Translate

27 Şubat 2019 Çarşamba

Şimdi değilse, ne zaman?

Akıp gideni durup görmemizi sağlayacak olan bir dünya yaratmak ve bize hayatı yeniden iade etmek mümkün değilken, yaşamı; keşkelerle ve pişmanlıklarla söndürmek niye ?
Hepimizin kendine ait veya başkalarından alıp sakladığı sırları, sırlardan kurduğu surları ve yıkamadığı kaleleri var.
Geçmişiyle yüzleşemeyenler, keşkeleri kendine zehir ederek yaşama tutunanlar bilmezler mi; üzerini örttüğümüz her şeyin altında kalırız, eksik olduğumuzu ararız, hem de eksik bırakandan ya da ona benzeyenden dileniriz bir ömür boyu.
Oysa yaşamak seçim yapmaktır ve her durum bir seçimdir aslında.
Bunun yanında, her bireyin gelişimi, fiziksel, zihinsel ve duygusal yönlerini kullanma tarzı farklıyken, hayatı mücadele etmeye değer kılan ve şaşırtıcı hale getiren şey de bu seçim ve farklılıklar değil midir ?
Kendimizle kurduğumuz diyaloğun niteliği, kendimize dair hissettiklerimizi doğrudan etkilerken;
farklılığı anlayıp, yaşadıklarımız karşısında aldığımız tavırla, kendi iç benliğimizle yüzleşmek, bize yaşamın nadide kollarını açar.
İnsanın kendiyle yüzleşmesi bir yerde geçmişin gerçekleri değil, bunların bizim için ne ifade ettiğidir.
Peki hangimiz, özgürleşmek için korkularımızdan arınmaya ya da kendimizle yüzleşmeye hazırız?
Kim olduğumuzu keşfetmeye, özgürleşmeye ve hatalarımızla-eksikliklerimizle yüzleşmeye hazır olmak, en üst anlamıyla kendi benliğimizin farkına varmaktır.
William Shakespeare, bunu çok güzel özetlemiş.
İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor. 
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için. 
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için. 
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için. 
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için. 
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için. 
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermedigi için. 
Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.''

Yeterince iyi olamadığımız düşüncesinden korkmamalı ve kendimizle yüzleşmeliyiz. Korkularımız ancak birer birer masaya yatırıldığında ve onlarla yüzleşebilmek cesareti gösterebildiğimizde hayatımızdan çekilirler.
Korktuğumuz ve kendinizden uzak tutmak için uğraştığımız şeylere bilinçsizce karşı direnç oluşturarak kendimize çekiyor, yaşamımıza sokuyoruz. 
Korkularımızın samimi anlamda farkına varabildiğimizde, realitemizi değiştirmiş olacağız.
Çünkü geçmişten öğrenmek ile geçmişte yaşamak aynı şey değildir.
''Neresinden bakarsak bakalım; kabullenme özgürlüğümüz olmayan her duygu, dışarıya akamayan bir irin gibi bedenimizi ve ruhumuzu ele geçiriyor.
İçimize hapsettiğimiz her duygu aynı zamanda içimizin hapishanelerini yaratıyor.
Oysa yapabileceğimiz yegane şey alamadığımız ilgiyi, saygıyı, duygularımıza dair anlayışı, korumayı ve koşulsuz sevgiyi kendimize gösterebilmemizdir''
Kendi iç benliğimizle barışık olup, içimizdeki çocuğu özgür bırakalım.
Korkularımızla yüzleştiğimizde, bizi kölesi ve şakşakçısı yapmaya çalışan asosyal topluma karşı duruş geliştirebiliriz.
Her şeyi belki yapamayız ama kendimize saygılı bireyler olarak bu hayatın içinde değerli, üreten, paylaşan, sevdiklerine ve sevdiğine omuz olan başlar olabiliriz. Bunu için hiç bir zaman geç değildir, yeter ki biz kendimize geç kalmayalım.
Sorunlardan, insanların hayatımızdan çaldıklarıyla ve kendimize yaptığımız haksızlıklarla göçüp gitmek bu yaşama en büyük haksızlık değilde nedir ?
Değil mi ki, oyduğu bir kayadan akan bir suyun şırıltısı bile, varlığını belli eder.
Kendi benliklerinin farkına varanlar, yaşamdan ne beklediğimizin gerçekten önemli olmadığını, asıl önemli olan şeyin yaşamın bizden ne beklediği olduğunu öğrenmemiz gerektiğini bilirler.
Ve yanıtımızın doğru eylemden ve doğru yaşam biçiminden oluşması gerektiğinide.
Ancak o zaman, insan kendi kendinin ebeveyni olabildiğinde, kendi kendiyle yüzleştiğinde; yetişkin, özgür ve mutlu olabilir, karanlığın bilincine vararak aydınlanabilir.
Olcay Kasımoğlu  

Hiç yorum yok: