Translate

17 Mart 2020 Salı

Ruhun Yolculuğu

Gerçek sevgiyi ve anlayışı bilen, bunu da başkalarıyla paylaşabilen insan aranmaktadır günümüzde.
Hepimiz; kendi renklerimizle bu dünyanın döngüsüne hizmet ederiz.
Mevlana ne güzel demiş !
''gel, gel, ne olursan ol yine gel,
ister kafir, ister Mecusi, ister puta tapan ol yine gel,
bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir,
yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel…”
Burada ki sevginin en önemli özelliği ''beraberinde anlayışı da barındırmasıdır'' lakin burada ki anlayış, yanlışa tolerans değildir.
Mutluluğu sağlayan en temel duygu ''sağlıklı sevgi'' ve ona yol açan anlayıştır.
Hoşgörü diye yıllardır nitelendirilip durulan ancak bir türlü kavuşulamayan duygunun ortaya çıkmakta zorlanmasında ki temel etken de budur.
Çünkü: sadece hoşgörü ile ''sevgi anlayışına'' varabilmeniz mümkün değildir.
Burada ki davetin; çoğu zaman yanlış anlaşıldığını düşünmüşümdür.
Burada ki çağrı ''kötüde olsan, namussuz da olsan, hakta yesen, zalimde olsan'' gel değildir.
Burada ki anlayış tamamen insan oğlunun dünya evi üzerinde ki siyası, dini kimliklerin hangisinde karar kılmış olursan ol bizim dergahımız iyilik, umut,sevgi yolu gel diyor, kaldır aradan engelleri...
Ve en önemlisi; herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli insan, her şeye sahip olamayacağı gibi.
Her şey için çok geç olmadan, kendi özümüzle tanışmak ve varlığın diliyle yeniden doğabilmek için ötelediğimiz, ertelediğimiz ne varsa hayata geçirmeli, hepsinden önce ''bilgilenip'' sonra ''fikir sahibi'' olmalıyız.
İnsan: özgür yaratılmış iken, bitip tükenmek bilmeyen bencil arzularına yenik düşünce, zaaflarının esaretinde bir köle olarak yaşadığını fark edemez bile.
Artık fedakarlığın hakikatinde kendimize emek vermenin vaktidir. Her şey insanın kendi ruhuna yapacağı yolculukla başlar...
Sadece kendi işleri için çalışan, yaşadığı dünyaya hiç bir özveride bulunmayan, bunun yanında zarar da vermeyen bir insanin ''Zararsız'' ve ''Yararsız''yaşaması iyi olabilir mi ?
Bence iyi olmanın da bir bilinci olmalı. Bir başkasının canı yandığın da sesi çıkmıyorsa, konuşulması gerektiği yerde susuyorsa tamda o noktada insan olma sorumluluğuna sahip çıkmıyorsa bunun neresi iyi olabilir. İyi olmanın da bir onuru olmalı.
Kendine, ait olduğun çevreye ve ortak alanları paylaştığın bu dünyaya vefa borcun olmalı.
Yoksa; etliye,sütlüye karışmadan ''Yararsız'' insan olmanın neresi zararsızlıktır...
Olcay Kasımoğlu

İnsan Sığmıyor İnsana

Yüzlerde, yüreklerde hep ihanet maskeleri, her şeyi zehirliyor, gülüşlerin içine puştluk düşmüş.
Yalan, hiç bilmediğin kadar yalan ''sesler çığırtkan'' geceye pusu kuruyor, ışıktan duyguları alıyor.
Aşkı yılışık, ihanete yenik umut, insanı ucuz kılıyor...
Sevginin, hoşgörünün yerine; sahtekarlığı katık ediyor.
Dünya sığmıyor insana; kanun hükmünde ''savaşlar, ihanetler'' insan sığmıyor insana...
O yanardağ misali yürekler ürkek, suskunluk kanıksanmış, cehalet azgın.
Kalabalıklar içinde sevdalar dalsız, uykular da pembe düşsüz kara kuru, sabahları solgun, akşamı yılgın yorgun...
Umutsuzum demeye dilim varmıyor, her şey ''gecenin karanlığı gibi''yakamozlar göz kırpmıyor, içimdeki abdal küs, ışığa çıkmıyor, dışarıda insan, insana ihanet ediyor...
Umut kimsesiz; gülüşlerin içine ''puştluk düşmüş'' içtenliğin güven ateşi, zalimler otağını seçmiş.
Terbiye edilmemiş nefis ''zincirlerden azat edilmiş'' ulu orta, meydanı kendine biliyor. Öpüşlerden düşlerin tılsımı yolundu artık, kimseler ''yüreğinden ağlamıyor göze''sevginin bakışları mıhlandı çorak yüreklere...
Yalnızlık giyindi üşüten hoyrat rüzgarları, gülüşler gamzesiz, soluk, ısıtmıyor içimizi, can bitkin ''yürek tutsak, dil umutsuz'' köreldik yüreğimizin sesine...
Seyirci umarsız; sevincin çığlıkları kısık, buyur etmiyor evren sinesine.
İçtenliğin kaleleri kuşatıldı ''şefkat uyuşuk, kindarlık sinsi ateş'' ilim, bilim, soysuzun tezgahında tutsak...
Kim bilir''belki inandıklarımızdır'' yalan olan, payımıza kalan, acı ve kül yüreğimizden beynimize sızan, ihanete karışıp bizi dünyaya kör kılan....

Büyük Balık Küçüğü Yutuyor

Hiç bir şey ''dengine'' bel bağlamıyor. Düşünsenize; şiir ve kelebekler eşit süreler istiyor.
Doğa; amansız bir katledilme savaşının içinde acı çekiyor.
Fabrikalar;nehirleri, ormanları yok ediyor. İnsan oğlu katliam izliyor adına da sanayileşmek diyor.
Bankalar; insanları soyarken bu bir suç bile sayılmıyor, büyük balık küçük balığı bir bardak suda boğuyor bunun adı da serbest ekonomi oluyor.
Kanun hükmünde emeksiz kazancın adı rekabet oluyor.
Otobüs durakları; yalnızca işçiyi, öğrenciyi ağırlıyor, üreten sırtında sömüreni taşıyor.
Geçmişi üzerinde taşımak; sadece dar gelirliye kalıyor ve ne hikmetse hep ''kadermiş demek'' dar gelirliye düşüyor.
Gelecek düşleri; küçük insanların ''ütopyasıyken'' şimdilerde o da suç sayılıyor, biliyor ki ''düşleri olan insanların yenilgisi olmaz'' bu kırılırsa dirençte kırılır.
Sesli her haklı düşünce; haksızlığa gölge yaparken ''insanların'' karanlık gölgeleri dolaşıyor.
Cevaplar rüzgarla esiyor, cevaplar rüzgarda uçuyor...
Benimse; güneşe batırılmış sevinçlerim, eritiyor buz kesmiş kederleri.
Hadi gel diyorum, düşlerimdeki yaşamak haykırışlarına
Kaldır sesinde ki tülleri
Sussun, kötülüğün hoyrat esişleri
Şimdi, dünyaya şiirden resimler çizeceğim
İnandırmak için, içimdekilerin sahiciliğini...
Olcay Kasımoğlu

hangi İnancın Sesi Bu

Doğa; amansız bir katledilme savaşının içinde acı çekiyor.
Fabrikalar; nehirleri, ormanları yok ediyor. İnsan oğlu katliam izliyor adına da sanayileşmek diyor.
Bankalar; insanları soyarken bu bir suç bile sayılmıyor, büyük balık küçük balığı bir bardak suda boğuyor bunun adı da serbest ekonomi oluyor.
Kanun hükmünde emeksiz kazancın adı rekabet oluyor.
Otobüs durakları; yalnızca işçiyi, öğrenciyi ağırlıyor, üreten sırtında sömüreni taşıyor.
Geçmişi üzerinde taşımak sadece dar gelirliye kalıyor ve ne hikmetse hep 'kadermiş demek' dar gelirliye düşüyor.
Gelecek düşleri; küçük insanların ütopyasıyken şimdilerde o da suç sayılıyor.
Sesli her haklı düşünce haksızlığa gölge yaparken insanların karanlık gölgeleri dolaşıyor.
Cevaplar rüzgarla esiyor, cevaplar rüzgarda uçuyor...
Öğrendik ki ne yaşarsak yaşayalım ne yaşamış olursak olalım en büyük zafer mutluluğa giden yolda hayat her zaman adil davranmasa da, büyük küçüğü yutmak için savaşsa da, en güzel şey sevgidir, çiçek gibidir sevgi.
Hayatı paylaşmak sevgiyi paylaşmaktır, anlaşmaktır.
Sevginiz yok inanın hiç bir şeyiniz yok.
Belki de yeniden öğrenmemiz gereken de budur...
Sevgi, sevgi, sevgi...

Güvence arayışlarıyla zincirlenmiş bir köle olarak yaşamaktansa,
Esirgemem sözümü çıkıp gelse de ölüm söylerim dağ, taş uyansın
Uyansın toprağa düşen cemreler aşkına, yaşamak aşkına

Hangi inancın sesi bu hangi karanlığın esaretidir bu

Cehalettir kalemi kıran, hakka duran sözü zincire vuran
Yeni doğan bebeğin masuniyeti aşkına, hak aşkına, emek aşkına uyan
Uğrunda öldüğümüz topraklarda sürüye uyan alık kurbanlara dönmüşüz
Toprak üstünde derin uykulardayız, kalkıp uyandırın bizi, uyandırın emek aşkına

Biz ki hakkın divanında el pençe durmuş, yüz sürmüşüz topraklarımıza
Toprak gibidir memleketimiz, kim söyleyebilir umudun bittiğini,kim ?
Umut kapısı kapanmaz, bütün kapılar kapanır da umut kapısı kapanmaz
umudun kapısı ardına kadar açıktır, inananların yürekleri gibi...

Olcay Kasımoğlu.

Olcay Kasımoğlu

Doğru Zamanda Doğru Şeyler

Yüreklilik sadece cesur olmakla olmaz.
Yüreklilik, acizliğimize rağmen doğru olan şeyi yapmaktan geçer.
Server Tanilli, dünyayı kurtaracak olan ortak erdemleri ne güzel özetlemiş;
"İnsanlığın yeni bir RÖNESANSA zorunluluğu açıktır: İnsanlık YENİDEN KENDİ RÖNESANSINI,KENDİ AYDINLANMASINI bulmak zorundadır.
Bir kez daha;ÖZGÜRLÜĞÜ,EŞİTLİĞİ,KARDEŞLİĞİ yaşama geçirmeliyiz.Bu,kazananın yaşadığı,kaybedenin kurban edildiği İNSANLIK DIŞI DÜZENE karşı çıkmalıyız.
Para ve piyasa dini yerine,İNSAN OLMANIN aklını koymalıyız.Bu sahte dinlerin,insanı insanlığından uzaklaştırmasına karşı koymalıyız.
Bireyleri de,toplumları da, DÜNYAYI DA KURTARACAK OLAN BUDUR..."
Bütün acıların yankılandığı, taşa toprağa değdiği, kuşlarla göçe durduğu ve mevsimlerle döngüyü tamamladığı yerde; yaşam dolu olmayan her şeyi bozguna uğratmak için de çekilir acılar.
Tek yapmamız gereken İçimizdeki bize verilen, bizim aldığımız, istemeden gölgesinde kaldığımız, söylemlerden öteye varmayan bütün eksilten şeyleri yırtıp atalım.
Doğru zamanda, doğru yerde, doğru şeyleri çoğaltmanın aşkına.

Savaş Tabiat Kanunu Değildir

 Halepçe, Hocalı ve daha nice katliamları yapanlar hiç bir zaman kendilerine haklı bir kılıf uyduramayacaklar.
Aklı ve yüreği olan hiç kimse, neden ne olursa olsun vahşeti meşrulaştırmak gibi bir zalimliği savunamaz...
sen paranın bahşettiği
silahları satın alırken kaç çocuk ateş altında
cılız bedenleri kurşunlara yenik düşüyor
parmakların sayarken parayı
kaç insan suçsuz yere bombaların kucağında parçalanıyor
yuvam dediği evlerin duvarları
kurşunlarla delik deşik alevler içinde
oysa bu savaşın sebebi kendide değil
nedenini niçinini bilmeden çoğu kez
insanlar öldürülüyor...
gökyüzü hep griye mavi maviler suskun
dumanlar içinde çaresiz kimsesiz
aldılar ellerinden mavileri yürekler yangın yeri
bütün dünya katliam izliyor
sanki insanlığın kaderiymiş gibi
oysa yaradan yazmaz böyle kaderi
insanlardır birbirinin kurdu
sevgi erdeminden o denli uzak kalmışlar ki
tüm suçu tanrıya atmak en kolayı
oysa tanrı yazmaz böyle bir yazgıyı
insanlar öldürülüyor...
sen kendini satarken paraya
el etek kula hizmet
başının üstünde pervaneyken
tarih ne yazık ki ölenlerin kanlarıyla yazılıyor
doğmamış bebeklerin beşiğine renk verecek ninniler
ağıtlarla karışıp sonsuzluğa hançer gibi saplanıyor
insanlar ölmüyor insanlar öldürülüyor...

zalimleri katilleri kurbanlarından ayıracak
keskin kalemin zaferi
güneşi balçıkla sıvayanlardan hesap soracak bir gün...

15 Mart 2020 Pazar

Acıdan Kıvranan Yüreğin

"Mutlu olamazlar ki değerini bilmeyenler mutluluğun."
Önemli olan nelere değer verdiğimiz ve neleri öncelikli bulduğumuzdur.
Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissederiz.
”Sakin ve neşeli bir huy, duru, canlı, nüfuz edici ve doğru kavrayan bir zeka, ılımlı-yumuşak bir arzu, sevgi dolu bir kalp ve bunlara uygun olarak iyi bir vicdan”…
Dünyaya sevgi dolu bakmanın yolu başta bu iç yolculuktan geçiyor.
Yoksa bir şeyler eksik ve yavan kalır.
Hristo Botev'in şiirinde sorgulanan dünya içi hallerine bir yolculuk yapalım beraber...
"Yaşamak çok zordur, kardeşim.
Kimliksiz budalalar arasında.
Yanan ruhumun yalımlarında
Ölüyor kalbim ,onulmaz yaralı.
Seviyorum vatanımı yürekten.
Bağlıyım mirasına.Ama kardeşim
Nasıl çıldırıyorum bir bilsen
Şu ahmaklardan nefret ederken.
Bir düşünceler düşler karmaşası
Çarmıha gerdi genç ruhumu benim.
Ah, kim gelip koyacak üzerine elini
Şu acıdan kıvranan yüreğin?
Kimse ! bilmez ki yüreğim benim
Nedir kıvanç ve nedir özgürlük,
Ama çarpar durur delicesine gene
Hıçkırıklarının yankısında halkımın"

Dünyaya sevgi dolu bakmanın yolu başta bu iç yolculuktan geçiyor.
İnsan, yaşamında mutsuzsa, sevgi üretmiyorsa ne yaparsa yapsın, nereye giderse gitsin, yüreği hep üşüyecek, değil mi ki sesi müziğe dönüştüren sevgidir.
Hayal gücümüz ve düşlerimiz önemli, hayatı sevme hissi ve coşkusu verir.
Bunlar, yerini hiçbir rütbenin ya da maddi zenginliğin dolduramayacağı üstünlüklerdir.

14 Mart 2020 Cumartesi

İnsan Tanımak Bir Sanattır

Sosyalleşmek, çevrenizdekilerle diyaloğa girmek, çoğu zaman bir “merhaba” kadar basit. Ancak konu, karşımızdakini tanımaya geldiğinde, durum biraz zorlaşıyor. Aslında zorlaşması değilde, daha çok özen ve itina istiyor demek, daha anlamlı geliyor.
Çünkü, insanları tanımak sanıldığı kadar kolay değil. Zaman ayırmak,emek vermek ve gönüllü olmak gerekiyor.
İletişime geçtikçe, paylaşımlar artıkça; hangi olaya nasıl tepki vereceğini, insan ilişkilerini ve yaşamdan beklentilerini öğrenebiliyorsun. Tabii ki bu hemen bir anda olabilecek bir şey değildir. Bunun için önce kişinin kendini tanıması gerekir. Kendini bilen ve farkında olabilen insan, karşısında ki insanı tanımada yetkin olabilir. Kendini aşmamış, egoları törpülenmemiş, daha kendi olma farkındalığı oluşturmamış,birey olmayı başaramamış bir insanın karşısındaki insanı, insanları anlama, tanıma ve düşünce belirtme yetisi ne kadar olgun ve objektif olabilir?
Hayatımızın her alanında 'zor insan' olarak tanımlanan kişilerle karşılaşabiliriz. Bize zor gelen insanlarla iletişimden kaçınmak, bizi bu tarz bir iletişimin etkilerinden koruyan en geçerli yöntem olabilir, ancak bu insan, birlikte bir şeyler üretmek zorunda olduğumuz, veya iş yaşamını paylaştığımız, en yakınımız, sevdiğimiz ise, işin boyutu değişiyor. Bunun yanında 'Ben zor bir insanım' gibi tanımlamalar, bana hep itici gelmiştir. Ne yani, zor olmak, anlaşılmak istememek, yada ağır abla,ağır abi rolleri, nasıl gurur duyulacak bir şey olabilir ki ?
İnsan tanımak gerçekten ince bir sanattır ve bu sanatın ciddi parametreleri vardır. Çaba ve inanç gerektirir. Yoksa, payımıza hep yanılgı ve hayal kırıklıkları düşer. İnsanlardan darbe yediğimizi, ,insanların ne kadar güvensiz olduğunu ve hep aldatıldığımızı, şanssız olduğumuzu söyler dururuz o zaman.
Oysa, önce kendimize, var olan bakış açımıza,hayat deneyim ve tecrübelerimize biraz kafa yorsak, bu yanılmalarda; aslında ne kadar çok kendi payımız olduğunu görüp şaşıracağız. Her insan bir dünyadır ve bu dünyanın şekillenmesinde; çocukluğu, yaşadığı bölgenin yaşam koşulları, tercihleri,seçimleri, aldığı eğitim, seçtiği kişi ve kişiler, bir yaşanmışlık bırakmıştır. Ne kadarını kendinde topladığı, ne kadarında demlendiği, belli davranış kalıpları içerisinde kalıp kalmadığı; bize yansıttığı geri bildirimlerde, tutum ve davranışlarda kendini ele verir. Daha dikkatli baktığımızda muhakkak göreceğiz. Bunun içinde önce kendimizin, engin ve dingin bir yaşamla iç içe ve kendimizle barışık olması gerekiyor. Önyargılarından azade, geniş bir bakış açısıyla, insanlarla iletişim kurduğumuzda; daha doyumlu ve uyumlu birliktelikler oluştururuz.
Yaşam bir bütündür. Herşeyin özüne gitmeli insan, görünene değil. Bazen bildiklerimiz, gördüğümüz kadardır. Gördüğümüz baktığımız kadar ve baktığımız düşündüğümüz kadardır. Baktığımızı görmez, gördüğümüzü düşünmezsek eğer, gördüğümüzün bildiğimize sığmadığını da göremeyiz.
İnsan tanıdıkça, ya yaklaşır yada uzaklaşmaya başlar. Bu ince çizgiyi çok iyi tanımlamak lazım. Bazen insanlar kendilerini tanımlamakta gerçekten zorlanırlar. İfade ve tanımlama yoksunluğu yaşarlar. Bunun içinde,insanlarla ortak yaşam alanları olsun, paylaşılan mekanlar olsun, beraber çıkılan bir yolculuk olsun yada beraber bir olayın şahitliğini yapmak ve onun üzerinden beden dili ve sözel tanımlamalar olsun, algısı açık insana çok şey verir aslında.
Hani büyüklerin kullandıkları yaşamsal deneyler vardır. Birini tanımak için;
*Yolculuk yapın
*Emanet teslim edin
*Sırlarınızı paylaşın
*Bilerek fikirlerine karşı çıkın
*İçki sofrasını paylaşın
*Borç para verin
* Sevmediği konularda açık yürekli konuşun
* Çocuklar, korunmaya muhtaç insanlar hakkında düşüncesini sorgulayın
Liste uzar gider, sonuçta kişi ve kişilerin etki ve tepkileri kişilik ve karakterleri hakkında bize bir fikir verebilir.
Tabii ki bunları yaparken, rencide etmeden, kırmadan, dökmeden içten ve samimiyetle yapalım. Biz ne savcı, ne hakimiz, zaten sağlıklı gelişen birlikteliklerin; savcıya, hakime,avukata, doktora, polise ihtiyacı olmaz.İnsanları tanımada, özellikle para konusunda ki tutumları da çok önemli. Yaşamlarında amaç mı,araçmı bu ince ayrıntı yaşam felsefelerinide özetler. Gün gelir çıkarlar çatışır,yollar ayrılır. İnsanın gerçek yüzü ve ve sakladıkları bir bir dökülür ortaya.

Hiç kimse ailesini seçemez ama arkadaşların,dostların seçimi kişinin tamamen özgün seçimidir Yanılabiliriz seçimlerimizde lakin her defasında yanılıp, isyan ediyorsak, devam etmesine izin veriyorsak, buda bizim kendimize karşı takındığımız tutumdan kaynaklıdır.
Çok duyduğumuz serzenişlerdir bunlar ' Kime canım desem canımı yakıyor, kime değer versem,sırtımdan vuruyor' o zaman, insanları gerçekten tanımadan, çok büyük anlamlar yüklemeyelim. Hayat yolunda beraber yürümeden, yollar arşınlamadan, varlık ve yokluk çizgisinde omuz omuza bir şeyler paylaşmadan, acılarına, sevinçlerine ortak olmadan, yanmadan, onda doğup onda batmadan, yanlış anlaşılma korkusu yaşamadan; eksilen,dökülen, kırılan yerlerini ona açmadan; beklenti içerisine girmek, hem kendimize, hem bizimle yürümek isteyenlere haksızlıktır.
Yaşam akarken, kendi seçimlerimizin de, kendisinden bağımsız olmadığını biliriz. Seçtiklerimiz bize aittir. Seçtiklerimizin aynasında parlarız.
Hayatta başarı ve ustalaşmak, insanı tanımakla ve nerede duracağını, nerede susacağını bilmekle olur. Bunun gerçekleşmesi için de, insanın önce kendini tanıması gerekir. Püf noktası da, insanın eksilerini ve artılarını bilmesidir.
Kaldı ki iletişim iki uçludur. Kişinin tanımak istemesi kadar, karşısındakinin de onu tanıması için alan yaratması gerekir.
İlişki kurmak demek, diğerlerinin bilincini, diğerlerinin alanını keşfetmek demektir. Ancak, diğerlerinin alanını keşfederken, diğerinin de bizi keşfetmesine izin vermek ve bunu hoş karşılamak zorundayız; bu tek yönlü bir yol olamaz. Ve sadece içinde bir şeye, bir hazineye sahip olduğumuzda diğerinin bizi keşfetmesine izin veririz. Sonrası hiç korku,endişe kalmaz. Aslında sen misafiri davet edersin; misafiri kucaklar, içeri davet eder, onun buyur edersin. Kendi içimizde keşfettiğimiz şeyi onun görmesini isteriz, onu paylaşmak isteriz.Bunun içinde önce kendimizi tanımak ve sınırlarımızı bilmek gerekiyor. Ancak o zaman sağlıklı ilişkiler kurabiliriz.
Hayat, insana tanınan bir armağandır. Buna anlam katmak, kendini bilmek, diğer insanları tanımak; yaşamı hem kendine hem de başkalarına hoş kılmak; bilgi, akıl ve sevgiyle taçlandırmak sağduyulu bir yaşamın seçimidir.
Emek vermeden, çaba göstermeden, yaşam ustası yada iletişim ustası olunmaz. Eksiklerimizin ve artılarımızın bilinçli olarak farkına varmak, başkalarına daha anlayışlı ve hoşgörülü yaklaşmamıza yardım eder.
Aile ilişkilerinde, iş ilişkilerinde hatta toplum içindeki tüm sosyal ilişkilerde, başkaları ile iyi ve uyumlu iletişim kurma becerisi, bilgi ve kültürü; insanları tanımakla yakından alakalıdır. İnsanın kendini ve başkalarını tanımaya gönüllü olması ayrı bir sanattır.
O zaman, incinen yerlerimizi tanımlarken; kimseye haksızlık etmeyiz, keşkeler ve amalar istila etmez yaşanmışlıkları. Saygı ve sevgiyle hatırlarız,yaşamımıza dokunup gidenleri ve yanımızda kalanlara şefkatle ve içtenlikle sarılırız.
Hayatın bütün patikalarında yürüdük, yürümeye de devam edeceğiz..
Her şeye rağmen, kendimize koca bir ‘aferin' verelim; etkinliklerimizdekileri eledikten sonra, bırakalım ışık girsin içimize. İçimizden hayat taşsın, umut dolu olalım. Ölüm kartlarını bilinç kendini yutana, ten soğuyana kadar oynamaya gerek yok.
Bir nefes alıp ,etrafımızda bize hayat verenleri fark edelim. Bir nefes daha alıp etrafımızdaki yaşam sesini duyalım.

Gençlere Yalan Söylemek Yanlıştır

Eteklerimizde taşlar ve ruhumuzda yaralar var oldukça kanayacak hep bir yerler deriz demesine de;
O zaman taşlarımızı ayaklarımıza düşürmeden, kanamadan geçebilir miyiz bu hayatın içinden ve kimseler incinmeden geçmişin acılarını çıkarabilir miyiz gün yüzüne?
Bütün acıların yankılandığı, taşa toprağa değdiği, kuşlarla göçe durduğu ve mevsimlerle döngüyü tamamladığı yerde, yaşam dolu olmayan her şeyi bozguna uğratmak için de çekilir acılar.
Yaşam bir bütündür.
Bakın ne güzel seslenir Yevgeni Yevtuşenko;
"yalan söylemek yanlıştır.
Yalanların doğru olduğunu göstermek yanlıştır.
Tanrı’nın gökyüzünde oturduğunu, ve yeryüzünde
işlerin yolunda gittiğini söylemek yanlıştır.
Gençler anlar ne demek istediğinizi. Gençler halktır.
Güçlüklerin sayısız olduğunu söyleyin onlara,
yalnız gelecek günleri değil, bırakın da
yaşadıkları günleri de açıkça görsünler.
Engeller vardır deyin, kötülükler vardır.
Varsa var, ne yapalım. Mutlu olamazlar ki
değerini bilmeyenler mutluluğun.
Rastladığınız kusurları bağışlamayın,
tekrarlanırlar sonra, çoğalırlar,
ve ilerde çocuklarımız, öğrencilerimiz
bağışladık diye o kusurları, bizi bağışlamazlar."
Her şeyin özüne gitmeli insan sadece görünene değil.
Bazen bildiklerimiz, gördüğümüz kadardır.
Gördüğümüz baktığımız kadar ve baktığımız düşündüğümüz kadardır.
Baktığımızı görmez, gördüğümüzü düşünmezsek eğer, gördüğümüzün bildiğimize sığmadığını da göremeyiz.
Karanlıklar için de kalan serzenişlerin hiç kimseye hayrı yok.
Böyle bir çağda:
Hayatı sadece seyretmek yetmez onu anlamak gerekir.
Hayatı anlamak ise yürek ister, akıl ister, değişim ister.

Bir Neslin Vasiyetnamesidir Dergi

Dergiler kolektif bilincin ayna görevini üstlenir aynı zamanda.
Cemil Meriç’in dediği gibi, “Dergiler bir şehrin iç sokakları gibi mahrem, samimidirler. Devrin çehresini makyajsız olarak onlarda bulursunuz. Bir neslin vasiyetnamesidir dergi,” söylemine katılıyor, emeği geçen herkesi kutluyorum.
"Bir derginin ilk sayısı her zaman özeldir. O derginin emekçilerinden ilk sayı avcılarına, meraklı okurlardan, yayın dünyasının kendisine, herkes o ilk sayıya başka bir gözle bakar, heyecana ortak olur. Duyduğumuz büyük heyecanla okurlarımızı selamlıyoruz.
Yayın hayatına yeni başlayan düş dergisinin zengin içeriğiyle, sıradan bir dergi olmayacağını ümit ediyoruz.
Okurda bir bilinç oluşturmayı hedefliyoruz.
Edebiyat dünyamıza yeni bir ışıltı ve renk getirecek olan bu dergiyi özellikle dergi ve kitap severler büyük bir beğeniyle takip edeceklerdir.
Okuma seviyesinin düşük olduğu ülkemizde bu tip dergiler, okuma seviyesinin yükseltilmesinde basamak görevi görebilir. Destek ve olumlamalarınız bizim için çok önemlidir."
Sanat ile kendisi olma, kendi gibi yaşama cesaretini göstermiş meraklı, öncü, düş dolu bir yaşama yaratıcı ve saygı duruşu niteliğinde bir soluk olabilmek umuduyla;
Sanatın tüm disiplinlerinden sanatsal kombinasyonları eklektik bir biçimde bir araya getirerek bütüncül proje üretimleri ile birikimlerimizi paydaşlarla paylaşmak dileğiyle...

9 Mart 2020 Pazartesi

Doğru Dürüst

Dürüst olmakla övünülmez çünkü dürüst olmak insanlığın vazgeçilmezidir.
Dürüst olmak, herkesin herkesten bekleyip birbirinden sakındığı veremediği, verdiği zaman övünç kaynağı olarak gördüğü, ancak herkeste muhakkak olması gereken ahlaki değer.
İnsan söz ve davranışlarıyla, hayatın içinde kattıklarıyla kendine ayna olur.
Dürüstlük; İnsan onurunun ve sağlıklı toplumların olmazsa olmazıdır, insanın kendisine verdiği sözü tutmasıdır.

Dürüst insan verdiği sözün farkındadır ve sorumluluk yüklendiğini bilir.
Haksızlık yapmaz, yapana da o fırsatı vermez.
Duyarlıdır; ezileni ezmez, ezene de seyirci kalmaz.
Ne kadar acıtsa da haksız olduğunda kendi aleyhine karar vermesini bilir. Yapılan yanlışının sorumluluğunu ve sonuçlarını üzerine alır.
Başkalarına fatura kesmez, yalan limanına sığınmaz.
Dürüst insan; 

Cesur, merhametli ve vicdanının sesini dinler, dimağını törpülemiştir asla bencil değildir.
Bütün bunların toplamında; “dürüst” olmak kadar “doğru dürüst” olmakta ayrıca erdemdir.
Çünkü çoğu zaman dürüst olmak yetmiyor.


Kendimiz için kurallara uygun doğrularımız vardır ve bu kuralları savunuruz.
Savunduklarımızda samimiyizdir.
Başka insanların doğrularını desteklediğimiz zaman yanlışsız, dürüst insan oluruz.
Eksik bedenlerin içinde bilge bir ruh olmayı başaramadık.
Dilimiz yüreğiyle konuşmuyor, kimi zaman riyakâr kimi zaman samimiyetsiz!
Gelin sadece “dürüst” değil “doğru dürüst” olalım. Bilge yanlarımıza daha çok duyarlılık katalım.
Unutmayalım her gönül başka bir gönülde ışığa durur ve ışığıyla dünyayı aydınlatır.


geçer devran, geçer günler, geçer ömür elbet
kocaman yüreğimiz, kocaman ellerimiz
kocaman düşlerimizle kurmaya çalıştığımız ilişkiler dünyası
her suskunlukta vardır elbet yarım kalmış bir yaz fırtınası
bu yüzden dalı kırılmayanların masalı olmaz...

Önyargılarımız

Albert Einstein’ın dediği gibi önyargıları yok etmek, atom çekirdeğini parçalamaktan zor olsa da önyargılarımızın davranışa dönüşmemesi bizim elimizdedir.
Karşımızdaki kişiyi tanımadan giyimine, duruşuna veya davranışlarına göre yargılamak doğru değildir. Veyahut duyduğumuz veya gördüğümüz bir olay hakkında detaylı bilgi sahibi olmadan yorum yapmak da doğru değildir.
içsel dünyamız, düşünce ve içsel etkinliklerimiz er veya geç gerçeklikleri önümüze koyar. Bu yüzden içsel sesimizi bastırmamalı ve onu susturmamalıyız. Sabır ve sükûnetle ne demek istediğini anlayıp derinlemesine hiçbir ön kanaat ve fikir yürütmenden gözlem ve tespit ile gerçek sonuçlara ulaşabiliriz.
Günlük yaşamda bizi yönlendiren ön yargılarımızın çok azı kendimiz tarafından, geri kalan büyük kısmı bizi eğiten ailemiz, okuduğumuz okullar, arkadaş ve iş çevrelerimiz tarafından zihnimize yüklenmiştir. Devletlerin vatandaşlarını yönetirken kullandığı en etkin metotlardan biri de, amaçlanan iç ve dış politikalarla ilgili önyargıların insanlara benimsetilmesidir.
Kısaca önyargılarımız, kişiseldir, toplumsaldır, ulusaldır, siyasîdir, ahlakîdir, dînîdir; aklımıza değil,duygularımıza dayanır.
Mesela büyük gözlü bir insan hakkında onun zeki biri olduğunu çıkarsayabiliriz. Ya da iki kaşı birbirine tam anlamıyla zıt kutuplardaysa kesin havalı biridir. Elleri kocamansa güçlü, sadece parmakları uzunsa yetenekli…Sapsarı saçlı ve güzel bir kızsa kesin aptaldır, ayaklarını pergel gibi açıp yürüyorsa kaba-sabadır… Sırtı kambursa acılı biridir, dimdik yürüyorsa gururlu ve kibirlidir.
Bunlar aslında tamamen zihnimizde daha önceden varolan modellerden yarattığımız önyargıdan başka birşey değil. Ya da belki ben yanılıyorumdur; fiziki özelliklerin ruh yansıması üzerinde büyük etkileri vardır.
Bilinçaltımıza vereceğimiz telkinlerle bunu başarabiliriz. Gün içerisinde sık sık kendimize önyargılı olmanın doğru olmadığını, önyargılarımıza göre hareket etmememiz gerektiğini söylersek ve bu konuda telkinlerde bulunursak beynimiz bize kalıpları sunduğunda bilinçaltımız yaptığımız telkinleri hatırlatacaktır.
Benzer şekilde, önyargılı olduğumuz için pişman olduğumuz olayları sık sık hatırlayarak zihnimizde önyargı konusunu canlı tutabiliriz ve yeni tanıştığımız kişilere karşı önyargılı davranmaktan sakınabiliriz
Örneğin Freud şöyle der: “Önyargının, bir kısım insanların saldırganlık göstermelerini kabul etmesi kadar, önemli sayıda insanı da sevgide birbirine bağlaması her zaman mümkündür.
olcay kasımoğlu

7 Mart 2020 Cumartesi

Sevdiğin Şeye Saygın Olacak🌹



🌹Sevgi ve dostluk, insanları doğru anlamak ve onlarla doğru iletişim kurmakla mümkün olacaktır.
Dünya zamanıyla;
Nerede başlayıp, nerede biteceğini bilemediğimiz, okudukça binlercesini eklediğimiz, ilintiler bağlantılar kurduğumuz, dinleyip çoğalttığımız, seyredip zenginleştiğimiz, yaşayıp elediğimiz yaşam kendi mecrasında akıyor, istesek de istemesek de avuçlarımızdan kayıyor...
İnsana dair her şey ayrı bir yaşam ve tecrübe biçimi.
Neye tanıklık yaptığımız önemli. Neyin arkasında durursak onu geliştiriyoruz.
Kaldı ki yaşam ve o eşsiz derinlik;
Düşünceyi, sevgiye, paylaşıma, emeğe çeviren her insana bir şeyler katıyor.
.
Özellikle de duygular...
Duygular çok kıymetlidir.
Goethe' nin çok sevdiğim yorumu duygularıma eşlik eder.
"Düşüncelerime ve bilgilerime değer veriyor ama duygularımı umursamıyor. Oysa bana gurur veren tek şey duygularımdır. Herşeyin kaynağı ; bütün gücü ve kuvveti bütün sevinçleri ve acıları veren kalptir. Benim bildiklerimi herkes bilir ama bu kalp yalnız benimdir..."
Kalbinize şefkatlı davranın lütfen.Hiç kimsenin örselemesine izin vermeyin. Bu dünya yüzüyle bir kez doğup bin kez ölmenin alemi yok.
Yaşın deminde başkalarının gözlerinde aramıyorum rüyalarımı...
Hayata ve insanlara beklentisiz bakıyorum.
Yaşam ileriye yaşanır, tekrarı yoktur yaşananların.
Ve yaşamın bir evresi olduğunu da olgunlukla karşılamak gerekiyor.
Sevgiyi, dostluğu anlamamış insanlardan şefkat beklemenin yaşamın inceliğine, zarafetine, ruhuna aykırı olduğunu bilecek yaştayım.
İnsan öğreniyor zamanla kendi yürek yurdunu.
Yürek yurdunun emekçisi bütün güzel insanlara duamdır iyi insanlara rast gelesiniz.
Gerçekten gönlünüzün kırılmadığı, içinizin yara almadığı bir yaşam diliyorum...
''Gelir mi..Bulunur mu...Nasip mi...Yazgı mı...''Bilinmez'' ama yaşamak için AŞK adına kendime söz verdim ....''YAŞAMALI VE SEVMELİ'' yüreklilik ve güç verir insana..
Mehmet Aslantuğ ne güzel demiş;
''Hiçbir kadın geleceğini bir adamın vicdanına, aşkına, günün sonunda bir gün aklının karışmasına bırakmamalı...''
Hepimizin iyiliği için güzel kalplere sımsıkı sarılalım.
Sanırım bu çağ körleri, sağırları oynayan çağ.
Güzel bedenleri, gösteriş budalası ve kendine kötü davranan insanları sevme çağı.
Güzel insanları sevmiyor. Doğru ve doğru dürüst insanların çok çabuk harcandığı bu çağda güzel insanlara sabırlı ve cömert olalım.
Sonuçta;
Kadın yada erkek yaşam aynı yerden beslenir SEVGİDEN...
İyilikle hoş kalın🌹
Olcay Kasımoğlu

Büyük Sır Zamandır

Hayat fısıldıyor
Söylenmedi daha son söz
Yıllar yüzünü dökmedi daha...

Dünya zamanıyla;
Nerede başlayıp, nerede biteceğini bilemediğimiz, okudukça binlercesini eklediğimiz, ilintiler bağlantılar kurduğumuz, dinleyip çoğalttığımız, seyredip zenginleştiğimiz, yaşayıp elediğimiz yaşam kendi mecrasında akıyor, istesek de istemesekde avuçlarımızdan kayıyor...

Zaman çok kıymetli;

Michael Ende, etkili ve özlü bir biçimde bunu dile getirir:
“Günlük yaşam içinde çok büyük bir sır vardır. Herkesin bunda bir payı bulunur ve herkes onu bilir, ama pek az kimse bu konuya kafa yorar. Çoğu kimse onu olduğu gibi benimser ve ona asla şaşırmaz. Bu büyük sır zamandır.”

Ve hayat devinimleri;

Elitis' in seslenişiyle,
''Örselenmelerin, coşkuların büyük depremlerinin ummanında yorgun nehirler gibi -hep bir deniz düşüyle- akıyor ve yaşıyoruz'' der.

Evet, akıyor ve yaşıyoruz...
Sarılın sevdiğinize
İnanmak bir duruştur
Seninle yaşlanmak istiyorum deyin
Hayat verir can verir umut verir...

#Olcay Kasımoğlu

6 Mart 2020 Cuma

Kadınız Menü Değiliz


'Dünya Emekçi Kadınlar Günü' her yıl 8 Mart'ta kutlanan ve 'Birleşmiş Milletler' tarafından tanımlanmış uluslararası bir anma gündür.
Kadınların sıkıntılarının hiçbir zaman bitmediği göz önüne alınırsa bu günlerin toplu bağırma seansları olmaktan öte gidemediği anlaşılıyor.
Kadınlar özgürleşmeden ve toplumsal kimliklerini, özgürlüklerini tamamıyla kazanamadan hiç bir zaman özgür bir birey olamayacaklardır. Onlar birey olmadan hiç kimse özgür olamayacak.
Kadın olmak tüm insani kimliklerin kavşağı olmaksa kadınları köleleştiren, emeklerini sömüren, maddi ve cinsel bir meta olarak gören sermayeyi ve tümüyle kapitalist sistemi yok edelim.
Kadınlar bu dünyanın kapı eşikleridir. İçe doğru açılan ve ışık süzmelerini gönüllere taşıyan. Acının, çoğalmanın, mutluluğun eşiği, yerkürenin ana rahmidir kadınlar.
Kadının cinsel ve ekonomik istismarına dur demeli.
Kadın kocasının namusu değildir. Kadın babasının namusu değildir. Kadın erkek kardeşinin namusu değildir.
Kadının vücudu kendine aittir, kendinden sorumludur, bedenleri ve ruhları satılık değildir.
Birde bazı kadınların sorgusuz sualsiz kendilerine reva gördükleri toplumsal öğretiler vardır. Her şey kadermiş gibi, hiç değişmeyecekmiş gibi. Aşılamaz sorunları olduğuna, ezildiklerine, ikinci sınıf vatandaş olduklarına öylesine inanmış durumdalar ki bunun aksini düşünmek koskoca bir yalanmış gibi görünür.
Evet bunları bir çok kadın yaşıyor olabilir fakat artık yaşam koşullarının, teknolojinin bu kadar ilerlediği bir çağda, insanın kendi beynini programlayabileceğinin kabul edildiği bir dönemde;
'Sindirilmişiz, daha doğarken ölmüşüz, kaderimizmiş, yazgım böyleymiş-miş gibi kendine acımakla ömür tüketiyorsa, tüketmeye de devam ediyorsa kadınlar başkaları bu kadınlar için ne yapabilir ki veya nereye kadar ne yapabilir ki ?
Ne olursa olsun insan yaşamı değerlidir ve öncelikler konusunda topyekun bir hesaplaşmaya ihtiyacımız var.
Kadınlar hiç kimsenin kölesi değildir. Kadınlar birer kuluçka makinesi değildir, olmayacaklar. Kadınlar ayaklarının altında cenneti değil, bu dünyada adaleti istiyorlar.
Vicdanımızın sesi hiç susmasın, susanlara da fırsat vermeyelim.
Bütün dünyada kadın olsun erkek olsun aklın ve ruhun içsel gelişimini destekleme adına kitlesel bir eğitim şart derken;
*Çok küçük yaşta kendilerinden büyük adamlara satılmasınlar.
*Saçı uzun aklı kısa diyen akıl fukaralarıyla bir ömür beraber yaşamak zorunda kalmasınlar.
*Çalıştıkları iş-yerlerinde mobinge maruz kalmasınlar.
*Kız çocukları okul yollarına yasaklı olmasın.
*Kadınların namusu erkeklerin tekelinde olmasın.
*Şiddet mağduru kadınlar bu utancı kendilerine değil de yaşatana fatura edecek kadar yürekli olsunlar.
*Mutluluğumuz kendi içimizden gelen güçle yaşamda yerini alsın.
*Kadın şefkatin ana vatanıyken şefkate hasret bırakılmasın.
*İş hayatında emekleri sömürülmesin.
*Hayatımızın sözcüleri başkaları olmasın.
Kadınların saygı görme kimliği ve kişiliğiyle kimseye muhtaç olmadan yaşama hakkını insanca yaşadıkları, akılları ve becerileriyle sosyal hayatın içinde oldukları bir dünyada yaşam büyütmelerini istiyoruz.
Bedenlerine kendileri istemediği sürece hiç kimsenin dokunamayacağını, bedenleri hakkında, kıyafetleri hakkında kimseden emir almayacakları, kendi kararlarını vereceklerini haykırdıkları bir dünyada yaşam büyütmelerini diliyorum.
Kendimizi kitlelerin ruhundan arındırmak, kelimelerimizi otoritelerin elinden almak, hiç hissetsek bile hiçliğimizi kendimiz belirlemek, değerimizi kendi irademizle fark etmek, ülkesiz olup tüm dünyanın ötekileriyle birleşmek ve güzel bir dünyanın düşüne uyanmak dileğiyle;
Yaşamınıza sahip çıkalım. Eril düzenin oluşmasında ne kadar pay sahibi olduğumuzu kendimize söylemekten korkmayalım. Hiç bir şey tek başına oluşmaz. Tüm bu durumlardan nasıl özgürleşebiliriz? Önce bunun cevabını kendimize dürüstçe verelim.. Büyük tabloyu görüp küçük ayrıntılarda kaybolmayı, oyalanmayı, kalıpları bırakalım. Kurban rolünden çıkıp yaşamımızın ve seçimlerimizin farkına varalım. Kendimizi başkalarından dinlemeyi, cezalandırmayı bırakalım. Yaşamın sorumluluğunu üzerimize alalım. İnsan, yaşamı sorgulayarak, öğretilere karşı durarak kendini özgürleştirebilir.
Hiç kimseye altın tepsinin içinde anlamlı bir yaşam verilmez. Yaşamak anlamlı bir çaba ve anlamak için de özveri ve emek ister.

Olcay kasımoğlu

Resim; Muzaffer Oruçoğlu

Kaplumbağalarda Uçar

''Savaşın ortasında kalan çocuklar - Kaplumbağalar da uçar''
Ülkü Tamerin dediği gibi : ''Uçakları nedeyim, Gökkuşağı gönder bana, Senin olsun süngülerin, Gül dikeni yeter bana.''...
Toprak, üzerinde yaşayan insanlar olmadan nedir ki !
Her insan bir vatandır...
Tüm acılar bilgisizlikten kaynaklanır ve insan, özellikle karşındakini anlamak için, onda olanı anlamaya niyetli olmalı.
Buda kuru bilgiden uzak, açık bir zihin ve sevgi ile biçimlenen bir anlayışla mümkündür.
Ve sadece bakmak yetmiyor. Gördüğünü anlamak,yorumlamak, empatı ayağını kullanmak ne kadar önemliyse, duygu ve düşüncelerde samimiyet de bir o kadar önemli.
Farkındalığımız ve birey olmamız ancak içimizdeki huzur, sevgi ve cesaretle ölçülebilir.
Davranışlarımızda daha iyiyi yakalamanın yolu da duygularımızı sağaltmaktan, onun yolu da düşüncelerimizin doğru biçimlendirilmesinden geçer.
Ve ”Kendimize kim olduğumuzu hatırlatmak için hepimizin aynalara ihtiyacı var.”

Ayak Diriyor Yaşamak

İnsan zafiyeti hiç bir şeye benzemez...
Bir çok insan; hiç kimsenin ya da hiçbir görüşün etkisi altında kalmadan, olayları olması gerektiği gibi objektif değerlendirmek ve yorumlamak olgunluğuna, bilgeliğine sahip değildir.
Özellikle kendi düşüncesi konusunda fanatik, eleştiriyi kaldıramayan, insanlara zarar veren, empati yoksunu insanların verdiği zarar tahminler ötesidir.
Tarafsızlığın, renksizliğin, vurdumduymazlığın, neme lazımcılığın kurbanı yüz binlerce insan var.
Bu Konuda Şairimiz Gülten Akın' da Seslenmiş;
Dipsiz hüzün ve bezginliğin şu tekrarlı günlerinde,oraya gidip,dünyayı unutmak,unutmuş ve unutulmuş olmak,incelmek,uçuşmak,bulutları mekan eylemek i s t i y o r u m...
Zira hayat çıplak gözle katlanılası bir ahvalde değil nicedir.sevgisizlik,sevebilme özrü,yalan-dolan aşklar,kurgulanmış,pazarlıklı ilişkiler...benim soframda değilse de,eline-koluna çarpıyor insanın her adımında.
Soluduğumuz maviyi kirletmiyorlar mı? Göğün türküsünü bulandırmıyorlar mı....?
Bunca renksizlik içerisinde, kıyamın olduğu yerde her şeye rağmen insanlar; sevginin, dostluğun, iyiliğin gücüne inandıkları için ''nefreti reddetmekte'' birleşiyorlar.
Fikirlerin, ilimin, bilimin ''müzakeresini, rekabetini'' değil ''sen ben'' davasının küçük adamları gibi hesapçı yaşıyoruz.
Büyük sürülerin çelimsiz ayaklarına dönüşüyoruz. Her adımda kendimize çarpıp düşüyoruz..
Acılarımızın üstüne
Dünya kuranlara
Birileri
Anlata dursun halimizi
Kadınlarla
Çocuklarla
Kuşlarla
Ayak diriyor yaşamak...

Mülksüzlerin Sefaleti

İnsanların duygularını anlamak; kendimize olan güveni artırdığı kadar, başkalarının da bize güven duymasına neden olur.
İlişkilerin kırılganlığını ve insanlar açısından taşıdığı önemi anladığımız zaman, daha dikkatli ve özverili oluruz.
Başkalarının duygularını örselemeden, onları anlamaya çalışırız. Kendimize ve başkalarına kulak verdiğimiz zaman evrende bizi dinler.
Yoksa; zenginlerin tezgahlayıp, yoksulların öldüğü savaşlara, adaletsizliğe, yalana, iç görüsüzlüğe, hoşgörüsüzlüğe, paranın kirli saltanatına, tahammülsüzlüğe, ırkçılığa, etnik ayrımcılığa, ilime-bilime düşman olanlara ve sadece dünyanın kendisi için döndüğünü sanan ahmaklara karşı durmayı onurunuz sayıyorsanız daha umut bitmedi, daha yaşanacak çok şey var dünya üzerinde...
Hepimiz aynı evrenin çocuklarıyız. Büyüdük ayrı yollardan aynı olmasa da adına aşk denilen, acı denilen, kayıp denilen duyguları yine aynı evrenin altında, farklı mekanlarda yaşadık...
O zaman sloganımız; kendinle barış, doğayla barış, evrenle barış, hep beraber barış...çakallara yem olmasın bu dünya....
Yoksa; aklı başında hiç kimse barışa hayır demez...çıkarlar şahsı ve ideolojik olmadığı sürece...sadece; bir kesimin ''ayrıcalığı'' olmadığı sürece...ve kişisel hesaplar üzerine kurulmadığı sürece...zaten; içinde çıkar ve menfaate dayalı bir yol varsa bunun ismi ''barış'' olmaz.
Bu nedenledir ki; kendi istemini kendi belirleyen ve yaşamına sahip çıkan ve başkalarının yaşamı üzerinden kendine prim yaratmayan insanlar, her zaman değerli ve kalıcı olarak yaşam da var olacak ve var olmaya devam edecekleridir''akil ve adil''olarak (!)
Olcay KASIMOĞLU