Translate

6 Nisan 2020 Pazartesi

Güneşi Kadınlar Doğururdu

”Benim doğduğum coğrafyada önce kadınlar uyanır, sonra güneş doğardı; güneşi kadınlar doğururdu” der bir yezidi deyişi
Yaşamı ve yaşamak hakkını, sadece kendi bulunduğu sınırlarda arayanlar ve sananlar ülkesinde; insanlara rağmen, güneşi zapetmek, cesur ve onurlu insanların işidir.
Görünüşüne, giyimine,memleketine, diline bakarak ‘kıro” dediğimiz bu coğrafyada, insan olmak; yeni yaşamlara uzanmak, yeni dünyalar büyütmek sanıldığından daha zordur.
Payına sorgulanmak, yargılanmak, potansiyel suçlu kabul edilmek ve kibirli bakışların rüzgarına tutulmak vardır.
Yaşama iki sıfır yenik başlarsın ve yolun hep tren katarıdır her vagonda yeni bir şeyler bulma ve yeni bir şeyler keşif etme telaşı sarar; ruhunu, tenini…
Ülkemin yol bilmez,kervan geçmez yerlerinde; yüzlerce beşikten, sayısız vedalarla, sayısız sevinçlerle ve yeni günlerin taşkınlığında, sayısız hayatlarla karşılaştım.
Bilirim; iç parçalayan insan seslerini, örtüsüz kimlikleri; iklimlerin dilinden öğrendim, yaşayarak !
Suç işleyen memurları, kamu kurumunu zarara uğratanı, kendi ülkesinde sürgün yeri diye tanımladığı yere gönderen bir zihniyetin coğrafyasında, zordur kendin olmak.
Medeniyetlerin beşiği Asya Anadolu, Mezopotamya…bütün genetiklerin süzülüp günümüze taşındığı bozkırlarda, çöllerde, yalçın dağların kervan geçmez yerlerinde yaşam savaşı veren, törelerin biçtiği yazgıyı kader diye kendilerine laik gören zihniyetin çocukları olmak zorken; bunu bilgiyle, görgüyle eğitimle taçlandırmak gerekirken, sürgüne laik görülen bu topraklarda insan olmak kolay değildir.
Yıllarca sen batılı(aydın) diğerleri denilen doğulu( bağnaz) hiç mi suçu yoktu bu ülkeyi yönetenlerin, sistemin.
*Oy potansiyeli gördükleri ağalık sistemini destekleyen siyasetin, kaçak para girişine destek veren, silah tüccarlığından trilyonları cebe indiren, okumuş büyüklerin hiç mi suçu yoktu?
*Erkil erkek hegomanyasını gizliden gizliye destekleyen sistemin hiç mi suçu yoktu?
*Kendi vatan toprağına sürgün yerler yakıştırması yapan, savcısı-hakimi işlenen suçlara sessiz sedasız kalırken, eğitmenler- öğretenler hep tepeden, insan koşullarını yadırgarken,küçümserken hiç mi suçlu değildi ?
(Sözümüz ”halkların kardeşliğine” inananlara değil, tabi ki)
O yüzden karıştırılmak, kıyaslanmak, başkasının yerine konulmak istenmemenin ne olduğunu anlarım, bilirim. O yüzden olsa gerek; kızgın eller, eylem adamlarına serin gelir.
Ülkemizin kanayan bir yeridir doğulu olmak ve çoğu zaman; insanların kör ve sağır kaldığı, kendine sıra gelinceye kadar gıkını çıkarmadığı sosyal ve toplumsal bir yaradır aslında. Kızına veya oğluna talip olan ailenin memleketini sorunca, memleket tanımlamasının önem kazandığı yerdir o ince çizgi.
Oysa yaşam bir bütündür, dünyanın diğer ucundaki bir değişim, gelişim bir diğer alanı değiştirirken hala yerinde durmayı ve yerinde saymayı marifet sananlar, daha da gerilere düştüğünün her gün bir parça eksildiğinin farkında bile değildirler.
Sadece kendini görmek, çok yönlü düşünememek, etkileri ve tepkileri hesaplayamamak, başka insanların yaşam haklarına saygı göstermemek; iki yüzlülüğü, riyakarlığı, yaşama ihaneti kaçınılmaz kılmaktadır.
*Yaşam da var olan ayrıcalıkları sadece kendi tekelinde görenler, hiç düşündünüz mü, kimsesiz ve kimliksiz kalanlar bir gün hesap sormaz mı?
Yaşamı sorgulamayanlar, sadece kendi durduğu yerden bakanlar, evreni bir bütünlük içinde görmek ve algılamak yetisinden yoksundurlar.
Onlara göre yaşam siyah ve beyazdan ibarettir ve o en iyisi, diğeri en kötüsüdür.
Dünyanın sadece kendi etrafında döndüğünü sananlar; kendi yaşamlarının dışında başka bir düşüncenin, başka yaşamların önemi konusunda bencildirler.
Kendi yaşadıkları coğrafyanın verdiklerine, düşünce ve yaşam tarzlarına, anlayış ve nezaketle yaklaşıp başka insan diyarlarına, yüreğini, algısını kapatan insanlar; yaşamı bir bütünlük içerisinde görmekten çok uzaktırlar.
Farklı coğrafyada doğan ve yaşam koşulları gerçekten zor olan insanları anlamak yerine, ezici bir üstünlükle tepeden bakmak, görmek, dünden kalmış argümanlarla bugünü değerlendirmek, insanların sağlıklı bir düşünce anlayışına sahip olmalarını ve sağlıklı bir bakış açısı getirmelerini engelleyecektir.
Ve dünden kalanlar dünün söylemleriyle bugünü görmeye çalıştıkları için yaşamı ıskalamaya devam edeceklerdir.
Özellikle sen ben kavgasının yolcuları, insanları; görünüşünden, dilinden, etnik kökeninden,siyasal tercihlerinden dolayı yargılıyorsa hiç bir gönülde açamazlar, insanım diyemezler.
Başkalarına önyargıyla yaklaşan insanlar, yenilikten korkarlar. Kendi dünyalarında farklı, içinde bulundukları ortamda farklıdırlar. Resmi görüşleri ayrı, içsel düşünceleri farklıdır. Bunlar için yaşamın etkinliği, işine ve çıkarına geldiği gibidir. Neyi savunuyorlar, neye göre, kime göre yaşamlarını düzenlerler bilinmez.
İnsanı insan yapan en büyük özellik ”adaletli olmasıdır” ve yaşamın içerisinde üretim, paylaşım ve bütünlük içinde daha huzurlu ve güven ortamında yaşama devam etmesidir.
Bunları ıskalayıp, bir yığın neden veya gerekçe ile düşmanlık üretenler ise akıldan, aydınlıktan, düşünceden uzaklaşmış, hedefinden sapmış demektir.
Düşünmek, her insana verilmiş bir özellik olarak düşünülse de, maalesef bu özelliği kullanan sayısı dünya üzerinde çok fazla değil.
Bunun içinde sadece bakmak yetmiyor. Gördüğünü anlamak,yorumlamak,empatı ayağını kullanmak ne kadar önemliyse, duygu ve düşüncelerde samimiyet de bir o kadar önemli.
Her nesil yaşadığı toplumun değerlerini yeniden yorumlamak ve sahip çıkmak zorundadır.
Kesinlikle geçmişin korkularıyla yaşama tutunmak değil, her-şeyiyle yüzleşmek ve
yaşamı ”beklentileri yüksek olmayan bir bakış açısı ve arayışları ince bir ruhla” anlamlı kılmak gerekiyor.
Çünkü hiç bir şey insandan daha değerli değildir. Gönüllerde olduğu kadar yaşamda da iç içe olalım.
İnsan insana tutunarak yaşar; aydınlanmanın özgünlüğünü, insanca yaşamanın sorumluluğunu, aklı ve kalbiyle taşıyanlara selam olsun…

Hiç yorum yok: