Translate

26 Şubat 2019 Salı

İster seyircili,ister seyircisiz...

Yaşam, her şafakla beraber yeniden doğar. Bu doğuşla birlikte hepimiz kendi payımıza düşenle yaşam içinde ki rollerimize döneriz. Ne olursa olsun, nerede olursak olalım bir dünya sahnesi var ve hepimize bir görev dağ-ilimi verilmiş. İster seyircili, ister seyircisiz.
Doğduğumuz yeri seçme hakkımız olmadığı gibi, isimlerimizi, okuduğumuz ilkokulu, çevremizi, ana, babamızı, kardeşimizi seçme hakkımız yok. İnsan yaşamının ilk yedi yılı ''buna kritik evre''de deniliyor çok önemli. İleride yaşayacağımız hayatın temelleri aslında bu ilk yedi yılda atili-yor. Bebeklik ve çocukluk dönemini kapsayan bu evreler kişiliğimizin oluşmasında çok önemli. İnsanların yetişkinlik evrelerini dikkatle incelediğimizde asil sorulması gereken soruyla karşılaşıyoruz.
Davranışlarımızın, söylemlerimizin, eylemlerimizin, ön yargılarımızın, sorgulamaları mızın kaynağı nereden besleniyor? Özellikle toplum psikolojisiyle yakından ilgileniyorsaniz, toplumu oluşturan unsurları irdelemeyi kendinize görev bilmişseniz bunlara kafa yormamanız mümkün değil.
Burada yetkinlik ve bilinç devreye giriyor. Tabii ki insan psikolojisiniin ve toplumsal yaşamın insan davranışları üzerinde ne kadar etkin olduğu üzerine de iyi bir gözlem ve yaşantı olması gerekir.
Kendimi bildim bileli insan ilişkileri, toplumsal statüler, toplumsal hiyerarşi, geleneksel aile yapısı ve post modern yaşamla, modern yaşamın kesitleri üzerine oldukça kafa yordum. Yaşama amaçlarımdan biri desem yeridir, abartmış olmam. İnsan davranışlar-ini ve insanin insan üzerinde bilinçli olsun, bilinçsiz olsun kurmaya çalıştığı hakimiyeti her zaman merak etmişimdir.
Gerek mesleki alanda gördüklerim, deneyimlediklerim, gerekse özel ilişkilerimde insan dokusunun naif ve ince noktalar-ini görmenin getirdiği bir bilgi birikimiyle hep daha içlere iç odalara yürüdüm. Bu merak tamamen kişi ve kişiler üzerinden değil, bütünü kapsayan bir sorgulama ve anlamadan yargılamama üzerine kurulu idi.
Yaşadıkça;
Sevgiyi, aşkı, özlemi, insanı duyguları kapalı yaşayan insanların tutkulu olamayacaklarını gördüm.
Sevdiklerinin peşinden gidecek, mücadele edecek, köprüleri yakacak kadar yüreklerinin büyümediğini gördüm. Değişmekten, yeniliklerden, tutkunun iç yakan tutkusundan pek çok şeyden korkarlar.
Mücadele etmekten korkarlar, değiştirmeyi düşünmezler. Duygularında derinlik yoktur, kendi içlerinde, kendi duvarlarına çarpa çarpa kendilerini yaşarlar. Her zaman anlaşılmayı beklerler. Karşılarındaki kişileri, olayları anlamayı hiçbir zaman düşünmezler. En küçük bir fırtınada arkalarına bakmadan kolayca vazgeçerler. Hatta sevgilerinden, dostlarından bile. Kendileri için yaşamak, kalıplaşmış düşünceleri her zaman daha önemlidir. İçlerindeki sevgi kırıntılarını çoğaltıp paylaşmayı düşünmezler. Sadece kendine namuslu olmakla namuslu olunmayacağının farkında bile değildirler. Emek vermeden emeksiz sevginin gün gelip yitip gideceğinden, sevginin koşulsuz olması gerektiğinden, emek istediğinden bi haber yaşamanın yaşam olmadığını sadece bir nefese bekçilik ettiğini, bilmeden göçüp gidecekler dünya zamanından.

Oysa insan;
Yetmezlik içinde bile mutlu ve dingin olabilir. Her şey, doymazlık da gizlidir. Büyük irdeleme ve küçük yürüyüş başlamasın bir kere, her an yaşam fışkırır hücrelerimizden; en kırılgan zamanlarda,en puslu havalarda bile. Yaşamı tekdüze yaşayanlar ve bunları 
yazgı, töre diye savunanlar yaşamı  sadece yaşamış olmak için harcarlar. Bu insanlara yak desen yakarlar, yık desen yıkarlar.  Soluk katmak, düşlerin terzisi olmak, toprağın gerinmesine, sabah şafağına  şahitlik edip,  onlarla yenilenmek ve  yaşam sofrasında anlamlı yaşamak her sağlıklı insanin isteği olmalı. 
Başkalarının gözlerinde aramamak düşlerini. Hayata ve insanlara beklentisiz bakmak ne kadar önemli. Pek çok insan yalnız gördüğüyle dünyayı algılar, aldığı kadarıyla yorumlar. Aslında her şeyin kendi içinde bir dili vardır ve her şey bir o kadar doğurgandır yaşamda. İnsanca yaşamak, doğaya, yaşama  saygılı davranmak, bu dünyadaki konukluğumuzu güzelliklerle taçlandırmak akıllı insan işi.  Genel olarak, ruhunu huzura kavuşturmayı bilen, iç dünyasında kendisi ile barışık olmayı seçen ve düşünce biçiminde pozitifliği benimsemiş kişiler 
 dışarıda gürül-gürül akan bir dünyanın farkında. Dünya büyüleyen bir zekanın tasarladığı, üstün yetenekli bir ressamın her sabah tekrar çizdiği, dünya ölçekleriyle kabul görmüş bir tablo gibi mucizevi güzellikte gözlerimizin önünde duruyor. Bu tablonun tadına varabilmenin vahasına çıkabilmek için, aşk ve samimiyet kaynaklı bir zarafet koridorundan süzülmek-çözülmek gerekiyor...
Yoksa; ''Bir dostun muhabbetinden, bir aşkın nefesinden düştüysen uzağa;.. pırıltısız,kanatsız, çığlıksız bir kuytudan öte bir şey değildir dünya.''

Harika bir dünya sahnesi var ve herkese yetecek kadar görev dağılımı; ister seyirci ol, ister yönetmen veya oyuncu;yeter ki insan olalım. 'İnsan olmak' en mühimi  sevmek, sevgiyi seçmek en güzeli ! Yeter ki öze dokunsun, candan olsun. Hakka, adalete, sevgiye ve demokrasiye inanalım.
''Limon ağacıyla limonlar, nar ağacında nar ve illaki güneşte kızarmak isteyen üzümler. Sonra yukarıda başımızın değmediği gök, ayağımızın bir basamadığı toprak ve denizler uçsuz bucaksız. Gerisi boş, yalan, insana ait olan. Gerisi boş, biz geçerken var hepsi..'
Hayat bizi yargılamaz, kendi içinde ki öze ulaştırmak için, bütün evreni kalbimizle dinlemeye davet eder.  
Hayatin  hiç birimizle derdi, tasası yok. Yaşamı, kuru söylemlerle, nutuklarla, siyasi argümanlarla al aşağı eden insanin kendisi. Yeryüzünde  yeterince insan kani akıyor,  yeterince silah tüccarları paranın kölesi ve bir o kadar da çarkı bozuk düzen de insan kendini pazarlıyor. Bu düzenin devam etmesi için gerekli şaklabanlığı yapıyor. Geriye sadece ve sadece sevgiyle taçlandırılmış vicdan ve merhamet kalıyor. Bunun da okulu yok. ne diplomalar ne saraylar, şatolar insani insan etmeye yetmiyor.

''21. Yüzyıl insani çiğ. Ruhsal (can) tarafına değil, bedene yatırım yapıyor.  İnsanlar ve evren(doğa) ile bağlantılı olumlu duygular üzerine yoğunlaşmak yerine, nasıl daha çok para kazan-irim telaşına düşmüş. Yaşamla ilgili sahip olduğumuz değerler yerine  maddiyata kafa yoruyor.
Yaşamdan zevk alma yetisini kaybediyor. Anlaşmazlığı, çatışmaları kanıksıyor. Eylemleri yorumlama, sorgulama ve anlam yetisini kaybediyor. Sevgiyi koşullara bağlıyor. Koşulların  niteliği hakkında belli bir  fikri bile yok. Bencil,peksimet, özgürlüğün, samimiyetin, doğallığın ne olduğunu bile bilmiyor. En acısı da bildiğini sanıyor. Ahkam kesiliyor. Sevme yetisini kaybediyor. 
Kendini bilmeyen, hatta aramayan kişi, yaşamını boşa geçirmiş, eserini verememiş ve kendini gerçekleştirememiş oluyor. İnsanın hayattaki en büyük başarısı kendini bilmesi ve yaşamın anlamını keşif etmesidir. Bilgi, her şeyden önce insanın kendini bilmesini sağlar, önümüzü aydınlatır.''

Olcay Kasımoğlu

Hiç yorum yok: