Translate

8 Ağustos 2019 Perşembe

Ardahanda iki dağ çiçeği


Bilmez olur muyum hiç;
Binlerce rengin içerisinden sıyrılıp, mutluluğun rengine tutulmuş hayatı kucaklamak isterken, yürek bir kez görmeye görsün o içi gülen gözleri, sıcaklığı bir ağustostur artık...
Geldiğim yerle şuan olduğum yeri seviyorum.
Acılara, hayal kırıklıklarına, sevinçlerime kendim sahibim.
Ben seçtim, ben yaşadım.
Sağlıklı sevgi anlayışıyla büyümek, ruhsal olgunluğa erişmek, iyiliğin ve sevginin parçamız olduğunu bilmek, yaşamı ve insanı değerli görmeyi sağlıyor.
Hangi dinden, dilden, coğrafyadan, düşünce ve fikirden olursa olsun herkesin yaşama, kendini tanımlama ve değerli kılma hakkı vardır.
Önemli olan; yaşadığımız acı tatlı, iyi kötü, olumlu olumsuz her ne deneyim varsa her birini özümsemektir. Yaşamımız onların bütününden oluşur..

Yaşadığım coğrafya da;
Kendi küçük, düşleri büyük, henüz hayallerindeki dünyaya yelken açmamış, kocaman gözleri yıldızlarda olan bir çocuğun yaşamdan alacakları vardı.
Tüm aileler çok çocuklu, gelir düzeyi düşük, evler bahçe içinde tek katlıydı.Benim de tam burada başlayan ve dağların arkasına göz dikmemi hızlandıran öyküm böyle başlamıştı...
Görünüşün çok önemli olduğu çağlardaydık. Öyle ki çorabımız yırtık olsa (çoğu zaman olurdu) bir yere tesadüfen misafir olsak çorapları parmak uçlarından alta dolar, öyle içeri girerdik. Ayakkabılarımız çok sağlam değildi, çoğu zaman delik olurdu, su çekerdi. Çok da önemli değildi.
Biz kendimizle barışıktık,kendi kendimizle sorunumuz yoktu.
Dostluk ve arkadaşlık bizim yaşamımızda çok özel bir yerdi. Birbirimize çok sıkı kenetlenmiştik. Bizi en çok mutlu eden hepimizin okul formalarının aynı olmasıydı.. En azından kıyafet sorunu yaşamazdık.Sadece saçlarımız konusunda bazen birbirimize takılırdık. Jöleyle,saç kremiyle çok tanışıklığımız yoktu lakin limon en önemli saç şekillendiricimizdi.. Hatta fazla sürenlerle dalga geçer ''Dana mı yaladı?'' diye gülüşürdük.

Yine böyle günlerden bir günde dersteyiz.

Konu Türkiye'nin batısı, doğusu üzerine. Eğitim ve yaşam koşullarını konuşuyoruz. Dersin öğretmeni hayat dolu, umut dolu sözlerle bize görmediğimiz şehirleri anlatıyor. Merakın gizini birinin ağzından dökülenlere sığdırmak, bilmediğin,merak ettiğin yerleri dinlemek,düşünde büyütmek. Bunu yaşamayanlar bilemez.
İşte o gün, dağların arkasındaki yaşamlar benim aklıma, yüreğime düştü.
Sohbet ilerledikçe öğretmenimiz, insan yaşadığı yer kadardır, dedi ama bilmedi (bilemezdi) bu kara kızın yüreğinde nasıl bir sancıya sebep olduğunu, bu kara kızı nasıl bir (o anki öfke) yelkenlere savurduğunu. İçin için kızmıştım. Ne demek biz şimdi bir avuç içi miyiz? Kapladığımız evlerin karesi miyiz? Aklımız, sevdamız kasabamız kadar mı? Daha neler neler. Tabi söz yüreğe düşmüştü. Uzun zaman kafamın içinde hep o söze takılı kalmıştım. Kendimce küsler yaşamıştım.
Bizi yaşamadan yaşamımız üzerine söylediği bu söz beni yeni sorgulamalara
taşımıştı. Süzülmeliydi bunlar, akmalıydı bir yerlere, yeni bir şeyler söylemenin zamanı gelmiş miydi yoksa yol olmak değil yolda olmak mı çok önemliydi ?
Öğretmenimizden izin alıp dersten çıkmıştım. İlerleyen günler içerisinde de ders anlatırken öğretmenimin yüzüne bakmadım.
Bunu fark etmiş olacak ki yanıma geldi, neden benimle konuşmuyorsun dedi.
Ben de, neden böyle bir şey söylediniz dedim. Kendi makul gerekçelerini anlattı anlatmasına, o an ki bilinçle bana yeterli gelmemişti.
Büyüdükçe ben onu anlamaya, umarım ki o da yaşadıkça umudun, sevginin insanın yaşadığı yer kadar olamayacağını yaşayarak anlamıştır.
Hayat insanın umut ettiği ve yaşamak istediği kadardır. Ben bunu o an belki anlamamış olabilirim; ama şunu da kesin olarak biliyorum ki, insanın bulunduğu ya da yaşadığı yerin büyük ya da küçük oluşundan daha çok, düşüncelerinin boyutu ve hayatı sorgulama biçimi insan yaşamı için daha elzemdir.
Ve bize kader diye sunulan yaşam koşullarını, öğretileri kendi azmimle aştım,umut ettim kendimi sınırlara hapis etmedim.
Yedi kardeşli, işçi bir babanın kızı olarak yaşama yelken açarken, önce kendime inandım.
Yaşamın çok özel bir hediye olduğuna, sen izin vermediğin sürece hiç kimsenin senin düş bahçeni tarumar etmeyeceğine, yaşayarak yaşamla birlikte yaşamlar büyüterek anladım. Geldiğim yerle şuan olduğum yeri seviyorum.
Bütün acılara, hayal kırıklıklarına, sevinçlerime kendim sahibim. Ben seçtim ben yaşadım.
Sağlıklı sevgi anlayışıyla büyümek, ahlaki olgunluğa erişmek, iyiliğin ve sevginin parçamız olduğunu bilmek, yaşamı ve insanı değerli görmeyi sağlıyor.
Önemli olan, yaşadığımız acı tatlı, iyi kötü, olumlu olumsuz her ne deneyim varsa her birini özümsemektir. Yaşamımız onların bütününden oluşur. Bundan daha güzel özgürlük olur mu?

Olcay Kasımoğlu


Sanat SEVMEYİ onurlandırır...

Kişinin sahip olduğu düşünce tarzı, bakış açısını belirler !!!
Ve kendisini bilmek;
Kendisinde olanı bilmektir.
Güçlü ve zayıf yanlarını bilen ve onları kabüllenendir.

Sevdikçe kıymetlenen, kıymetlen-dikçe tepeme çıkmayan, aynı hizada omuz omuza... bir nefeste soluklanan sevgilere minnetle...
Sevgi bir tutumdur, hissiyat ile iradenin işidir ama aşk öyle değil işte.
Aşk kalite sormaz. Aşkta kibir ve ego vardır, bencildir. Çabuk usanır. Sürekli değişiklik arar ama bu yenilenmek anlamında değildir. Duygular yelpaze misali rüzgarla savrulur. Halk tabiriyle her ota ve ... konabilir aşk... Oysa sevgi sabırlı, cömert, cesur ve şefkatlidir. Koruyan, gözeten gözünden sakınan.
Aşk öyle değil işte bencil ve yaralayıcıdır. Aşkta onur yoktur. Gün gelir kişiyi kendine olan saygısını bile kaybedebilir. . Yüreğine sevgi değenler ama gerçekten değenler aşkın bu gel-geç hallerine bir gün bir şeklide farkına varırlar...... İnsanız bazen yanılabiliriz ama oda çok sürmez gün gelir insanlar kendi kendilerini bitirirler. Hani bir çuval inciri batırmak gibi..
Aşkı ''aşk harmanlayan sevgiyle'' karıştıranlara hep üzülmüşümdür...Yazık; bir buğday tanesi, bir çiçek tohumuyla iç içe geçen sevgiyi içi boş kavramlarla sıvazlayan aşklara...

Hoşuma giden, derinliği olan bir alıntıyı paylaşmak isterim;
''Fikirlerinizi etkili bir biçimde ifade etmeye giriştiğiniz zaman, bunu muhatabın yüzüne bakarak yapma cesaretiniz yoksa bir saygı uyandırmanız mümkün olmaz.
Çünkü ciddiye alınma isteği, mutlak bir açık yüreklilikle mümkündür, kaçamak dövüşle değil...'' Alıntı
Evet sevmek, hissiyat ile iradenin işidir.
Bütün ruhuyla sevmemişler anlayamaz bunu...
''Bir insan sizden kolaylıkla vazgeçiyorsa ya da yokluğunuza hemen alışmışsa onunla yaşadığınız her şeyi unutun.
Yara almış kalplerin, samimiyetine inanırım.
Aklını ve yüreğini sevgiye, derine, sanata, bilime ve sonsuzluğa atmışsan korkma sessizlikten, seslerden, gün doğuşundan, ne de gün batışından...
Geleneğin gücü, bizim eşsiz bir şey ortaya çıkarmamıza izin vermediği sürece ona bağlanıp kalmamızın bir anlamı yoktur.
Sözler yerine deneyimi, öğreti yerine birey oluşu olumla-malıyız.
Duvar olmakla, katı olmakla, tavır almakla, mazeretlerin arkasına saklanmakla bulamayız yaşamın o incecik yolunu…
Kendini bilenleri, gösterişten uzak, yaşamı seslerden öte yürek titreşimleriyle hissedenleri seviyorum.
Değil mi ki; 
Sevgi sanattır, sanat SEVMEYİ onurlandırır.

6 Ağustos 2019 Salı

Yüzümüzü, yüreğimizi güldürenlere selam olsun...💙

Hiç dinmeyen o büyük fısıltı ile insanin arayacağı yegane şey yine sevgidir.🌹
Beni gözlerine beni ırmaklara bağışla
Bu bir direniş bir meydan okumadır sana
Yoksa ahımın rüzgarı üşütür seni
Söze dökülmeyenin tenhalığında
Hangi kapan düşleri yakalar söyle
Yaşamak için sevdiğim
Bütün umutlarımız bağlı bir söze
Sözlerini yüreğimden geçirmem gerek
Nefesten yumuşak teninde ipince bir tül gece
Çık gel gözlerine yurt eyle..
Bin yıldır beklediğimsin söyledim işte...
Hayatın olağanüstü güzelliklerle, içinde cıvıl cıvıl yaşam sevinci taşıyan melodileriyle birlikte sertliklerle dolu bir alan olduğunu çaylak bir gülüşün gölgesinde öğreniyorum...
Ve insanın insan olma yolculuğunda önemli bir maya olan sevgi muhteşem bir dem.
"Hafif hayallerin şehrinden çıktım
Bir serçenin çınardan yere indiği arayıştayım
Bir pencere ile ışığın savaşındayım"
Geçti serserilik mevsimi
Eledim çoktan;
Kadir kıymet bilmeyenleri
İçimde bir çakıl taşı,
yürüyorum kendime...
Olcay Kasimoğlu
"Sohrap Sepehri

''Sizin ki canda, bizim ki patlıcan mı?''

Kafaları ve gönülleri aydın insanları seviyorum.
Cezalandırma, intikam duygusu taşımazlar. Fışkıran pınarlar gibidirler, gür konuşurlar..Örtüsüz kimlikleri vardır, duygu adamıdırlar, yarı yolda gördüğüne değişmezler. ..Güzelliğin sesi bu zinde canlara yaraşır. Çünkü, berrak gözleriyle yanıtlarlar gülüşlerinizi (!)

'Sizin ki canda, bizim ki patlıcan mı?'' adlı tiyatroyu gençlik yıllarımda izlemiştim. 
Yeniden izlemek ve ülkemin hallerine bakarak iç geçirmek..

Kültürel besinden payını alamayan bireyler ve toplumlar gelişemez. Bütün yaşanmışlıklar, tarihteki bütün değişimler bunun kanıtıdır.
Ve bu çağ sermayeden yana işleyen bir sistem olarak karşımızdadır.Neyin parçası olduğunu bilmeden gök-taşı gibi boşlukta yuvarlanıp giden o kadar çok insan var ki!!
''Görmüyoruz sanmayın iç yüzünü işlerin,
O doğru duruşların, o eğri gidişlerin,
Neler çiğnediğini hiç durmadan dişlerin,
Ne yolda olduğunu o yaldızlı fişlerin,
Biliriz yenileni kuzu mudur, tavşan mı?
Sizinki tatlı can da bizimki patlıcan mı?
Maroken koltukların çıkardınız tadını,
Yokladınız güzelin elcilini, yadını,
Şu ince belli kızı, şu fıkırdak kadını,
Ne dediniz olmadı, bir yosma mı, civan mı?
Sizinki tatlı can da bizimki patlıcan mı?
Sizler de bizdendiniz, ne çabuk ayrıldınız?
Her biriniz en yüce yerlere kayrıldınız,
Kiminiz doğruldunuz, kiminiz eğrildiniz,
Böylece zevk içinde yaşarsınız, yalan mı?
Sizinki tatlı can da bizimki patlıcan mı?
Yok mu ata malından azıcık pay bize de?
Adımız hiç görülmez pasaportta, vizede,
Biz de gezmek isteriz Londra'da, Gize'de,
İsterseniz gideriz hatta Portekiz'e de.
Bizim yerimiz sade Sivas, Erzurum, Van mı?
Sizinki tatlı can da bizim ki patlıcan mı?
Ne sorulur bilseydik, amcamız, dayımız mı?
Değilse nemiz eksik aklımız, boyumuz mu?
Yoksa beğenilmeyen bir kötü huyumuz mu?
İnanımız mı bozuk, kanımız, soyumuz mu?
Bizim kanımız başka, sizinki başka kan mı?
Sizinki tatlı can da bizimki patlıcan mı?
Bizler de sizin gibi yorulmak istiyoruz,
Divanda, encümende kurulmak istiyoruz,
İnsanlar sırasında görülmek istiyoruz,
Kırk yıl posteki gibi sürünen de insan mı?
Sizinki tatlı can da bizim ki patlıcan mı?
Süründük bu kadar yıl Aydın'da, Muş'da, Van'da,
Kahve gibi kavrulduk, dövüldük bu havanda,
Şöyle bir yaşamadık Karlisbat'da, Lozan'da,
Fakat arılar gibi çalıştık bu kovanda,
Balı, kaymağı sizin, bize acı soğan mı?
Sizinki tatlı can da, bizimki patlıcan mı?''
Namdar Rahmi Karatay'a teşekkürlerimle...
İnsanlar her şeyi bilemez. Herkes sayısız konu da bilgisiz yaşar, bilgisiz ölür. Bu doğal ve pasif bilgisizlik kişiseldir. Fakat tehlikeli bir cehalet türü var:
Düşman gösterilerek yönlendirilen cehalet örgütlenmiş olur ve tehlikeli cehalettir. Tarihte de bunun sayısız örneği var.
Olcay Kasımoğlu

''Aşk benim neyime?''


Kalite kesinlikle tesadüf değildir.
Deneyimlerimizden çıktığımız yolculuğumuzda her durakta ve her yolda hayatın anlamına dair edindiğimiz her öğreti bize yeni bakış açıları sunar.
Kendini bilen insanın akılla bağlantılı bir eylemi vardır. Kendine özgü bir canlı olmanın da ötesine geçerek yaşama anlam katar. Bunlar da kendini tanıma, sınırlarının farkına varma, bilgi sahibi olma ve yürekliliktir. Bu olumlu özelliklerin varlığıyla belli bir zihinsel olgunluğa erişince insan, sahip olunan bilgileri anlamlı ve sağlıklı kullanma, yaşamı doğru ve anlamlı bir şekilde yorumlayabilme bilgeliğine de ulaşmış oluyor.
Hayatın anlamına derinlikli bir bakış açısı kazandırıyor.

Bende;
Yıllar boyu gerek özel yaşamımda, gerek arkadaş çevremde, geçmişe takılmak yerine, olumsuz koşulları aşmayı bilen, bireysel gelişimlerine önem ve öncelik veren insanlar tanıdım. Bu insanlara saygı, sevgi ve hayranlık duydum.

Bu insanların ortak noktası; kültürlerini arttırmak ve bilinçlerini geliştirmek için verdikleri çaba, duyarlılık ve emek ile ezberci eğitimin dışında kazanılan bir yaşam deneyimiydi.
Bu sadece diplomayla, etiketlerle yada parayla kazanılacak bir şey değildi.
Bu bir tercihti, yaşam kültürüydü.

Kültür, insanın ve yaşamın kalitesini arttıran en önemli unsur ve bir yaşam manifestosudur.
Yaşamı anlamak ve kendiyle barışık yaşamak isteyen her insan da mutlaka belli bir kültür birikimine sahip olmalıdır.
Birikim yollarından aklımıza ilk gelenler gözlemek, dinlemek, okumak ve yaşamaktır.
Bu dört ana unsur birbirlerini tamamlayıcı etkiye sahiptirler.
Bu etkiler aynı zamanda kendiyle barışık bireyin portresinin nasıl olabileceği üzerine farklı bakış açıları sunar bize.

Kendine emek vermemiş, yaşamda bir duruşu olmayan, mazeretlere sığınarak,sürekli bir günah keçisi arayan insanların yaşama katacağı çok fazla bir şey yoktur.

Kendiyle savaşı bitmemiş bir insanin yaşama katacağı bir şeyde olamaz. İnsan kendini bilince nerede susması, nerede inisiyatif alması ve nerede konuşması gerektiğini bilir.

Her şeyde olduğu gibi;

''Tutarlı olmalı insan; siyah gibi, beyaz gibi... Güven vermeli... Gri olmamalı...Kapıları olmalı insanın...Ya açık ya kapalı ''YARI AÇIK'' olmamalı...''

En küçük dalgada alabora olan, sapla samani birbirine karıştıran, egoist insanları yaşamımızdan uzak tutarak, hayatımızdan gün çalanlarla değil; hayatımıza anlam katanlarla çoğalmak sevgiyle, inançla...
Bir tutam can'la derinliğimizi gören insanlarla yürümek yaşamın içine...

Düşüncedeki derinliği, sevgide ki cömertliği görmeyenleri kendi haline bırakın, zaman onlara anlatsın.
Zaman en iyi öğretmendir...

Olcay Kasımoğlu


''Vadedilmiş topraklara açılan kapıyı bul... sadece kendine inan...''


Güzel bir müzikle güne başlamak, efil efil dolu sesin büyülü anları bıkmadan, usanmadan hayal ettikçe zihnim yatışır ve durulur.
Ne güzel der;
''Yolunun üzerinde ki gülleri ara
sadece dikenlerine dikkat et...
Bilge adam ellerini kaldır dedi...büyüye ulaşmak için
Vadedilmiş topraklara açılan kapıyı bul
sadece kendine inan...''
İnanmak kendine ve yürümek o yolları.
Yaşamsal fark ediş her şeyden önce insanın kendini bilmesini sağlamalıdır.
İster bir gün, ister bir yüzyıl yaşayalım, asıl soru hep var olur, ”Kendini bilmek nedir?”
Varlığının anlamını içselleştirmişsen sorgulamanın gücünü fark ediyorsun. Kendini fark ettikçe yaşamsal fark edişin önemini kavramaya başlıyorsun.
İnsan, gelişim gücünü kendinden alan, oluşum halinde ki bir varlıktır. İnsanların duygu, düşünce, davranış biçimleri kendilerine özgü olduğu için, her insan başlı başına bir varlık olarak değerlendirilmelidir. İnsan doğuştan iyidir ve bu potansiyelini uygun koşullarda en üst düzeye kadar geliştirerek kendini gerçekleştirebilir.
Hayatımızdaki herhangi bir şeyi değiştirmek istediğimizde bakacağımız tek bir yer var,”kendi içimiz.” Yaşamsal fark edişin en önemli ayağını oluşturuyor.
İnsanın hayattaki en büyük başarısı kendini bilmesidir. Kendini bilmek aynı zamanda önümüzü aydınlatır. İnsanın kendisini bilmesi kadar büyük bir nimet yoktur.
Kendini bilmeyen, hatta aramayan kişi, yaşamını da boşa geçirmiş, eserini verememiş, kendini gerçekleştirememiştir.
Kaldı ki insanın en büyük pratiği kendi hayatıdır desek abartı olmaz.
Deneyimlerimizden çıktığımız yolculuğumuzda her durakta ve her yolda hayatın anlamına dair edindiğimiz her öğreti bize yeni bakış açıları sunar.
Kendini bilen insanın akılla bağlantılı bir eylemi vardır. Kendine özgü bir canlı olmanın da ötesine geçerek yaşama anlam katar. Bunlar da kendini tanıma, sınırlarının farkına varma, bilgi sahibi olma ve yürekliliktir. Bu olumlu özelliklerin varlığıyla belli bir zihinsel olgunluğa erişince insan, sahip olunan bilgileri anlamlı ve sağlıklı kullanma, yaşamı doğru ve anlamlı bir şekilde yorumlayabilme bilgeliğine de ulaşmış oluyor. Hayatın anlamına da derinlikli bir bakış açısı kazandırıyor.
Dünyanın en büyük temel sorununun, insanın kendini bilmemesinden kaynaklanan bilgisizlikten ve bilgiye duyulan ilgisizlikten kaynaklandığını söylemek de mümkündür.
Kendimizi tanıdıkça hayatın anlamına yaklaşım tarzı-imiz değişiyor. Zamanın en değerli hazine olduğunun farkına varmaya başlıyoruz.
Kendini tanımayan insan, yaşamı olumlama yetkinliğinden yoksun oluyor. Kaldı ki insan kendine adil değilse, kendi öz benliğini içselleştirmemiş ise hep başkalar-ini oynar.
Kendine emek vermemiş, yaşamda bir duruşu olmayan, mazeretlere sığınarak sürekli bir günah keçisi arayan insanların yaşama katacağı çok fazla bir şey yoktur. Kendiyle savaşı bitmemiş bir insanin yaşama katacağı bir şey de olamaz. İnsan kendini bilince nerede susması, nerede inisiyatif alması ve nerede konuşması gerektiğini bilir.
Her insan eşsizdir ve ona ait olan bir şeyleri yapmak için dünyaya gelmiştir. Hayattaki amacımız, kendimizi tanımak ve hangi yaratım için dünyaya geldiğimizi bulmak olmalıdır. Amacımızı bilmek, kendimizi tanımanın da bir parçasıdır.
Şimdi ki çağa baktığımızda, insanlar kendi varoluş anlamları dışında amaçsız ve idealsiz hayatlar yaşamaya başladılar. Yaşamı, konuları, olayları sorgulamayan insanların sağlıklı düşünme kapasiteleri kuru ve yavan olur.
İnsan olarak potansiyelimizi değerlendirmenin ve içsel değişimin önemini anlamanın esas olduğuna inanıyorum. Bazen ben bunu, hayatımızda ruhsal bir boyuta sahip olmak diye adlandırıyorum.
Çünkü insan aynı zamanda sorgulayan bir varlıktır. Sorgulayan bir varlık olması ise insanın her şeye kendiliğinden boyun eğmeyeceği anlamını taşır.
Ve ne olursa olsun insan önce kendine ayna olmalı. Ancak o zaman kendi iç sesini duymaması diye bir şey söz konusu değildir. Yeter ki kendimizin ve sınırlarımızın farkında olalım. Kendi kişisel değerlerimizle, bütünlüğümüzle örtüşen her seçimimiz yaşamımızı daha değerli ve coşkulu kılar.
Hayatı anlamlandırmak, anlamlı yaşamak insanın kendi özünde ki coğrafyayı keşif etmesiyle mümkündür. Ondan sonra kendini bilmek, birey olmanın farkındalığına varmak. Duvar olmakla, katı olmakla, tavır almakla, mazeretlerin arkasına saklanmakla kendimiz olamayız.
Hayatımızdan gün çalanlarla değil, hayatımıza anlam katanlarla çoğalmak sevgiyle, inançla, güvenle…
Kaldı ki herkesle aynı olmak zorunda da değiliz. Kendimiz olalım yeter. Kendi hikayemizin kahramanı olalım yeter.

Olcay Kasımoğlu


  

5 Ağustos 2019 Pazartesi

Yoksa benim gibi derdin mi çoktur/Oy gelin gelin sevdalı gelin

Herkes en iyi tarafta olduğuna inanıyor; ne garip duygu....
Bir sahne ve bir sanatçı haykırıyor Willam Shakespeare'den;
'Hepimiz acıkmayız mı? Hepimizin uykusu gelmez mi? Bıçağı batırsak hepimizin kanı akmaz mı?'
Velhasıl haykırış hiç bitmeyecek; tıpkı, herkes ve herkesim hep en iyi tarafta olduğunu sanma şaşkınlığını bitirmediği sürece...
"Evrensel bir yolun sesi olmasını bilen önce alacak ve sonra verecektir tüm aldığını ki, alması tamamlansın.
Almasını bilmeyen ise bu sofradan aç kalkacaktır. Onlar için henüz vakit gelmemiştir.
Belki başka bir zaman yine bu sapağa gelecekler ya da başka bir yoldur onları bekleyen."
Biliyorum, nereden biliyorsun diye sorar gibisiniz.
Sevgi tamamlanmaktan başka bir şey istemez ki !
Bunu bilmek için hanlara, şatolara, diplomalara ihtiyacımız yok.
Sevgi şarlatanlarına, soytarılara, bencilligi özgürlükle karıştıranlara, kendine göre kılıf biçenlere hiç yok...
Sevgiden şımarma-yanlar, halen sevgi için gözyaşı dökenler kıymetlidir nazarımda.
Sevebilmek, kin ve nefret beslememek, kendime ve bütün varlıklara sevgiyle, hoşgörüyle, samimiyetle, içtenlikle bakabilmek çok önemlidir yüreğimin yurdunda.
Ve yüzümdeki gülüşün beslendiği içsel seyahatimin yolu şiirlere minnetle....
cana can olma düşüncesi
yeşerip dururken içimde
tanelerin sürgün verdiği yerde
karanlıklarda tohum olmak işim değil...
Gülmek ve sevmek kadar çoğaltan, paylaştıran, bencillikten uzaklaştıran başka bir duygu var mı?
Toplum kişiliklerle olur, kişilerle değil. Yanıtlarından önce soruları bağlar kişiyi. Herkes niyetine göre, hayatın içinde ne ararsa odur...

Gam tanımayan aşkı istemem
Ki sen kıymetlisin
Varlığındaki soylu aşk ile
Karanfilini
Alaca karanlığa dik öyle gel
İnanıyorum
Aşka
Umuda
Şiire
Sana...

olcay kasımoğlu

''Ası ve Mavi'' şiir kitabından

Bazen gidersin /Sadece gidersin...

Yağmur damlaları gökten nazlı nazlı yağarken, sessiz bir rüzgarın kanadında uykuya dalmış gibi, sessizce durup sonra uçan... yerini yurdunu arayan aşık gibi...
Sonra... sonrası mi, hep aynı masal...

bitmeyen bir düşün içinde
Taş üstüne düşen
yağmur damlası gibi
sükutu öğüten..

Akıp gideni durup görmemizi sağlayacak olan bir dünya yaratmak ve bize hayatı yeniden iade etmek mümkün değilken, yaşamı; keşkelerle ve pişmanlıklarla söndürmek niye?
Kötülük neyi kurtarır ki, yalan neyi?
Masum birine karşı kim tanık olabilir ki?
Anlaya bilmeli insan... Gerçekten insan olan...

'Göynüm değdiğinde titremiyorsa o yürek,
sadece kan pompalıyordur' der Neşet Ertaş..

Bazende insan en çok kendine yorulur ve özlemek uzaklığın ayıramadığıdır.' der Oruç Aruoba...

Düşündüm, düşündüm de kırılan dalıma sözüm hiç geçmedi.
Halen hala sızısı kaldığı yerde neler koparır götürür sevdalı yürekten kaç ahla bir bilsek...

Hep ondan oluyor bunlar
İnsanın en az gittiği, içindekileri görmeye korktuğu yer yine kendi içidir.

Neşet Ertaş'imiz ne güzel der;

"Elini kalbine götürdü; “burası var ya” dedi. “Taşa, toprağa gerek kalmadan insanın gömüldüğü tek yer..”

Kalbimle, ruhumla,
sakin ve saygın olan o yeri bulacağım
''Aşkı, sevgiyi,
şiiri ve çiçeği ıskalayıp da
mutlu yaşayabilen var mi?''
Sus ve gülü sula
Bin yıldır beklediğimsin...

Olcay Kasımoğlu

Herken kendisi için bir derstir..


''Yalnızlığı istedim çünkü yalnızlık bende ruhun, düşüncenin, kalbin ve bedenin hayatıdır. Soyutlayan uzak oluşu istedim çünkü onda güneşin ışığı, çiçeklerin kokusu ve derelerin nağmeleri var.
Dağları istedim çünkü onlarda baharın uyanıklığı, yazın arzuları, sonbahar şarkıları ve kışın azmi var. Bu yalnız hücreye geldim çünkü yeryüzünün sırlarını bilmek ve göklere yakın olmak istiyorum.”
Halil Cibran’ın Fırtınalar adlı kitabından bir kesittir.
Sevgidir kalplerimizi ortaya çıkaran güç. Sevgiyi ortaya çıkaran, kalplerimiz değildir.<3
Özgürlük tahtı önünde ağaçlar, meltemin dokunuşuyla titriyorlar. Özgürlüğün heybeti karşısında güneş ve ay ışığıyla seviniyorlar. Serçeler, özgürlüğü işitmek için ötüşüyor, çiçekler özgürlük ortamında nefeslerinin kokusunu yayıyor… Yeryüzündeki her şey, özgürlük şeref ve sevinciyle dolu tabiat kanunlarıyla yaşıyor…
Oysa insanlar bu nimetten ne kadar yoksun! Çünkü insanlar, evrensel ilahi ruhlarına sınırlı kanunlar koydular. Bedenleri ve ruhları için acımasız kanunlar çıkardılar. Eğilim ve duyguları için korkunç ve dar zindanlar yaptılar. Kalpleri ve akılları için derin ve karanlık mezarlar kazdılar. Aralarından birisi kalksa, toplumsal kurallara ve kanunlara karşı çıksa, hemen onun isyankar, aşağılık, toplumdan sürülmeye layık, rezil ve ölümü hak eden birisi olduğunu söylerler…
Ancak sevgiyle yaşamak ve sevgi için yaşamak dururken, bir insan, ömrünün sonuna ya da zaman onu azat edinceye kadar kendi koyduğu geçersiz kanunların kölesi olarak kalabilir mi? Dikenler ve kafatasları arasında kendi bedeninin gölgesini görmemek için gözlerini yere dikerek ya da yüzünü güneşe dönerek sonsuza kadar durabilir mi?
Merhabalar vedalar kovalar birbirini
Bırak yansın mumların yolculuğu
Bazı şeyler sessizlikte yatar
Ben hiç kimseyim
Ben bir hiçim
Hayatımın kumları akıp gidiyor
Ki çevrilemez zaman geriye
Arkamızda
Titreyen ışıklarıyla bir şehir
Sayısız kez daha tamamen
Serilmiş önümüze 
Sükutu öğüten sabrın tohumu
Sonsuzluk gözlerinin önünde
Yüzleşmeyi öğrenmeliyiz kendimizle
Kül olmadan yeni olunmuyor...

Muhteşem ötesi♥

Phantom of the Opera - Sierra Boggess & Ramin Karimloo (Classic BRIT Awards 2012)

''Gece bastırınca duygular keskinleşir. Karanlık kışkırtır ve hayal gücünü uyandırır. Duygular sessizce karşı koymayı bırakır. Usulca, nazikçe gece ihtişamını gösterir.
Kavra, hisset nasıl da sevecen ve ürkek.
Düşüncelerini çevir soğuk, hissiz aydınlıktan ve kulak ver gecenin müziğine, yum gözlerini teslim ol. Bırak ruhun süzülsün o zaman yaşarsın hiç yaşamadığın gibi.

Usulca, kıvrakça müzik kucaklar seni dinle onu, hisset, sarıverir etrafını zihnini aç hayallerini serbest bırak, biliyorsun bu karanlıkla savaşamazsın.
Gecenin müziğinin karanlığın bırak düşüncelerin aksın bilinmeyen bir dünyaya, ruhun seni götürsün özlediğin yere ancak bana böyle ait olabilirsin.
Havada yüzercesine tatlı bir sarhoşlukla dokun bana, güven bana. Her duygunun tadına var. Bırak rüya başlasın.Karanlık yüzün teslim olsun.
Müziğin gücüne inan.''
Muhteşem bir düet... Olağan üstü bir gösteri ve olağan üstü bir şekilde müzikle gerçek bir bağ oluşmuş.
Aklımızı kalbimizin önünde tutmak her zaman yaşamla gerçek bağ oluşturmuyor.
Ortak bir amaç ve duygu birliği çok önemli.
Bu müzikalde bunu gördüm, hissettim.
Müziğin ülkesi yok.
Dili, dini hiç önemli değil, hemde hiç...

Cinselliği, insanı istek ve arzuları; ayıp ve günah kavramıyla çocuğun kafasına zikir eden zihniyet

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi




















Eylemlere, birlik olmaya karşı değilim, sadece; kadın köleliğinin içselleştirilerek meşrulaştırılmasına karşıyım.
Burada yeni bir şeyler söylemenin, harekete geçmenin, yılların köhne, yıpranmış küf kokan bütün öğretilerine karşı durmanın ışığını yakalım, önce insan sonra kadın olduğumuzu, bizim bir obje olmadığımızı, bir birey, kişilik olduğumuzu sağır kulaklara, kör bilince haykıralım.
Hayatımızı zenginleştirmeden, derin kılmadan, bedenimizin üzerinde hak iddia edenlere karşı durmadığımız sürece, kul-efendi ilişkisine hizmet ettiğimiz sürece, toplumun ön yargılarından, ucuz taklalarından, maskeli balolarından özgürleşmediğimiz sürece biz sadece döl yataklarıyız. Bunlardan arınmak için, yaşamın karmaşıklığını ve özünü iyi anlamalıyız.
Her şeyden önce vahşete duyarsız olan sağlıksız iradenin çok iyi analiz edilmesi gerekiyor. Bu görevde üniversitelere, ülkeyi yönetenlere ve kamu kurum ve kuruluşlarına düşüyor. Bu kangren olmuş toplumsal yara alınıp acilen masaya yatırılmalı, neden ve sonuçlara, tecavüzü, kadına şiddeti işleyen kişiler üzerinde geniş bir araştırma yapılarak bilimsel ve psiko-sosyal verilerle iyi analiz edilmeli.
Sorgulamadan, neden ve niçinler üzerinde durulmadan, soruna neden olan zihniyet ortadan kaldırılmadan bu hep devam edecektir.
Çocuklarımızı sevgide eritelim, insanca yaşamanın, ahlaklı olmanın sadece örtünmekle kazanılan bir değer olmadığını, sevmenin ayıp olmadığını yaşayarak, hissettirerek gösterelim.
Sevgi ve paylaşmayı, cinselliği, insanı istek ve arzuları, ayıp ve günah kavramıyla çocuğun kafasına zikir eden ebeveynler; en küçük fırtınada ”alkole, uyuşturucuya,cinsel sapmalara sığınan çocuklarını ” kötü çocuk ilan ederken hiç mi vicdanları sızlamaz.
Olan bitenlerle yüzleşmeye niyetli misiniz? Yoksa olan bitenleri sadece akla uygun hale getirip korkudan uzaklaşmak ya da korkuya kapılmış olan zihni tatmin edecek açıklamalarda mı bulunmak istiyorsunuz?
Kadını insan görmeyen ”eksik etek diyen” ayıplarla ,günahlarla çocuklarını yetiştiren ebeveynler, hangi sonucu almayı düşünüyorsunuz doğrusu merak ediyorum !
Sağlıklı sevgi anlayışıyla büyümek, ahlaki olgunluğa erişmek, iyiliğin ve sevginin parçamız olduğunu bilmek yaşamı ve insanı değerli görmeyi sağlıyor
Önemli olan, yaşadığımız acı tatlı, iyi kötü, olumlu olumsuz her ne deneyim varsa her birini özümsemektir.
Yaşamımız onların bütününden oluşur. Önemli olan kişisel sorumluluğumuzun olduğu yerleri kabul etmek ve tekrar çabalamaktır.
Dünya'yı keşfetmekten, yeniliklerde bulunmaktan, hayatımızın anlamını aramaktan asla vazgeçmeyelim.
Öğretmekten, öğrenmekten, araştırmaktan, bilgilenmekten uzak durmayalım.
Vicdanımızın sesi hiç susmasın, susanlara da fırsat vermeyelim.
Olcay Kasımoğlu

4 Ağustos 2019 Pazar

Sevgisizliğin dayatıldığı bir coğrafyada gönüllü olmak harekete, başlı başına bir başkaldırıdır.

Sergiyi dolaşırken, burası 'yaşamla kaynayan, ötenin rüzgarını, rengini, sessiz sohbetini taşıyan bir yer dedim kendi kendime...
Bunca güzellik sabır ve emek olmadan işlenmez herhalde.Çağımız ne kadar anomik bir çağ olsa da, insanların süreklilik duygusunu kaybettiği, kişisel ve toplumsal yükümlülüklerini ve bağlarını yitirdiği ruhsal çözülme veya bozguna uğradığı bir çağ olsa da bazen bir sergi, bir sinema, tiyatro veya gittiğimiz bir düğün şenliği, kısa molalar yeniden yaşamı hatırlatıyor.
Zaten “Sanatta varılacak nokta yoktur. Her nokta arkasından bir başkasını getirir.”
''Ara Güler’in farklı dönemlerde basılmış, her biri imzasını taşıyan çalışmalarına, İstanbul Modern Fotoğraf Koleksiyonu ve Ara Güler Müzesi arşivindeki çeşitli karanlık oda baskısı, obje ve efemera ile fotoğrafların çekildiği semt ve açıları gösteren haritalandırmalar eşlik ediyor. Sergi kendini foto muhabiri, foto muhabirlerini de “tarihi makinesiyle yazanlar” olarak tanımlayan Güler’in çalışmaları aracılığıyla fotoğrafçının öznelliği ve fotoğraf arasındaki ilişkiyi düşündürmeyi amaçlıyor.


Ara Güler’in kendilerine tekrar tekrar bakmaya davet eden fotoğraflarını arşiv malzemeleriyle bir araya getiren “İki Arşiv, Bir Seçki”, hem Güler’in üretim pratiğini hem de zihnimizdeki İstanbul bilincinin yaratılmasındaki payını izleyiciye hatırlatıyor. İstanbul Modern, Ara Güler Müzesi ve Ara Güler Arşiv ve Araştırma Merkezi işbirliğiyle gerçekleştirilen sergiyle Ara Güler’in gözünden İstanbul’un 1950’lilerden itibaren yaşadığı değişimin izini sürüyor. “İki Arşiv, Bir Seçki: Ara Güler’in İzinde İstanbul” adlı sergi 29 Mayıs - 17 Kasım 2019 tarihleri arasında görülebilir.' 
İnsana kendini yeniden görme ve sorgulama imkanı sunan bu değerli sergiyi muhakkak görmeli, fotoğraf çekimiyle bizzat ilgilenen arkadaşlar kesinlikle kaçırmamalı.
Çok sevdiğim kareler vardı. Bir kaçını paylaşmak isterim.
Kendimi, Ara Güler'e gülümserken fotomun onun tarafından çekildiği hissine kapıldım. Kim iddia edebilir ki o çekmedi diye😉
Ruhuna minnetle...

Saygıyı, sevgiyi ve aşkı eskitmeden yılları omuzlamak omuz omuza.

''Yaş aldıkça sadeleşiyor insan.
Bütün fazlalıklarından arınıyor.
Gereksiz insanlardan, eşyalardan ve hatta kelimelerden''
Sevgi dolu bir yaşamı paylaşmak en büyük sanattır ve insan sevdikçe yenilenir, dingin, huzurlu olur düşüncesi her zaman hayat felsefem oldu..
Yaşamdan heyecan duyup, ondan alabileceği her şeye istek duyarak yaşamak ve yaşamın her yönünü yaşamaya çalışarak, ondan alınabilecek her şeyi almaya çalışmak, sanatların sanatı yaşama sanatıdır.
İrade ve hislerin dengesi içinde ''Sinema, tiyatro, şiir, müzik, kitap vs'' bunlar var olanlara dokunmamız da bize rehberlik ederler.
Ve sağlıklı düşünebilen, yüreği sevgi dolu insanlarla yaşamı paylaşmak insanın tüm motorlarını çalıştırır.
Kaldı ki sevgi bizim yegane ilacımız, onu yok saymadan insanlaşmak, hiçbir sanatın, zanaatin veremeyeceği bir şey...
Bütün bunlarla birlikte, bir yerlere varmak için önce kendine uğramalı insan…
Eğriden doğruya yol alışlar kolay olmuyor... yaşamı anlamlı kılan diğer yaşamları farkında olmadan geçip gidiyoruz.
Bende ara bir uğruyorum kendime ve bir çok şeyin yeniden anlam kazanması adına içimde coşkun akan nehirlerin sesine kulak kabartışlarım var.
Nikiforos ne güzel demiş;
''Gün ışığı emdim bütün yaralardan.
En büyük mucize içimizdedir bizim;
evrene karşı gerçekleşen ışıl ışıl parlayan
bu ak enginlik. O halde bütün alemde
en saf şey; ne tan,
ne ırmakta yansıyan gökyüzü,
ne de elma çiçeklerinin üstündeki
güneştir.
Sevgidir o..''
Sevginin gücüne sahip olmayana hayatta hiç bir şey güç vermez
Kim olduğumuzu keşfetmeye, özgürleşmeye ve hatalarımızla-eksikliklerimizle yüzleşmeye hazır olmak, en üst anlamıyla kendi benliğimizin farkına varmamız gerekiyor.
Çünkü çoğu zaman neye sahip olduğumuz değil, neyin keyfine varabildiğim-izdir mutluluğu yaratan.

2 Ağustos 2019 Cuma

Gün umut, gün sevgi ola...

Görüntünün olası içeriği: 12 kişi, gülümseyen insanlar, oturan insanlar
Bizi biz yapan söylediklerimiz değil, uygulamaya geçirebildiklerimizdir.
Ve hepimizin yaşadığı deneyimler sonucunda hayatımızla ilgili oluşturduğu bazı değerler ve çıkardığı dersler vardır. 
''Öyle bir zaman gelir ki tek bir çağrıya önem veririz.
Yaşama bir el uzatmanın tam zamanıdır o an
Her şeyin üstünde olan bir armağandır bu''
Bu dünya zamanından hepimiz göçüp gideceğiz, üstelik her şeyimizle göçeceğiz.
Yaşadıklarımızdan, konuşanlardan geriye hiçbir şey kalmayacak.
İşte bu yüzden, dünyayı açıklama iddiasından, aptalca bir sürü gereksiz mal ve mülk edinme hastalığından, sevgi ve umudu sığ sularda arayanlardan, sözde kurtarıcılardan, yaptığıyla, söylediği çeliş-enlerden mümkün mertebe uzak durmaya çalışıyorum.
Kendi içimize doğru derinleşmenin, neye dönüşmek istiyorsak ona karar vermenin ve yenilenmenin zamanı olmadığını yeniden bir kez daha umutla, dirençle yüreğime bir kez daha fısıldıyorum ''Vazgeçme yazmaktan. Sevgiden. İnanmaktan.''
Yaşama amacımızı gözden kaybetmeden;
İnsanca yaşamak için gösterişe, bizim olmayanla avunmaya, başkalarının gözünde kendimizi aramaya, onanmaya ihtiyacımız yok.
Ruhu duyarlılıktan yoksun olmayan, sevme kapasitesi olan bilinçli özgürlüğe, koşulsuz sevgilere ihtiyacımız var.
Ben buna yaşamın aşuresi diyorum, hepsinden biraz.
Marifet, o hepsinden birazla lezzeti yakalamak ve kendinin farkında olmak, kendini gerçekleştirebilmek insanın en büyük zaferidir bence.
Hiç unutma dedi bilge, ''Ancak yürekle bakıldığı zaman doğru görülebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez. Gülünü yüce kılan ona verdiğin emektir.''
Kimileri ne kadar giderlerse gitsinler, hiç gitmemiş gibi yüreğimizin en kuytu köşelerinde bizimle.
Kimi artıya artı katar kimi de artıları eksilterek yaşamımızdan kendiliğinden eksilir gider...
Daha iyi bir dünya için, ışığımızın ve sevgimizin önce bizi, sonra yaşamımızı ve tüm evreni aydınlatması dileğiyle umut ve sevgiyle...
Bende ki sevgiler; dünyaya yeni gelen ürkek bir çocuğun gözleri gibi asılı üzerimde
Ne yapacağını bilmeyen şaşkın bir çocuğun şeker beklentisine benzer
Hesapsız, kitapsız...
Bende ki hesaplar; denizden yeni çıkmış bir balık gibi çıplak ve sonu belli olan
Bende ki umutlar kanadı kırılmış bir kuşun, iyileşmeyi bekleyen umudu ve sabrı gibi tereddütsüz.

1 Ağustos 2019 Perşembe

''Kuş tüyünden boş bir kafestir iyi olanın yüreği''

Başarı, doğru karar  iki insanı sevmez. O'nu hak etmeyenleri ve ona henüz hazır olmayanları.
Başarı olsun, sevgi olsun kendisinin efendisi olanların onunla olmayı hak ettiğini düşünür...
Ve olumlu yaşamayı bilenler, sade ve basit yaşamayı seçerler.
Bugün okuduğum bir yazını sizlerle paylaşacağım.
Bir bilge yetiştirdiği öğrencisini yanından ayrılmadan önce çağırır ve sorar; 

"20 yıldır buradasın, neler öğrendin?"
"Yedi gerçek öğrendim" dedi öğrenci.
"Say" dedi bilge.

"Birincisi?"
"Dostluklar ikiye ayrılır: Kalıcı dostluklar ve geçici dostluklar. Hayatta bir zorluk ortaya
çıktığı anda bozulan dostluklar daha çoktur, kalıcı dostluklar çok azdır."

"İkincisi?"
"İnsanların çoğunluğu kalplerini ve beyinlerini geçici değerlere ayırmışlar. Bu değerler uğruna kendi gerçek niteliklerinden taviz vermekten, kötü şeyler yapmaktan çekinmiyorlar..."
"Üçüncüsü?"

"İnsanlar, amaçlarına ulaşmak için birbirlerini ezmekten çekinmiyorlar. Oysa başkasına kötülük yaparak elde edilen her şeyin geldiği gibi ellerinden gideceğini anlamıyorlar."
"Dördüncü?"

"İnsanlar gerçekte bir anlamı ve önemi olup olmadığını hiç düşünmedikleri fakat değerli ve anlamlı saydıkları şeyler yüzünden birbirlerine zarar veriyorlar. Bu şekilde hayati birbirlerine zehir etmeye alışmışlar."
"Beşinci?"

"Herkes yanlışın nedenini, başarısızlığın nedenini başkalarında arıyor. Kimse, başına ne geldiyse aslında kendi yüzünden geldiğini anlamıyor, kendi suçunu, yanlışını kabul edip düzeltmiyor."

"Altıncı?" 
"İnsanlar helal lokmanın ve bölüşmenin değerini bilmiyor. En lezzetli lokmanın helal lokma olduğunu unutuyorlar. Vicdanları ve mideleri arasında kaldıkları zaman midelerini tercih ediyorlar."

"Yedinci?"
"İnsanlar bir şeye dayanmadan yaşama gücünü bulamıyorlar. Bu yüzden çoğu zaman anlamsız şeylere sarılıyor, güveniyorlar. Asıl sarılmaları ve güvenmeleri gereken belki de tek duygunun sevgi olduğunu anlamamakta ısrar ediyorlar..."
"Güle güle!" dedi bilge, "Artık yola çıkabilirsin, yolun acık olsun...!"

Hayat insana vaatte bulunmaz. İyi insan olmak araç değil amaçtır. İyi insan olmak başına kötü bir şey gelmeyeceği anlamına gelmez. İyi insan olmanın ödülü zaten iyi insan olmuş olmaktır.
Başımıza gelen kötü sonuçlar için kötü insan olma şartı yok.
Neden ben diye sorarken kendimize, iyiliğe güvenmek güzel ama o'na dayandırmak akıllıca değildir.
Başımıza gelenlerin ne olduğuyla değil, içimizde olanların ne olduğu ile ilgilidir.
İnsan kendini en iyi eylemleriyle ele verir. Goethe'nin dediği gibi ''İnandığı gibi yaşamayan, yaşadığı gibi inanır''
Hayatımız da ne olursa olsun ne yaşamış olursak olalım kendi ilkelerimiz, değer yargılarımız olsun. Kafa karışıklığı tüm kötülüklerin anasıdır. İnsanı içten içe yer. Hayatla aramıza tel örgüler çeker. Bunu için zihnimizi düzenleyip, yargılarımızı periyodik olarak gözden geçirmek bize akıl yollarını açar.
Beni sevindiren, acı veren, düşündüren  ya da ilgimi çeken her olayı bir imgeye, bir şiire dönüştürme ve böylelikle olaylarla gönül bağı kurma huyumdan ömrüm boyu vazgeçemedim.  
Ah hayallerin
Ah düşlerin ülkesi sevdiğim
Ah gözlerime en yakışanım
Gün ağarırken
Herkes kendince bir ses verecek
Seken bir ruhla
Dolu dizgin ulu ormanların uğultusu
Kuşların musikisi inletecek yeri göğü

Ya ben
Ben...
Fısıltılarımızın yitip gittiği sessizlikte
Engin birikmiş bir beyazlık içinde
Zifir bir yalnızlık titretirken yüreğimi
Seni düşünüyorum
Gökyüzünün altında
El değmemiş sabahın esintisiyle
Hiçbir dilde yazılmamış sözler içinde
Bir yeşil el
Bir mavi yürek
Bir elim sen
Bir elim ben
Hiç bir yere sığmıyor ayak izlerin
Gök mavi
Deniz mavi
Mor dağlar
Yeşil ağaçlar
Farklı değiliz aslında
İkimiz de aynı maviliği soluyoruz
Kuşan yılların fısıltılarını
Uyandır bağrındaki delice seviyi
Öfkeyle değil;
Sevgisiyle kazanır kişi yaşamı
Sürdürür erkini
Sessiz pencerelerde
el sallanmanın vakti geçti
Gelip öpmenin zamanıdır artık...