum, gittiğin yerlere çok yakıştın.
Şanın Sevgimizde..
Bir adet manolya'yı senin için sulara bırakıyorum... Karanfil yanağından öpüyorum..
Yaşamını onurla tamamlayanlara selam olsun..
Olcay Kasımoğlu/ 17.09.2016
Resim: Onur Aras

Neyin tanıklığını yaptığımız önemlidir .

Bizi bir arada tutan ve bizi ortak değerlere çağıran sanatın bütün kollarını minnetle kutsuyorum.
Şiirin, hikayenin,romanın, resmin, fotoğrafın, heykelin olduğu her yerde sanat kokar. Bu kokuların biricik sahibi sanatçıdır.
Sanatçının engin düşleri, yenilikçi düşünceye olan açlığı, edinimleri ve en değerli sezgisi; bu kokunun mayasıdır.
‘’Bugün dünyamız,sermaye düzeninin yasalarına göre yöneltilmekte ve bu düzenin temeli, üretim ve tüketim ilişkisine dayanmakta artık. Hiçbir şey, ama hiçbir şey bu düzenin dışında değil.
Eğitim, sağlık,bilgilenme, teknoloji, din, aşk, ahlak, edebiyat, sanat ve aklımıza gelen her-şey bu düzenin, bu çarkın içinde yeniden anlam kazanıyor. Böyle bir devinimin hiş kuşkusuz sağlıklı işleyebilmesi için halden bilene, hali okuyabilene, halden anlayabilene ihtiyacı var.
Özellikle sanatın, bir hesap ya da bir usa vurma işi olmadığının farkındayız. Sanat var oldukça, bilinçle beslendikçe; doğanın ve insanın yoldaşlığı da daim olacak...
Çağdaş değiş-imsel anlayışın önünü açan, bu ütopyanın gerçekleştirilmesine katkıda bulunan sanat aynı zamanda aydınlanmadan yana olmayan kanemicileri rahatsız eder.
Böyle bir rahatsızlığı bertaraf etmenin, bu kokuşmuş hayattan sıyrılmanın en güzel yolu yine sanattan geçiyor. Ve üretiyorsa insan,gelişime; döngünün ilahi iradesiyle katkı veriyorsa, büyük girdaplardan uzak, bilim ve sanatla beslendikçe; doğanın ve insanın yoldaşlığı daim olacak.
Düşünce ve duyguların bir arada eylemlere yönelmesi, bu hayatımızın en önemli noktalarından biridir. Bizi bağımsız, aydınlanmış, sorumluluk bilinci gelişmiş bireyler yapar.
Gördüğünü anlamak,yorumlamak, empatı ayağını kullanmak ne kadar önemliyse, duygu ve düşünceleri sanatla anlatmak da bir o kadar önemlidir.
Çünkü sanatçının kapasitesini o sanatçının bilinci belirler.
Değerli dostum Raif Zorlu' da kendine özgü, bağımsız, insana ve yaşama değer katan bir yetkinlikle kendini sanatıyla donatmış. 21.yüzyıl her ne kadar teknoloji çağı olma yolunda ilerlese de insanlar her zaman sanata aç ve susuz olacak. Bu açlığı ve susuzluğu ancak şairler,ressamlar ve yazarlar çare olabilecek ama gerçekten işin bilincine varmış olanlar.
Değerli üstadım Raif Zor'u uzun yıllardır tanıyorum.
Sadece sanat üreten değil aynı zamanda insanlara uzattığı cömert eliyle, vicdanı ve merhametiyle,dostluğuyla bizlere her zaman umut aşılamıştır. Bunu çok önemli buluyor ve önemsiyorum.
Çünkü sanata gönül verenlere de yol gösterici olmakta bir sanattır. Bu insanı boyutuyla sanatı taçlandırmaktır. Hayatımda her zaman özel bir yeri olacak olan üstadım Raif hocam, bana verdiğin maneviyata her zaman müteşekkürüm.
Dünyamız insan eliyle kirletilirken; İki yüzlü, içtenliğini yitirmiş dostluklar, çıkarcı ilişkiler, onursuz davranışlar, insan yüreğini incitiyor.
Susmanın sınırını tüketiyoruz, tiksindiriyor ucuz çıkar ilişkileri. Savaşlar ve doymak bilmez insan hırsları örseliyor ömrümüzü. Sanatı sığ sularda boğmaya çalışanlara karşı her zaman tetikte olacağız.
Bu tetik Raif hocamızın fırçası, kalemi, ahlakı tavrı, duruşu ve bilincidir. Hani, kendilerini de kıskanmıyor değilim, bu kadar yetenekte bir kişiye verilmez ki tanrım.
Olsun bizde idare edeceğiz bize sunulanla... iyi ki varsın, iyi ki bu dünyaya iz bırakacak olanlar-dansın.
Ardahan Kültür ve Sanat Platformu ve Ardahan eğitim ve kültür derneği olarak kendisini yalnız bırakmadık.
Sanata kattığın değer ve emeğe, bilincine, insanı duyarlılığına kendim olma adına teşekkür ediyor;
Düş dünyamızı besleyen, insan bahçemize değer katan, üreten ve yaşama incecik dokunuşlar bırakan bütün edebi paylaşımları saygıyla selamlıyorum.

İnananlar Başarır.

Vatan sevgisi doğayı korumakla, insanı sevmekle başlar.
Sevmeyi bilmeyen yol açmayı da bilmez.
Yeşil çam ormanlarının yurdu, ovaları bin bir çiçekleriyle bezeli, her mevsim dağlarının tepesi karla kaplı, kışı tipisi-borani bol olan Türkiye'nin güzel çocuğu Ardahan/Göle ilçesi;
Bir kez daha, ortak değerlerin bizi bir arada tutan görkemli zenginliğini gözler önüne serdin.
Göle halkı bu bilinçle bir araya gelmenin haklı onurunu yaşadı.
Bölgemizin STK'lari, Göle Kadın meclisi, iş adamları ve toplumun aydınlanmasında kilit görevi gören, toplumların kültürünü, tarihi dokusunu geçmişten bugüne taşıyan, geleceğin ebeveynlerine miras bırakan kalem emekçisi yazar ve şairlerimizi kutluyorum.
Sahipsiz ve kimliksiz kalan her-şey er veya geç çürür.
Bizler kimliği insan olanlar, doğanın talan edilmesine, ilkesiz siyasete, kadınların yaşam haklarının elinden alınmasına, çocukların eğitim hakkinin gasp edilmesine;
Nerede olursak olalım daima karşı olacağız.
Biz hiç kimsenin mali değiliz
Doğanın yağmalanmasına, cömert ormanlarının talan edilmesine sonuna kadar direneceğiz.
Eğitim hakkının parası olana değil çocuk, yetişkin herkesin hakça hakkı olduğunu sonuna kadar savunacağız.
Kaldiki eğitim ve sağlik doğuştan sosyal bir haktır.
Yaşamı anlamlandırabilmek:
Acıda, kederde, sevinçte, mutlulukta ortak paydada buluşabilmek, paylaşabilmek, çok sesliliği savunmak; ancak kuru gürültüden kaçınmak, haklıdan yana olmak, haksızlığa karşı tavır almakla, "Kuşlar gibi özgür ama beraber" olabilmekle mümkündür.
Etkinliğin oluşmasında emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz.
"Ormanlarımızın yok edilmesine hayır" imzasını destekleyen bilinçlere minnetle... biz olmak yeniden tohuma durmaktır.

Aprdahan Kültür ve Sanat Platformu Başkanı

Bekleyişler bulur sahibini

Yaşamak başlı-başına bir serüven; inişleri ve çıkışlarıyla, fırtınası, rüzgarı, boranı ve gökkuşağı ile.. doyasıya yaşamak.. Doğanın içindeki gizleri fark ettikçe kendini fark etmeye başlamak..
Velhasıl yaşam-yaşamak bir sanat; onlarca, yüzlerce kanaldan beslene bilir; ama en önemli kanal ; insan! Onu tanımlayan, onu destanlaştıran, şiire,hikayeye geçiren tek varlık. Onu yok eden de...
İnsan ilişkilerini bir ağacın dallarına benzetirim. Dikkatli baktığında aynı kök üzerine kurulu bu dalların hiç biri, yön olarak, ebat olarak birbirine benzemezler. Bir kısmı gölgede bir kısmı güneşe doğru bir kısımda yere yakındır.
İnsan yaşamının koşullara ve imkanlara göre nasıl çeşitlendiğini hatırlatır.
Hepimiz insanız lakin hayatın içinde düştüğümüz kareler bile aynı rüzgarın yönüyle esmez..Kimimiz hayata 1/0 yenik başlar kimi el bebek gül bebek, kimine sokaklar kimine de hayatı sadece seyretmek düşer ve insan, en çok kendisinden korkar.
Kendi duygularından, güçsüzlüklerinden, zaaflarından, acılarından, coşkularından ürker.
Onun için kaçar yaşamdan, aşktan, öfkeden, sevinçten, kendisinden kaçar.
Ve sonra yaşam, hepimizi kendi sofrasında ağırlar.
İnsan; hayatı keşif etmeye, değişmeye başlar.
Hayatın özü değişimken değişmemek, dönüşmemek için direnmek bir çiçek tohumunun hayır ben büyümeyeceğim böyle kalmak istiyorum demesine benzer.
Değişmek, gelişmek insan olmanın anlamıdır, beyinde başlar; düşün karar ver ve uygula.
Hayat mazeretlere kurban edilemeyecek kadar kısa öyle ise durma, geçmişinle barış kendinle barış korkularınla yüzleş ve değiştikçe geliş.
Hayatın özü değişimken değişmemek, dönüşmemek sadece yerinde sayanlara göredir. Yoksa anlamlı yaşamak isteyenler değişimin ve gelişimin, yeni şeyleri keşif etmenin ve yaşamın en büyük macera olduğunu, yaşama verdiği enerjinin önemini bilirler.
Hayat bir maceradır derken burada devam eden bir macera, bilinmeyene doğru sürekli bir serüven var.
İnsanlar, mevsimler gibidir; yaşamadığımız sürece anlamayız nedir, neye kadirdirler...
Eğer bir fırtınada, çıkan fırtınaya teslim olursan arkasından açacak güneşten nasiplenemezsin yada sağanak yağan bir yağmurun ardından doğan yediveren gök kuşağını göremezsin...
Tıpkı kasvetli ve bulutlu bir havanın ardından kendini gösteren güneş gibi olabiliriz...
Mevsimler gibiyiz, hayatın bütünlüğünden vazgeçemeyiz, her mevsimin hakkını vereceğiz...
Düşe kalka,yana yana, gülerek,ağlayarak,insan yanımızla !
Değişimi inkar insanın kendini inkarıdır, kendine yapacağı en büyük haksızlıktır. Fiziksel, biyolojik, psikolojik değişimler hayatımızın dizgileridir.
Önemli olan her değişimin dönüşümünü, yaşantımıza faydalı eylemlere dönüştürebilmektir.
Her şeyin bir bedeli var derken şarkılar, değmez mi ''yaşamın'' yaşamak gibi bir anlamı varken, yaşamı kucaklamaya, kendin için, herkes için iyi bir şeyler yapmaya ve direngen bir umutla sevgiye sarılmaya,değmez mi?
Olcay KASIMOĞLU

13 Eylül 2019 Cuma

Velhasıl yaşamak ve yaşatmak ince bir iştir.

Bizler, kimliği sadece insan olanlar;
*Egemenlerin, kendi şahsı çıkarlarını korumak için ”şiddeti ve insan açlığını” gizliden gizliye desteklemelerini reddediyoruz.
Fotoğraf açıklaması yok.
*Dünya yüzünde birbirine düşman halklar yaratılarak, egemenlerin amaçlarına hizmet için suni gündemler yaratıldığını biliyoruz, bu oyunda piyon olmayı reddediyoruz.
*Kadınların, çocukların ve savunmasızların, siyasetin malzemesi olmalarını reddediyoruz.
*Yaşayan her insanın insanlığa ve evrene karşı sorumlulukları var.
*Emek ve sermaye çelişkisinin gerçekliğine suskun kalamayız. Emeğin özne olduğu, sınıfsız bir yaşamın mümkün olduğu bilinciyle ” Dünya herkese yeter” anlamının içtenliğiyle, egemenlerin oyunlarına hayır diyoruz.
Körü körüne bir şeye inanmak onu haklı ve ahlaklı yapmaz.
*Üreterek yaşamlarını anlamlandıran, sadece kendisi için değil herkes için ”daha güzel, eşit, adil, özgür” bir yaşam kurmak için mücadele eden, haklıdan yana tavır alanlar;
Sorgulamadan inanmanın, anlamadan yorumlamanın, araştırmadan bilmeden ahkam kesilmenin bütün olumsuz taraflarını reddediyoruz.
Ne olursa olsun, yaşamak, kulun kula kulluğu değildir.
Onurunla, namusunla, halkınla, şerefli, bağımsız yaşamaktır, yaşamak.
Emeğin hiç bir zaman sorgulanmadığı bir yaşam ve sağlıklı sevgi anlayışıyla büyümek, ahlaki olgunluğa erişmek, iyiliğin, sevginin parçamız olduğunu bilmek, insanın asıl doğasına ait tüm özellikleri unutmadan, varoluşumuzun, özümüzün güzelliklerinden utanmadan yaşama yürümek, yaşamı değerli ve anlamlı kılıyor.

gerçekler
haramiler sofrasında dara çekilir
şimdilerde zaman bir gergef işler
yalanlar geceyi pembeye boyar
herkes bin defa yalnızlığa yenilir
bin defa cehennem ateşi yanar yüreklerde
acılar dilsiz, umutlar eşkıyadır bu şehirde

üzülmelerini iyi tanı bu şehrin
hepsi saklar yüzünü, kirli bir atlas gibi
herkes kendi rengine boyar dünyayı
bilmez renk körünü ,yüreğe körü
herkesin tiyatrosudur bu şehir
herkesin görünmeyen sahnesi

oyuncular arsız, oyuncular ilkesiz
satıcılar şakşakçı, yürekleri paslı
yürekler inceldi en yorgun yerinden
kırıldı insanlık
şimdilerde oynak sular basmış göbeğini
görünmez yalçın dağlar arkasında kalmış hürriyet

solunarak süzülen bir ömrün bahçesinde
sihriydi bütün dile gelmemiş tutkuların
esin çağlayanı gibi akardı yüreğin ırmaklarına
şimdi tende dindi suların çağlayışı
gözlerine bağdaş kurmuş umut ışığı yok
öpüşlerden düşlerin tılsımı yolundu
artık kimseler yüreğinden ağlamıyor göze

umut kimsesiz;
sevginin bakışları mıhlandı çorak yüreklere
yalnızlık giyindi üşüten hoyrat rüzgarları
gülüşler gamzesiz, soluk, ısıtmıyor içimizi
can bitkin, yürek tutsak, dil umutsuz
köreldik yüreğimizin sesine
oyuncular arsız, seyirci umarsız
sevincin çığlıkları kısık
artık buyur etmiyor evren sinesine
içtenliğin kaleleri kuşatıldı
şefkat uyuşuk, kindarlık sinsi ateş
sanat bilim soysuzun tezgahında tutsak
Etiketlenen kişileri bunu göre

11 Eylül 2019 Çarşamba

Kış masalı

Çoğumuz hayatımızı dengede tutmak için kurallar koyarız. Düzgün konumda tutmaya çalışırken, içine neşeyi katmayı çoğu zaman unuturuz..
Oysa hem neşeli hem de düzgün yaşayabiliriz varsın bazı günler hayat rutinden çıksın. Ne olur yani ara birde olsun bizim de çılgınlıklarımız olsun.
Niye her şeyi yaşa dizeriz ne yani illa on sekizinde mi gece mehtap izlenir. Ne yani, balon uçurmak için illa da çocuk mu olmamız gerekir.
Bırakalım, hayat içimize, zamanlara bölmeden mutluluk içinde aksın. Aklımız ilime, bilime daha iyi bir dünya için çalışsın.
Çocukların köklerine fideler ekelim. Büyüdükçe güneşe dönsünler yüzlerini, verdiğimiz güvenle solusunlar havayı, ısıtsınlar yüreklerini.
Kınamak, yargılamak kelimelerinin sadece anlamını bilsinler. Her zaman çözüm ustası olsunlar. Çözümsüzlüğün değil çözümün parçası olmanın haklı gururunu yaşasınlar.
Yaşamamızdan, yaşadıklarımızdan biz sorumluyuz eyer biz bu bilince sahip değilsek yaşamamız için gereken emeği, çabayı gerektiği gibi ortaya koyamayız. Hayat karşılıklı bir aynadır. Vermek kadar almak, almayı bilmekte yaşama karşı sorumluluklarımızdandır.

çocuk kahkahalarından
çiçeklenmiş ağaçlardan
çorak gönlüme söyleyemediklerimi
yıkıp geçen bir yol olsan...
gelsen düşsen cemreler gibi içime
bu acılar,
 yüzlerdeki derin çizgiler yok olsa
sevgiye bağdaş kuran gözlerimin penceresi olsan
gözlerinden başka diyar bilmese yüreğim
ellerimden ellerine,
yüreklerden yüreklere
acılardan sevinçlere bir yol olsan
ayaklandırsan söze yenik sevinçlerimi...

Olcay Kasımoğlu

Her şey insanın kendi ruhuna yapacağı yolculukla başlar.

''Bazen önemli olmamalı gidecek olan yada gelmeyen... Çünkü bazen başlaman gerekir herşeye yeniden...''. NAZIM HİKMET
Gerçek sevgiyi ve anlayışı bilen, bunu da başkalarıyla paylaşabilen insan aranmaktadır günümüzde.
Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, açık hava ve yazı
Hepimiz kendi renklerimizle bu dünyanın döngüsüne hizmet ederiz.
Mevlana ne güzel demiş;
''gel, gel, ne olursan ol yine gel,
ister kafir, ister Mecusi, ister puta tapan ol yine gel,
bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir,
yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel…”
Burada ki sevginin en önemli özelliği ''beraberinde anlayışı da barındırmasıdır'' lakin burada ki anlayış, yanlışa tolerans değildir.
Mutluluğu sağlayan en temel duygu ''sağlıklı sevgi'' ve ona yol açan anlayıştır.
Hoşgörü diye yıllardır nitelendirilip durulan ancak bir türlü kavuşulamayan duygunun ortaya çıkmakta zorlanmasında ki temel etken de budur.
Çünkü:sadece hoşgörü ile ''sevgi anlayışına'' varabilmemiz mümkün değildir.
Burada ki davetin çoğu zaman yanlış anlaşıldığını düşünmüşümdür.
Burada ki çağrı ''kötüde olsan, namussuz da olsan, hakta yesen, zalimde olsan'' gel değildir.
Burada ki anlayış tamamen insan oğlunun dünya evi üzerinde ki siyası, dini kimliklerin hangisinde karar kılmış olursan ol bizim dergahımız iyilik, umut,sevgi yolu gel diyor, kaldır aradan engelleri...
Ve en önemlisi herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli insan, her şeye sahip olamayacağı gibi.
Her şey için çok geç olmadan, kendi özümüzle tanışmak ve varlığın diliyle yeniden doğabilmek için ötelediğimiz, ertelediğimiz ne varsa hayata geçirmeli, hepsinden önce ''bilgilenip'' sonra ''fikir sahibi'' olmalıyız.
İnsan özgür yaratılmış iken, bitip tükenmek bilmeyen bencil arzularına yenik düşünce, zaaflarının esaretinde bir köle olarak yaşadığını fark edemez bile.
Artık fedakarlığın hakikatinde ''kendimize'' emek vermenin vaktidir.
Her şey insanın kendi ruhuna yapacağı yolculukla başlar...
ağırdır yeryüzüyle yaşamak,
hafiflemek isteyen
sağlam bir seviyle sevmeli kendini
insan ki en çok kendine gömüdür
kapatılmış ruhları çıkarmalı gün yüzüne
eşsiz bir içtenlikle baştan ayağa
sağlam bir seviyle kendini sevmeli...

yığınlar ülkesinde
ararken yeryüzü mutluluğunu
insan ki en çok kendine gömüdür
özgür soluğu
kapatılmış ruhları çıkarmalı gün yüzüne
işlemeli kendini özgün sevgiye
var olan can,
oluşa dolan can olmalı
güneşle esrimiş can da açan
sağlam bir sevgiyle kendini diri sevmeli...
Olcay Kasımoğlu

10 Eylül 2019 Salı

Fark-ettiklerimiz ve fark-edemediklerimiz var…


İlla Barış
Görüntünün olası içeriği: kuş

sevdim gökyüzünü
mavili penceresiz
sevemedim tutsaklığı bir türlü
beyaz güvercinler maviye kardeş
gökyüzünde süzülürken
nazlı, işveli
ben şimdi
nasıl sevmeyeyim güvercinleri
beyaz beyaz uçarken mavi göklerde
ah aşkın ilk dokunuş çiçekler
yeşili dallarda
yarın gönlüne bir demet huzur
duygu duygu açarken
olduğu yerden
özgür denizler baktığımda engin
sonsuzluğa götürürken beni kucağında
nazlı nazlı balıklar yüzerken
bu engin bakışı nasıl sevmeyeyim
 sevemedim kafesleri
saksıları
akvaryumları
prangaları
penceresiz damları
dört duvar içini de sevemedim
isterdim
 bütün canlılar
sinesinde sevdalar büyütsün
özgürlüğe dair
her canlı
ait olduğu yeri yaşasın
yeryüzü çiçeklerin
gökyüzü güvercinlerin
deniz içi balıkların olsun

çocukluğumun
masun düşleri bunlar
herkesi seveyim
kardeş bileyim herkesi
olmasın dünya sınırları
her tarafta barış olsun
savaşlar olmasın
kardeşlik olsun
dünyada ne kin kalsın
ne de düşmanlık
seven sevdiğini alsın
zafer sevgiye yazılsın....
Olcay Kasımoğlu

Yaşama ne verirsen sana onu yansıtır.

Ne kadar sık duyarız "Şimdi bildiğimi keşke gençliğimde bilseydim.''diyen kişinin serzenişlerini.
Keşkesiz bir yaşam için kim olduğumuzu ve ne istediğimizi bilmek yetmez. Hayatının gelişmesini istiyorsak, onu iyileştirmeliyiz. Yaşamayı ve paylaşmayı da bilmek gerekir.
Çünkü;
Biz dünyayı ne kadar aklımızla tasarla-sakta yaptıklarımızla şekillendiriyoruz. Hayatta herkes bir şekilde ederini bulacaktır, ben buna gönülden inanıyorum.
İnsan sınırları değil sınırları zorladığı kadardır. Herkes kendi hayatının tarlasıdır. Kendi kullanma kılavuzuna uygun kullandıkça, hayatının en büyük hazinesinin içinde olduğunu görecek.
Her zaman kalıcı değişimler içten dışa doğrudur. Güzel olan her şey önce içte başlar. İnsan aldığı kararlarla gelecek değişimleri hafife almamalı. Her şey bizim içimizdeki ışıkla önce pervane sonra şekil veren olacaktır.
Biz kendi kanatlarımızla uçmaya karar verdiğimizde sloganımız”Her şey benim içimdeki benle başlar”deyip hayatı arkasına almıştır zaten. Her şeyi belki yapamayız ama kendimize saygılı bireyler olarak bu hayatın içinde değerli, üreten, paylaşan, keşkesiz ve sevgi dolu bir yaşam icra edebiliriz.
Bunu için hiç bir zaman geç değildir. Keşkesiz bir yaşam için yalnızca hayatı seyretmeyelim. Hayatın kendisini yaşayalım. Hayata geldiğimiz yer ile gelmek istediğimiz yer arasında geçiyor ömrümüz. Seçtiğimiz her şey için, başka bir şeyden vazgeçmemiz gerekiyor. Bazılarımız şartlara şekil veriyor, bazılarımıza da şartlar şekil veriyor. Keşkelerle yaşayacak kadar uzun değil ömür. Bizi hayattan alan, hayata katarken eksilten her şeyi protesto ediyorum ve diyorum ki biz bu dünyaya iyi ki geldik diyebilelim.
Ramgarh Lake ne güzel ifade etmiş "Keşke"nin panzehiri "iyi ki"dir.
İlki ne kadar pısırıksa, ikinci o denli yiğittir.
"Keşke"li cümlelerde nasıl yaşanmamışlığın, yarım kalmışlığın o ezik tuzu kuruluğu varsa, "iyi ki"lerde de göze alabilmişliğin, riske girebilmişliğin, tadına varabilmişliğin mağrur yaraları kanar….
"Keşke"cilerin hayatı, kasvetli bir pişmanlıklar mezarlığıdır.
"İyi ki" öyle mi ya!...
Onda, yara bere içinde de olsa, yana yana, ama doyasıya yaşamış olmanın iç huzuru ve haklı gururu haykırır.
İyi ki sevmişim onu…
İyi ki buradayım…
İyi ki tanımışım o güzel dostu…
İyi ki doğurmuşum sizi…
İyi ki ailem sizsiniz…
İyi ki bu mesleği seçmişim
İyi ki… İyi ki… İyi ki…'' okurken bile soluğum kesildi.
Ve yine iyi ki sevmekten, umut etmekten hiç ama hiç vazgeçmeyeceğim diyebiliyorum.
O zaman neden tesadüfmüş gibi yaşayalım. Bahşedilen akılı niye mutluluk, huzur yolunda tüketmeyelim ki? Neden sanki!… Hayatı hoyratça kullanan insanlara mutluluğumuzu törpüleme fırsatı vermeyelim. Hayat gel beni al demez. İçimize ışık verelim yeter. Köklerimiz içimizde. Ve hepimiz hayatın içinde başak taneleriyiz....
Yüreği sevgi dolu bir insanlarla bir yaşam paylaşmak, insanın tüm motorlarını çalıştırır.
Ne güzeldir birine “İyi ki Varsın” diyebilmek..
Ayağa adım olur, dile söz olur, omuza dokunuş olur.
Her şey kendiyle çoğalır
Sevgi sevgiyle çoğalır
Sevgi olmasa
Su gibi kendi çukurunda kuruyabilir insan.
İyi ki Varsın Ne Güzeldir "İYİ Kİ VARSIN" diyebilmek....
Ve İnsan kendini en iyi eylemleriyle ele verir. Goethe’nin dediği gibi ”İnandığı gibi yaşamayan, yaşadığı gibi inanır.”
Hayatımızda ne olursa olsun ne yaşamış olursak olalım kendi ilkelerimiz, değer yargılarımız olsun.
Kafa karışıklığı tüm kötülüklerin anasıdır. İnsanı içten içe yer. Hayatla aramıza tel örgüler çeker.
Bunu için zihnimizi düzenleyip ,yargılarımızı periyodik olarak gözden geçirmek bize akıl yollarını açar. Ve kalbimiz, kalbimizde kirlenir onu da ışığa çıkarıp ara bir temiz hava aldırmak gerekir.
Yaşama ne verirsen sana onu yansıtır.
Her fikre açık olalım ama kalbimize sadece seçtiklerimizi alalım. Hırslar, egolar,keşkeler kalbimizi katılaştırmasın. Hiç bir şeyin bizim gül bahçemizi tarumar etmesine izin vermeyelim.
Yaşama ne verirsen sana onu yansıtır. Yaşam davranışlarımızın bir aynasıdır. Yaşamda ne ekersek onu biçeriz. Keşkesiz ebru tekneleri olsun. Canı cana çağıran, sevgiyle buluşturan edeple yoğuran. İyi ki varsın diyen...
Bize verilen şu ömürden başka neyimiz var?
Keşkesiz bir yaşam diliyorum..

9 Eylül 2019 Pazartesi

Bazen bizlerin umudunu kestiği adaleti, hayatin akışı sağlıyor.

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve yazı
Sanatçı;
 İnsanlığın doğuştan yaşam hakkı olan değerleri sonuna kadar savunabilen, evrensel değerleri içselleştirebilendir.
Bazen bizlerin umudunu kestiği adaleti, hayatin akışı sağlıyor.
Zaman ise en iyi şahit ve en iyi tanık, ilk anda öyle gözükmesede..!
Salka Valka, etkileyici bir roman.
''Kitabın satırlarında yer alan, kapitalizmin işçiler üzerindeki yıkıcı etkisine, çoğalttığı yoksulluğa aşinayız.
Geleneksel üretim tarzından vazgeçerek yoksul birer proletaryaya dönüşen Oseyri köylülerinin süreci, günümüz Türkiye’sindeki köylülerin yoksullaşma sürecinden çok da farklı değildir.
Yazar, ahlakı, dini, kapitalizmi, Bolşevizm'i, sendikalaşmayı, sosyalizmi, grevleri, yarattığı bu zengin karakterler aracılığıyla sorgular. Daha geniş bir perspektiften bakıldığında Laxness, Birinci Dünya Savaşı’nın ardında bıraktığı dönemin ağır şartlarını, kötü ekonomik koşullarını, bir kuru ekmeğe muhtaçlığı, adeta direncin, umudun simgesi olan küçük bir kız üzerinden okura aktarmaktadır.
Salka Valka, hayatının her alanında mücadele eden, başkaldıran, yenen belki de yenilen ama inancını hiçbir zaman kaybetmeyen ve bu inançla var olan okurlar için oldukça önemli bir içerik olması bakımından okunmaya değer..''
Doğa ve kitaplar, onları görebilen gözlere, hissedebilen yüreklere aittir.
Kitaptan anlıyorsan bir gözün hep yaşamda olacak.
Yaşamdan anlıyorsan bir gözün hep kitapta olacak.
Olcay Kasımoğlu

Öz doğamızı açığa çıkarmalıyız

''Kendimize her gün soralım; ''İçimizde ifade edilmedik ne kaldı ?' 'diye.
O her ne ise, açığa çıkaralım..''
Kendimizi, yaşamın değişen akışına uydurmak için sürekli farkındalık içinde olmalıyız.
Sınanmaktan, yüzleşmekten korkmamak gerekiyor.
Ancak o zaman doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edebiliriz.
Yüreğimiz bir maden gibidir, işlenmedikçe ürün vermez.
''Soralım kendimize her gün; 'İçimde dışa vurulmamış ne kaldı?''diye.
İçimizdekini dışa vurmadıkça, öz doğamızı açığa çıkartamayız..''
Yaşamımızı bütünlük içinde yaşadığımız zaman, yaşamın temel akışından ayrı kalmaktan korkmamıza gerek kalmayacaktır.
Ne olursa olsun hayat var ve hep olacak. Basitçe “Her şey yolunda, biz yalnızca farklıyız, anlaşmak zorunda değiliz” der, hayat !
Ve "İnsanoğlu kendi kendine yetmeyi bilseydi en önemli sorununu çözümlemiş olurdu." der kafka.

‘’Değilmi ki, sonum başlangıçtır.'' demişti başka biri de.. Bu gerçeği ret edenlerin elinde kalan sonsuz seçeneklerinden biriydi ; azaldıkça çoğalmak, çünkü, azaldıkça arar insan. Fakat yepyeni var mıdır..bilinmez..olmalı mı mutlaka olmalı..Umut da tam orada duruyor sanki...başlangıç umutla özdeş..’
'’Issızlıkta kendin için bir evren ol...’’ demiş biri de. Peki insan kendini azaltabilir mi ? Elbette yapar bunu.
Yakinlaştikça uzaklaşmak,... uzaklaşdıkça yakınlaşmak.. azalmak belki de bütüne ulaşamamadir, ..ulasma arzusudur, sonsuzdur çünkü yeni, bütüne giden yolun çakıl taşları..’’

Ne var ki, her aşamadaki ben, çok yönlü bir dünya; yıldızlarla döşenmiş küçük bir gökyüzü, çeşitli biçimlerden, aşamalardan, konumlardan, değişik kutsal ögelerden ve değişik olanaklardan bir karmaşaydı. Bunun farkına varmak bazen bir ömür alıyordu. 
Ne olursa olsun, esir olmamalı.. Dinlemeli, dinlendirmeli, sonra dillendirmeli...
Üzülme gülüm
Herkesin tenine açtığı hüzünler var
Varlığından haber veren
Biz ki;
Olur mu tene hüzün derdik
Anlamazdık başkalarının acılarını
Kaldır yüzünü yerden
Gözlerinin içine bak sevdiklerinin
Bir sen değilsin tene çizilen
Barışamadığımız nice hüzünler var
Varlığımızdan haber veren...
Olcay Kasımoğlu
Simurg Olmak zamanı/ Romanından