Translate

3 Nisan 2020 Cuma

Bizler Yaşatmak Emekçisiyiz

Bütün dünyada yaşananlara baktığımda;
Bir iç hesaplaşma yaşıyoruz aynı zamanda diyorum kendi kendime.
Bu iç hesaplaşmanın bir 'iç devrime' dönmesi umuduyla;
En azından kendimizden ne kadar uzaklaştığımızın farkına vardık.
Dünya mallarının, lüks arabaların, rezistanslı evlerin, kürklerin, pahalı kıyafetlerin, markaların, mevkilerin, şanın-şöhretin bu kadar tavan yaptığı bu yavanlaşmış dünyada insanlar unuttular kendi olmayı.
Ne olursa olsun;
Akıl, bilim ve vicdanla çıkacağız bu sorunun içinden. Çünkü ne olursa olsun mücadele bir bütündür.
Birimizin iyiliği hepimiz için olmalı. Birimizin varlığı diğerinin varlığını görmemezlikten geliyorsa hiç bir yere varamayız.
21. Yüzyıl her şeyin çok çabuk ilerleme kaydettiği bir yüzyıl oldu. İcatlar ve buluşlar. Toplumsal dönüşüm hep daha lüks bir yaşam, daha çok tüketim üzerine dizayn edildi.
Daha iyi bir dünya teknolojiyle mümkünmüş gibi bir algı yaratıldı. Çoğumuzu bu algı yönetti. Daha lüks arabalar, rezistanslı evler, doğayı taklit eden yapay bahçeler yarattık. Kendi elimizle dünyayı yaralı, tutuk, işlevsiz hale getirdik.
İnsanın insana zulmü, doğaya zulmü, hayvanlara zulmü;
İster bireysel olsun ister toplumsal olsun, evde, sokakta, iş yerinde, her yerde kendini gösterdi.
Bu kara günler de birbirimize sahip çıkmak zorundayız. Başka çıkış yolumuz yok.
Topyekun mücadele etmeliyiz. En başından dediğim gibi 'mücadele bir bütündür.'
Birinin, birilerinin iyi olması yetmiyor. Hepimiz birbirimizden sorumluyuz. Bu öyle tek başına içinden çıkacağımız bir durum değil.
Yaşamın bütün alanlarında birbirimize ihtiyacımız var.
Fırında ekmek yapana, fabrikada üretene, hastahanede çalışana, tarlada ekene-biçene, velhasıl hepimizin birbirimize ihtiyacı var.
Bunun için de hepimiz birbirimizi koruyup-gözetmeliyiz. Sen-ben değil biz olmaya acilen ihtiyacımız var.
Bizi düşünmeyenleri biz de yok sayıyoruz. Derdimiz bir can, canlar ama hep beraber.
Birimizin canı yanarken, diğerimiz kör ve sağırları oynuyorsa çıkamayız düzlüğe.
Bu öylesine bir şey değil. Bu aynı kaynaktan su içmeye benzer. Ya hep ya hiç.
Sanırım Halil Cibran demişti "İki şey vardır ki, insanın hayata bakış açısını değiştirir; hastalık ve gurbet"
Bir virüs, insan yaşamında ne çok şeyin anlamsız ve ne çok şeyin gereksiz olduğunu yeniden insanlara hatırlattı.
Herkesin acısı kendi içinde saklıdır elbet, başkasının acısını ifade eden ortak dil ise merhamettir.
Bu günler elbet de geçecek. Önemli olan ne yaptığımız ve bundan sonra yapacaklarımız.
Hayata bakış açımızda nelerin değiştiği ve değişebileceği.
Daha iyi bir dünya için, geleceğin ebeveynleri çocuklarımız için aklı ve vicdanı hür adaletli toplumların olduğu bir yaşam umuduyla elimizden gelenin en iyisini yapma gayreti içinde olacağız.
Sağlık durumu ve koşulları iyi olmadığı için işe gitmek zorunda olan insanları düşündükçe de içim acıyor.
Hiç kimse kimseden üstün değildir. Birinin canı diğerinin canından kıymetli değildir. Giden her can kıymetlidir.
Bizler Yaşatmak Emekçisiyiz
Nazım'in dediği gibi;
"beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.”
Sayın meslektaşlarım ruhlarınız şad olsun😔sevdiklerinizin acısı acımdır.
Olcay Kasımoğlu

2 Nisan 2020 Perşembe

Sevginin Dili Tektir

Hak etmeden hiçbir şey elde edilmesin diye düşünenlerdenim🌹
Köhnemiş erdemlerimizin duvarları arasına sıkışan, birbirimize tepeden bakan bizler;
Kendini beğenmişliğin, anlaşılmaya muhtaç insanlara tepeden bakmanın uçurumuna düşmüşüz.
Bütün bunlar çok acı sonuçlar doğuruyor.
Adalet, en yüce erdemlerden biri ve bir ülkenin temelini oluşturan temel kavramlardan bir tanesidir, bireysel ya da kısmi değildir, evrenseldir.
Adalet, her şeyi layık olduğu yere koyar, dağıtıcı, denkleştirici özelliği vardır.
Adaleti sağlayan yasalar, hukuk düzeni ve uygulamalar ise insan vicdanına ters düşmemelidir, çünkü adaletin olmadığı yerde ahlak da yoktur.
Devlet içinde yaşayan herkesin, yasalarla sahip olduğu haklarını kullanması ancak adaletle sağlanır.
Adaletin olmadığı toplumlarda bireyler kendilerini güven içinde hissetmezler. Güvende olmayan bireylerin ise, huzurlu bir şekilde yaşamlarını devam ettirebilmeleri mümkün değildir.
Haksızlığı uğramış, zulüm görmüş her insanın adalete olan inancı sarsılır. Adaleti koruyan hukuk düzeni, güçsüzleri, haksızlığa uğrayanları koruduğu ölçüde adaletten söz edebiliriz.
Adaletin var olması, güçlünün hukuku değil, hukukun güçlü olmasına bağlıdır.
Toplum yaşantısında zulüm değişik şekillerde karşımıza çıkmaktadır.
İnsanın insana zulmü, doğaya zulmü, hayvanlara zulmü....
İster bireysel olsun ister toplumsal olsun, evde, sokakta, iş yerinde, her yerde adaletsizlik var.
Adalet bir nimettir, insan yüce bir değerdir lakin vicdanı teşekkül etmiş olmak şartıyla.
Zulmün ve haksızlığın karşısında gayrı ihtiyarı hep deriz ”vicdansızlar” bu tesadüf değildir.
Adalet; vicdanla, akılla, şefkatle kendini bulur ve yaşar. Bunun içindir ki insan olan insanın vicdanı olur, vicdanın ise tercihi olur.
Adalet, hukukla birlikte evrensel barışın en sağlam köprüsüdür o köprüye hile, zulüm karışırsa yıkılması çok kolay ve yıkıcı olur.
Toplumda; hak, hukuk, adalet, iyilik, dürüstlük gibi toplum dinamizmini sağlayan değerler erozyona uğramışsa orada ferdi vicdanın gelişmesinden söz etmek mümkün olmaz.
Bütün bunların bağlamında, bir ülkenin değerleriyle çok fazla uğraşırsan orada sosyal adaletten, haktan, hukuktan söz edemezsin.
Çıkalım sığ sularımızdan, samimi ve içten olalım, içten hesaplı değil… Sanalından değil, gerçek dünyadan korkar olduk.
Toplumun geneli için, en azından zaruri yaşam şartlarının sağlanması ve sebepsiz zenginleşmenin önlenmesi için, hiç kimsenin ezilmesine ve sömürülmesine izin vermeden, haksızlıkların karşısında insanca tavır alarak, insan olma sorumluluğumuza sahip çıkalım.
İnsanların toplum içinde ki sınıf farklılıklarına, siyasal tercihlerine saygı ve hoşgörüyle yaklaşalım.
Hakkın, hukukun ve adaletin olduğu yerlerden vazgeçmeliyim.
Her vatandaşın adil, tarafsız, bağımsız yargılandığı, her vatandaşın eşit, barış içinde yaşadığı, evinde, işinde kendisini güvende hissettiği, gelecek korkusu ve endişesi yaşamadığı bir ülkede herkes için adalet diyebilelim.
Daha mutlu bir dünya için, geleceğin ebeveynleri çocuklarımız için aklı ve vicdanı hür, adaletli toplumların olduğu bir yaşam dileğiyle.

Oku ve Manaya Ulaş

Samimi, içten, gösterişten uzak kendimiz olamadıktan sonra, bütün evrenin bilgilerine sahip olsak ne yazar.
Görünüşümüz,sözlerimiz ve tavırlarımız kendimiz olma bütünlüğüdür.
Bir kitabı okurken, bir filmi sorgularken, kendi özel yaşantımıza ait kararlar alırken, alışveriş yaparken, siyası ve politik tercihlerimizi belirlerken doğru sorular sorabilmeli , doğru ve düzgün düşünebilmeliyiz.
İşte o zaman kitap okumak olsun, hayatı okumak olsun, insanı okumak olsun bir değer ve anlam ifade eder.
Yaşam bir bütündür. Her şeyin özüne gitmeli insan, görünene değil. Bazen bildiklerimiz, gördüğümüz kadardır. Gördüğümüz baktığımız kadar ve baktığımız düşündüğümüz kadardır. Baktığımızı görmez, gördüğümüzü düşünmezsek eğer, gördüğümüzün bildiğimize sığmadığını da göremeyiz.
Bunun içinde;
Bilinen en tanıdık tanımıyla, kültürümüzü geliştirmek, olaylara farklı açılardan bakabilmek için aydın bir kimsenin iyi bir okuma alışkanlığına ve okuma bilincine sahip olması gerektiğini söyleyebiliriz.
Peki, doğru ve düzgün bir düşünce yapısına sadece kitap okumakla vara bilir miyiz ?
Yaşadığı topluma duyarsız olan, inisiyatif alması gereken yerde mazeret üreten, kendi yaşamı dışında ki yaşamların yaşama hakkına saygı duymayan, kendi rahatını her şeyden üstün gören insanlar sadece kitap okuyarak yaşama bir zenginlik katabilirler mi ?
Bilgilenmek, bilgi sahibi olmak için şüphesiz temeli sağlam bir düşünce gereklidir.
Bunun içinde, neden okumamız gerektiğini bilmemiz gerekiyor. Seçici, tarafsız, bilim yolunda ufkumuzu açan, bizi daha iyiye ve doğruya götüren yazın dünyasına uzanmak için sadece okumak tek başına yetmiyor.
Niçin okuduğumuzun farkında olmak ve okuduğumuzu anlamak, bize sunulan bakış açılarını iyi sorgulamak gerekiyor.
Buda ancak düşünce sürecini iyi analiz etmekle mümkün görünüyor.
‘’Düşünce süreci, bir sorun ile karşılaşma, sorunun sınırlarını belirleme ve netleştirme, muhtemel bir çözüm bulma, çözümü mantıksal olarak uygulama ve sonuçları elde etme gibi, önyargılardan uzak olma, açık fikirli olma ve şüpheci olma aşamalarını içerir.’’ Bu içeriğiyle de meramımızı net ve duru anlatmaya yetiyor.
O zaman can alıcı bir soru sorabiliriz ? Okumasak nasıl bu bilgilere ulaşabiliriz ?
Yaşamın bütün dinamikleri, insana ‘Oku ve Manaya ulaş” diye sunulmuştur. Bunu sadece kitap okumaktan ibaret sayanlara yaşam bir şey katmaz.
Doğanın senfonisi, hayvanlar, çocuklar, savaşlar, toplumsal ve sosyal olaylar, bilimsel çalışmalar, sanatın bütün dalları ve daha bir çok şey evrende varlığının anlam ve tanımını bilen insana ”Gördüklerinden ibaret sayma bizi, içindeki mesajı oku,” diyen evrenin orkestra şefleriyle birlikte yaşamın bütün kanallarından kendini göstermektedir.
Galaksiden bi haber yaşayan, kafa yormayan, istişarede bulunmayan, kendine ve yaşadığı hayata hiçbir sorumluluk duymayan insan, sadece kitap okumakla doğru-düzgün bir düşünce ve temeli sağlam düşünmeye sahip olamaz.
Bu durumda, düşüncenin insan varoluşunun en önemli boyutlarından birisi olduğu gerçeğini yadsıyamayız.

Bu haliyle bakıldığında düşünme nedir diye bir sorgulamayla karşı karşıya kalıyoruz?
İncelemek, kıyaslama yapmak, muhakeme etmek, öngörüde bulunmak, tasarlamak, gözlemlemek, bunların hepsi düşünmeyi tanımlayabilir.
O zaman düşünme bir eylem ise düşünce de bu eylemin bir sonucudur.
Bu konuda beni en çok etkileyen Arthur Schopenhauer‘in düşüncesidir.
”Okunan şeyler ancak derin bir düşünmeyle hazmedilebilir, nasıl ki aldığımız gıdalar bizi yemekle değil sindirimle beslerse, eğer bir kimse daha sonra üzerinde durup düşünmeksizin sürekli okursa, okudukları kök salmaz, büyük bölümü itibariyle kaybolur.”
O zaman şunu diyebilir miyiz?
Sağlıklı sorgulamak, okuduklarımızı anlamak ve yorumlamak için;
Düşüncenin insan varoluşunun en önemli boyutlarından birisi olduğu gerçeğini yadsıyamayız.
Bu açıdan bakıldığında, sağlıklı düşünceyle beraber sağlam düşünme devreye giriyor.
Bu durumda da düşünme boyutunda analitik ve kritik düşünme önem kazanıyor. Analitik ve kritik düşünme bir beceri ve bilinç işidir. Aynı zamanda bir tutumdur ve bilişsel bir aktivitedir
Bu durumda, analitik ve kritik düşünme bireyin karar verirken akla uygun ve derinlemesine düşünebilme sürecidir diyebiliriz.
Analitik ve kritik düşünmeyi bilen bir insan, iyi bir kitabın kendine ne kazandıracağını yada hangi kitabi seçeceğini, bir yerde doğru soruları sora bilmesinden geçtiğini de bilmesi demektir.
Doğru sorular bizi sağlam ve doğru sonuca götürür. Kendimizi tanımayı ve zamanı etkin kullanmayı öğreniriz.
Düşünce boyutumuz genişledikçe, düşünme boyutumuz zenginleşir.
Genişledikçe doğru sorular sormaya başlarız. Hayatımıza yeni soluklar, yeni bakış açıları getiririz.
Neyi neden, niçin, niye yaptığımızın farkına varmaya başlarız.
Özellikle kritik (eleştirel) sorular yol gösterir bize.
Daha iyi seçenekler, ön yargıdan uzak doğru kararlar ve yargılar için bizi teşvik eder.
Bir kitabı okurken, bir filmi sorgularken, kendi özel yaşantımıza ait kararlar alırken, alışveriş yaparken, siyası ve politik tercihlerimizi belirlerken doğru sorular sorabilmeli ve doğru ve düzgün düşünebilmeliyiz.
İşte o zaman kitap okumak olsun, hayatı okumak olsun, insanı okumak olsun bir değer ve anlam ifade eder.
İnsan sorgulayan, yenilenen ve sonra yeniden yenilenen bir varlıktır.
Kendine değer ve mana katan her şeyi kucaklamalı. Döngünün bizden istediği de budur.
olcay kasımoğlu

Kendini Bulamayanlar

Ah insanlar, her-şeyi bulup kendini bulamayanlar, halen ötekiler deyip, o ötekilerin gölgesinde yaşayanlar; o ötekilerin icatlarını, buluşlarını kullanıp, birde günahtır deyip aşağılayanlar, ne çok çelişkiye gebedirler aslında.
İnsan yaşamında, fanatizm ve cahillik daima açtır ve beslenmeye ihtiyaçları vardır.
Bu boşluklar, bilimle, sanatla beslenmediğinde; sapkınlıkla, cehaletle, zulümle beslenir.
Eteklerimizde taşlar, ruhumuzda yaralar var oldukça kanayacak hep bir yerler.
O zaman taşlarımızı ayaklarımıza düşürmeden, kanamadan geçebilir miyiz bu hayatın içinden ve kimseler incinmeden geçmişin acılarını çıkarabilir miyiz gün yüzüne ve kimseleri karalamadan, günah keçisi ilan etmeden yüzleşebilir miyiz kendimizle ?
Yaşanan toplumsal olayları incelemeden, irdelemeden, sorgulamadan, sağlam gerekçelere dayandırmadan suçlamak ve yargılamak sağduyudan, öngörüden uzak insanların işidir.
Hiç kimse, yaşanan toplumsal olayların üzerinde durup düşünmüyor. . Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor. Herkes bencilce kendini düşünüyor.
Peki, hangimiz; özgürleşmek için korkularımızdan arınmaya, yada kendimizle yüzleşmeye hazırız?
Bu çağın cehaleti, cahilliği artık mazeret kaldırmıyor. Geldiğimiz iletişim çağında, insanın bilgiye ulaşması daha kolay. Bu çağın cehaleti bencillikle ortaya çıkıyor. Kişi sadece kendi bilgisini değerli bulup, diğer bilgi ve düşünceleri yok saydığında, duyduğu ve kendince uydurduğu söylemleri dünyaya diretmeye çalıştığında cahil olur.
Yeniliğe kapalı olmak, uyum sağlamaya karşı olmak, farklılıklara tahammül edememek cahil insan davranışlarıdır.
Artık gelişen ve değişen teknoloji çağında cahil sözcüğü “bilmeyen” anlamından “bilmeye karşı olan” anlamına dönüşmüştür.
Artık çağımızda bilmemeye imkanı yoktur. Sadece kendi kişisel bencilliğinden dolayı insan ve doğa yaşamına duyarsız kalan ve köle ahlakına sahip olan kimselere cahil diyebiliriz.
Başkasının fikrine saygı duymayan, sadece kendisi için yaşayan insan cahildir.
Nefretle, hakaretle, kinle, öfkeyle büyüyen bir güzellik yoktur dünya yüzünde. Sağlıklı düşünen beyinlerde büyür insanın güzelliği.
 Önce vicdan ve merhamet, sonra bilim ve sanatla taçlandırılmış bir yaşamı kendimize rehber etmekle başlar yaşamın güzelliği.
Samimi, içten, gösterişten uzak kendimiz olamadıktan sonra bütün evrenin bilgilerine sahip olsak ne yazar.
Görünüşümüz,sözlerimiz ve tavırlarımız kendimiz olma bütünlüğüdür.
Diplomalar, alınan sertifikalar, bütün dünyayı gezip dolaşmak, sanat galerileri, müzeler, tiyatro ve sinemalar insana farkındalık katar katmasına lakin körse vicdan, tavansa ego, bir yerlerde, bir şeyler hep eksik kalacak.
Kim olduğumuzu keşfetmeye, özgürleşmeye ve hatalarımızla-eksikliklerimizle yüzleşmeye hazır olmak, en üst anlamıyla kendi benliğimizin farkına varmaktır.
Arınmanın olduğu yerde yeni tomurcuklar filizlenir, öfke kin ve nefret fışkırmaz.
Ancak o zaman demokrasiden, insan haklarından, korkmadan,ürkmeden,sancılı rüyalar görmeden bahsedebiliriz. İnsanın kendiyle yüzleşmesi bir yerde geçmişin gerçekleri değil, bunların bizim için ne ifade ettiğidir.
Hayatı belli kalıplar içerisinde tanımlayanlar yaşamın biricik anlamını ıskalayıp, bir sürü neden ve bahane arasında yaşam serüvenlerini bitirecekler.
Kendimizi ve aklımızı cömertlik ve şefkat ile koruyalım. Merak etmeyelim bu karanlık inanılmaz bir aydınlığa gebe aynı zamanda. Kalbimizi ve aklımızı arındırmayı sürdürelim.
Sadece eleştirmeyelim, sürekli yakınmayı bırakalım. Ya kabul edelim ya da eyleme geçelim.
Tüketime kanmayıp, sadece doğru değerleri satın alalım.
Maddeye değil, deneyime ve içsel ilerlemeye yatırım yapalım.
Hayatı devam ettirebilmek için enerjiye, motivasyona ihtiyacımız var. Bu enerji fiziksel olduğu kadar ruhsal bir enerji. Rutin koşuşturmada fark edemiyoruz çoğunlukla ama kendimizi de şarj etmemiz lazım, bütün kaygılardan uzak..
Yaşam bir kirpik arası, yada kısacık bir rüya.
Her ne olursa olsun, heba edilmeyecek kadar da güzel. Makamla,etiketlerle, mülkiyet telaşı ve hırslarla avunulmayacak kadar da sade ve hoş aslında..
Bireysel olarak ışığımızı korumamız gerekiyor.
Kendi içimize doğru derinleşmenin, neye dönüşmek istiyorsak ona karar vermenin ve yenilenmenin zamanı olmadığını; yeniden, bir kez daha; umutla, dirençle yüreğimize fısıldayalım..
Olanı doğru değerlendirmek karamsarlık olmadığı gibi, iyi olanı korumak ve umut da hayalperestlik değildir.
Olanı tüm yalınlığı ile görmek ve anlamak, iyi bir kalbi ve umudu korur.
Eğer iyi kalbi, umudu ve her şeyden önemlisi şefkati ve cömertliği koruyamazsak acı çekenlerden olacağız.
İnsanlığın başına gelen kötü olayların en önemli iki sebebi var: açgözlülük ve kibir.
Bunlar ise, neyin eğri, neyin doğru olduğunu ayıramayan bir cehaletten besleniyor.
Aşağılamadan, ötelemeden, yargılamadan, ukalalık yapmadan, insanca.
Öğren, sorgula ve öğret anlayışına dikkat çekerek, arkasında duracağımız tek şey gerçek. Buna inanmış bir insanın vicdanı, adaleti her zaman işler zaten.
 Bilmediğinin farkına varmak ve bunu da kabul etmek erdemdir. Yeter ki birbirimizin yaşam hakkına saygılı olalım, elinden almayalım. Alanlara sağır ve kör olmayalım.

olcay

31 Mart 2020 Salı

kaynağın Kendisi Güzel

Güzel sözün eyleminde yaşamak, anlaşılmak, gerçekten bir ödüldür hepimiz için, anlatabilmek ise yetenek.
Gerçekten sevilenin duygularını anlamayı denemiş biri için bu muhteşem bir döngüdür. İçinde zarafet, incelik, samimiyet ve önemsemek var.
En güzel birliktelikler en ince çizgide gönüllere yazılır. Bunlar damla damla yüreklere damıtılır. Sevginin cesareti ve gücü burada başlar.
En küçük bir esintide yok olup gitmez.
Hepimiz sevgiyiz ve ''sevgi'' sahip olduklarımızı paylaşır.
Sevgi her şeydir..
Çünkü sevgidir kalplerimizi ortaya çıkaran güç.
Sevgiyi ortaya çıkaran, kalplerimiz değildir.
Zaten hakiki sevgiler aydınlatandır.
İnsan tuttu mu elini sevdiğinin, bütün evren ona yol verir.
Öptü mü yüreğinden sevdiğinin, ruhunun kapıları, tokmağını sonuna kadar açar.
Öylesine değil, öylesine derin sevmeli...
Hayatınızdaki tüm insanlar ve eylemler ''bir özelliğimize'' ayna tutmaktadır.
Sevgisiz insanlar ''tsunami gibidirler'' dokundukları her şeyi yakar, yıkarlar.
Ne mutluluk verirler nede huzur. Sürekli şikayet eden,sorun çıkaran hep kaderi suçlayan, mazaretlere sığınan, geçmişi deneyimlemeyip sürekli geleceğe taşıyan sevgisiz insanlar hayatımızdan çalarlar.
Bu insanlar kardeşimiz olsun, arkadaşımız olsun vs er geç kendi uzaklıklarını yaratırlar.
İyi insanlar ise çoğu zaman ''yanında olmasalar da'' histen köprüler kurarsın, mesafelerin anlamı kalmaz, yüreğin konuşur, gözlerin görmese de.
Aynı amaç için çarpar kalbin, acısının içinde olamasan da...sarılırsın, aynı acıya ağlarsın, onun kaybı senin kaybındır, yaralarına tuz basmazsın,gönüllü paylaşırsın yaşamı.
Hayatımızdan gün çalanlarla değil, hayatımıza anlam katanlarla çoğalmak hayatın içinde, sevgiyle-umutla...
Başkalarını incelediğimizde deneyim ve tecrübelerimizle birlikte BİLGİN, Kendimizi incelediğimizde AYDINLANMIŞ insanlar oluruz.
Nefsin arzularından arınıp, inandıklarını sorgulayabilmek,sorgulayarak inanmak, YÜREK ister...
Bu dünyada; sadece kendi için değil herkes için adaleti korumak, sahip çıkmak, GÜÇLÜ BİR İRADE ister.
Anlamak, paylaşmak, düşünmek, inandığı gibi yaşamak, ilkelerinin arkasında olmak, RUHSAL OLGUNLUK ister.
İnanıyorum ki dünyada *sevgisizlikle birlikte, yanlışlığın hükmü başlar* biz bu hükme geçit vermeyelim.
Bizim hükmümüz bu olsun 'YAŞAMALI VE SEVMELİ'' yüreklilik ve güç verir insana.
Bilincinin güzelliğini ve yaşamının değerinin sürekliliğini korumak istiyorsak, önce kendimizi öğrenmeye ve organize etmeye, ardından da hayatı tanımaya ve olumlamaya özen göstermeliyiz.
Değil mi ki; kalbimizin çıkarttığı sesin bile bir anlamı olmalı.
Değil mi ki; dilimiz söylediğinde, kalbimizin sesinde, dolup boşalmasında herhangi bir değişiklik olmuyorsa, ne anlamı var söylenenlerin.
Şafak vakti kanatlanmış bir gönülle uyanmak sözün hale ayanıdır ve onu yaşamak tamamen bizim algı ve bakış açımızla kendine yer bulur.
Olcay Kasımoğlu

Ayrılık İç Çekiştir

Ayrılık, yüreğin vazgeçmesiyse kendinden;
Ayrılığın ne olduğunu yaşadıkça eleyen insanlar, öğrendiler ki ayrılık ne araya yolların girmesi ne alınan biletlerle uzak diyarlara gidilmesi !
İnsanın kendini anlatmaktan vazgeçmesidir ayrılık. Yollara yatırdığı gözlerini düş kırıklıklarıyla toplaması içine.
Dışarıda güneşli bir gökyüzü, cıvıl cıvıl kuşlar, ışıldayan nehirler, denizler hepsi nafile, gözlerinin gördüklerine küs halini hüzünle yüreğine yedirmesidir ayrılık.
Türküler dinlerken sesinin dost sesiyle çoğalmaması, coşkuya hasret kendi sesinde boğulmasıdır ayrılık.
Ayrılık. gözlerinin dünyaya değmesinden vazgeçtiğin andı, sualsiz cevapsız tüm sorgulamaların suskunluğa kendini teslim etmesiydi. Çaresiz çocukların kimsesizliğin de gözlerine düşen yaş gibi umarsız ve çaresizdi büyük insan ayrılığı.
İnsan gidişi ayrılık değildir sadece ayrılmadır için de umut bırakır belkiler bırakır asıl ayrılık insanın kendi içinden vazgeçmesidir.
Bir ağacın dalından yaprağının ayrılmasının ayrılık olmadığını bilirim.
Ayrılığın geleceğe ışık düşüren gülüşlerde saklı olmadığını biliyorum.
Biliyorum ki ışıklı gülüşler ayrılmanın sadece bir daha ki sefere gamzeler de hasretle beklemesidir.
Ömrüm azalarak önümden akarken, her yer birbirine bu kadar benzerken ve her şey bu kadar gerçeğin inceliğin de benim korkularımı desteklerken ben şimdi ayrılığın içimden vazgeçmek olduğu bilinciyle, içimde ki bu insan yalnızlığının kırılma noktasını nasıl barıştıracağım, söyle ?

Beni soruyor musun
Ne haldeyim
Bir yanım gözlerden dökülür
Bir yanım akşamın yaslı karanlığında
Bir yanıp bir sönen ışıklar gibi
Birazdan güneş doğacak
Sana doğduğum şafakla
Tarifsiz gülüşün düşecek yadıma
Özlemin rüzgarları geçecek yüreğimden
Kulaklarımda ise sesinin buğusu
Aydınlanınca yeryüzü
Bir kuş oldum gökyüzüne
Uçamadım
Dağ rüzgarlarinin serinliğince nehir oldum
Taşamadım
Oysa şimdi
Yağmuru yasaklı mevsimin
Kurumuş çalıları
Kavrulmuş ekinleri gibiyim
Ne zaman aydınlanacak bu karanlık bahtimiz

30 Mart 2020 Pazartesi

Tutkular Ten Olur

İnsan anlaşması sadece sözle olmaz. İnsan anlaşması sezgi ile olur.
İşte o zaman başkalaşır dünya, tutkular ten olur, düşünce tenleşir, ruhlar özgürleşir, yok olur prangalar…”
Yaşamın doğasına aykırı sularda yüzüyoruz. İnsan doğasına uygun olmayan ne varsa onları işlemeye çalışıyoruz.
Bilincinin güzelliğini ve yaşamının değerinin sürekliliğini korumak istiyorsak, önce kendimizi öğrenmeye ve organize etmeye, ardından da hayatı tanımaya ve olumlamaya özen göstermeliyiz.
Değil mi ki; kalbimizin çıkarttığı sesin bile bir anlamı olmalı.
Değil mi ki; dilimiz söylediğinde, kalbimizin sesinde, dolup boşalmasında herhangi bir değişiklik olmuyorsa, ne anlamı var söylenenlerin.
O’nun sözlerini kulaksız duy, ona dilsiz dudaksız söz söyle.Çünkü dille, dudakla söylenen sözün ayrılıklar vermemesine, insanı incitmemesine imkan yok, demiş (Mevlana)
Anlamak sadece sözcüklerle değil, duyarlıkla da mümkündür aynı zamanda.
Biz kendi şişkin egolarımızı söndürmedikçe, havasını indirmedikçe, birbirimizle değil konuşmak, sadece kendimizi anlatmaya devam edeceğiz.
''İnsanlar kelimelerle, sözlerle bir şeyler anlarlar ama birbirlerini o kelimelerden, o sözlerden dolayı anlamazlar. Sözleri aşan bir anlaşma alanı vardır insanlar arasında. Tabii burada sözlerin vazgeçilmez bir yeri vardır ama insan anlaşması sadece sözle olmaz. İnsan anlaşması sezgi ile olur, sezginin de ne olduğunu bilmiyoruz.
Yani insanlar birbirlerini sevdikleri için birbirleri ile anlaşırlar ve birlikte bir şey yaparlar.
İnsanlar birilerini kendilerine uzak, yabancı, nefret edilecek diye saydıkları için onlarla savaşırlar. Ve bunların kelimelere dökülebilir bir tarafı yoktur. Biz kelimelerden o sonuca varmak için bir şey elde ederiz.''
Kendi varlığımın sınırlarını fark edip, kendi egomu söndürerek diğer varlıklarla, doğanın sesine, ritmine, müziğine yüreğimin sesiyle katılmak istiyorum.
Görmeden bakan, duymadan dinleyen, hissetmeden dokunan, düşünmeden konuşan insanlardan uzaklaşarak;
Tabiatın en küçük kımıldanışlarını sezerek, hayatın sarsılmaz bir mantık ile akıp gidişini seyrederek, herkesten daha çok daha kuvvetli yaşadığını, bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurduğunu bilerek yaşamak istiyorum....
İnsan yaşadıkça, yitip giden zamanları ve iç sesimizin ayaklarına kulaklarımızı tıkamadan; kendi iç sesimize yöneldikçe, içsel sorgulamaların ve yeniden uyanışa geçen bir ruhun çığlığını duymaya başladıkça; kendine yetebilmeyi, ayakta kalmayı, farklılıkları kabullenmeyi, kendini eleştirmeyi, kendiyle yüzleşmeyi; amaç edindiğinde, yaşamı yeniden sorgulamaya başlıyor.Ve mutluluğun, insanın değiştiremeyeceği şeyleri kabul etmesinde, değiştirebileceği şeyler için harekete geçmesinde ve ikisinin arasındaki farkı görebilmesinde yatıyor.
İşte o zaman başkalaşır dünya, tutkular ten olur, düşünce tenleşir, ruhlar özgürleşir, yok olur prangalar..
İnsanın duruşu ne kadar derinse, ne kadar özgürse ruhu, ne kadar güzel görebiliyorsa; o kadar geniş, o kadar uçsuz bucaksız, o kadar güzeldir yaşam manzarası.
Bunun içinde, sıkça kalbin ve beynin kapısını tıklatmak gerektiğini unutmamak gerekiyor. Nede olsa, onlarda tozlanır, katılaşır, sağırlaşır, koylarına çekilir zaman zaman...

28 Mart 2020 Cumartesi

Derin Korku Direnci Kırar

Dünyanın insanlarla, insanların dünyayla sınavı çok çetin görünüyor bu günlerde.
Bireysel egoların pik yaptığı bir dünya da, bir virüsle gökyüzü yeryüzü ölümün soluğuyla ters düz oldu.
Dünya mali, mevkiler, statüler anlamını yitirdi.
Bütün dünya da yaşanan bu salgının insan yaşamını nasıl alt üst ettiğini görüyor ve sonuçlarını yaşiyor.
Tam da bu nihai nokta da ne yapmamız gerektiği üzerine doğru algıyla durumun tam olarak anlaşılması ve gerekenlerin uygulanması bağlamında,
Korku ve endişe bütün hayatlarımıza sinmeye başlarken silkelenmeli ve cesur olmalıyız.
-Her şeyden önce ne ile karşı karşıya olduğumuzu herkesin bilme hakkı var.
-Ne olduğunu, neler olabileceğini doğru olarak kavrayamasak ne yapacağımızı da bilemeyiz.
- Bütün dünyayı pençesine alan bu virüse karşı bireysel önlemlerin yetmeyeceğini ortak iradeyle hareket etmemiz gerektiğini anlayarak gereğini doğru yapmak için dayanışma içinde olmaya ihtiyacımız var.
- Belirtilenleri, uyulması gerekenleri doğru algılayarak yerine getirmek ve gereken doğru karşılığı vermek için açıklık ilkesi şart.
-Gerçeğimizle yüzleşmeden yapılması gerekenler konusunda eksik ve yarım kalacağız.
Özellikle;
Bilimin insan yaşamına kattığı değeri yaşayarak gördük.
-Sağlık emekçilerinin varlığı "bana da bulaşabilir endişesini taşıdığımız andan beri" nasıl da anlam bütünlüğü kazandı.
Ülkemde yaşanan olaylar gözümün önüne geliyor.
Korunma tedbirlerinden kaçanlar, halen bu salgının insan yaşamını nasıl tehdit ettiğinin gerçekten farkında olmayanlar ve gerekli hassasiyeti göstermeyenler Montaigne'in,
"İyiliğin bilgisine sahip olmayana bütün diğer bilgiler zarar verir." yorumu, kurallara uymayanlar "iyi insanlar olabilirler" lakin "iyiliğin bilgisine sahip değillerse" başkalarının yaşama hakkını ellerinden alabilir, zarar verebilirler düşüncesini aklıma getiriyor.
Ve en önemlisi;
Bilgiyi, vicdanla ve şefkatle donatmadığımızda ortaya zalimlikler çıkıyor.
Bu durumlar yaşanırken bilimin ışığını ve eğitimin yarattığı aydınlanmayı yok sayan zihniyetler de umarım bu acı tablo karşısında ders alarak kendilerine bir aydınlanma yaşarlar.
Derin korkular direncimizi kırar.
Bu kırılmayı yaşamamak için tedbirli olmak, korkuyu ve endişeyi paranoya çevirmeden hayatlarımıza gereken özeni ve itinayı göstermemiz ve bu mücadeleyi kazanmamız gerekiyor.
Tüm dünyada yaşananlar, insan kalmanın insan olmaktan daha zor olduğunu da gösteriyor.
Olcay Kasımoğlu

24 Mart 2020 Salı

Ey Şiirin İnce ve Derin Susuşu

İnsan yüreğiyle yaptığı her şeyin tadını alır...
Edebiyatın kapılarına adım attığından beri de; şiirin ve yazı yazmanın gönül sırdaşlığını keşif ettim.
Yazının ve şiirin yolcusuyum. Aşka, insana,doğaya ve kendine duran bir yolcu...
Baktığım her şeyin iç yüzünü görmeye başladım. Kelimelerin içlerine sakladığı arka odalar da dolaşmayı öğreniyorum.
Kitapların insanı nasıl silkelediğini, yeni bakış açıları kazandırdığını ve kendiyle yüzleştirdiğini gördükçe, okumanın gücüne inanıp bende kendimi şiirle, yazıyla yenilemeye gayret ediyorum...
.Bir insan olarak kendimizi bir kağıt üzerinde düşünelim ve kendimizi o sayfanın içine bırakalım.
Neler yazardık; ben yazdım.
Mesela; hiç hayvanlara kötü davranmadım onları hep korunmasız olarak gördüm ve dedim ki benim merhametime ne kadar muhtaçlar tıpkı insan yavruları gibi. Hiç kimseye bilerek, isteyerek kötülük etmedim. Anneme babama hep vefayla yoğrulmuş sevgiyle, saygıyla karıştım. Öğretmenlerime karşı hep saygılı oldum.
Bunun yanında kendi fikir ve düşüncelerimide söylemekten kaçınmadım. Hiç kimseye beddua etmedim. Biri üzülürken aman banane demedim.
İhtiyacı olan biri para istediğinde olduğu halde yok demedim.
Kimseyi keyfi işlerim için çalıştırmadım.Yapamayacağım şeyler için kesinlikle söz vermedim.
Hiç kimsenin ne namusu nede ekmeğiyle oynamadım. Sırf gösteriş olsun diye giyinip seslenmedim. Kaliteyi severim ama hiç markacı olmadım.
Benim yüzümden hiç kimse işinden olmadı. Birilerine şirin görünmek için hiç yalan söylemedim.
Hiç bir zaman dünya görüşümü nerede olursam olayım, hangi koşulda bulunursam bulunayım gizlemedim, farklı söylemedim,
bundan dolayıda hep saygı gördüm.
Geldiğim yeri hiç unutmadım, bulunduğum yerinde farkındayım.
Kendi çıkarlarım için adam satmadım, hiç kimse yede dalkavukluk yapmadım. İnsanları sınırlara hiç bölmedim. Önce hayata kattıklarına baktım, eylemlerine baktım. Bazen bu konularda eleştiride aldım lakin kendine ve yaşadığı coğrafyaya, insanlığa hizmet eden, faydalı herkes benim kıymetlimdir.
Baktığım yer şimdiye kadar yanıltmadı yola devam dedim.
Ben en çokta içimdeki benle barışık yaşamayı sevdim ve hiç kimsenin kötü yaşamasına, kötü olmasına sevinmedim.
Keşkelerim olduysada kalbimdeki iyilikleri büyütmek için
kendime söz verdim...
Tek kimliğinin kendi vicdanı olduğunu ve o vicdanının sözcüsü olmak derken, kendini bir tomurcuk olarak görüyor, elinin değdiği yerlere fideler ekiyor ve biliyor ki merhamet ve adaletli olmak yaşamın en büyük erdemi.
Tercihi mi insandan ve yaşama hakkından yana kullanırken bu tercihlere sahip olmanın faziletine inanıyor ve diyorum ki !
Bu dünya herkese yeter....güneşte, ayda, yıldızlarda herkesin üzerine eşit düşer...
Bugünler de bunu dilinden düşürmüyor ve yine diyor ki; gözü aç olana dünyayı ver yetmez. Her dem umman olsa yine az gelir kendi payına düşen..
O zaman bütün mesele kendimizde, nefsimizde derken ben kendimi kağıdın beyazına bırakırken, yazdıklarım; yapmak istediklerim ve yapabildiklerim derken hayatta çürük elmaları arkaya, olgunlarını öne koymadım...ya göründüğün gibi ol yada olduğun gibi görün felsefesinden....
Bir damla iyilik de benden düştüyse yeryüzüne ne mutlu bana.!.

17 Mart 2020 Salı

Ruhun Yolculuğu

Gerçek sevgiyi ve anlayışı bilen, bunu da başkalarıyla paylaşabilen insan aranmaktadır günümüzde.
Hepimiz; kendi renklerimizle bu dünyanın döngüsüne hizmet ederiz.
Mevlana ne güzel demiş !
''gel, gel, ne olursan ol yine gel,
ister kafir, ister Mecusi, ister puta tapan ol yine gel,
bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir,
yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel…”
Burada ki sevginin en önemli özelliği ''beraberinde anlayışı da barındırmasıdır'' lakin burada ki anlayış, yanlışa tolerans değildir.
Mutluluğu sağlayan en temel duygu ''sağlıklı sevgi'' ve ona yol açan anlayıştır.
Hoşgörü diye yıllardır nitelendirilip durulan ancak bir türlü kavuşulamayan duygunun ortaya çıkmakta zorlanmasında ki temel etken de budur.
Çünkü: sadece hoşgörü ile ''sevgi anlayışına'' varabilmeniz mümkün değildir.
Burada ki davetin; çoğu zaman yanlış anlaşıldığını düşünmüşümdür.
Burada ki çağrı ''kötüde olsan, namussuz da olsan, hakta yesen, zalimde olsan'' gel değildir.
Burada ki anlayış tamamen insan oğlunun dünya evi üzerinde ki siyası, dini kimliklerin hangisinde karar kılmış olursan ol bizim dergahımız iyilik, umut,sevgi yolu gel diyor, kaldır aradan engelleri...
Ve en önemlisi; herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli insan, her şeye sahip olamayacağı gibi.
Her şey için çok geç olmadan, kendi özümüzle tanışmak ve varlığın diliyle yeniden doğabilmek için ötelediğimiz, ertelediğimiz ne varsa hayata geçirmeli, hepsinden önce ''bilgilenip'' sonra ''fikir sahibi'' olmalıyız.
İnsan: özgür yaratılmış iken, bitip tükenmek bilmeyen bencil arzularına yenik düşünce, zaaflarının esaretinde bir köle olarak yaşadığını fark edemez bile.
Artık fedakarlığın hakikatinde kendimize emek vermenin vaktidir. Her şey insanın kendi ruhuna yapacağı yolculukla başlar...
Sadece kendi işleri için çalışan, yaşadığı dünyaya hiç bir özveride bulunmayan, bunun yanında zarar da vermeyen bir insanin ''Zararsız'' ve ''Yararsız''yaşaması iyi olabilir mi ?
Bence iyi olmanın da bir bilinci olmalı. Bir başkasının canı yandığın da sesi çıkmıyorsa, konuşulması gerektiği yerde susuyorsa tamda o noktada insan olma sorumluluğuna sahip çıkmıyorsa bunun neresi iyi olabilir. İyi olmanın da bir onuru olmalı.
Kendine, ait olduğun çevreye ve ortak alanları paylaştığın bu dünyaya vefa borcun olmalı.
Yoksa; etliye,sütlüye karışmadan ''Yararsız'' insan olmanın neresi zararsızlıktır...
Olcay Kasımoğlu

İnsan Sığmıyor İnsana

Yüzlerde, yüreklerde hep ihanet maskeleri, her şeyi zehirliyor, gülüşlerin içine puştluk düşmüş.
Yalan, hiç bilmediğin kadar yalan ''sesler çığırtkan'' geceye pusu kuruyor, ışıktan duyguları alıyor.
Aşkı yılışık, ihanete yenik umut, insanı ucuz kılıyor...
Sevginin, hoşgörünün yerine; sahtekarlığı katık ediyor.
Dünya sığmıyor insana; kanun hükmünde ''savaşlar, ihanetler'' insan sığmıyor insana...
O yanardağ misali yürekler ürkek, suskunluk kanıksanmış, cehalet azgın.
Kalabalıklar içinde sevdalar dalsız, uykular da pembe düşsüz kara kuru, sabahları solgun, akşamı yılgın yorgun...
Umutsuzum demeye dilim varmıyor, her şey ''gecenin karanlığı gibi''yakamozlar göz kırpmıyor, içimdeki abdal küs, ışığa çıkmıyor, dışarıda insan, insana ihanet ediyor...
Umut kimsesiz; gülüşlerin içine ''puştluk düşmüş'' içtenliğin güven ateşi, zalimler otağını seçmiş.
Terbiye edilmemiş nefis ''zincirlerden azat edilmiş'' ulu orta, meydanı kendine biliyor. Öpüşlerden düşlerin tılsımı yolundu artık, kimseler ''yüreğinden ağlamıyor göze''sevginin bakışları mıhlandı çorak yüreklere...
Yalnızlık giyindi üşüten hoyrat rüzgarları, gülüşler gamzesiz, soluk, ısıtmıyor içimizi, can bitkin ''yürek tutsak, dil umutsuz'' köreldik yüreğimizin sesine...
Seyirci umarsız; sevincin çığlıkları kısık, buyur etmiyor evren sinesine.
İçtenliğin kaleleri kuşatıldı ''şefkat uyuşuk, kindarlık sinsi ateş'' ilim, bilim, soysuzun tezgahında tutsak...
Kim bilir''belki inandıklarımızdır'' yalan olan, payımıza kalan, acı ve kül yüreğimizden beynimize sızan, ihanete karışıp bizi dünyaya kör kılan....

Büyük Balık Küçüğü Yutuyor

Hiç bir şey ''dengine'' bel bağlamıyor. Düşünsenize; şiir ve kelebekler eşit süreler istiyor.
Doğa; amansız bir katledilme savaşının içinde acı çekiyor.
Fabrikalar;nehirleri, ormanları yok ediyor. İnsan oğlu katliam izliyor adına da sanayileşmek diyor.
Bankalar; insanları soyarken bu bir suç bile sayılmıyor, büyük balık küçük balığı bir bardak suda boğuyor bunun adı da serbest ekonomi oluyor.
Kanun hükmünde emeksiz kazancın adı rekabet oluyor.
Otobüs durakları; yalnızca işçiyi, öğrenciyi ağırlıyor, üreten sırtında sömüreni taşıyor.
Geçmişi üzerinde taşımak; sadece dar gelirliye kalıyor ve ne hikmetse hep ''kadermiş demek'' dar gelirliye düşüyor.
Gelecek düşleri; küçük insanların ''ütopyasıyken'' şimdilerde o da suç sayılıyor, biliyor ki ''düşleri olan insanların yenilgisi olmaz'' bu kırılırsa dirençte kırılır.
Sesli her haklı düşünce; haksızlığa gölge yaparken ''insanların'' karanlık gölgeleri dolaşıyor.
Cevaplar rüzgarla esiyor, cevaplar rüzgarda uçuyor...
Benimse; güneşe batırılmış sevinçlerim, eritiyor buz kesmiş kederleri.
Hadi gel diyorum, düşlerimdeki yaşamak haykırışlarına
Kaldır sesinde ki tülleri
Sussun, kötülüğün hoyrat esişleri
Şimdi, dünyaya şiirden resimler çizeceğim
İnandırmak için, içimdekilerin sahiciliğini...
Olcay Kasımoğlu

hangi İnancın Sesi Bu

Doğa; amansız bir katledilme savaşının içinde acı çekiyor.
Fabrikalar; nehirleri, ormanları yok ediyor. İnsan oğlu katliam izliyor adına da sanayileşmek diyor.
Bankalar; insanları soyarken bu bir suç bile sayılmıyor, büyük balık küçük balığı bir bardak suda boğuyor bunun adı da serbest ekonomi oluyor.
Kanun hükmünde emeksiz kazancın adı rekabet oluyor.
Otobüs durakları; yalnızca işçiyi, öğrenciyi ağırlıyor, üreten sırtında sömüreni taşıyor.
Geçmişi üzerinde taşımak sadece dar gelirliye kalıyor ve ne hikmetse hep 'kadermiş demek' dar gelirliye düşüyor.
Gelecek düşleri; küçük insanların ütopyasıyken şimdilerde o da suç sayılıyor.
Sesli her haklı düşünce haksızlığa gölge yaparken insanların karanlık gölgeleri dolaşıyor.
Cevaplar rüzgarla esiyor, cevaplar rüzgarda uçuyor...
Öğrendik ki ne yaşarsak yaşayalım ne yaşamış olursak olalım en büyük zafer mutluluğa giden yolda hayat her zaman adil davranmasa da, büyük küçüğü yutmak için savaşsa da, en güzel şey sevgidir, çiçek gibidir sevgi.
Hayatı paylaşmak sevgiyi paylaşmaktır, anlaşmaktır.
Sevginiz yok inanın hiç bir şeyiniz yok.
Belki de yeniden öğrenmemiz gereken de budur...
Sevgi, sevgi, sevgi...

Güvence arayışlarıyla zincirlenmiş bir köle olarak yaşamaktansa,
Esirgemem sözümü çıkıp gelse de ölüm söylerim dağ, taş uyansın
Uyansın toprağa düşen cemreler aşkına, yaşamak aşkına

Hangi inancın sesi bu hangi karanlığın esaretidir bu

Cehalettir kalemi kıran, hakka duran sözü zincire vuran
Yeni doğan bebeğin masuniyeti aşkına, hak aşkına, emek aşkına uyan
Uğrunda öldüğümüz topraklarda sürüye uyan alık kurbanlara dönmüşüz
Toprak üstünde derin uykulardayız, kalkıp uyandırın bizi, uyandırın emek aşkına

Biz ki hakkın divanında el pençe durmuş, yüz sürmüşüz topraklarımıza
Toprak gibidir memleketimiz, kim söyleyebilir umudun bittiğini,kim ?
Umut kapısı kapanmaz, bütün kapılar kapanır da umut kapısı kapanmaz
umudun kapısı ardına kadar açıktır, inananların yürekleri gibi...

Olcay Kasımoğlu.

Olcay Kasımoğlu

Doğru Zamanda Doğru Şeyler

Yüreklilik sadece cesur olmakla olmaz.
Yüreklilik, acizliğimize rağmen doğru olan şeyi yapmaktan geçer.
Server Tanilli, dünyayı kurtaracak olan ortak erdemleri ne güzel özetlemiş;
"İnsanlığın yeni bir RÖNESANSA zorunluluğu açıktır: İnsanlık YENİDEN KENDİ RÖNESANSINI,KENDİ AYDINLANMASINI bulmak zorundadır.
Bir kez daha;ÖZGÜRLÜĞÜ,EŞİTLİĞİ,KARDEŞLİĞİ yaşama geçirmeliyiz.Bu,kazananın yaşadığı,kaybedenin kurban edildiği İNSANLIK DIŞI DÜZENE karşı çıkmalıyız.
Para ve piyasa dini yerine,İNSAN OLMANIN aklını koymalıyız.Bu sahte dinlerin,insanı insanlığından uzaklaştırmasına karşı koymalıyız.
Bireyleri de,toplumları da, DÜNYAYI DA KURTARACAK OLAN BUDUR..."
Bütün acıların yankılandığı, taşa toprağa değdiği, kuşlarla göçe durduğu ve mevsimlerle döngüyü tamamladığı yerde; yaşam dolu olmayan her şeyi bozguna uğratmak için de çekilir acılar.
Tek yapmamız gereken İçimizdeki bize verilen, bizim aldığımız, istemeden gölgesinde kaldığımız, söylemlerden öteye varmayan bütün eksilten şeyleri yırtıp atalım.
Doğru zamanda, doğru yerde, doğru şeyleri çoğaltmanın aşkına.

Savaş Tabiat Kanunu Değildir

 Halepçe, Hocalı ve daha nice katliamları yapanlar hiç bir zaman kendilerine haklı bir kılıf uyduramayacaklar.
Aklı ve yüreği olan hiç kimse, neden ne olursa olsun vahşeti meşrulaştırmak gibi bir zalimliği savunamaz...
sen paranın bahşettiği
silahları satın alırken kaç çocuk ateş altında
cılız bedenleri kurşunlara yenik düşüyor
parmakların sayarken parayı
kaç insan suçsuz yere bombaların kucağında parçalanıyor
yuvam dediği evlerin duvarları
kurşunlarla delik deşik alevler içinde
oysa bu savaşın sebebi kendide değil
nedenini niçinini bilmeden çoğu kez
insanlar öldürülüyor...
gökyüzü hep griye mavi maviler suskun
dumanlar içinde çaresiz kimsesiz
aldılar ellerinden mavileri yürekler yangın yeri
bütün dünya katliam izliyor
sanki insanlığın kaderiymiş gibi
oysa yaradan yazmaz böyle kaderi
insanlardır birbirinin kurdu
sevgi erdeminden o denli uzak kalmışlar ki
tüm suçu tanrıya atmak en kolayı
oysa tanrı yazmaz böyle bir yazgıyı
insanlar öldürülüyor...
sen kendini satarken paraya
el etek kula hizmet
başının üstünde pervaneyken
tarih ne yazık ki ölenlerin kanlarıyla yazılıyor
doğmamış bebeklerin beşiğine renk verecek ninniler
ağıtlarla karışıp sonsuzluğa hançer gibi saplanıyor
insanlar ölmüyor insanlar öldürülüyor...

zalimleri katilleri kurbanlarından ayıracak
keskin kalemin zaferi
güneşi balçıkla sıvayanlardan hesap soracak bir gün...

15 Mart 2020 Pazar

Acıdan Kıvranan Yüreğin

"Mutlu olamazlar ki değerini bilmeyenler mutluluğun."
Önemli olan nelere değer verdiğimiz ve neleri öncelikli bulduğumuzdur.
Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissederiz.
”Sakin ve neşeli bir huy, duru, canlı, nüfuz edici ve doğru kavrayan bir zeka, ılımlı-yumuşak bir arzu, sevgi dolu bir kalp ve bunlara uygun olarak iyi bir vicdan”…
Dünyaya sevgi dolu bakmanın yolu başta bu iç yolculuktan geçiyor.
Yoksa bir şeyler eksik ve yavan kalır.
Hristo Botev'in şiirinde sorgulanan dünya içi hallerine bir yolculuk yapalım beraber...
"Yaşamak çok zordur, kardeşim.
Kimliksiz budalalar arasında.
Yanan ruhumun yalımlarında
Ölüyor kalbim ,onulmaz yaralı.
Seviyorum vatanımı yürekten.
Bağlıyım mirasına.Ama kardeşim
Nasıl çıldırıyorum bir bilsen
Şu ahmaklardan nefret ederken.
Bir düşünceler düşler karmaşası
Çarmıha gerdi genç ruhumu benim.
Ah, kim gelip koyacak üzerine elini
Şu acıdan kıvranan yüreğin?
Kimse ! bilmez ki yüreğim benim
Nedir kıvanç ve nedir özgürlük,
Ama çarpar durur delicesine gene
Hıçkırıklarının yankısında halkımın"

Dünyaya sevgi dolu bakmanın yolu başta bu iç yolculuktan geçiyor.
İnsan, yaşamında mutsuzsa, sevgi üretmiyorsa ne yaparsa yapsın, nereye giderse gitsin, yüreği hep üşüyecek, değil mi ki sesi müziğe dönüştüren sevgidir.
Hayal gücümüz ve düşlerimiz önemli, hayatı sevme hissi ve coşkusu verir.
Bunlar, yerini hiçbir rütbenin ya da maddi zenginliğin dolduramayacağı üstünlüklerdir.

14 Mart 2020 Cumartesi

İnsan Tanımak Bir Sanattır

Sosyalleşmek, çevrenizdekilerle diyaloğa girmek, çoğu zaman bir “merhaba” kadar basit. Ancak konu, karşımızdakini tanımaya geldiğinde, durum biraz zorlaşıyor. Aslında zorlaşması değilde, daha çok özen ve itina istiyor demek, daha anlamlı geliyor.
Çünkü, insanları tanımak sanıldığı kadar kolay değil. Zaman ayırmak,emek vermek ve gönüllü olmak gerekiyor.
İletişime geçtikçe, paylaşımlar artıkça; hangi olaya nasıl tepki vereceğini, insan ilişkilerini ve yaşamdan beklentilerini öğrenebiliyorsun. Tabii ki bu hemen bir anda olabilecek bir şey değildir. Bunun için önce kişinin kendini tanıması gerekir. Kendini bilen ve farkında olabilen insan, karşısında ki insanı tanımada yetkin olabilir. Kendini aşmamış, egoları törpülenmemiş, daha kendi olma farkındalığı oluşturmamış,birey olmayı başaramamış bir insanın karşısındaki insanı, insanları anlama, tanıma ve düşünce belirtme yetisi ne kadar olgun ve objektif olabilir?
Hayatımızın her alanında 'zor insan' olarak tanımlanan kişilerle karşılaşabiliriz. Bize zor gelen insanlarla iletişimden kaçınmak, bizi bu tarz bir iletişimin etkilerinden koruyan en geçerli yöntem olabilir, ancak bu insan, birlikte bir şeyler üretmek zorunda olduğumuz, veya iş yaşamını paylaştığımız, en yakınımız, sevdiğimiz ise, işin boyutu değişiyor. Bunun yanında 'Ben zor bir insanım' gibi tanımlamalar, bana hep itici gelmiştir. Ne yani, zor olmak, anlaşılmak istememek, yada ağır abla,ağır abi rolleri, nasıl gurur duyulacak bir şey olabilir ki ?
İnsan tanımak gerçekten ince bir sanattır ve bu sanatın ciddi parametreleri vardır. Çaba ve inanç gerektirir. Yoksa, payımıza hep yanılgı ve hayal kırıklıkları düşer. İnsanlardan darbe yediğimizi, ,insanların ne kadar güvensiz olduğunu ve hep aldatıldığımızı, şanssız olduğumuzu söyler dururuz o zaman.
Oysa, önce kendimize, var olan bakış açımıza,hayat deneyim ve tecrübelerimize biraz kafa yorsak, bu yanılmalarda; aslında ne kadar çok kendi payımız olduğunu görüp şaşıracağız. Her insan bir dünyadır ve bu dünyanın şekillenmesinde; çocukluğu, yaşadığı bölgenin yaşam koşulları, tercihleri,seçimleri, aldığı eğitim, seçtiği kişi ve kişiler, bir yaşanmışlık bırakmıştır. Ne kadarını kendinde topladığı, ne kadarında demlendiği, belli davranış kalıpları içerisinde kalıp kalmadığı; bize yansıttığı geri bildirimlerde, tutum ve davranışlarda kendini ele verir. Daha dikkatli baktığımızda muhakkak göreceğiz. Bunun içinde önce kendimizin, engin ve dingin bir yaşamla iç içe ve kendimizle barışık olması gerekiyor. Önyargılarından azade, geniş bir bakış açısıyla, insanlarla iletişim kurduğumuzda; daha doyumlu ve uyumlu birliktelikler oluştururuz.
Yaşam bir bütündür. Herşeyin özüne gitmeli insan, görünene değil. Bazen bildiklerimiz, gördüğümüz kadardır. Gördüğümüz baktığımız kadar ve baktığımız düşündüğümüz kadardır. Baktığımızı görmez, gördüğümüzü düşünmezsek eğer, gördüğümüzün bildiğimize sığmadığını da göremeyiz.
İnsan tanıdıkça, ya yaklaşır yada uzaklaşmaya başlar. Bu ince çizgiyi çok iyi tanımlamak lazım. Bazen insanlar kendilerini tanımlamakta gerçekten zorlanırlar. İfade ve tanımlama yoksunluğu yaşarlar. Bunun içinde,insanlarla ortak yaşam alanları olsun, paylaşılan mekanlar olsun, beraber çıkılan bir yolculuk olsun yada beraber bir olayın şahitliğini yapmak ve onun üzerinden beden dili ve sözel tanımlamalar olsun, algısı açık insana çok şey verir aslında.
Hani büyüklerin kullandıkları yaşamsal deneyler vardır. Birini tanımak için;
*Yolculuk yapın
*Emanet teslim edin
*Sırlarınızı paylaşın
*Bilerek fikirlerine karşı çıkın
*İçki sofrasını paylaşın
*Borç para verin
* Sevmediği konularda açık yürekli konuşun
* Çocuklar, korunmaya muhtaç insanlar hakkında düşüncesini sorgulayın
Liste uzar gider, sonuçta kişi ve kişilerin etki ve tepkileri kişilik ve karakterleri hakkında bize bir fikir verebilir.
Tabii ki bunları yaparken, rencide etmeden, kırmadan, dökmeden içten ve samimiyetle yapalım. Biz ne savcı, ne hakimiz, zaten sağlıklı gelişen birlikteliklerin; savcıya, hakime,avukata, doktora, polise ihtiyacı olmaz.İnsanları tanımada, özellikle para konusunda ki tutumları da çok önemli. Yaşamlarında amaç mı,araçmı bu ince ayrıntı yaşam felsefelerinide özetler. Gün gelir çıkarlar çatışır,yollar ayrılır. İnsanın gerçek yüzü ve ve sakladıkları bir bir dökülür ortaya.

Hiç kimse ailesini seçemez ama arkadaşların,dostların seçimi kişinin tamamen özgün seçimidir Yanılabiliriz seçimlerimizde lakin her defasında yanılıp, isyan ediyorsak, devam etmesine izin veriyorsak, buda bizim kendimize karşı takındığımız tutumdan kaynaklıdır.
Çok duyduğumuz serzenişlerdir bunlar ' Kime canım desem canımı yakıyor, kime değer versem,sırtımdan vuruyor' o zaman, insanları gerçekten tanımadan, çok büyük anlamlar yüklemeyelim. Hayat yolunda beraber yürümeden, yollar arşınlamadan, varlık ve yokluk çizgisinde omuz omuza bir şeyler paylaşmadan, acılarına, sevinçlerine ortak olmadan, yanmadan, onda doğup onda batmadan, yanlış anlaşılma korkusu yaşamadan; eksilen,dökülen, kırılan yerlerini ona açmadan; beklenti içerisine girmek, hem kendimize, hem bizimle yürümek isteyenlere haksızlıktır.
Yaşam akarken, kendi seçimlerimizin de, kendisinden bağımsız olmadığını biliriz. Seçtiklerimiz bize aittir. Seçtiklerimizin aynasında parlarız.
Hayatta başarı ve ustalaşmak, insanı tanımakla ve nerede duracağını, nerede susacağını bilmekle olur. Bunun gerçekleşmesi için de, insanın önce kendini tanıması gerekir. Püf noktası da, insanın eksilerini ve artılarını bilmesidir.
Kaldı ki iletişim iki uçludur. Kişinin tanımak istemesi kadar, karşısındakinin de onu tanıması için alan yaratması gerekir.
İlişki kurmak demek, diğerlerinin bilincini, diğerlerinin alanını keşfetmek demektir. Ancak, diğerlerinin alanını keşfederken, diğerinin de bizi keşfetmesine izin vermek ve bunu hoş karşılamak zorundayız; bu tek yönlü bir yol olamaz. Ve sadece içinde bir şeye, bir hazineye sahip olduğumuzda diğerinin bizi keşfetmesine izin veririz. Sonrası hiç korku,endişe kalmaz. Aslında sen misafiri davet edersin; misafiri kucaklar, içeri davet eder, onun buyur edersin. Kendi içimizde keşfettiğimiz şeyi onun görmesini isteriz, onu paylaşmak isteriz.Bunun içinde önce kendimizi tanımak ve sınırlarımızı bilmek gerekiyor. Ancak o zaman sağlıklı ilişkiler kurabiliriz.
Hayat, insana tanınan bir armağandır. Buna anlam katmak, kendini bilmek, diğer insanları tanımak; yaşamı hem kendine hem de başkalarına hoş kılmak; bilgi, akıl ve sevgiyle taçlandırmak sağduyulu bir yaşamın seçimidir.
Emek vermeden, çaba göstermeden, yaşam ustası yada iletişim ustası olunmaz. Eksiklerimizin ve artılarımızın bilinçli olarak farkına varmak, başkalarına daha anlayışlı ve hoşgörülü yaklaşmamıza yardım eder.
Aile ilişkilerinde, iş ilişkilerinde hatta toplum içindeki tüm sosyal ilişkilerde, başkaları ile iyi ve uyumlu iletişim kurma becerisi, bilgi ve kültürü; insanları tanımakla yakından alakalıdır. İnsanın kendini ve başkalarını tanımaya gönüllü olması ayrı bir sanattır.
O zaman, incinen yerlerimizi tanımlarken; kimseye haksızlık etmeyiz, keşkeler ve amalar istila etmez yaşanmışlıkları. Saygı ve sevgiyle hatırlarız,yaşamımıza dokunup gidenleri ve yanımızda kalanlara şefkatle ve içtenlikle sarılırız.
Hayatın bütün patikalarında yürüdük, yürümeye de devam edeceğiz..
Her şeye rağmen, kendimize koca bir ‘aferin' verelim; etkinliklerimizdekileri eledikten sonra, bırakalım ışık girsin içimize. İçimizden hayat taşsın, umut dolu olalım. Ölüm kartlarını bilinç kendini yutana, ten soğuyana kadar oynamaya gerek yok.
Bir nefes alıp ,etrafımızda bize hayat verenleri fark edelim. Bir nefes daha alıp etrafımızdaki yaşam sesini duyalım.

Gençlere Yalan Söylemek Yanlıştır

Eteklerimizde taşlar ve ruhumuzda yaralar var oldukça kanayacak hep bir yerler deriz demesine de;
O zaman taşlarımızı ayaklarımıza düşürmeden, kanamadan geçebilir miyiz bu hayatın içinden ve kimseler incinmeden geçmişin acılarını çıkarabilir miyiz gün yüzüne?
Bütün acıların yankılandığı, taşa toprağa değdiği, kuşlarla göçe durduğu ve mevsimlerle döngüyü tamamladığı yerde, yaşam dolu olmayan her şeyi bozguna uğratmak için de çekilir acılar.
Yaşam bir bütündür.
Bakın ne güzel seslenir Yevgeni Yevtuşenko;
"yalan söylemek yanlıştır.
Yalanların doğru olduğunu göstermek yanlıştır.
Tanrı’nın gökyüzünde oturduğunu, ve yeryüzünde
işlerin yolunda gittiğini söylemek yanlıştır.
Gençler anlar ne demek istediğinizi. Gençler halktır.
Güçlüklerin sayısız olduğunu söyleyin onlara,
yalnız gelecek günleri değil, bırakın da
yaşadıkları günleri de açıkça görsünler.
Engeller vardır deyin, kötülükler vardır.
Varsa var, ne yapalım. Mutlu olamazlar ki
değerini bilmeyenler mutluluğun.
Rastladığınız kusurları bağışlamayın,
tekrarlanırlar sonra, çoğalırlar,
ve ilerde çocuklarımız, öğrencilerimiz
bağışladık diye o kusurları, bizi bağışlamazlar."
Her şeyin özüne gitmeli insan sadece görünene değil.
Bazen bildiklerimiz, gördüğümüz kadardır.
Gördüğümüz baktığımız kadar ve baktığımız düşündüğümüz kadardır.
Baktığımızı görmez, gördüğümüzü düşünmezsek eğer, gördüğümüzün bildiğimize sığmadığını da göremeyiz.
Karanlıklar için de kalan serzenişlerin hiç kimseye hayrı yok.
Böyle bir çağda:
Hayatı sadece seyretmek yetmez onu anlamak gerekir.
Hayatı anlamak ise yürek ister, akıl ister, değişim ister.