Translate

18 Kasım 2018 Pazar

ANLATILAMAYANIN SESSİZLİĞİ

Kelimeler susuyor çünkü anlatmaya yetmiyor. Sanki yeni kelimeler icat etmek gerekiyor da dil yetersiz kalıyor. Woolf da benzer şeyler söylemiş: “Kelimeler her şeyi söyler mi? Kelimeler herhangi bir şey söyleyebilir mi? Kelimeler ulaşılmaz noktadaki sembolleri yok etmiyorlar mı?” Kelimelerin her şeyi söyleyemeyeceği, ifadesiz kalacağı durumlar yaşıyoruz doğrudur evet, anlam asılı kalıyor çoğu zaman havada çünkü dil susuyor, dil dolanıyor, kelimeler söyleyebilecek bile olsa “ulaşılmaz noktadaki sembolleri” yok ediyor. Çünkü semboller yaşananların göstergelerini açıklamaya yetmiyor. Ve böylece geriye hȃkim olan şey sessizlik oluyor. Anlatılamayanın sessizliği.
İnsan değiştirmek istediklerini değiştiremediğinde, umuttan çok umutsuzluğa mahkȗm hissettiğinde, kederi artık varlık nedeni haline geldiğinde yani kendisini değersizleştirdiğinde bir “hiç” gibi hisseder. Ve bu doğaldır ancak bize “hiç” gibi hissettirenleri de göz ardı etmemek gerekir belki de.

bir uzak gönül denizidir gittiğin kapı
ellerinde rüzgârın aşındırdığı yaralar var
toplarken hüzne kalmış yanlarını
gözlerinde unuttuğun o eski anılar
inan yitik şehirler gibi
soluğunda ise
yosun kokusuna benzer bir hüzün var
terk edilmek korkusu desem susarsın
susarsın dudaklarında kalır hüznün
dokunmalarım yaralarına güldür bilirsin
öpemem, öpersem gülüşüne hasret ölürüm
sen bana dokunulmamış acılarını ver
kollarım dolansın acılarına varsın tuz ol
yeter ki senin gittiğin el kapıları kapansın
senden gayrisine zaten kapalı benim yollarım
sen esmer tenine sevdalarımı sürdüğüm
saçlarına ay ışığı gecede yıldızları düşürdüğüm
denize vuran yakamozlara sen diye baktığım
nasıl taşıdın bunca yıl sükunete hasret acılarını
bilmez misin dokunsam dağlar taşlar eriyecek
dokunmasam eşkıya aşkına dağları mesken tutacak...

Olcay Kasımoğlu

Hiç yorum yok: