Translate

7 Mart 2019 Perşembe

8 MART İŞÇİ KADINLARIMIZ

Dünya Emekçi Kadınlar Günü, her yıl 8 Mart'ta kutlanan ve Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanmış uluslararası bir gündür.Tüm dünyada, kimilerinin samimiyetle, kimilerinin “duyarsız” ithamına hedef olmamak için, bazılarının da kalabalığa uymuş olmak için, hepsinin mecburen insancıl ve yaklaşımlarla ele aldığı, hiç şüphesiz tamamı sembolik eylemlerle, kadın haklarının korunduğu, kadın haklarını hatırlama ve hatırlatmaya dönük bir ikaz, bir ayar çekme günü..
Ancak kadınların sıkıntılarının hiçbir zaman bitmediği göz önüne alınırsa, bu günlerin ‘toplu bağırma seansları’ olmaktan öte gidemediği anlaşılıyor.
Erkeklerin dünyada ki tarihsel formatına baktığımızda ; tüm dünya, erkek söylemine esirdir. Sözü söyleyen, ülkeleri yöneten hep erkekler olmuştur. Bu nedenle kadın ülkesizdir ve bu kötü bir şey olmaktan çok, bir reddediştir bana kalırsa. Ülkesiz olmak tüm dünyayı “ülke” benimsemek onun tüm acılarına ortak olmak anlamına gelir. Bu bir anlamda kimliksizleşmeyi, kendini sınırların olmadığı bir yerde, devletlerin söyleminin dışında var etmeyi gerektirir. O nedenle barış çığlıklarının yükseldiği bu günlerde en önde görürsünüz kadınları, kimliğini sormadan kimse ölmesin diyebilen barış anneleri o nedenle tehlikedir ve yok edilmesi gerekir otoriteler için. Kadının dünyadaki “ötekiliğini” olumluluğa çevirebilmesi de bu nedenledir işte. .
Bu ve bunlar gibi sayısız soruların bizi sevk etmesi gereken nokta, evvela kadın-erkek ayırımı yapmadan, insan haklarına saygı ve bunun yanında toplumsal hayattaki yeri ve rolü ile kadınların maddi ve manevi haklarının korunmasıdır.''
Kadınlar, genel olarak, ekonomik gelir dağılımı, siyasi iktidar, entellektüel birikim, vb gibi alanlarda, bölüşümün en altlarındaki bir kesim, yada böyle olmaları istenen bir kesim olarak görülürler.
Bu nedenle, sömürü ve şiddete uğramaları da daha fazla oluyor.
Sorunlar biçim değiştiriyor, çeşitleniyor ve artarak devam ediyor.
Güç ilişkilerine göre kurulmuş yaşamlar içindeyiz hepimiz. Taciz ve şiddet de bu güç ilişkilerinin bir ürünü. Aynı zamanda da çeşitli ve karmaşık. Şöyle ki, aktif- pasif taciz, fiziksel, duygusal, cinsel taciz olarak adlandırabiliriz.
Kadınlar özgürleşmeden ve toplumsal Kimliklerini, özgürlüklerini tamamıyla kazanamadan hiç bir zaman özgür bir birey olamayacaklardır. Onlar birey olmadan hiç kimse özgür olamayacak.
Kadın olmak, tüm insani kimliklerin kavşağı olmaksa; kadınları köleleştiren, emeklerini sömüren, maddi ve cinsel bir meta olarak gören sermayeyi, tümüyle kapitalist sistemi yok edelim.
Kadınlar bu dünyanın kapı eşikleridir, içe doğru açılan ve ışık süzmelerini gönüllere taşıyan. Acının, çoğalmanın, mutluluğun eşiği, yerkürenin ana rahmidir kadınlar.
Kadının, cinsel ve ekonomik istismarına dur diyelim.
Kadın, kocasının namusu değildir, kadın babasının namusu değildir, kadın erkek kardeşinin namusu değildir.
Kadının vücudu kendine aittir, kendinden sorumludur, bedenleri ve ruhları satılık değildir.
Birde bazı kadınların, sorgusuz sualsiz kendilerine reva gördükleri toplumsal öğretiler vardır. Her şey kadermiş gibi, hiç değişmeyecekmiş gibi. Aşılamaz sorunları olduğuna, ezildiklerine, ikinci sınıf vatandaş olduklarına öylesine inanmış durumdalar ki, bunun aksini düşünmek koskoca bir yalanmış gibi görünür.
Evet bunları bir çok kadın yaşıyor olabilir fakat artık yaşam koşullarının, teknolojinin bu kadar ilerlediği bir çağda, insanın kendi beynini programlayabileceğinin kabul edildiği bir dönemde, her iki cümlesinden birisini “sindirilmişiz, daha doğarken ölmüşüz, kaderimizmiş, yazgım böyleymiş-miş gibi kendine acımakla ömür tüketiyorsa, tüketmeye de devam ediyorsa kadınlar; bir yerlerden başlamıyorsa, başkaları bu kadınlar için ne yapabilir ki veya nereye kadar ne yapabilir ki ?
Öyle ki, hayatın içinde hep ardına bakan ve ardında bıraktıklarıyla yaşayan kadınlar var..o kadarki bugünü yaşamayı kendine zehir edecek kadar. Her şeyi didiklerler, mazisinin gölgesinden, anılarının küf kokan yükünden bir türlü arınamayan, yürekleri yarına yorgun kadınlar... Ne istediğini bilmeyen, nerede duracağını hiç bilmeyen kadınlar, ne çok çelişkiye gebedirler.
Kadınları tümden mutsuz eden sadece erkek davranışları ve toplumsal dayatmalar değildir evet bende bunu üzerine basa basa söylüyorum.
Kadınları mahveden gereksiz, bilinçsiz, yaşanmadan dayatılan ayrıntılar ve bu ayrıntılara ıtıraz etmeyen kadınlardır. Kadınlar bekler, bekletilmeye alıştırılmışlardır birileri gelsin onları kurtarsın diye !
Ummak, beklemek, çaresizlik kadınlığa verilmiş en büyük cezaymış gibi.
Köpek balıklarıyla ilgili yapılan bir deney vardır; köpek balığı bir cam bölmeyle ikiye ayrılan devasa bir akvaryuma bırakılır. Bölmenin diğer tarafında küçük balıklar vardır. Köpek balığı küçük balıklara saldırır fakat her seferinde aradaki cama çarpar. Aradaki bölme kaldırılıp da küçük balıklar özgürce yüzmeye başladıklarında köpek balığı saldırmayı denemez artık çünkü o balıkları yakalayamayacağına inanmıştır artık. Öğrenilmiş bir çaresizlikle yüz yüzedir. Bizim de annelerimizden devraldığımız ve kızlarımıza belki farkında olmadan aktardığımız çaresizliklerimiz var.
Hayat tecrübelerimizi onlara aktarırken kullandığımız dilin işlevi acaba onları yeni yaşama öfkeyle mi, kalkanlamı hazırlıyor, sanki karşı tarafta savaşmamız gereken bir insan soyu(erkek) varmış gibi, böyle hissettirip hayata hazırlamış olmayalım !
Bize, eşlerimize ve çocuklarımıza bağımlı olmamız öğretildi. Ancak başkalarının ihtiyaçlarını karşıladığımız zaman mutlu olacağımız söylendi, birey olmayı, bencillikle karıştırmamak gerekir.
Tıpkı bağlılığı, bağımlı olmakla karıştırmamak gerektiği gibi.
Ne olursa olsun, insan yaşamı değerlidir ve öncelikler konusunda topyekun bir hesaplaşmaya ihtiyacımız var.
Kadınların: saygı görme, kimliği ve kişiliğiyle, kimseye muhtaç olmadan yaşama hakkını insanca yaşadıkları, akılları ve becerileriyle sosyal hayatın içinde olduklarını belirttikleri, bedenlerine kendileri istemediği sürece hiç kimsenin dokunamayacağını, bedenleri hakkında kıyafetleri hakkında kimseden emir almayacakları, kendi kararlarını vereceklerini haykırdıkları bir dünyada yaşam büyütmelerini diliyorum, buda benim ütopyam.
Kadınlar, hiç kimsenin kölesi değildir, kadınlar birer kuluçka makinesi değildir, olmayacaklar. Kadınlar ayaklarının altında cenneti değil, bu dünyada adaleti istiyorlar.
Vicdanımızın sesi hiç susmasın, susanlara da fırsat vermeyelim.
Bütün dünyada kadın olsun erkek olsun, aklın ve ruhun içsel gelişimini destekleme adına kitlesel bir eğitim şart derken !
Gönül isterdi ki….
**Çok küçük yaşta, kendilerinden çok büyük adamlara satılmasaydı.
**Kocası ölünce sorgusuz sualsiz, kocasının kardeşiyle evlendirilmesiydi.
**Saçı uzun aklı kısa diyen akıl fukaralarıyla bir ömür beraber yaşamak zorunda olmasaydı...
**En yakınları tarafından ensest ilişkilere maruz kalmasaydı...
**Kız çocukları okul yollarına yasaklı olmasaydı...
**Kadınların namusu erkeklerin tekelinde olmasaydı...
**Şiddet mağduru kadınlar, bu utancı kendine değilde, yaşatana fatura edecek kadar yürekli olsaydı...
**Kendi değerimiz, bizimle hayatı paylaşanın bize biçtiği değerle, anlamını bulmasaydı...
**Hayat, bize de geldiğimiz dünyanın kapılarını koşullara bağlamasaydı...
**Mutluluğumuz, kendi içimizden gelen güçle yaşamda yerini alsaydı...
**Kadın, şefkatin ana vatanıyken, şefkate hasret bırakılmasaydı...
**Yüzümüzdeki, yüreğimizdeki yaralar, bereler gözyaşlarımız sizi utandırsaydı.
Kendimizi kitlelerin ruhundan arındırmak, kelimelerimizi otoritelerin elinden almak, “hiç” hissetsek bile “hiçliğimizi” kendimiz belirlemek, değerimizi kendi irademizle fark etmek, ülkesiz olup tüm dünyanın “ötekileriyle” birleşmek ve güzel bir dünyanın düşüne uyanmak dileğiyle...

Hiç yorum yok: