Translate

29 Temmuz 2019 Pazartesi

Sevgi her şeyi kaplıyor, hatta ölümü bile.

Barajlar gibiydi yaşam; bir zerre suyun sızabileceği bir çatlak bırakırsak, bu su duvarları yavaş yavaş kemirir ve öyle bir an gelir ki, akıntının gücünü artık kimse denetleyemez. Benimkiler bir bütünün parçalarıydı. İçimde hiçbir şeyin ezip yok edemeyeceği bir irade vardı. O irade, direnişim ve gücümdü. Buna rağmen geçtiğim bu yolda, kendim için fazla ağır, yaşam içinse fazla hafiftim. 
Sanki içimde, gagalarını açıp yaygara çıkaran bir kümes dolusu kaz vardı. Hangisini besleyeceğimi, ya da hangisiyle besleneceğimi bilmiyordum.
İçime düşen anne özlemiyle, boğazıma düğümlenenlerle, sarıldım yoldaşım kalemime.
Güzel annem;

 Herkes beni çok güçlü sanıyor, oysa bende insanım. Senin gözünde halâ küçük bir kız çocuğu olduğumu biliyorum. Sanki kırk yaşında değil de, yedi yaşındayım. Sana o kadar ihtiyacım var ki anne! Yüzümde hüzün, şuramda ta derinlerde bir yerde iflah olmaz bir acı, üşüten bir yalnızlık var.Yol versem delik geçecek bütün kıyılarımı
 Friedrich Nietzsche'nin dediği gibi; “Kiminin yalnızlığı, hastanın kaçışıdır; kiminin yalnızlığıysa, hastalardan kaçıştır.”
Ben kimden kaçıyorum anne, inan şu an bilmiyorum. Keşke diyorum, bu kadar uzakta oturmasaydım ve bu sorunun cevabını senden öğrenseydim.
Ya yüreğim anne! Yüreğim öyle sıkışıyor ki, bazen ne yalan söyleyeyim çok korkuyorum, ölmekten değil. Çocuklar anne, çocuklarım… Ne yaparlar bensiz? O kadar küçükler ki ! Ben bile bu yaşta hala sana ve sevgine muhtaçken, onlar nasıl başa çıkarlar bu hayatla? Biliyorum anne, biliyorum. Bırakıyor herkes bir gün bedenini toprağa... Ne olursa olsun anne, sen kendine iyi bak. 

Ne kadar uzak olursan ol sen hep benim kalbimdesin.
Sadece bu günlerde kendimi çok kısıtlanmış hissediyorum. Ruhum içime sıkıştırılmış durumda, başka bir hayat alanına ihtiyacım var. Biliyorum, zaman iyi bir öğretmen, ama pahalı bedellerle öğretiyor öğreteceklerini anne.


Canım annem, “İnsan: yara sıcakken, acıyı fazla duymaz, gerçek acı, zamanla başlar,” derdin. Bende dönüp yaşadıklarıma baktığımda; dedim ki, keşke benimde güvercinler gibi kanatlarım olsaydı, uçsaydım ve bir dinginlik bulsaydım. Uzak bir yerlere gitseydim, dağ başında yuva yapsaydım. Şiddetli fırtınalardan kaçsaydım sığınaklara. Sabah yelinin kanatlarını alsam ve denizin en ücra yerine konaklasam, senin soluğun üzerimde olsa, beni koynuna alsan, daha güzel olmaz mıydı anne ?


Bugünlerde, dalında eğreti duran güz yaprakları gibiyim, aramızda uçurum rengi hasretlikler var. Hastayım, düşlerim yabancı bir gülüşe teslim olmuş gibi. Oysa, duyuların acıyı yumuşatan vazgeçilmez güzelliği, sana olan özlemin narin tazeliğiyle içimde. Sıcak kucağına sinip, tatlı bir şey gibi tutulmak ve avunmak istiyorum anne.
Rüyalarımda yeşil ağaçları görüyorum. Kızıl gülleri, mavi gökleri ve beyaz bulutları, ışıkla kutsanmış günü, karanlık geceyi görüyorum.

 Düşünüyorum kendi kendime anne, hayat ne güzel sevdiklerinle. Hani öyle bir an gelir ki, hayat dediğimiz o garip şey, tamamıyla geçmiş denilen bir kavrama dönüşür. Artık tüm arayışlar, kafa karışıklıkları, pişmanlıklar anlamını yitirir. Doğa, dünyaya ilk geldiğimiz zamanlardaki saf haline geri döner. Tek başınayken bir rüzgar başımızı okşar, keder benzeri ama tam anlamıyla keder olmayan, adı konulmamış bir duygu bizi sarar. Son ana kadar yaşamayacağımız ama ne olduğunu çok iyi bildiğimiz bir zaman vardır ya işte anne, bugünlerde çok fazla dönüyor etrafımda o zaman. 
Ya sen, sen benim hayatımın ön provasısıydın anne. O denli geniş bir şarkı, o denli ezgili hava, o denli duru suydun anne. Sen benim amasız, lakinsiz, keşkesiz iyi ki varsın diyebildiğim en güzel insansın. İncelikli bir ilgi ve duyguyla ayağıma adım, dilime söz, omzuma dokunuş, canıma can oldun.

Her şey kendiyle çoğalır, sevgi sevgiyle çoğalır, sürekli bir devrim gibi. İyi ki varsın diyebilmek ne güzeldir, iyi ki varsın annem. Derdin ya, ''kalbi güzel olanın süse ihtiyacı yok.'' Sen ne güzelsin anne ! Sevgi her şeyi kaplıyor, hatta ölümü bile.
Biz, içinde büyümeyen çocuğu taşıyanların, her zaman, annelerinin rehberliğine ihtiyacı vardır. Olgunlaştıkça, ruhun yasalarının yazılı olduğu kalbimize güveniriz. Bildiklerimiz duyduklarımızdan, okuduklarımızdan yada bize söylenenlerden çok daha fazladır. Yapmamız gereken yegane şey bakmak, dinlemek ve güvenmektir.
Ben hayatımda koşulsuz, sorgusuz-sualsiz sana güvendim anne.


Bakışlarında berraklık, bilincinde dayanışma, kokusunda sıcaklık, yüreğinde sevgiyi gördüğüm yürekli kadın; küçük kızın düşmüş korkunun girdabına. Korunaksızım, kabuğum incecik, aksi yönlerden esen rüzgarların dövdüğü bir orman gibi uğultuluyum.
Biliyorum anne, geçecek hepsi geçecek
Bir sevda masalı gibi
“Şifalı gözlerin her şeyi iyi edecek”
Işığın, sevincin, yaşamın en güzel haliyle
Biliyorum, bir şeyler var anne
Düşleri aydınlatan maviler gibi
Senden gelip içimi maviye boyayan
Bir ışık yumağı gibi, yıldızlı geceyle buluşturan
Bir şeyler var, sözün tılsımında
Beni alıp, senin koylarına taşıyan
Sözcüklerle ısınır mı insan
Isınıyorum anne  sarıl bana...
Biliyorum anne, geçecek hepsi geçecek. Yaşamda kendi haline bırakılması gereken anlar vardır. Belli saatler, belli dakikalar. Gerçek olduğumu hissetmem için bugünlerde sevdiklerime çok ihtiyacım var. Bir insanin çıkardığı sesi duymak ve bu sesin sahibinin en az o ses kadar güzel olduğunu bilmek çok değerli. ‘’Kurban olurum sana’’ diyen o sesi duymaya çok ihtiyacım var annem.
Söz veriyorum sana, bu sevimsiz zamanları, bir atlatayım koşa koşa geleceğim kollarına.
''Simurg Olmak Zamanı'' romanımdan
Olcay kasımoğlu

Hiç yorum yok: