Translate

26 Şubat 2019 Salı

Gerçekte ne yaptığımız, ne söylediğimizden daha önemlidir...

Bilmek bir durum, inanmak bir duruştur. “Türkiye’de şu kadar kadın şiddete maruz kaldı” bir bilgi, “şiddete karşıyım” bir duruştur. Üretmeyenlerin değerinden söz edemeyiz. Değerler insana hayat verir, can verir.

İnsan hayattaki amacını bilmezse en küçük sapmada umutsuzluğa düşer, yol ayrımlarında karar veremez. Verdiği kararlara hep keşkeler, amalar karışır. Hayattan ne beklediğini bilmeyenler ne yaparlarsa yapsınlar doyuma ulaşamazlar...
 Her insan hayata başlarken hamdır ve hepimizin incinen, su alan yerleri var. Ne olursa olsun  hiç kimse meyveler gibi bekleyerek olgunlaşmaz. İnsanın olgunlaşması için emek vermesi, çaba göstermesi gerekir. Yaşantı insana deneyim katar katmasına lakin tek başına olgunlaşmaya yetmez. Yaşlanan ama hiç olgunlaşmayan insanlar vardır. Eğer kişi farkında-lığını geliştirip kendine emek vermezse, olgunlaştırmazsa gönlünü, aklını  yedisinde neyse yetmişinde de aynı kalır.

Yaşam sürprizlere gebedir. Aynız zamanda hareketi sever. Hiç bir şey kendiliğinden oluşmaz. Her şeyin kendi içinde bir anlamı ve işlevselliği vardır. Bu işlevselliği harekete geçiren kendi kişisel deneyimlerimiz, beklentilerimiz, hedeflerimiz ve yaşamdan ne beklediğimizle yakından alakalıdır. Sadece oturduğumuz yerden  yaşamın döngüsüne hizmet edemeyiz yada sadece seyrederek içimizin akışına bir yol çizemeyiz. İnsan yaşamı yüklenecek ve son nefesine kadar yön verecek bilgeliği önce kendi istem ve iradesiyle harekete geçirebilir. Ondan sonrası zaten enerji ve arzuların,isteklerin doğrultusunda kendine akacak yolu muhakkak oluşturur.

Hayat okulu bir ömür boyu devam eder. Buna rağmen insan yaşamı yerleşik düzene geçtiğinden beri sistemli şekilde eğitim kurumları ile insan eğitim ve gelişim psikolojisi üzerine tez ve anti tezlerle insan yaşamını anlamlı kılmak için bir çok program geliştiriyor. Bütün bu çaba ve verilen emekler yine gelip insanın kendisinde anlam buluyor. İnsan kendi yaşamından sorumludur. Bu sorumluluk bilincini oluşturmak her ne kadar toplumsal sosyolojinin görevi gibi kabul edilse de insan anlayan,sorgulayan bir varlıktır. Varlık bilincinin fakında değilse farkındalik oluşturması zor oluyor. O zaman değişen,gelişen dünyayı ve  toplum yaşantısını anlamaktan uzak kalıyor. Hazır verilen toplum yasalarını peşinen kabulleniyor. Yaşadığı toplumun ortak kazanımlarına, kayıplarına duyarsız kalıyor. Bencil,peksimet kişiler yetişiyor. kendini dev aynasında gören cüceler memleketinde ayaklar baş oluyor. Her devrin eşik öpücüleri muhakkak olmuştur. Her devrin kapı kulları muhakkak kan ve göz-yaşına kendi bencilliklerinden gelen haksızlığı katmış, katılmasına seyirci kalmıştır.

 Hiç bir yanlış devam etmek zorunda değildir zira insanlar ölümlü ve  toplumsal hiyerarşi ise devam eder. Önemli olan yaşarken yaşamı anlaşılır ve anlamlı kılmak. Başkalarının bize biçtiği elbiseler beden ölçülerimize uymuyor.Gün geliyor kopçası bir yerden kopuyor. Koptuğu yerde keder,elem bırakıyor.

 İnsan en çok kendine haksızlık ediyor,en çok da kendinden ürküyor. yaşamla yüzleşmekten ödü kopuyor. Bir can işte ve yaşam sınırlı ne zaman dilimiyle kendini sana bahşediyor.O zaman bu kadar kasıntı, bu gözü açlık,oburluk Niye?

Sonuçta yaşam veresiye verilmiş her haliyle o zaman taksitlere bölünmüş bu ömrü her mevsimin hakkını vererek yaşamak varken neden sığ sularda yüzmeyi seçeriz? 

Başkalarının kayıplarından kendimize pay çıkarır en çok da kendimizde eksik bulduğumuzu başkalarının yanlışlarıyla yamamaya çalışırız. İnsanız işte. 

Ağlayan,seven,acı çeken, soran,sorgulayan ve her zaman insan insana gerek anlayışıyla insan sıcaklığına ihtiyaç duyan ölümlü varlıklarız. Ömür sonsuz değil ki? 

O zaman niye bu kadar acı ve gözyaşı kutsayıp, insan kanından gelecek inşa etmeye çalışıyoruz? Oysa yaşam basit, sade ve bir o kadar da anlamaya muhtaç ve tutkulardan  kurtulmuş bir zihin  kale gibidir,insanların sığınabileceği daha güçlü bir yer yoktur. Herkes  umutsuzca başkalarının  gözlerinde  onay, hayranlık yada sevgi arıyor gayretle. ..

Maalesef bunları okullar da bize  öğretmiyorlar. Bu gerçeğin farkına varmamız da zaman alıyor. Birey olarak  bu farkında-lığa erişip hassas dengeyi yakaladığımız zaman, hayatın bize sunduğu fırsatları daha iyi değerlendirebiliriz. Yaşamı sadece kitaplarda okuyarak inşa etmeye çalışanlara yaşam çok da bir şey katmaz. Yaşamın kendisi hareketin içinde insana bir şeyler katar. Boşuna demiyoruz seyirci değiliz yaşamın ta kendisiyiz.

 Yazanlar, çizenler sadece hayal gücünü kullanarak bir ürün ortaya çıkarmazlar. Yaşantıyla birlikte hayal gücünü harekete geçirerek yaşama kalıcı izler bırakabilirler. 

  Her başarılı, zengin insan mutlu insan demek değildir. Mutlu olmak bazen küçük bir dokunuşta, içten bir gülüşün hüznümüzü dağıtmasında, bazende içten bir sarılmanın enerjisinde saklı. Kalıplar içerisinde veriliyor hayatın içtenliği. Oysa sağlıklı geçirilen bir çocukluk ne kadar önemliyse yetiştiğimiz çevre, aldığımız eğitim, içerisinde bulunduğumuz sosyo-ekonomik durum ve bununla birlikte yaşamı birlikte paylaştığımız insanların bize yansımaları da bir o kadar önemlidir. Burada kişinin öz yeterliliği devreye giriyor. Eyer insan kendi yetkinliğine ulaşmamışsa her zaman çevresinin etkisi altında kalıp yaşam pratiğini oluşturamaz. İpotekli bir kişilikle, başkalarının kendi üzerinde söz sahibi olmasına sesini çıkarmaz. Çoğu zaman unutur kendini. Gün gelir yaşam kayınca ellerimizden, kaldırıp baktığımızda kaçırdığı zamanlara bir ah çekeriz. İşte o zaman başlar keşkelere, amalar, geriye çevrilemeyen bir zamana üzülmenin insana katacağı sadece keder, elem. Geçmiş zamana, kaçırılmış fırsatlara hayıflanmak insana hiç bir şey kazandırmıyor.

Yaşarken anların kıymetini bilmek, kişisel kaynaklarımızı da seferber etmemiz gerekir.  Herhangi bir işi yaparken ortaya koyduğumuz tavır ve davranışlar kişiliğimizle ilgili önemli ipuçları verir. Bir işi nasıl yaptığımız karakterimizi yansıtır. İnsanların işlerini nasıl yaptığına dikkat edin. Duygularını ifade ederken kullandığı kelimelere, olaylara bakış açılarına, çocuklar ve yaşlılar hakkında ki düşüncelerine dikkat etmek gerekiyor. . İnsan sevmediği bir şeye değer katmaz sadece vazife bilir. Kuralına uygun yapar,İçinde nezaket,hoşgörü, içtenlik olmadan. Teknolojik bir rehberden hiç bir farkı yoktur aynı zamanda.

İnsan hayati olumlu-olumsuz, küçük ya da büyük başarısızlıklarla doludur. Fakat yaşadığımız başarısızlıkların iyi tarafı, bunların bizi daha güçlü kıldığıdır. Karşılaştığımız engeller yeteneklerimizi biler; hiç farkında olmadığımız yeteneklerimizi keşfetmemizi sağlar. Zor bir patronla baş etmek, bir projede yenilgiye uğramak, karmaşık ilişkiler içinde var olmaya çalışmak bize hayat dersleri verir. Başarısız insanlar, genelde yeteneksiz oldukları için değil, hayat onları zorluklara hazırlamadığı için başarısız olurlar. Sorunlar ve zorluklar bu anlamda en değerli öğretmenlerdir. Birçok başarılı insanın mutlu olmaması bundandır. Bu sebeple asıl önemli olan sadece hedefe varmak değil, vardığımız yerde kendimizle barışık olmaktır ve  gerçekte ne yaptığımız, ne söylediğimizden daha önemlidir.

olcay kasımoğlu

Hiç yorum yok: